pasaport etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pasaport etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

INGILTERE VIZESINE BASVURU ISKENCESI


Bir süredir (bloğumu takip edenlerin ve arkadaşlarımın bildiği gibi) İngiltere’de yaşıyorum. Üniversite bittikten sonra 8 yıla yakın bir süre profesyonel çalışma hayatında yer aldım. Pek çok kişi gibi, çalışırken, aklımın bir yarısı, başka bir yerde yaşama fikriyle yoğrulduğu sırada olaylar olgunlaştı ve ‘neden olmasın’ diyerek kendimi İngiltere’de buldum.


 

Pek tabii bu böyle atladım uçağa geldim gibi olmadı. Bir kere İngiltere Konsolosluğu’nun Migros fişi gibi uzayıp giden, hiç bitmeyecek sandığım ve birini hallettikçe yenisi ortaya çıkan banka, tapu, ikametgah, fotoğraf ve daha sayamadığım onlarca evrakını toplama parkurunu atlatmam gerekti.
 
Evrakları toplarken işim bitmeye yakın Konsolosluk’tan online randevu alma işlemi ise ikinci aşama. (Kimi zaman, yoğun haftalarda 1 gün gecikmeniz sizi 5-7 gün ileri atabiliyor.) Elbette henüz bitmedi.
 

Gününde ve saatinde evraklarımı teslim edeceğim aracı kurum World Bridge’in kapısında olmalıydım. Evrakları teslim ederken aracı kurumun, evraklarım eksiksiz olduğu halde yönelttiği abuk subuk ve mantıksız ve tekrarlı sorulara da cevap vermek zorunda kaldım. İşlemimi alan kişinin yan gişede işlem yapan başka bir başvuru sahibini sanki onunla ilgilenen bu işi bilmiyormuş gibi (yine incitecek ve hesap sorar şekilde) nasıl ‘haşladığına’ şahit oldum. Benim evraklarımsa karmakarışık bir şekilde, hangi belgenin ne olduğuna bakılmaksızın derdest edildi. Psikolojiniz sağlam değilse veya yaşınız küçükse altından kalkamayabilirsiniz. (Aradan 6 ay geçti, umarım üslup ve tavırlar değişmiştir) 

Evrak tesliminden sonra sizi parmak izi vermeniz için başka bir sıra numarasıyla ışıkları karartılmış küçük odacıklara alıyorlar.

Parmak izi mevzuusu

Bu parmak izini vermesem olmaz mı diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bir şirketin yönetim kurulu başkanı veya CEO da olsanız, milyonların sevgilisi ünlü bir sanatçı da olsanız, sıradan bir vatandaş da olsanız parmak izini vermeden vize başvurunuzun gerçekleşmesi mümkün değil. Bir fotoğraf çekildikten sonra işlem tamam.
 
Bu aşamadan sonra elinize verdikleri kağıtta yazan referans numarası ile pasaportunuzun takibini yapacaksınız.

Aslında Hülya’nın Valizi’ne İngiltere ile ilgili deneyimlerimi, İngiltere’de yaşam, sosyal hayat, ekonomi, politika, habercilik, sanat galerileri, müzeler, spor, eğitim sistemi, eğitim koşulları, üniversiteler vs nasıl diye bölüm bölüm yazmaya başlamıştım ancak bu yazıyı öne çekmek daha mantıklı geldi. Çünkü taze taze bir vize gecikme ve uçak kaçırma vak’ası yaşadım.

Vize duvarı

İngiltere’ye üçüncü kez gitmek için vize başvurumu uzatmak istediğimde benzer olmasa da farklı sorunlarla karşılaştım. Biliyorum ki (şu an bu yazıyı okuduğunuza göre) pek çoğunuz yakın zamanda bu ülkeye turistik vize ile gitmeyi planlıyor ya da kiminiz çocuğunuzu yaz okuluna göndereceksiniz, bazılarınız master, doktora, phd araştırıyor, bazılarınızsa oradaki iş imkanlarıyla ilgili bilgi arayışında. Hepsine sonraki yazılarda değineceğim ama önce aşmanız gereken ‘vize duvarı’ ile ilgili bilgi sahibi olmanızda fayda var.

Bu konu önemli çünkü bu hafta (maalesef gerekli resmi işlemlerimi yaptırmış bulunduğum ve planlarımı ona göre yaptığım için) Londra’ya gideceğim. Bu, ülkeye 3. girişim olacak.

