pide etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pide etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HOŞ GELDİ RAMAZAN

Tüm Müslüman aleminde olduğu gibi Türkiye'de de çoluk-çocuk, genç- ihtiyar, kadın-erkek pek çok kişinin coşkuyla ve heyecanla beklediği, cömert iftar ve sahur sofralarıyla taçlandırılan Ramazan ayı, saygı, hoşgörü, birlik, beraberlik gibi manevi değerlerin de ön planda olduğu en kıymetli ay.


Açın halinden anlamayı, sabretmeyi, şükretmeyi, nefsimize hakim olmayı, nefsimizi sınamayı, hoşgörüyü, saygıyı, empati kurmayı, iç dünyamızı daha yakından izlememizi ve eksikliklerimizi görmemizi sağlayan bu zaman dilimi ailemize, eşimize, dostumuza, komşumuza da en yakın olduğumuz ay aynı zamanda.

Gözleri de karnı da doyuran sofralar

Eski Ramazanlar iftar topunun atılmasının heyecanla beklendiği, fırınların önünde uzadıkça uzayan yine de keyifle girilen pide kuyruklarıyla renklenen, top atılır atılmaz elinde pidelerle evlerine koşturan insan görüntülerine sahne olurdu.




Gözleri de karnı da doyuran sofralar birkaç saat öncesinden özenle hazırlanmaya başlanır, mutfakta sevimli bir telaş sarardı herkesi. Ramazan ayının on beşinden itibaren iftar davetleri başlar, hali vakti yerinde olanların sofrasına "selamınaleyküm" diyen teklifsiz oturur, kimse de ona sen kimsin diye sormazdı, yoldan geçeni doyurmak büyük bir erdem sayılırdı. Hatta Anadolu’daki bazı konaklarda konak sahibi tarafından hazırlatılmış yemekler tencerelere konulup konağın yan kapısından paravan vasıtasıyla ihtiyaçlı kimselere verilir ne alan ne de veren birbirini görürdü. Kör karanlıkta gümbürdeyen davul sesiyle ailecek sahura kalkılır, iftardan kalma pideler bölüşülerek yemeğe katıklık edilirdi.




Yaşama düzeninin iftar ve sahur saatlerine göre ayarlandığı eski Ramazanlar, aile fertlerinin ve toplumun birbirine daha fazla yakınlaşmasını sağlar, sohbeti ve paylaşımı arttırırdı. İftardan sonra kıraathanelerde toplanan mahalle halkı, o bölgenin meddahını dinler, hem öğrenir hem eğlenirdi.


Teravih saatlerinde camilerde ibadet ederek iç huzura ulaşmayı arzulayan, teravih sonrasında orta oyunları, Hacivat- Karagöz'ü, kuklaları, fasılları, sihirbazları, ateş yutan akrobatları, cazbant ve kantoları izlemeye giden halk, sahur saatine kadar şenlik alanlarında vakit geçirir, imsak vaktiyle evlerine veya işyerlerine dağılırlardı. Eski Ramazanlar’ da tiyatroların bile özel uygulamaları olur, Ramazan'a özel matineler konurdu. Oruç tutanlar, yatsı ile iftar arasında gününü tiyatrolara koşarak geçirirdi. 

Ramazan'da içecek  


Eski ramazanlarda şerbet ve şuruplar, boza ve sahlep önemli Ramazan içecekleriydi. Demirhindi, ağaç kavunu, menekşe, kızılcık gibi şimdilerde adını bile duymadığımız içecekler karla soğutularak sunulur, nargile, çubuk veya kahve ile iftar keyfi tamamlanırdı.


Kahvenin büyük konaklarda tüm misafirlere aynı anda verilmesi şarttı. Kahve ibriğinin soğumaması için gümüş zincirli ateşlikler yakılır, kahveler kafesli gümüş zarfların ucundan tutulmak suretiyle misafirlere ikram edilirdi.

 
 İftardan sonra haremağaları vasıtasıyla Sultan ve Kadın Efendilere saygılar iletilir, iltifatla beraber, derecelere göre “diş kirası” adı altında armağanlar ya da para alınırdı. Akraba ve dostlar arasında ise Ramazan’ın ilk haftasında habersiz iftara gitmek, bir saygı belirtisi sayılırdı.



