haliç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haliç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Beyoğlu Sahaf Festivali ve Nostalji

 
Bu yıl 6.sı düzenlenen Beyoğlu Sahaf Festivali’ni nihayet geçtiğimiz gün görebildim.
İlk yıllarında pek çok kitap kurdunun ve eski plak koleksiyoncularının çantalarla gelip alışveriş yaptığı festivalde, bu yıl da önceki yılları aratmayan görüntüler vardı.
 
Tam 65 sahaf ve kitabevinin katıldığı festivalde,  45’lik plaktan yayılan eski Ajda Pekkan şarkılarını dinleyip diğer yandan kitap karıştırıp posterlere bakabiliyorsunuz. Pikaptan yayılan ses (Ajda Pekkan'ın gençliğini hatırlayacak yaşta olmasam da:) ) nostalji yaşamanızı sağlıyor.
 
Osmanlıca veya Türkçe gazeteler,
 
siyah- beyaz aile fotoğrafları, antika değerindeki Jimi Hendrix’ten Beatles’a, Orhan Gencebay’dan  Ömür Göksel’e taş plaklar, 45’likler, longplay’ler,
 
 
sarı kağıda basılmış kitaplar, kartpostallar, Leman, Hıbır, Penguen, Lambak, Gırgır gibi karikatür dergilerinin yıllar yıllar önceki sayıları,
 
kültür-sanattan seyahate, mimariden, yemek kültürüne yüzlerce derginin eski sayılarını bulabiliyorsunuz. Plak görüp fiyatının pahalı olduğunu düşünüyorsanız, oyalanmayın ve alın, seneye %50 daha pahalıya almak zorunda kalabilirsiniz..
 
Dolaşmaktan yorulan ve ara vermek isteyenlere festival alanının ortasında çay-kahve içmek  isteyenler  için özel alan ayırmışlar. İsterseniz Haliç manzarası yönüne doğru da birkaç masa mevcut, günbatımını izleyip aldıklarınızı karıştırabiliyorsunuz.
 
Yurtdışına göre bazı şeylerde fiyatlar pahalı diyebilirim. Hatta bazı yeniye yakın kitapların sıfırını herhangi bir kitapçıdan daha uygun bir rakama alabiliyorsunuz, o yüzden alışverişinizi iyi düşünerek yapın derim.
 
 
 
'Sen neler aldın?' derseniz birkaç eski kitap ve tabii ki seyahat ve kültür- sanat dergileri..Özellikle Atlas Dergisi'nin 1993 basımı 3. sayısını bulunca hemen aldım.



Bu sayıda yıllar geçse bile hala konuşulan Mayalar ve Sırları yazısı yer alıyor. Dergideki görseller o zamanki teknolojiye rağmen mükemmel!
 
 
Pikaplar, taş plaklar, eski kitap ve dergi kokusu, posterler, mecmualar..Aaa bir saniye, bizim pikap nerdeydi!!!
 

 Hülya Meral


Soru, görüş ve yorumlarınız için lütfen bana yazın..
Facebook: Hülya'nın Valizi

 
 
 

Haliç'in Lezzet Everest'i : Cibalikapı Balıkçısı


Her şey Asmalımescit’te başladı.

Yemeğin en tatlı yeriydi ama  meze tabağına uzanmak istemedi elim. Neden yemiyorsun diye soranlara ‘ana yemeği bekliyorum’ deyip geçiştiriyordum ki  her seferinde  biri diğerinin aynısı olan mezeleri yediğimizi, balıkçıların ve meyhanelerin gitgide fast food zincirleri gibi standardın dışına pek çıkmadığını, aynı isimdeki mezeler etrafında döndüklerini fark ettim. Belki bizler de alışkanlıktan olsa gerek genelde hep alışılageldik yemekleri ve mezeleri söylüyorduk.

Derken arkadaş grubumla Asmalımescit’ten ve Çiçek Pasajı'ndan sıkılmaya başladığımızı fark ettik  ve yeni yer arayışımız bizi Balat’taki Cibalikapı Balıkçısı’na itti. Biz onlar için yeniydik ama onlar 2001’den beri pek çok misafir ağırlamışlardı, müdavimleri saymakla bitmezdi.

Aman dikkat et, kapıda Cibalikapı Balıkçısı yazacak

Restoranın işletmecisi Behzat Şahin’in her sayfasında emeği olan, 'Cibalikapı Balıkçısı’ndan' isimli kitabının çıktığını öğrenince hem kitabın hikayesini dinlemek hem de lezzet yolculuğuna çıkmak için Haliç’e doğru yola koyuldum.



