foodie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
foodie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çikolatalı Bira, Çikolatalı Spagetti Bolonez, Acılı Çikolata.. Ramsbottom'da Çikolata Yolculuğu


Hadi gelin bir 'Çikolata Yolculuğu'na çıkalım ve birlikte Manchester'a trenle 1 saat uzaklıktaki Ramsbottom kasabasında her yıl bahar ayında düzenlenen Çikolata Festivali'ne gidelim.


Bahar ayındayız ama en erken Haziran'da ısınacak Ramsbottom'da eldivensiz sokağa çıkmak mümkün değil. Bu yüzden ilk işim, daha önce biranın çikolatalısı olur mu, nasıl olur diye öğrenince şaşırdığım 'çikolatalı bira'yı denemek. Isınmak istiyorum, dolayısıyla tek çare bu. 


Bira, İngilizler tarafından çokça tüketildiği için standı direk festival meydanına kurmuşlar. Biraz sıra var ama müzik ve alanda bulunan topluluk o kadar keyifli ki beklerken şikayet etmiyorum. Çikolata yemeden seratonin salgılamaya başladım bile :)


Birayı yarıladıktan sonra yavaş yavaş uzunca bir sokağa kurulmuş tezgahları, hiç acele etmeden, tek tek dolaşıp keyfini çıkarıyorum. Ülker ve Eti ile büyümüş pekçoğunuzdan biri olarak farklı bir tat veya tasarım arayışındayım.


Daha önce Almanya'da ve Belçika'da pek çok çikolata çeşidi denemiştim, çoğu, çikolata bağımlısı bünyem için harikuladeydi ama mutlaka yeryüzünde keşfedilecek başka çikolatalar veya ondan üretilmiş yiyecek içecekler vardır diye düşünüyordum. 

Nitekim daha ilk beş dakikada 'çikolatalı, acılı, portakallı Reçel'i fark etmem zor olmadı. Kıtır ve doygun bir ekmeğin üzerine sürülmüş reçelden denedim ama bence benim damak zevkime göre değil :)


Hemen yan standta 'çikolatalı spagetti bolonez' şekline bürünmüş 'çikolata sosuna batırılmış pirinç patlaklı makarna' ve yan ürünleri bulunuyordu. 


Önündeki önlüğüyle sevimli bulduğum, tipik İngilizlere benzeyen Tom (nedense çoğu Tom ya da John olur :) ) bize daha önce başka yerde görmediğim bir mekanizma ile krep yapıp üzerine rendelenmiş Bitter - Beyaz çikolata karışımından serpiştiriyor. 


Altı bizdeki saçlar gibi çok hafif ısı verdiği için çikolatalar eriyor ve önce ikiye sonra bir daha ikiye katlayıp üçgen şekline getirerek elimize veriyor. Bir çeşit 'Çikolatalı krep' diyebiliriz bu lezzet için.


Başka bir tezgahtaysa minik kaplara, tadım için çikolata sosuyla birlikte tarçın, acılı sos (chili sos), vanilya veya mentolle kavrulmuş yer fısıtığı koymuşlar. Tarçının pek çok şeye yakıştığını düşünürdüm, böyle de harika oluyor. 


Tarçınlı olanı ilk kez Ahırkapı Şenlikleri'nde Malatya Pazarı'nın açtığı standta denemiştim. Acılı soslu olana da bayıldım. 


Geliyorum el yapımı çikolata standına. El emeği çikolatalar her daim daha pahalı olmuştur, hak veriyorum keza kolay görünen ama detaylı çalışma ve emek isteyen bir iş olduğu için hiç de haksız bulmuyorum. 


Burada da tiramisulu, frenk üzümlü, fındıkezmeli sütlü çikolata, içi çilekli beyaz çikolata ve karamelli ve fındıklı trufflelar var. 


Daha önce frenk üzümlüsünü denememiştim, tadını aldıktan sonra geriye dönüp birkaç tane daha sardırmamak mümkün değil.


Bir kafenin vitrininde çubuklara batırılmış çikolata topları ve çikolata parçalı kurabiyeleri görünce içeriye dalıyorum ama o kadar yoğun bir talep var ki kalabalıktan birşey alamıyorum, çünkü raflarda pek birşey kalmamış :( 


Dükkandan çıkar çıkmaz yine adım atamadığım kalabalığın içinde dolanırken çikolatalı-fındıklı kekten 

cupcakelere, uğurböcekli, sünger boblu çikolata lolipoplardan 



Belçika çikolatasına sayısız çeşitte görüntüyle karşılaştım.