Bayram sabahı


Bayram sabahı en çok çocukları sevindirirdi. Bayram namazı sonrası uzun zamandır yapılmayan kahvaltı edilir, komşu kapılarını tek tek çalan çocuklara önceden hazırlanmış mendilin içinde çikolata, şekerleme ve harçlık verilerek güzel bir ritüel yaşanırdı. Bayram davulcuları bütün ay sahura kaldırdıkları mahalle halkının kapısını çalar, yevmiyeliğini çıkarırdı.


Osmanlı’da Ramazan Gelenekleri

Orucun Açılma Vakti: İftar Osmanlı'da oruç açmak büyük törendi. Ne yemek yapılacağı, neyin ne zaman sofraya geleceği ve hangi yiyeceğin ne zaman sofrada yeneceği belliydi. İftar sofrasında oruç, iftariyeliklerle açılırdı. Damak lezzetine hitap edecek tüm iftariyelikler ayrı ayrı yerlerden alınırdı.


Çeşit çeşit peynirler, siyah ve yeşil zeytinler, farklı kaplarda gelen rengarenk mis kokulu reçeller, pastırma, hurma ve ekmek yerine bir Ramazan klasiği olan pide, iftariyeliklerin olmazsa olmazlarındandı. İftariyeliklerin ardından çorba servise sunulur ve çorbalar bitirildikten sonra 40 kaptan fazla et, sebze, balık yemeği padişahın sofrasını donatırdı.

Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ve bunun gibi pek çok tatlı ana yemeklerden sonra afiyetle yenirdi. Tüm bu yiyeceklerin pişirilmesi, sofraya getirilmesi, sofradan kaldırılması adabına göre gerçekleştirilir, sofraya hizmet eden de sofradan yemek yiyen de iftara hürmet gösterirdi.
 
Sabah Ezanı Okunmadan: Sahur Gözleri de karnı da doyuran iftar sofrasına nazaran sabah ezanından önce yenen sahurda, mideyi yoracak et yemeklerinden ziyade, karnı bütün gün tok tutacak hamur işleri, pilav ve vücudun şeker ihtiyacını karşılayacak kurutulmuş meyvelerden yapılan hoşaflar yenirdi.

Diş Kirası Ramazanın en önemli özelliklerinden biri de iftar sofralarına davetsiz gidilebilmesiydi. Osmanlı Sarayına Ramazan ayı boyunca iftara davetsiz olarak gelinebilirdi. Bunun haricinde Osmanlı Sarayının özel davetleri de olurdu. Ramazanın ilk on gününde Padişah, ayan ve mebusan reisleriyle birlikte vükelayı saraya iftar için davet ederdi. Sadrazamın baş köşede oturduğu bu sofra diğer iftar sofralarına göre çok daha mükellef olurdu ve hep birlikte daha çok vakit geçirilirdi. Bu sofralarda zengin ve leziz yemeklerden ziyade 'Diş Kirası' asıl büyük hediyeydi.

Kahve, şerbet ve sigaralıklar içilirken Mabeyn Müdürü, Enderun Efendisi ile salona girerdi. Enderun efendisinin elinde büyükçe bir gümüş tepsi yer alırdı. Tepsinin üzerinde davetlilerin isimlerinin yazıldığı hediyeler olurdu. Bu hediyeler kıymetli saatler, tütün tabakalarından oluşurdu.


Sarayda Görkemli Hazırlık Osmanlı Sarayında Matbah-Amire, ramazan ayı gelmeden tatlı bir telaş içine girerdi. Kilerdeki uçsuz bucaksız taş odaların, özenle seçilen yiyeceklerle doldurulması sarayda ramazanın en önemli habercisiydi. Taptaze yiyeceklerin renkleri, taş odaların soğukluğunu hissettirmezdi. 

Mutfaklarda Bereket: Ramazan ayında, Osmanlı Sarayında kilerlerin özenle seçilen malzemelerle doldurulmasından, hazırlanacak iftar ve sahur sofralarının zenginlik ve bereket içinde geçeceği belli olurdu. Bu bereket tüm topraklarda tesirini gösterir ve Müslüman, Hıristiyan, Musevi demeden herkes tarafından paylaşılırdı.