Dünyanın en pahalı pasaportunu kullanıyoruz

Öncesinde şunu belirtmekte yarar var. Son yıllarda, her ne kadar dünyanın en pahalı pasaportunu kullanıyor olsak da http://seyahatozgurlugu.blogspot.co.uk/p/seyahat-ozgurlugu-nedir.html(bakınız seyahatozgurlugu) halk olarak dışa dönük bir yaşam tarzımız oluştu ve ulaşım imkanlarının artmasıyla, şimdiye kadar hiç yurtdışına çıkmamış, pasaport sahibi bile ol(a)mayan insanlarımız, yurtiçi tatil ile yurtdışı tatilinin aynı fiyata geldiğini fark edip senede birkaç defa yurtdışına çıkar oldu.

Anne babalar çocuklarını eskisinden daha fazla yaz okuluna gönderiyor. Genç profesyoneller yıllık izinlerini birleştirip İngiltere havasını solumaya gidiyor. Halk olarak daha bir geziyor, keşfediyor, tadıyoruz ve bize sunulanın dışına çıkıp el yordamıyla bile olsa kendimiz geziyoruz ve hayatımıza farklı bir deneyim katmak için bu ülkenin yolunu tutuyoruz.

Vize başvurusu ve sendromu

Sorun nerede başlıyor biliyor musunuz? Gitmeyi öncelediğimiz ülkelere mutlaka vize başvurusunda bulunmak gerekiyor. Eee bunu zaten biliyoruz diyeceksiniz. Bilmek farklı, birebir yaşamak farklı.  

Londra’da yaşarken herşeyi birlikte yaptığım ve iyi anlaştığım arkadaş grubumla  haftasonu Belçika’ya gitmeye karar vermiştik. Elbette hiçbiri benim gelemeyeceğimi aklının ucundan bile geçirmemişti. Çünkü hepsinin cebinde AB pasaportu vardı, vize isteyen ülkelere bile sadece bir kağıt imzalayıp rahatça girebildikleri için toplu plan yapıyorlardı.

Schengen vizemin olmadığını ve vizeye başvursam da 3-4 gün içinde alamayacağım için gelemeyeceğimi söyleyince planı iptal ettiler ama o sırada yaşanan ‘büyük suskunluk’u anlatmak mümkün değil. Resmen ikinci sınıf insan pozisyonu. Üstelik onlarla aynı şartlarda yaşayıp İngiltere ekonomisine aynı paraları kazandırıyorken..

Yani İngiltere’ye gitmeyi aklınıza koyduysanız önce ‘vize sendromu’nu atlatmanız gerekiyor. Unutmuyorum, 1. ve 2. vizemde cetvelle ölçtüğüm ve gözlerime inanamadığım 8 cm kalınlığında belge ile başvurmuştum.

 
Gelelim üçüncü İngiltere vize başvuruma..Bir kere İngiltere iki sene öncesine göre çok daha zor vize veriyor. Bunun sebebi ülkenin çok ciddi bir darboğazdan geçiyor olması ve tıpkı kendisi gibi ekonomik kriz yaşayan İspanya ve İtalya başta olmak üzere Brezilya ve Çin gibi ülke vatandaşlarının akınına uğramış olması. Abartısız ifade ediyorum ki küçük şehirlerde değil ama özellikle Londra’da sağ-sol-ön-arka mutlaka bir İspanyol’a carpiyorsunuz.
 
Aşırı göç ve Londra gibi bir metropole fazlasıyla akın, ülkenin vize konusunda daha dikkatli hareket etmesine neden oluyor. Keza bir süre ülkede yaşayıp İngilizlerle arkadaşlık edip sırf Ingiltere vatandaşı olabilmek için İngilizlerle ‘göstermelik’ evlenenlerin sayısı az değil. İngilizler şayet iyi arkadaş olmuşsanız bu kağıt üzerindeki evliliklere `arkadaşıma yardım` gözüyle bakıp okey verebiliyorlar. (Bu sebeple Brazil nüfusu da gitgide artmakta..) Bizim toplum olarak (!) cokca onemsedigimiz evlilik konusunu onlar mevzubahis bile etmiyorlar.
Ingiltere`ye Goc
 
Bir de İran’dan ülkeye akın akın gelen bir güruh var ki, onların da İngiliz ekonomisine yük olduğunu söylememek mümkün değil.

Gözlemlerim, çeşitli insanlarla sohbetlerim ve okuduğum makalelerde şunu görüyorum ki her ne kadar açıkça dillendirilmese de yüklü miktarda para bıraktıkları için özellikle Ortadoğu’da yaşayan Kuveyt, Katar, Dubai ve Suudi Arabistan’dan gelen turistler veya öğrenciler tıpkı Türkiye’deki gibi çok seviliyor. Zira su gibi para harcıyorlar.
 