Çikolatalı bira denedikten sonra başka bir alkollü karışıma denk gelmem diye düşünüyordum ama iki adım ötemde 'çikolatalı tonik' olduğunu fark etmem de iyi oldu. Aile firmasının adını sattıkları toniğe verdiklerini söyleyen satıcı, bu toniğin imalatının iki nesildir devam ettiğini söyledi.



Bizdeki kahve dükkanları açılıp vitrinlerini çikolata şelaleleriyle süsleyip bardak bardak gerçek çikolata sattıklarında, artık Türkiye'de çikolataya doyacağımız için sevinmiştim ama gördüm ki huzur, mutluluk, sevinç kaynağı olan Çikolata, çeşitte, yaratıcılıkta ve sunumda ucu açık, sınırsız bir yola doğru evrilmiş gidiyor.

Hülya Meral




Siverek Kebabı, İçli Köfte, Çiğ Köfte, Lebeni, Bostana, Külünçe ve Şıllık Tatlısı ile Adeta Cennete Düştüm

Sıcak mı sıcak bir Urfa sabahında iniyorum şehre. Havaalanından merkeze bir saatlik bir yol katettikten sonra kendime kahvaltı edecek bir yer arıyorum. 


Gitmeden önce Faruk'un Yeri kahvaltı salonunun ismini duymuştum. Lokantanın önüne boylu boyunca dizili, geleneksel sedirlerle süslenmiş mini divanlara yerleşiyorum. Önümde soğandan domatese bir yığın sebze var. Burada adet müşterinin canı ne istiyorsa istediği sebzeyi kendisinin seçip doğramasıymış. Masalarda biberler, baharatlar.. 


İlk kez kahvaltıda bol soğanlı ciğer yiyorum ama hiç pişman değilim. Güzelce kahvaltımı edip hemen çarşının sokaklarına dalmak için sabırsızlanıyorum.


Beni benden alan şahane baharat kokularının arasındayım. Her şey o kadar taze ki hangisinden alsam şaşırıyorum. Elbette isot ve salça önceliğim. 


Urfa'da nerdeyse her evde biber kurutuluyor, bu nedenle evlerin herbirinin, evin alanı kadar balkonu oluyor. Yazları balkondaki geniş alana hem kuruması için tonlarca biber seriyorlar hem de yazın kavurucu sıcağı geçmek bilmediği için çoğu zaman püfür püfür esen balkonda uyuyorlar. 


Sokaklarında yürüdükçe önüme 'meyankökü şerbeti' ikram eden gençler çıkıyor. Meyankökü otu burada çok meşhur. Yazları evlerde şerbeti hazırlanıp bol bol tüketiliyor, hazıma iyi geldiği söyleniyor. Biraz genzimi yaktı ama yürürken ferahlamamı sağladı.


Dolaşırken vitrinlerdeki altınlara takılıyor gözüm. Küçük bir Kapalıçarşı gibi burası. Bizi gezdiren Urfalı dostumuz sevgili Fatoş'un söylediğine göre Urfa'da her geline en az 6-7 KİLO altın takılırmış. 


Bakırcılar Çarşısı'ndan geçip Hz. İbrahim'in Mağarası'na doğru yürürken Urfa'ya özgü 'Külünçe' ve 'Tulumba Tatlısı'ndan paketletmeyi ihmal etmedim. 

Külünçe, tarçın, mahlep, muskat, karanfil, rezene gibi birkaç baharatın biraraya gelmesiyle ortaya çıkan bir baharat karışımı. 


Mahlep ve tarçın kokusuna bayıldığım için lezzetini ve gevrekliğini sevdim. Bu çörek bayatlamıyor, uzun süre sonra da tüketebiliyorsunuz. 

Mağara oldukça kalabalık, geniş bir bahçeyi yürüyüp avluya geldikten sonra mağaraya ilerliyorsunuz. Burada Urfalı ve çevre köylerden gelen Arap kadınlarla kısa sohbet ediyoruz. 