Benden önce restorana varan arkadaşım kapının önünde olduğumu öğrenince ‘aman dikkat et kapıda Cibalikapı Balıkçısı yazacak, Cibali yazan başka bir yerdeysen hemen  geri yürü’ diye uyarıyor. Meğer aynı isimde birkaç restoran daha açılmış son yıllarda.

Oturdukça otur sohbeti koyulaştır

Yavaş yavaş çıkıyorum merdivenlerden. Rustik tarzda döşenmiş mütevazı, oturdukça otur, sohbeti koyulaştır hissiyatı veren Haliç manzaralı sandalye ve masalarında, akşam yemeğini yiyen küçük gruplar, çiftler, misafirlerini ağırlayanlar..ve en üst katındayım. Her katı 25 metrekare olan restoranın üst katı yazın bu dayanılmaz sıcağında püfür püfür esiyor.

'Herkes Boğaz’da veya Asmalımescit’te restoran açarken siz neden burayı tercih ettiniz' soruma önce gülerek ‘parasızlıktan’ cevabını veren Behzat Şahin sonra hikayesini anlatıyor.

Tam 18 yıl çeşitli kademelerde emek verdiği  gazetecilik mesleğini biraz da 2001 döneminin koşulları dolayısıyla bırakıyor. Tazminatını alıp kendine 6 aylık bir tatil veriyor, ‘ne yapacağıma sonra karar vereceğim’ diyerek geçirdiği süreçte evine gelen arkadaşlarına şahane yemekler hazırladığını fark edip bu fikri geliştiriyor ve yeme içme işine girmeye karar veriyor. 

Dolar, mark, altın kimde ne varsa el koydum

‘Para yoktu, sadece bu işi aklımın yettiğince en iyi şekilde yapacağıma olan inancım vardı. Dolar, mark, altın kimde ne varsa el koydum.’ diye gülümseyerek anlatıyor şimdi.  




Yer aramalar başlıyor, önce Beyazıt’a karar veriyor, yolda giderken  tesadüfen eski Meydan Restoran’ın (şimdiki Cibalikapı Balıkçısı) önünden geçerken kiralık tabelasını görüp binanın içine giriyor ve gezdikçe Şahin’in zihninde kıpırdanmalar başlıyor.

‘Girişteki tuvaletin kapısı mutfağa açılıyordu, zemin kattaki halıların rengi pislikten anlaşılmıyordu.  Neon lambalar, küçüçük alanda saz heyeti  ve ses sanatçısı için sahne yükseltisi vardı.’ diye anlatınca şimdiki haline inanamıyorum. Nihayetinde burayı kiralamaya karar veriyor, arkadaşları ‘kervan yolda düzülür’ deyip eşe dosta haber salıyor.

Bir anda o kadar çok rağbet görüyor ki  keza artık randevusuz içeri girmek nerdeyse imkansız hale geliyor. En önemlisi de  bunu yıllardır istikrarlı şekilde sürdürmeyi başarıyor. 2004’te Moda’daki şubeyi açmak zorunda kalıyor.

İşini doğru yaparsan, insanlar gelip seni bulur

"İşini doğru yaparsan, insanlar gelip seni bulur” düsturuyla Türkiye’nin dört bir yanında hep malzemenin en iyisi, en temizi, en kalitelisini aradım. Zeytinyağını 4 kuşaktır zeytinyağı üreten Müderriszade ailesinden, zeytini Ayvalıklı Hasan Amcayla Nazlı Hanım’dan, tahini Tarsus’tan getirdim diyen Şahin bir anda bu kadar müdavimi olmasını fısıltı gazetesine bağlıyor.




Nitekim İstanbul ve diğer şehirlerden gelen misafirlerin yanısıra pek çok ülkeden restorandaki lezzetleri tatmaya gelen gurmeler var, hatta birkaç uluslararası yayında yer almışlar, şimdilerde gurme turizminin İstanbul’daki ayaklarından biri olmuşlar.

Cibalikapı Balıkçısı’nın mutfağı aslolarak Ege, Akdeniz ve İstanbul yemeklerinden oluşuyor. Otlardan mezelere, balıktan tatlılara 150-200 çeşit Rum, Ermeni, Musevi, Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Balkan lezzetini tadabiliyorsunuz.