Osmanlı’nın tüm Bereketi Ramazan Sofrasında Osmanlı toprakları üzerinde yer alan yörelerin kendine has tazelikleri ve bereketi günler öncesinden toplanmaya başlanırdı. Bu yörelerin özel lezzetleri özenle saraya taşınırdı. Tokat'ın, Malatya'nın Şam'ın kayısıları, Ankara'nın balları, Antep'in kuru baklavaları, fıstıklı, bademli, cevizli sucukları, İzmir'in kuru incirleri, vişneleri, üzümleri ve bunun gibi daha pek çokları ramazan sofralarında damaklara layık olacak biçimde toplanır, özenle saklanır ve on bir ayın sultanı ramazan için hazır bekletilirdi.

 
En Lezzetli Yarışma: Toplumun yüksek kültürünü oluşturan en önemli ramazan geleneklerden biri arife gününde Osmanlı sultanlarının ramazan öncesinde kutsal emanetleri ziyaret etmesiydi. Hazreti Muhammed'in vasiyet ederek Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın bulunduğu Hırka-i Şerif'e arife günü gitmek Osmanlı Sarayı için en önemli ritüellerden biriydi.


Bu ritüelin hemen ardından saray sultanlarına çeşitli aşçıların hazırladığı soğanlı yumurtalar ikram edilirdi. Her bir soğanlı yumurtayı tek tek tadan sultanlar, aşçıların ustalıklarını lezzet testine tabi tutardı.


En beğenilen soğanlı yumurtanın aşçısı, ramazan ayı boyunca sultanın yemeklerini pişirmeye hak kazandırılarak ödüllendirilirdi. İslam dininin değil ama bir Osmanlı Saray geleneği olan bu yemek, günümüzde bile iftar sofralarının olmazsa olmazları arasında yer alır.
 
Şimdiki ramazanlar eskiyi aratıyor

Şimdiki ramazanlarda mahya ışıklarıyla aydınlanmış camilerin oluşturduğu büyüleyici atmosferde şehrin gürültüsünden iftar topunu duyamasak da, pide kuyrukları eskisi kadar uzun olmasa da aynı telaşı, aynı heyecanı sokaklarda hissetmemiz mümkün. Belediyeler aracılığıyla nerdeyse her semte kurulmuş iftar çadırlarından işten çıkıp iftara yetişemeyen de evinde bir tas çorba yapacak maddi gücü bulunmayan da faydalanabiliyor.



Eskisine nazaran iftar davetleri seyrekleşse de geniş ailelerde eski gelenekler sürdürülerek büyüklerin evinde toplanılıp sahur vaktine kadar ikramlarla süren bir ramazan yaşanıyor. Bazı işyerleri ise toplu iftar yemekleri düzenleyerek Ramazan'da biraraya gelebiliyor.




Maddi durumu müsait olanların marketlerle anlaşıp iftariyelik paketlerle yoksul ailelere yardımda bulunduğu şimdiki ramazanlarda, ramazan davulcularının yerini de cep telefonları almış durumda. Sahura kalkmayanlar veya oruç tutmayanlar davul sesinden ve gürültüden dolayı alarmı çalan arabalardan rahatsız olsa da kaybolmak üzere olan gelenek bazı mahallelerde halen sürüyor. Ramazan davulcuları bayram sabahı bütün ay çaldığı davulun bahşişini toplamak için kapı kapı dolaşıp bayramlaşıyor.

 Ramazan'da eğlence





Sultanahmet Meydanı, Eyüp Sultan ve Feshane’de Ramazan’ın ruhuna uygun düzenlenen eğlenceler, etkinlikler, gösteriler de sahur vaktine kadar süren eski Ramazanları yaşatmamız için birer vesile.

Televizyonlardan yapılan canlı yayınlarla, eski ramazanların anlatımıyla, sohbetlerle, Hacivat- Karagöz gösterimleriyle, pamuk şeker, kağıt helva, horoz şekeri, elma şekeri gibi nostaljik objelerin ahengiyle yaşanan ramazan ayında tiyatrolara rağbet azalsa da bazı belediyeler özel tiyatrolarla anlaşma yaparak halka eski tatları yaşatmaya çalışıyor.