Hemen yanıbaşındaki Balıklıgöl'e gidip Göl'ün yıllardır dinlediğimiz hikayesini gözümüzde canlandırıyoruz. 


Gölün içinde balıklar, çevrelerinde onları görmeye gelen misafirler ekmek attıkça biraraya geliyor, tekrar dağılıyor, görmeye değer. 


Öğlen yemeği için sabırsızlanıyorum çünkü Urfa'nın geleneksel tatlarını ilk kez yerinde deneyeceğim. Çarşı içinde yıllardır hizmet veren Gülhan Restoran'a geliyoruz. İşletme sahibi Yusuf Gülhan, Urfa'nın mesleğine aşık esnaflarından. 250 kişi kapasiteli, 2 katlı restoran her saniye vızır vızır işliyor. 


Bu kadar yoğunlukta karnı zil çalan bizlere siparişlerimiz kim bilir ne zaman servis edilir diye düşünürken hiç bekletmeden yarma buğday ve yoğurt karışımıyla yapılan 'lebeni' ile acılı ezme 'bostana' geliyor. 



Yanında yayık ayranımız ve içi irice parçalanmış cevizle dolu 'içli köfte'lerimizle önlük yapıyoruz. 


İçli köfteler bitmek üzereyken 'Urfa lahmacunu' geliyor. İyi ki yarım söylemişim, tam isteseydim siverek kebabına yerim kalmayacaktı. Lahmacun uzunlamasına ve şehirde yediklerimizin aksine oldukça büyük, iç malzemesi bol.


Sıra anayemeğimiz 'Siverek kebabı'nda. Bu kebaba lezzetini veren yağlı koyun kıyması. Koyun kıymasının kokusunu sevmeyenler pek sıcak yaklaşmayabilir ama sırf tuz ve karabiber eklenerek yapılan kebabın lezzeti 'bu kadar yol gelmemize değdi' dedirtiyor. Safranlı, fıstıklı, bademli pilavlarının ününü duymuştum ama onu kuzu sarma ile servis ediyorlarmış. Bizim kebaba bulgur pilavı eşlik ediyor. 


Urfalıların eli boldur, sofralarında çeşit o kadar çok ve bolcadır ki tabak koyacak yer bulamazlar kimi zaman. Gelenekten geliyor olsa gerek Siverek Kebabı'nın porsiyonu o kadar büyük ki bitiremiyorum. 



Normalde denediklerimizin tümünü şehirde yesek üstümüze ağırlık çöker, uzun süre yerimizden kıpırdamak istemeyiz. Bu kadar yemekten sonra hala hafif hissediyorum, kapanışı yine Urfa'nın yöresel bir tadı olan 'Şıllık tatlısı' ile yapıyoruz. 


Tadına bakmakla yetiniyorum zira hava sıcak, gezecek bir yığın yer, akşama da Sıra Gecesi planımız var. Çiğ köfteye yer kalmalı :)

Akşamüstü Eski Urfa denilen, Urfa'nın en eski konaklarının, evlerinin, sokaklarının olduğu bölgeyi gezip 'eyvanlı evler'i görmeye gidiyoruz. Yıldız Sarayı Konuk Evi'ni de gördükten sonra akşamki Sıra Gecesi için yerimizi ayırtıyoruz.



Sıra Gecesi en son ziyaret ettiğimiz Yıldız Sarayı Konuk Evi'nde. Bu şekilde pek çok yerde hem turistler hem de diğer şehirlerden, Avrupa ve Amerika'dan tatile gelen Urfalılar için her gece Sıra Gecesi düzenleniyor. Yöresel kıyafetleriyle Urfa'nın nağmelerini misafirlerine sunan müzisyenlere yanık sesli bir Urfalı sanatçı eşlik ediyor. İbrahim Tatlıses'in bu topraklardan çıkması tesadüf değilmiş diyoruz. Bence çocukluklarından itibaren her yemekte bolca biber tüketen Urfalılar seslerindeki ahengi bu bibere borçlular :)

Biz yer sofralarında yerimizi alırken müzik başlıyor, 'çiğ köfte' yoğrulmaya başlıyor. Daha önce de çiğ köfte yemiştim ama burada yediğimin tadı çok farklıydı. 