Hong Kong’tan Newyork’a kilometreler kat ediyor

Misafirlerimizin aklını karıştırmamak için mevsimine göre 15-20 çeşitle sınırlıyoruz diyen Behzat Şahin, restoranın mutfağını zenginleştirmek, restoranın menüsüne yeni tatlar katabilmek ve değişik tatları restoranın menüsüne adapte edebilmek  için sürekli yemek seyahatlerine çıkıyor, Hong Kong’tan Newyork’a kilometreler kat ediyor.

Cibalikapı Balıkçısı'ndan kitabı için fotoğrafçı arayışı

Behzat Şahin, Cibalikapı Balıkçısı’ndan kitabını hazırlarken yemeklerin fotoğraflarını çekmesi için bir fotoğrafçı arayışına giriyor ancak mezeler ve balıklar mevsimine göre değişiklik gösterdiğinden yaklaşık 1 sene sürecek çekim aşamasına kimse yanaşmıyor. İş başa düşüyor.



Bodrum’da yaşayan fotoğraf sanatçısı arkadaşı Enis Umuler’den iki günlük bir yemek fotoğrafçılığı eğitimi alıyor. Modadaki depoda küçük bir stüdyo oluşturuluyor. 55 TL’ye ayaklı halojen lamba alıp zeytinyağı kolisine oturtuyor. Aydınger kağıdıyla da ışığı yumuşatıyor. Bu tamamen doğal (!) ortamda 1 sene boyunca çıkan yemekleri fotoğraflıyor.

Üniversitede stüdyo fotoğrafçılığı üzerine yaptığımız denemelerde elmayı parlak göstermek için sıvıyağ veya makine yağı, yemeği parlak göstermek için de vernik kullanılırdı. Şahin hiçbir hileye başvurmadan yemekleri olduğu gibi doğal renkleriyle, sipariş sahibinin önüne gelmeden önce çektiğini belirtiyor.

Tedarikçilerle röportajlar


Kitapta görüntülediği yemek fotoğraflarının yanı sıra zeytin, zeytinyağı, balık, ot, peynir, turşu aldığı tedarikçilerin yaşadığı şehirlere giderek tedarikçilerle gerçekleştirdiği röportajlara da yer vermiş.

Bu kadar anlatım yeter J Tattığım birkaç lezzetten bahsetmek istiyorum biraz da. (Bundan sonrasını lütfen toksanız okuyunJ Şimdiden uyarmak isterim.s )

Levrekli Kurutulmuş Domates Dolması:

Kurutulmuş domatesi tek başına bile bayılarak yerim, bana pastırma yiyormuşum hissi verir ve özellikle makarnalara çok yakıştığını düşünürüm ama balıkla yan yana hiç düşünmemiştim.

Çok rağbet gören bu meze Roma’da kurulan bir pazarda keşfediliyor. Kavanozlarda satılan Roma’daki  dolmanın içinde tonbalığı kullanılmış. Behzat Şahin’e içeriği yetersiz gelmiş ancak İstanbul’da Cibalikapı şeflerinin yaratıcılığıyla  birleşince levrek kullanılarak muhteşem bir lezzete dönüştürülmüş. Kürdanlarla servis edilir hale getirilmiş bu mezeden tek başıma koca bir tabak yiyebilirdimJ



Cibalikapı Usulü Girit Ezmesi:

Şimdiye kadar yediğim ‘Girit ezme’ sayısını unuttum, dimağımda ve damağımda sadece Cibalikapı’nın lezzeti yer etmiş. Çünkü bu mezede lezzet dengesi önemli bir nokta. Antepfıstığı Ezine peynirinin, peynir kekiğin önüne geçmemeli. Behzat Şahin, evde kahvaltıda ekmeğin üzerine sürerek de tüketebilirsiniz diyor, en kısa zamanda denemem gerekJ



Topik:

Topik, İstanbul Ermenilerinin perhiz yemeklerinden biri. Yedi hafta süren, bu süre boyunca et ve süt ürünleri tüketilmeyen Büyük Perhiz zamanında daha çok zeytinyağlı yemekler hazırlanıyor. Yıllar geçtikçe unutulan bu tat Yedikuleli yazar Takuhi Tovmasyan’ın ‘Sofranız Şen Olsun’ kitabındaki tarif denenerek geliştiriliyor.