Bayramlar eski heyecanını kaybediyor
 
Son yıllarda bayramlar da eski ihtişamını, sıcaklığını ve heyecanını kaybetmiş durumda. Her ne kadar bayram ziyaretleriyle gelenekler sürdürülmeye çalışılsa da pek çok kişi bayram günlerini tatil fırsatı olarak değerlendirip şehir dışında geçiriyor. Artık özellikle bayramlık alışverişine çıkan aileler de görmüyoruz, hazırlanan mükellef bayram sofraları da. Bayramlıklarını giyip kapı kapı dolaşarak şeker toplayan bayram çocukları da yok, onlara şeker ikram eden evsahipleri de..
 

Ramazan ayının yaz aylarına denk gelmesi sebebiyle camilerde ibadet edenleri de sıcakta nasıl oruç tutacağız, camide nasıl nefes alacağız tedirginliği sardı. Bu durumda en iyi kıstas serin ve klimalı camilerin tercih edileceğini söyleyebilirim. Yapısı itibariyle klima/havalandırması olan ve namaz kılarken en çok rahat edilen 5 camii ise şöyle: 



1- Bebek Camii

2- Beşiktaş Kaptan İbrahim Paşa Camii
3- Ortaköy Camii
4- Arnavutköy Camii 
5- Bezmialem Valide Sultan Camii


Bu camiler haricinde Hazreti Muhammed'in vasiyet ederek Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın bulunduğu Fatih'teki Hırka-i Şerif Camii'nde korunan Hırka-i Şerif ziyaret edilebilir. 




Ramazan'da görülebilecek diğer camiler
 
Süleymaniye Camii ve Külliyesi



1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşa edildi. Ramazan ayı boyunca İstanbullular'ın akın ettiği cami Sultanahmet ve Eminönü'ne çok yakın. Klasik Osmanlı mimarisinin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biri olarak yaşayan Süleymaniye Camii'nin manzarası muhteşem.
Büyük Selimiye Camii

Üsküdar'ın Selimiye semtinde Selimiye kışlasının hemen yanında yer alan Büyük selimiye Camii, 1801-1805 tarihleri arasında Sultan III. tarafından yaptırılmış. Mimarı belli değil. Görkemli bir yapı olan caminin ünyesinde hünkar kasrı, mekteb, muvakkidhane, çeşme ve sebil bulunmakta.
 
Eyüp Sultan Camii

Ramazan'da akşamları ışıl ışıl oluyor. İstanbul'un sahip olduğu en önemli eserlerden biri olan bu camiyi, 1459 yılında Fatih Sultan Mehmet yaptırdı. 1766 yılındaki İstanbul depreminde oldukça zarar gören eser, Sultan III. Selim tarafından 1800 yılında tekrar inşa ettirildi. Caminin altın yaldızla kaplanmış süslemeleri dikkat çekiyor.
Sultan Ahmet Camii

Cami yılın her dönemi ziyaretçi akınına uğrayan ibadet mekanlarından. 1609-1616 yılları arasında mimar Sedefkar Mehmet Ağa tarafından inşa edilen yapının her ayrıntısında ince bir işçilik var.

Fatih Camii


Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Camisi, Fatih Külliyesi'nin içinde. 1509 yılındaki büyük İstanbul depreminde büyük hasar gören eser, II. Beyazıt döneminde elden geçirildi. 1766 yılında ikinci bir depreme maruz kalınca çok ağır bir hasar aldı.

Beyazıt Camii


İstanbul Üniversitesi'nin heybetli kapısının karşısında bulunan Beyazıt Camii'ni Sultan Bayezid Veli, mimar Yakup Şah'a yaptırdı. Caminin sağında Beyazıt Devlet Kütüphanesi, solunda ise Vakıf Hat Sanatları Müzesi var. Çınaraltı, Sahaflar Çarşısı ve Kapalıçarşı, Beyazıt Camisi'nin hemen yanında bulunan önemli noktalar.

Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii)

1853 yılında inşa edilen Ortaköy Büyük Mecidiye Camisi'nin mimarı Nigoğos Balyan. Abdülmecit tarafından hayata geçirilen eser, barok stili yansıtıyor. İki tane şerefeli minaresi olan caminin duvarlarında beyaz kesme taş kullanılmış.