Birlesik Krallik Turkleri seviyor
 
Bir diğer sevilen millet ise inanmayacaksınız ama Türkler. Türkler ve tabii Kürtler, kimi göç ederek kimi de iltica ederek gelmişler ve uzun yıllardır Londra’nın yoğunlukla Harringey bölgesinde yaşıyorlar.

Pek çoğu bir işyeri sahibi ve ülke ekonomisinden aldıklarını fazlasıyla geriye kazandırıyorlar. İşletmelerin hepsi karlı ve her geçen gün yeni şubeler açarak veya yeni yatırımlara girişerek gelecek vaad ediyor, İngiliz hükümetinin gözüne giriyorlar. Dolayısıyla diğer AB ülkelerinden krizden kaçıp İngiltere’de umut arayanların tersine kambur olmaktan çıkıp ülke ekonomisine canlılık getiriyorlar.

Ingiltere`de Egitim

Eğitim için özellikle Londra’yı tercih edenlerin ve ülkeye yüzbinlerce pound kazandıran Türklerin sayısı hiç de az değil.. Bunu bir günde Oxford Caddesi üzerinde yürürken üst üste 3 ayrı ışıklarda yeşilin yanmasını beklerken karşılaştığım Türklerle deneyimledim. Hatta ışıklarda tanıştığım Türklerin listesini yapsam Londra’da bir dernek kurabilirim :) Nerden mi buluyorum Türkleri? Türkler Londra’da da yaşasalar, dil kursuna gelip İngilizceye birkaç bin pound da harcasalar yine birbirleriyle vakit geçirmeyi daha cazip buluyor ve tabii Türkçe konuşuyorlar :) Konuştukları şeylerden de öğrenci olduklarını anlamanız zor olmuyor..
 
Ingiltere`de Tatil
 
Turist olarak İngiltere’ye vize başvurusunda bulunanların sayısı da bu yıl patlama yaratmış durumda. Özellikle bu sene bayramlar, havaların iyi olduğu ve insanların yıllık izinlerini kullandıkları yaz dönemine gelince tercihler bu yönde olmuş. Eminim aynı durum gelecek yaz da yaşanacak. Siz de ülkeye gitmeyi planlıyorsanız sahiden abartmıyorum en az 1,5-2 ay öncesinden evrak toplayın ve hemen başvurunuzu yapın. Yoksa son başvurumda başıma gelen aynen sizin de başınıza gelebilir.

Ne mi oldu? Vize yenilemek için İstanbul’a gelir gelmez evrak hazırlamaya (toplamaya) başladım. Danışmanlık şirketim bir önceki hafta başvuruda bulunan birisinin vizesinin sırf hiç İngilizce belge vermediği icin ve banka dökümlerinin de Türkçe verildiği gerekçesiyle red aldığını ve mutlaka benim banka dökümlerimin İngilizce olması gerektiğini söyledi.

Döküm almak için evime en yakın İş Bankası’na gittiğimde, bu yıl yeni sisteme geçtiklerini ve İngilizce döküm için önce hesabın bulunduğu bankaya gidip başvurmam, ertesi gün de almaya gitmem söylendi. Evim Anadolu Yakası’nda, hesap açılan şube Galata’da olunca kafadan 2-3 gün sadece bir banka için ve diğerleri için de bitmek bilmeyen birkaç gün kaybettim. Tabii her bankanın değişken olmak üzere banka başına ortalama 52,5 TL istediğini belirtmemde fayda var. Dökümünüz Türkçe, sadece 1 sayfalık İngilizce önyazı için bu rakamı aldıklarını düşünürseniz, bankaların nasıl bir artı gelire sahip olduğunu tezahür edin..

Belgeler, belgeler.....

Fotoğraf çekimi, nüfus müdürlüğünden suretli nüfus kaydı, ikametgah, sahip olduğun malvarlıklarının fotokopisi, pasaport fotokopisi, varsa önceki yıllardan eski pasaportunun gerekli sayfaları ve başka vize aldıysan o sayfaların fotokopileri, varsa sponsor mektubu, İngiltere’de kalacağın süre içinde konaklayacağın yerden aldığın kabul yazısı ve depozito sayfası, eğitim için gidiyorsan okuldan önkayıt yazısı ve ilgili rakamın ödendi yazısı…vsvs 

İstenilen belgeleri yazarken bile yoruldum sahiden. Velhasıl başvurum bitti, parmak izimi verdim. 15 iş günü (3 hafta) sürecek bekleme aşamasına geçtim. Hesaba göre vizem kılı kılına yetişecekti ama uçuş tarihimin haftasonu olduğunu görüp Cuma günü Konsolosluk’tan çıkarırlar diye düşündüm. (Pazar günü uçağım vardı) Az değil, koskoca 3 hafta geçecekti ve ilk başvurum olmadığı için daha hızlı vize verirler diye saçma bir yanılgıya düştüm. (Önceki yıl Yunanistan’a Schengen başvurum 2-3 gün içersinde sonuçlanmıştı, İtalya başvurum ise 5 gün bile geçmeden elimdeydi..)