Mezenin içinde karamelize edilmiş soğandan tahine, dolmalık fıstıktan tarçına ve nohuta kadar vücut için gerekli tüm gıdaları barındıran malzemeler kullanılmış. Tarçına bayıldığım için en favori mezem (itiraf ediyorum) topik olduJ

Kayakoruğu:

Zeytinyağı, sarımsak, sirke ve limonsuyu ile lezzetlendirilen Kayakoruğu, en protokol meze desem yanlış ifade etmiş olmam, çünkü zatıalleri öyle çarşıda pazarda satılmıyor. Deniz kıyısında, deniz ile kayanın birleştiği yerde, duvarın yüzünden binbir zahmetle toplanıyor. Çok enteresan bir bitki, kökü yok, toprakta yetişmiyor, sadece kayadan çıkıyor. Kışın dalga nereye vurursa orada yetişebiliyor. Ömrü de oldukça kısa, haziran ve temmuzda toplanmazsa kartlaşıyor.




Dolayısıyla temin etmek oldukça güç. Behzat Şahin Mersin’in Tömük beldesinde yaşayan ve geçimini restoranlara kayakoruğu satarak sağlayan Şuayip Yılmaz’dan salamura halinde toptan alıyor çalı türüne giren bu bitkiyi. Senelik 3-4 ton toplanabiliyor ancak pahalı olduğu için her restoran almaya yanaşmayabiliyor.  Kayakoruğu o kadar hafif ki yediğinizin farkına varamayabiliyorsunuz.
Parmesanlı Midye:
Parmesan peyniri, dereotu, maydonoz, sarımsak,taze soğan, karabiber ve zeytinyağının birlikteliğinden oluşan muhteşem bir aile. Damağınıza şenlik bir tat.



Cibalikapı Tatlısı:

Bana koca bir kuzu çevirseniz bu tatlıya tercih ederdim! Masaya ilk geldiğinde klasik balık sonrası yenen sıcak helva sanmıştım. Fena halde yanılmışım..Tahin ve üzüm pekmezi çömlekte karıştırılıp üzerine  rendelenmiş elma, portakal kabuğu, tarçın ve nar taneleri serpiştirilerek fırına verilmiş. Üzeri kızardıktan sonra bol fıstık ve cevizle taçlandırılıp kaymaklı dondurma konarak damakların Everest’i haline büründürülmüş. Sıcak tahin duyu noktalarınıza eriştikçe ne demek istediğimi anlayacaksınız..




Satsuma (Bodrum Mandalinası) Likörü:

Özünde yeşil bodrum mandalinası var. Meyvenin henüz olgunlaşmadığı temmuz-ağustos aylarında toplanarak yapılıyor. Yapımı hem kolay hem zor. Meyveden çıkan şurubun 3 kez tülbentten geçirilmesi gerekiyor ki mandalina kabuğundan kopan parçalar liköre sızmasın. Bu likörü içmeyi  yediklerimden şiştiğim gerekçesiyle önce reddetmiştim ama şimdi iyi ki denemişim diyorum.




İyi ki denedim diyenlerden biri daha var.. J ABD Başkanı Obama’nın sağlık reformlarının danışmanı Ezekiel J. Emanuel’in Cibalikapı Balıkçısı’nda içerek Atlantic Food Channel internet sitesinde yaptığı yorum şöyle: ‘Homeros’un destanlarında bahsettiği, tanrıların içeceği ambrosia gibi.’



Tüm bu tatları denemek, farklı bir lezzet yolculuğuna çıkmak, şu ana kadar yediğiniz tatlara bir renk daha katmak istiyorsanız bir akşam Cibalikapı Balıkçısı’na uğrayın. Pişman olmayacaksınız..:)

Unutmadan; İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Cibalikapı Balıkçısı’ndan kitabının en son sayfasında sürpriz bir Rembetiko CD’si var kiii mutlaka dinlemenizi öneririm.



Yazı: Hülya Meral
Fotoğraflar: Behzat Şahin


twitter.com/hulyameral
Facebook: Hülya'nın Valizi
hulya_meral@hotmail.com

















GURMEBÜS FENER VE BALAT İÇİN KALKTI


Gurmebüs bu sefer Fener- Balat için kalktı. Sirkeci’deki muazzam geziden sonra katıldığım 2. gurme turuydu bu.