Molla Zeyrek Camii

Bizans dönemi yapısı Pantokrator Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet döneminde cami olarak yeniden yapılandırıldı. Günümüzde yalnızca güney bölümü kullanılıyor. 



Yeni Camii


Yeni Camii ya da Valide Sultan Camii'nin temeli 1597 yılında Sultan III. Murat'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle atılmış. İstanbul'un simgelerinden biri olan camii, özellikle önündeki her daim bulunan kuşlarıyla meşhur.

Mihrimah Sultan Camii


Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1548'de Üsküdar Meydanı'nda inşa ettirilen caminin Mimarı Mimar Sinan. Camiyle medrese arasında Mihrimah Sultan'ın iki oğlunun ve Sadrazam İbrahim Ethem Paşa'nın türbeleri bulunuyor.

 Yazı:  Hülya Meral
Facebook: Hülya'nın Valizi

HEY GİDİ KARADENİZ



Gidişlerin her zaman bir sebebi vardır. Kimi bilinmeyenin ardını kovalar, kimi zirveye diker gözünü, dağlar tırmanır, kimi yaylalarda, ovalarda gezinir, rüzgara, yağmura verir yüzünü, kimiyse damak tadının peşinde nice coğrafyalar keşfetmeye çıkar. Ben de bu sefer rotayı uçsuz bucaksız coğrafyamızın Zonguldak’tan Artvin’e kadar olan tüm kıyı sahil şeridine çevirip sizleri de bir nebze olsun Karadeniz’in yeşilinde, denizinde, tarihinde ve kültüründe kısa bir seyahate çıkarmayı umuyorum.

Yıllardır fotoğraflarından ve şarkılarından tanıdığım, çoğumuzun ah şimdi Karadeniz’de olmak vardı diye iç geçirdiği bu yeşil örtü kuşanmış ve gözü alabildiğine manzaraya doyuran şehirlerde gezerken daha önce gelmediğime hayıflanıp durdum. Özellikle sıcaktan bunaltan yaz aylarında alternatif tatil arayanlara önerebileceğim bu seyahat, eminim unutamayacağınız anılarla dolu bir hafta yaşatacak size.


Hey Gidi Karadeniz, suların ne karadır Karadeniz..

AMASYA
İlk keşif noktamız Anadolu kültürünün kronolojik tarih sıralamasını görebileceğimiz ender kentlerden biri olan Amasya. Hazeranlar Konağı, Amasya Kalesi, Kral Mezarları, Yeşilırmak, Ferhat-Şirin efsanesine ait su kanalları, II. Beyazid Külliyesi, Saat Kulesi, Gök Medrese, Mumyalar Müzesi, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Burma Minareli Camii, ve Bimarhane (Darü-şifa)’yi görünce yüzyıllardır 12 ayrı medeniyettin yaşadığı bu şehirde adeta büyüleneceksiniz.
Çakallar Tepesi’ne çıkıp manzarasıyla bütün konuklarını büyüleyen Ali Kaya Restaurant'ta Tokat Kebabı yiyebilir özellikle gece Kral Mezarları üzerine vuran ışığın yarattığı görüntüyü izleyerek keyifle kahvenizi yudumlayabilirsiniz.

SAMSUN

Havza üzerinden Kurtuluş’un başkenti Samsun'a geçip tarihi Bandırma Gemisi’ni ve içindeki küçük müzeyi gezebilirsiniz. Atatürk’ün kişisel eşyalarını, silah arkadaşları ile toplantı yaptığı odayı ve Balmumu Heykelleri ile İlkadım Anıtı’nı görüp o günü yaşayabilirsiniz. Samsun’un simgesi Atatürk Anıtı, Arkeoloji ve Etnografya Müzeleri’ni de ziyaret edebilir şayet vaktiniz varsa Samsun sahillerindeki plajlarda denize de girebilirsiniz.
Tabii Samsun’a gelip de Samsun Pidesi yemeden olmaz, Bafra Karayolu’na 17.km’deki Gülhan Tesisleri tam aradığınız adres, Samsun Pidesi haricinde başka pide çeşitlerini de tadabileceğiniz tesiste pideyi yerken diğer kenarından uzasın gitsin isteyeceksiniz, ölçüyü kaçırabilirsiniz, aman dikkat!