Cuma günü 15.47’de işlemimin tamamlandığına ve pasaport takibimi yapmam gerektiğine ilişkin bir mail aldım Konsolosluk’tan. Bunun anlamı, bugün kargo şirketine verilen pasaport ertesi gün, yani Cumartesi kargo şirketi tarafından bana teslim edilecekti.

Ne yazık ki Cumartesi sabahı kargo şirketini aramamla, pasaportumun ellerine ulaşmadığını öğrenmem bir oldu. Uçak biletim, konaklamam, okulum….v.s. her şey sarpa sardı. (o an vizem çıkmış olsa bile gidip gitmemek arasında kararsız kaldım...)

Haftasonu olduğu için de kimseye ulaşamamanın çaresizliyle Pazar günü gerçekleşecek uçuşumu kaçırdım ve biletimin tarihini gelecek hafta olarak değiştirmek zorunda kaldım.

Son 72 saat içersinde yapılan bir değişiklik olduğu için uçak bileti tutarı kadar bir meblağı yeniden ödemek durumundaydım.  Konaklamadığım bir yerin 1 haftalık bedelini (gereksiz yere) ödemek de cabası. Maddi yönünü geçtim, şu an Londra’da konaklayacak ‘ideal’ yer bulmak nerdeyse imkansız. Odaların hepsi dolmuş durumda. Belki gazete ilanlarıyla oda bulmanız mümkün ama merkezde bir yer olmayacağını bilerek aramanız gerekiyor.

İngiltere’de insanlar bizdeki gibi salon salomanje yaşamıyor

Dolayısıyla vaktinde gelmediğiniz her otel, ev, oda, student hall, sıranızı hiç umursamadan sırada bekleyen başka birine vermeye hazır. Bu sadece Londra için değil, tüm şehirler için geçerli. (Bu arada Londra’da şayet bir aile değilseniz ve 5.000 pound (15.000 TL) üzerinde kazanmıyorsanız genelde bir dairede oturmak yerine oda kiralamayı seçmek durumundasınız. Orada insanlar bizdeki gibi salon salomanje yaşamıyor.  Bu konuyu ayrıca yazacağım)

 
Dışardan bakılınca basit bir vize vak’ası olarak görülse de her şeyi çok önceden halledip sorunsuz gitmeye çalışırken sırf kıl payı ulaşmayan pasaport yüzünden bir hafta kaybetmem benim için önemli idi.

Artık daha çok dikkate alınmalıyız

Tüm olanları göz önünde bulundurduğumda, halk olarak artık daha fazla önemsenmemiz, Avrupa’ya milyarlarca Euro/Pound kazandıran genç nüfuslu ve gelecek vaad eden bir ülke olarak (her ne kadar AB’ye halen girememiş olsak da) bazı ülkelerden daha fazla dikkate alınmamız gerektiği görüşündeyim.

Pek çok AB ülkesi, bir hafta bile almayan bir süreçte vize sonucumuzu elimize ulaştırırken, İngiltere Konsolosluğu’nun 3 hafta süren vize değerlendirme süresini çok ama çok uzun buluyorum. Bu demektir ki, çok talep var ancak talebi karşılayacak kadar personel çalıştırılmıyor, çalıştırılıyorsa bile yetersiz geliyor.

Bence her ne kadar dunyanin buyuk ekonomileri olsalar da ekonomisi sallantıda olan ülkelerin ıskaladıkları bir şey var! Dünyada ciddi bir para sirkülasyonu var. Bu paranın önemli bir kısmı Türkiye’de (çok önemli bir kısmı Ortadoğu’da) ve genç nüfuslu Türkiye, tavan yapmış şekilde her zamankinden çok daha fazla tüketmek üzere kodlanmış, küresel ekonomiye bile isteye para akıtmak için hazır ve nazır bekler durumda. Bunun bir an önce farkına varsalar hiç fena olmaz.