Çiğ köftede yoğrulma süresi kadar yoğuran 'el' de önemlidir, lezzeti değiştirir. Bunda biberin, baharatın tadını yoğun bir şekilde alıyorsunuz. 



Köftelerden sonra kendi özel fincanlarında servis edilen 'mırra' geliyor. 


İtalyanların espressosu gibi, tek içimlik. Fincanı servis edenin eline vermeyip yanlışlıkla masanın üzerine koyarsanız servis eden kişiye 'bahşiş' vermek adetten. 

Sıra Gecesi'ne katılıp da halaya girmemek olmaz. Davullar çalınıyor, zurna ona eşlik ediyor. Biz de geceyarısını geçmesine rağmen halaylarla, zılgıtlarla eğlencemize devam ediyoruz. 


Sabaha Mardin yolculuğumuz var.

Hülya Meral

Kar Altından Damağımıza Yolculuk Eden Çiriş Otu

Semt pazarlarını sabahları dolaşmaya bayılıyorum. Erken saatlerde halden henüz gelmiş olan sebze ve meyvelerin dört bir taraftan burnuma gelen kokusu beni tazeler, satın aldığım sebzelerle o akşam şahane lezzetler ortaya çıkarırım.

Bu hafta tezgahların önünden geçerken şimdiye kadar hiç duymadığım bir koku geldi burnuma. Önce bir çeşit lale soğanı diye düşündüm ama kökü yoktu. Dayanamadım, başka bir tezgahta daha denk gelince satan çocuğa sormadan edemedim. 'Abla bu bizim memlekette, Doğu'daki Bingöl, Bitlis ve yakınındaki illerde, dağların, yaylaların en yüksek yerlinde, karın altında kendiliğinden yetişen 'Çiriş'tir. Bir tek Nisan ayında bulabilirsin, çünkü karlar erirken toplanır.' dedi. 


Daha önce hiç görmediğim bu otun nasıl yapılacağını da sorunca iki şekilde yapabileceğimi öğrendim. 


Öğrencilik yıllarımda İzmir'de yaşarken hem İzmir'in semt pazarlarında hem de Alaçatı'nın, Tire'nin, Seferihisar'ın Ödemiş'in rengarenk, mis kokan tezgahlarının arasında dolanır, dönemine göre radika, şevketibostan, börülce, ısırgan, devetabanı, ebegümeci gibi otları alırdım. Torbalılı komşumun önerileriyle, o ana kadar hiç denemediğim otları, sade ama lezzetli şekilde pişirme tekniklerini öğrenir, İzmir akşamlarında leziz sofralar hazırlar, arkadaşlarımı davet ederdim. Çiğ semizotu ve ıspanak salatasını da enginarı pişirmeyi öğrenmem de o yıllardan kalmadır örneğin. 


Ege'de yetişmeyen 'Çiriş'i duymamış olmam çok normal ama her otu denemeye meraklı damağım, Çiriş için de çeşitli teknikler denememi sağladı.

Aldığım Çiriş'i ikiye böldüm. Yarısı ile zeytinyağında (çok az da tereyağı ile) yuvarlak doğradığım kırmızı soğanları ve kıymayı (kıyma isteğe bağlı) çok az soteledim, yarım kaşık salça koyup çirişleri ekledim. Şöyle bir çevirip kapağını kapattım 5-7 dakika içersinde pişen otların üzerine yumurta kırdım. 



Diğer yarısıyla yine zeytinyağında soğanı çevirip üzerine çirişleri ve bir miktar kişniş ekledim, ardından bir tutam ince bulgur koyup üzerine üç bardak su ekleyip çorba şeklinde hazırladım.



Çiriş'in ıspanak ile pırasa karışımı damakta güzel bir tat bırakan bir lezzeti var ve bence hafif ve besleyici. Özellikle diet yapan ve sürekli aynı sebzeleri tüketmekten sıkılanlar için yeni bir çeşit. Çiriş'i tanelerine ayırıp yıkadıktan sonra buzdolabı poşeti ile dondurucuda saklayıp daha sonra kullanabilirsiniz, ben bir kısmını öyle yaptım. Çünkü Nisan bitince bir daha bu otu bulamayacağım. 

Doğanın bize kendiliğinden verdiği, kar altından damağımıza yolculuk eden bu lezzetli otu denemeye değer. 

Hülya Meral