ORDU- GİRESUN- TRABZON

Samsun’dan sonra istikametimiz Ordu’da bulunan 475 mt. yükseklikteki manzarasına doyamayacağınız Boztepe. Burada verebileceğiniz çay ve fotoğraf molasından sonra sahile inip palmiyeler altında, denizden gelen serin rüzgar eşliğinde yapacağınız yürüyüş sonrası Mıdı Restaurant’ta soluklanabilir, deniz kenarında yüzen ördekleri ve tüm Ordu’yu seyrederek mevsim balıklarını, özellikle hamsi tavanın tadına bakabilirsiniz.
Daha sonra Gülyalı, Piraziz ve Bulancak üzerinden, fındığın memleketi, kirazın ise anayurdu olan Giresun'a geçip hava durumu müsaitse Eynesil Kalesi görülebilir. Şarkılara konu olan Gelivera Deresi’ni takip edip Harşit Vadisi'ne giriş yaptığınızda Kürtün Baraj Yolu üzerinden Zigana Tüneli’ne gelebilirsiniz.
Trabzon Yolu’nun 60.km’sinde bulunan Zigana, yazları çim kayağı, kışları kayak turizmine elverişli ender iklime sahip bir belde. Kayalık dağların ardından bambaşka bir iklime sahip geçit sonrasına geldiğinizde ladin ormanları arasından Trabzon’a doğru sürecek yolculuğunuz. Osmanlı döneminde tamamen bir Rum köyü olan Maçka’ya bağlı Hamsiköy’e geldiğinizde kendinizi sisler içinde masaldaymış gibi hissedeceksiniz. Adına aldanmayın, hamsi yok belki ama denize uzak bu köyde sisler zamanını yaşayıp yeşilin her tonunu görebilir, temiz havasını ciğerlerinize çekebilirsiniz. Önerim Hamsiköy sütlacını yemeden ayrılmayın! Daha sonra yolunuz düşerse alışkanlık yaratabilir.
Maçka’dan sonra Karadağ'ın eteklerine oyularak 1.250 mt. yüksekliğe inşa edilmiş, zamanında Hristiyanlar tarafından manastır olarak olan Sümela’nın mimari harikasını gördüğünüzde şaşkınlığınızı gizleyemeyeceksiniz.
Araçla veya dolmuşla belli bir yerine kadar gelip sonrasında kolay bir parkurla yürüyerek çıkılabilecek Manastır’ı gezerken bir kez daha büyüleneceksiniz. Sümela’da damak tadınıza hitap edebilecek, yöresel Karadeniz yemeklerinin sunulduğu Sümer Restauran’a uğrayabilir, Karabakan Dağı’ndan kopup gelen derenin huzur veren sesinde Trabzon kuymağını tadabilir, kendinizi bu damak çatlatan tatla şımartabilirsiniz.
RİZE

Sümela’dan sonra Karadeniz’in çay bahçeleri ile süslenmiş, reklamlardaki deyişiyle “en cüzel çay”ın halis toprağı Rize’ye varıyoruz.
Yomra, Arsin, Araklı, Sürmene, Of, Güneyce ve İkizdere üzerinden gelebileceğimiz bu sahil şehrinde Rize Kalesi ve Botanik Parkı panoramik olarak görüp manzaraya karşı ünlü çayını içip meşhur laz böreğinin tadına bakabilirsiniz.
Vaktiniz olursa Çaykur Çay Müzesi ve Rize’nin merkezinden 5 dk.da dolmuşla ulaşılabilecek Dağmaran’a da gidebilir çay bahçelerine karşı saç kebabını ve karalahana dolmasını deneyebilir, nargilenizi tüttürebilirsiniz.
İnerken de Şahin Tepesi’nde fotoğraf çekmenizi salık verebilirim.