Bana gelince; İngiltere’de belki bir master olabilir mi? diye araştırırken, yıpratıcı vize sendromu sayesinde bu isteğimden külliyen vazgeçtim. Bir daha İngiltere vizesi mi? Kalsın, ben almıyayım..Hele de kollarını açmış bir an önce ülkelerini ziyaret etmemizi bekleyen onlarca vize istemeyen ülke varken..

Ne dersiniz? Sizce artık Avrupa ülkeleri tarafından önemsenmeyi hak etmiyor muyuz?

Hülya Meral

SEYAHAT SOHBETLERİ- UGANDA- SEDA MEŞELİ

 
ODTÜ'de Psikoloji okuyordun, 22 yaşındaydın. Fransızca dersleri vererek biriktirdiğin parayla Uganda'ya gitmeye karar verdin. Nasıl gelişti, bahseder misin?
 
Afrika’ya karşı hep bir merakım vardı, dolayısıyla Afrika’ya gitmek hep aklımdaydı. Üzerine okuyor, yazılmış blogları takip ediyor, hayal kuruyordum. Sonra bir gün “Neden gerçekleştirmeyeyim ki bu isteğimi?” diye düşündüm, ama bu sefer sadece seyahat etmek yerine gönüllü olarak da çalışmayı kafama koymuştum.
 
En başlarda aklımda hangi ülkeye gideceğime dair bir fikir yoktu, gönüllük sitelerini incelediğimde Uganda çıktı karşıma. Hem güvenli bir ülkeye benziyordu hem de benim gideceğim vakit kuru mevsime denk geliyordu, yani hava şartları olumluydu. İnternette Uganda’yı araştırdığımda üzerine pek bir şey bulamamam beni daha da çok heyecanlandırdı ve gitmeye karar verdim. Çevremin tepkisiyse çok olumlu oldu, ailem ve arkadaşlarım beni çok desteklediler ve bloğuma yaptıkları yorumlarla motivasyonumu hep en yukarıda tuttular.
'Ne yapacaksin Afrika'da, orada yamyamlar var!' yorumlarına aldırmadın. Ne kadar süre kaldın?
Afrika’da 2 ay kaldım, gönüllü olarak çalıştığım köyde ise (Kisiita’da) 1 buçuk ay kaldım. Diğer 15 gün boyunca ise Kenya’yı gezdim.


"AFRİKA HAKKINDA O KADAR GÜÇLÜ ÖNYARGILARIMIZ VAR Kİ ORANIN GÜVENLİ OLABİLECEĞİNE İNANAMIYORUZ"
Senin yaşında biri genelde daha güvenli, daha konforlu bir ülkeye gidip modern hayatın, eğlencenin içinde olmak ister. Giderken güvenlik, sağlık, yiyecek gibi konularda sıkıntı yaşayan bir ülkeye gidiyor olmak seni ürkütmedi mi? Hep böyle cesur muydun?
Benim yapımda var sanırım, öyle çok konfor, çok lüks olunca rahatsız oluyorum. Beş yıldızlı otellerde gerçekleştirilen tatiller bana pek cazip gelmiyor. Güvenli olması önemli tabi ama Afrika hakkında o kadar güçlü önyargılarımız var ki oranın güvenli olabileceğine bir türlü inanamıyoruz. Ben gideceğim yerde herhangi bir güvenlik sorunu olmadığını önceden biliyordum. Onun dışında aşılarımı yaptırdım, sivrisineklere karşı da her akşam sivrisinek kovucu sprey sıktım. Yiyecekse hiç sorun değildi, sonuçta oradaki insanlar ne yiyorsa onu yemeye hazırdım.
Aslında bana cesur diyorlar da bu seyahati gerçekleştirdiğim ben, hala cesur olduğumu düşünmüyorum. Orası da dünyanın bir köşesi, orada da bizim gibi insanlar var, neden oraya gitmek ayrıca bir cesaret gerektirsin ki? Oraya gittiğimde bir sürü Avrupa ülkelerinden gençle tanıştım, benim gibi gönüllü çalışmaya gelmiş, tamamen kendi isteğiyle.. Onlara “Türkiye’de neredeyse bir kahraman olarak anıldığımı” söylediğimde onlara çok garip geliyordu bu durum.
"SARI HUMMA VE HEPATİT A AŞISI YAPTIRMAK GEREKİYOR"
Gitmeden önce sıtma, sarı humma aşısı yaptırmak gerekiyor mu? Nasıl bir süreç işliyor? Bazı ülkelerde 6 ay öncesinden başlayıp her ay 1 kez aşı olmak gerekiyor, Uganda için durum nasıl?