Daha sonra Çayeli yolu üzerindeki meşhur Rize bezlerinin üretildiği atölyelerde (Kurular Rize Bezleri) Rize bezi yapımını izleyebilir, atölyenin altındaki mağazalarda vereceğiniz alışveriş molası sonrasında Pazar yolunu takip ederek ve Ardeşen'den geçip, Çamlıhemşin ilçesine gelebilirsiniz.
Yol üzerindeki Kale (Hala) Köprüsü’nde durup gürül gürül akan dereyi izlemeyi ihmal etmeyin. Fırtına Deresi kenarında Pınar Alabalık Tesisleri’nde verilebilecek mola sonrasında tavsiyem Kırmızı Benekli Alabalık ve Muhlama'nın tadına bakmanız.
Bu doyulmaz lezzetler için 1 porsiyon muhtemelen yetmeyecektir. Yemek sonrasında yediklerinizi eritmek üzere hep beraber tulum horonu edebilirsiniz. Unutmadan Karadenizlilerin söylediğine göre horon tepilmezmiş, oynanırmış. Sonrasında içtiğim çay, suyundan ve çayından olsa gerek hayatımda içtiğim en leziz çaydır diyebilirim, mutlaka tadın derim.

Yemek sonrasında, dünyanın en yeşil noktası olarak bilinen Fırtına Vadisi'ne giriş yapıp Fırtına Dizisi'nin ve Sonbahar Filmi'nin de çekildiği, Fırtına Vadisi içerisinde yer alan binbir çeşit bitkiyi görerek kendinizi Karadeniz'in en güzel yaylalarından biri olarak bilinen Ayder Yaylası'nda bulacaksınız.
Şenlik zamanı yürümeye zorlanacağınız yaylada, Gelintülü (Büyük) Şelalesi, Küçük Şelale, Galer Düzü ve Şenlikdüzü’ne bakmaya doyamayacaksınız.
Yöreye özgü ahşap evler pansiyona çevrilmiş, mutlaka bir gecenizi orada geçirmenizi öneririm. Sabahın erken saatinde yaprağa düşen damlaları izlemek ve sabahın tazeliğini ciğerlerinizde hissetmek büyük keyif olacaktır.

ARTVİN

Ayder’den sonra durağımız Artvin. Gürcistan ile sınırımızı oluşturan Sarp Sınır Kapısı’nın geçiş noktası olan ve artık yakın şehirlerden düzenlenen turlarla daha da hareketlenen Artvin’e gelmişken, yanınızda pasaportunuz varsa, vizesiz gezebileceğiniz Batum’u da günübirlik görebilir, hristiyanlığı ilk kabul eden topraklardaki tarihi Gürcü Evlerini fotoğraflayabilirsiniz. Sonrasında Artvin Hopa’dan Arhavi, Fındıklı, Ardeşen, Çayeli Yolu’nu takip ederek dönüş yoluna geçebilir sağınıza denizi, solunuza yeşili alarak doyumsuz manzara eşliğinde Rize üzerinden Uzungöl’e gelebilirsiniz.

TRABZON

Uzungöl Çaykara ilçesine bağlı 1.090 mt. Yükseklikte eşsiz doğaya sahi bir köy. Yayla evleri ve doğal bitki örtüsü ile sizi büyüleyecek gölün etrafında yürünebilir, kondisyonluyum derseniz biraz tepedeki 2-3 km’lik parkura da tırmanabilirsiniz.
Yürüyüş sonrasında köyün içindeki alabalık tesislerinde taze balık tadabilir, göl manzarasına karşı çayınızı yudumlayabilirsiniz. Sonrasında ise Trabzon şehir merkezine gelip Soğuksu Mevkii’ndeki Atatürk Köşkü’ne gelip Mustafa Kemal'in 1930 - 1937 yılları arasında çeşitli dönemlerde konakladığı ve Dersim (Tunceli) İsyanının bastırma planlarını yaptığı bu muhteşem mimariyi gördükten sonra, Anadolu'nun üç Ayasofya'sından biri olan Ayasofya Kilisesi'ni gezebilirsiniz.
Bizans döneminin önemli fresklerini görebileceğiniz bu kilisenin çıkışında ise, Trabzon el sanatı olan telkari ve hasır işlerini görüp, dünyada sadece üç aile tarafından icra edilen ve ismini bu aileden alan Kazaziye Sanatı hakkında bilgi alıp elyapımı takılardan satın alabilirsiniz.
Trabzon’a gelip Akçaabat Köftesi’ni tatmadan olmaz, şayet Uzungöl’deki alabalıkla doymadım derseniz Trabzon’un en eski ve en güzel ilçesinde yapılan bu köftenin tadına bakmak için Nihat Usta’nın Yeri’ne gitmenizi öneririm. Köftenin yanında adeta damacana büyüklüğündeki bardakla ikram edilen ayranın tadı damağınızda kalacak, şimdiye kadar içtiklerim sahiden ayran mıydı diyeceksiniz.
Akçaabat üzerinden sahilyoluna devam edip ünlü Vakfıkebir ekmeklerinin üretildiği ilçeye uğrayıp ekmeğinizi satın aldıktan sonra Giresun’un fındığı ile ünlü Görele’ye gelinebilir.

GİRESUN

Burada dünyaca ünlü pikolo fındık ve fındık ezmesi, fındık sarma gibi fındığın yan ürünlerinden edinip sahil şeridinin bakmaya doyamayacağınız manzarasını izleyerek Tirebolu çay fabrikasına geçmenizi önerebilirim. Fabrikada çayın toplanmasından paketlenmesine kadar gerçekleşen süreci gıda mühendislerinden dinleyip çay tatma bölümünde özel yapım Tirebolu çayından almayı ihmal etmeyin. Hediyelik 200- 500 gr.lık çay paketleri, çay kolonyası, tek kullanımlık çay çubuğu da mevcut.
Giresun Kalesi’ni de görüp Bulancak üzerinden Ordu, Fatsa, Ünye, Samsun yolunu takip edip yol üstündeki Bafra Sigaralarının kurutulmak üzere serildiği arazileri görebilirsiniz.
SİNOP
Samsun Bafra yolunu takip ederek Gerze üzerinden ulaşabileceğiniz, mitolojide hikayelere konu olan ve Büyük İskender'e "Gölge etme başka ihsan istemem" diyen Diyojen'in doğduğu yer olan Sinop'a ulaşıyoruz şimdi de. Türkiye’nin haritadaki en kuzey ucunu gösteren İnceburun ile ünlü bu şehirde, ülkemizdeki tek fiyord olan ve kenarında gençlerin kamp kurabildiği alana sahip Hamsilos Koyu mutlaka görülesi yerlerden.
Fiyord, son buzul çağında Karadeniz'in tamamen donduğu dönemde buzullar erirken oluşmuş. Koyu gezdikten ve manzarayı fotoğrafladıktan sonra tarihi Sinop Kalesi’ni ve yanındaki Gemi Maketi Yapım Atölyelerini gezebilir, Sabahattin Ali’ye “Dışarda deli dalgalar, gelir duvarları yalar” sözlerini yazdıran, zamanında düşünce suçlulularına barınak olmuş, şimdilerde ise Parmaklıklar Ardında Dizisi’ne evsahipliği yapan Tarihi Sinop Cezaevi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Sinop’tan sonra ise tarihi İpek Yolu güzergahının kavşak noktalarından olan Kastamonu’ya geliyoruz.

KASTAMONU

Milli mücadele döneminde lojistik destek sağlamada sonsuz faydalar sağlayan güzergaha ve denize kıyı 6 ilçeye sahip Kastamonu, 1925’te Mustafa Kemal Atatürk’ün şapka inkılabını gerçekleştirdiği, sokaklarında şapka ile dolaşılan ilk şehrimizdir.
Türkiye’nin yetiştirdiği ünlü heykeltıraş Prof. Dr. Tankut Öktem’in Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk ve Şerife Bacı Heykeli görülmesi gerekli yerlerden. Hükümet Konağı, Zınbıllı Tepe, Nasrullah Kadı Külliyesi, Yakup Ağa Külliyesi, İsmail Bey Külliyesi, Dokuma Atölyesi ve El Sanatları Atölyesi'ni de görmeden ayrılmamanızı öneririm.
Kastamonu’da dillere destan etli ekmek ve biryan yemeden ve hediyelik çekme helva satın almadan dönerseniz aklınız kalabilir. Benden söylemesi..
Yazı ve Fotoğraflar: HÜLYA MERAL