Sıtma aşısı yok. Sarı humma ve Hepatit A aşısı yaptırmak gerekiyor. Ben de sarı humma aşısı oldum (Hepatit A geçirmişim küçükken). Sıtmadan korunmak için bana antibiyotik verip her gün içmemi söylemişlerdi. Ama her gün antibiyotik almak sakıncalı bir durum olduğundan ben sadece sivrisineğe karşı sprey sıkmakla yetindim. Zaten kuru mevsimde olduğumuzdan çok büyük bir risk de yoktu. Sonuçta da ciddi bir sağlık sorun yaşamadım.


URUGUAY DEĞİL UGANDA
 
Uganda'ya Brüksel aktarmalı gittin? Yolculukta herhangi bir sıkıntı yaşadın mı? Pasaport geçiş noktasını anlatabilir misin?
Brüksel aktarmalı gittim, Brüksel’de havaalanında transit bölgede kalarak Uganda uçağına bindim sonrasında. Belçika vizesi almak istemediğim için -hem bir gün vardı iki uçuş arasında hem vize alma süreci çok yorucu bir süreç hem de çok pahalı- Yalnız Türkiye’den Brüksel uçağına binerken Brüksel’den “Uruguay” a uçuş yokmuş diyerek geçirmek istemediler beni. Yok diyorum Uruguay değil, Uganda. Bayağı vakit aldı araştırıp soruşturup beni kontrol noktasından geçirmeleri. Daha sonra Brüksel’de havaalanında takıldım, ev yapımı sandviçlerimi yedim, kitap okudum ve bir gün beklediğim Uganda uçağımı kaçırayazdım. Ama sonrasında sağ salim uçağıma ulaştım işte.

Gittiğin andan bahsedebilir misin? Nerede konakladın? Kimlerle tanıştın? Sana nasıl davrandılar?
Uçakta şimdi eşim o zamanlar erkek arkadaşım olan Xavier ile buluştum, o Belçika’dan binmişti uçağa. İnternetten http://pigmelerledans.blogspot.com/ adresinde yazan ve Uganda’da yaşayan Meltem Yaşar’la irtibata geçtim. Hatta gitmeden önce irtibata geçtiğim sivil toplum örgütünün yerine bir bakıp bakamayacağını sormuştum. Şans eseri yerleri Meltem’in evinin hemen yakınında çıktı. Gitti, konuştu, fotoğrafını gönderdi. Sonrasında birkaç gün nerede çalışacağım belli olana kadar onun evinde kaldık. Sağolsun bizi tanımadan evini açtı. Bence Türk olmanın avantajlarından biri bu. Uganda’da bile olsa bir Türk bulursan emin ol sokakta kalmazsın. Yurt dışına pek çıkmadığımız için Türkler arasında hemen bir arkadaşlık bağı, yardımlaşma oluyor yurtdışında bir ülkede.
 
Çalışacağın yeri nasıl organize ettin?
Bir sivil toplum örgütü yönlendirdi beni, şehirde yer yokmuş seni köye göndereceğiz dediler. Ben de hayhay dedim, zaten ben de kırsal bir bölgede çalışmak istiyordum.
"ORTADA OLAN TEK ŞEY SINIFTI. DEFTER, SIRA, TAHTA HİÇBİR ŞEY YOKTU"
Derslerde neler yapıyordunuz, hangi şartlarda eğitim verdin?
Genelde drama dersleri veriyordum. Drama dersleri ile onlarla iletişim kurmaya, onları anlamaya çalıştım. Ortak bir dil yaratmaktı amacım. Kendilerini ifade etmeleri, yaratıcı olmaları için teşvik etmeye çalışıyordum genel olarak. Türlü türlü oyunlar oynadık. Hayal kurduk, konuştuk, anlattık, paylaştık. Çok eğlendik birlikteJ Bir süper kahramanlar oluyorduk, bir doğaç yapıyorduk, sonra müzik yapıyorduk, resim çiziyorduk.. Doğada yapıyorduk çalışmaları, hava mis gibi, geniş, yemyeşil alan var, saatlerce oyunlar oynuyorduk dışarıda. Benim verdiğim dersler beden eğitimi diye geçiyordu, çocuklar sabahın köründe odamın kapısında belirip “Madam Seda beden eğitimi var mı bugün?” diye soruyorlardı...
Yine benim okuldakiler şanslıydı, oturacak sıraları, yazacak tahtaları vardı, her ne kadar kimi zaman sınıfların kapı ve pencereleri olmasa da. Ama bir kez bir okula gittik ziyarete, orada yaşanan tam bir sefaletti. Ortada olan tek şey sınıftı. Defter, sıra, tahta vs. hiçbir şey yok. Sadece öğretmen ve öğrenciler.. Onlar da yerde yapıyorlar dersi. Sonra birden çalıştığım okul Esukanesi gözüme iyi görünmeye başladı, dedim meğer biz ne zenginmişiz J
 
"KURAKLIK ! BU SORUN ÇOCUKLARI ÇOK KORKUTUYORDU" 
 
Drama derslerinde örnekledikleri karakterlerden onların dünyalarına girme, onları daha yakından tanıma fırsatı yakaladın. En çok neyi önemsiyorlar ? 
Uganda’ya gitmeden önce drama aktiviteleri vardı kafamda, kitaplar taşımıştım yanımda ama Ugandalı çocuklara hitap eder mi kestiremiyordum. Sonuçta hiç beklemediğim bir performans yakaladım! Ne düşünüyorlar, dertleri tasaları ne, ne arzuluyorlar hemencecik dökülüverdi dersler sırasında. Benim hiçbir şey sormama gerek kalmadı. Örneğin bir sorun bulmaları ve bu sorun üzerinden bir doğaç oluşturmalarını istediğimde hemen her doğaçta “kuraklık” sorunu çıkıyordu. Bu sorun çocukları çok korkutuyordu, ya yağmurlar durursa da bir şey yetişmezse, aç kalırız diye. Orada doğa kurallarının çok farkındalar çocuklar, doğayla birebir ilişki halindeler.
"DENİZ VE KAR’IN NE DEMEK OLDUĞUNU İFADE ETMEM ÇOK ZOR OLDU"
Ülkelerinde hiç görmedikleri için 'deniz' ve 'kar'ın ne demek olduğunu tarif etmem çok zor oldu. Deniz veya kar resmetmelerini istediğimde çok farklı şeyler çizdiler.

Derslerde İngilizce konuşuyordunuz? Çocuklarla arandaki iletişim nasıldı? Örneğin onlar sana İngilizceden sonra kullanılan ikinci dil Svahili dilini, sen de onlara Türkçe öğretmeyi denediniz mi?
Evet ingilizce konuşuyorduk. Onların ingilizcesi biraz değişik yalnız, koloni oldukları zamandan kalma bir ingilizce. “I should go” diyeceklerine “I should vacate” diyorlar mesela, böyle kimi zaman artık günümüz İngilizcesinde kullanılmayan kelimeleri kullanıyorlar. Bir de her kelimenin sonuna “i” ekliyorlar. “rabit” değil de“rabiti”, “flower” değil de “floweri” gibi. Önceleri biraz birbirimizi anlamakta zorlandık ama sonra alıştık bir şekilde.
Anaokulu yaşındakilerle hiç anlaşamıyordum. Çünkü orada çocuklar ingilizceyi okulda öğreniyorlar, yoksa kendi aralarında, aileleriyle “lugandaca” konuşuyorlar. Benim köyümde svahili değil de lugandaca konuşuluyordu. Ben Türkçe öğretmedim. Onlar bana Lugandaca öğretmeye çalıştılar. Hatta kalem ve kitap kelimeleri hatırladığım kadarıyla onların dilinde de aynıydı, bayağı şaşırmıştım. J

"KİSİİTA'YA 1960'LARDAN SONRA GİREN İLK BEYAZ BENDİM"
Beyaz olduğun için sıkıntı yaşadın mı? Muzungu diyorlar değil mi beyazlara?
Beyaz olduğum için her yerde ilgi çekiyordum. Ama Kisiita’da çok daha fazla çünkü oraya 60’lardan sonra giren ilk beyaz bendim! Drama aktiviteleri sırasında bir şey anlatırken bir bakıyordum bazen bir çocuk çaktırmadan saçımı eline almış inceliyor. Birini dikkatle ayak parmaklarıma bakarken buluyordum mesela. Çok merak ediyorlardı benimle ilgili her şeyi. Çocuklar sürekli Türkiye’yle Avrupa’yla ilgili sorular soruyorlardı. Daha yaşı büyük olanlar “Nasıl Avrupa’ya gidebilirim?” eksenli sorular soruyorlardı. “Bana Avrupa’ya gitmek için maddi olarak destek ol” diyenlerin sayısı da az değildi. Veli toplantısında bir anneanne, torununu Türkiye’ye götürmemi istemişti şakayla karışık. “Muzungu”san, yani beyazsan, kesinlikle çok paran olduğunu düşünüyorlar orada. Eh bunu da anlamak çok güç değil aslında..
"PEYNİR ALMAK İÇİN İKİ SAATLİK YOL GİTMEK ZORUNDA KALDIM"
Bazı yerlerde elektriğin sık sık kesildiğini, peynir almak için iki saatlik yol gitmek zorunda kaldığını, çoğunlukla kuru fasulye yediğini biliyorum. Neler yedin içtin?
Hep fasulye hep fasulye. Bir de ‘matooke’ yani pişirilebilen bir muz türü. Bir de unla yapılan ekmeğe benzer bir şey daha. ‘Jake fruit’ vardı, kocaman bir meyve mayhoş bir tadı var. Ananas ve tutku meyvesi yiyordum arada bir de. Ama kuru mevsimde olduğumuz için pek meyve bulamıyordum. Hep aynı şeyi yiyorduk, kuru fasulye. Farklı birşey yemek için hafta sonunu beklemem gerekiyordu, o zaman en yakındaki kasaba olan Masaka’ya gidip bir öğün de olsa farklı bir şeyler yiyebiliyordum. Bir de ben peyniri çok severim ama orada peynir üretilmiyordu ve Masaka’da yalnızca bir bakkalda bulabiliyordum peyniri. Kaldığım köydeyse elektrik ve dolayısıyla buzdolabı olmadığından hiçbir şey saklayamıyordum. Bir gün peynir almak için iki saatlik yol gitmek zorunda kaldım. Dolayısıyla kurufasulyeye tabii kaldım bir buçuk ay boyunca.

"SITMADAN HAYATINI KAYBEDEN ÇOCUKLAR, BEBEKLER VARDI"
Kisiita'dan çok etkilendiğini okudum? Neler deneyimledin orada?
Sıtmadan hayatını kaybeden çocuklar, bebekler vardı. Yediklerinin zengin olmaması en büyük sorunlardan biriydi. Kimi çocukların kafalarında vücutlarına yeterince vitamin alamamaktan dolayı yaralar oluşmuştu. Aids olan çocuklardan bahsediliyordu ama ben benim okulumda şahit olmadım.
Bir kez de benim ayak parmaklarıma elma kurdunu andıran kurtçuklar girmişti. Parmaklarım şişmeye başladı. Neyse ki daha önce buna tanık olmuşlardı ve öğretmenler aletleriyle ayağımdaki parazitleri hemen çıkardılar. Tozdan oluyormuş meğer, pislikten. Daha sonradan tekrar girdi ama ben de artık daha büyümeden nasıl çıkarıldığını öğrenmiştim. Gerçi bu AIDS, sıtma gibi hastalıkların yanında hiç büyük bir sorun değil. Ama o zaman gerçekten korkmuştum.
"KİSİİTA’DA İNSANLAR DOĞA KURALLARINA BİRİNCİ DERECEDEN BAĞLILAR"
Kisiita’da insanlar doğa kurallarına birinci dereceden bağlı olarak yaşıyorlar. Yağmur yağmazsa, ekinler büyümez bu kadar basit. Doğanın dengesinin bozulması halinde ilk olarak etkileneceklerinin farkındalar. Bu röportajı okuyanlardan bir rica: Ne olur tükettiklerinize dikkat edin, attığınız adımların dünyaya olan etkisini aklınızdan çıkarmayın. Dünyanın bir yerinde doğanın dengesinin bozulmasıyla oluşabilecek olumsuzlukların sonuçlarıyla bizden önce yüzleşeceklerin olduğunu unutmamak gerek.
Uganda diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi AIDS dolayısıyla kayıp veren bir ülke..
Onlar AIDS hakkında çok fazla şey biliyorlardı, sonuçta günlük yaşamlarının merkezinde bir olay. Uganda AIDS oranını düşürme konusunda Afrika’ya örnek olacak bir ülke. 1990’lı yıllarda hem devletin hem de sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla AIDS’e karşı bilgilendirme kampanyaları başlatılmış ve bu kampanyalar sonucunu vermiş. Örneğin 1991’de yetişkinlerin yüzde 15’i HIV virüsüne yakalanmışken şu anda yetişkin nüfusun yüzde 6.5, çocuk nüfusunun ise 0.7 oranında bu virüsü taşıdığı düşünülüyor. Bu da Afrika standartlarında oldukça iyi.
Tüm seyahatin boyunca ne kadar harcadın?
2 bin TL harcadım, bilet, vize her şeyi dahil.
 
Hülya Meral
Facebook: Hülya'nın Valizi