Henüz duymayanlar için özetlemem gerekirse;  1957 model pastel pembe-maviye boyanmış, beyaz deri koltuklu Mercedes marka otobüs, yani Armada-Gurmebüs ile belirlenen bir semte gidiliyor. Seçilen semtteki 7 lezzet durağı saptanıp 7 esnaf lokantasının yolu tutuluyor. 28 kişilik Gurmebüs ile yıllardır damaklarda yer etmiş ama lokal kalmış lezzetler herkese tanıtılmış, bilinirliği arttırılmış  oluyor.


Bu hafta Gurmebüs ve Armada Otel ekibiyle birlikte Fener ve Balat’ın ara sokaklarını, saklı kalmış lezzet noktalarını keşfettik. Düşünün ki bardaktan boşanırcasına yağan yağmur bile bizi durduramadı..:)



Unutmadan; Gurmebüs turlarında her şey tadımlık yeniyor aksi halde her yediğinizden birer porsiyon alırsanız son birkaç noktaya yeriniz kalmayabilir.  



İlk durağımız Kariye Müzesi yanındaki 30 yıldır hizmet veren Asitane Restoran.


Burada hums lokması, lor mahlutu, fava ve dövme hıyar taratorunun tadına bakıyoruz.


Aralarda narçiçeği şerbeti ve tadına bayıldığım kanela (tarçın) şerbeti ile ferahlıyoruz. Aşçımızdan şerbetlerin sırrını öğrenmeye çalışıyoruz ama ser veriyor sır vermiyor. :)

Restorandan ayrılırken ‘diş kirası’ adı verilen ayva reçeli hediyemizi alıp Kariye Müzesi’nin önünde müze ile ilgili birkaç bilgi dinledikten sonra ara sokaklara dalıyoruz.  




Sokaklardan birinde İffet dizisinin bir çekim sahnesine rastlıyoruz. Bir evin camında bize poz veren çakır gözlü Roman kızını fotoğraflıyoruz. Mahalleye fotoğraf çekmeye gelenlerin çokluğundan olsa gerek pencerelerden bakan her genç kız fotoğraflarının çekilmesine alışmış, doğal olarak poz veriyor zaten..




Kürkçü Çeşmesi Sokağı’nda ilerleyip çıfıt çarşısı girişindeki Fetih İşkembe Salonu’na geliyoruz. Buradaki lezzetimiz 'işkembe çorbası.' Çocukluğumdan beri ‘işkence çorbası’ adını verdiğim çorbadan denemek istesem de yiyemiyorum, onun yerine kokoreç’in tadına bakıyorum. 



 
Menüde yoktu ama bazılarımız vitrindeki ‘zerde’nin görünümüne dayanamayıp çorba veya kokoreç yerine tatlı yemeyi tercih ediyor.

İkinci durağımız Balat Turşucusu. Pancarın lahana, salatalık ve eriğe verdiği kırmızı renge, serpiştirdiğim pul biber ayrı bir renk ve lezzet katıyor.

Üçüncü durak 1923’ten beri hizmet veren, taş fırında pişmiş galetalarıyla ve peksimetleriyle ünlü Evin Unlu Mamülleri.

Fırının ilk sahibi o zaman Fener’de de yoğun olarak yaşayan Rumlarmış. 1960’a kadar genellikle Rumlardan oluşan komşularına galeta pişirir, mutlu mesut yaşarlarmış.

Sonra Fener ve Balat'ta durulamaz hale gelmiş, semt sakinleri, ülke veya semt değiştirmek zorunda kalınca ev ve işyerlerini Anadolu'dan gelenlere devretmiş.

Karabüklü Mehmet Evin, Anadolu'dan gelenlerden biri.  Rumlardan devraldıkları taş fırını şimdi ikinci nesil işletiyor. Fırında o kadar çok galeta pişiyor ki İstanbul’un çeşitli semtlerine de gönderiyorlar. 


Bir sonraki durağımızsa Fırın Kabuğunda Köfte. Sahil yolunda hemen Bulgar Kilisesi’nin karşısındaki restoran 3 katlı ve muhteşem bir manzarası var.

Burada ‘tükrük köfte’ ve ‘kaşarlı köfte’ yiyoruz. Özellikle kaşarlı köfteye bayılıyorum. Köfteler fındık kabuğundan oluşturulan farklı bir kömür ile pişiriliyor, lezzetini buradan alıyor olsa gerek..


Yağmurun hız kesmesini bekliyoruz ancak boşa. Gittikçe şiddetini arttırıyor ama bizi kimse durduramıyor. Kendimizi Balat Kültür Evi’ndeki Cafe Vodina’da buluyoruz. Islak şemsiyelerle içeri girdiğimizi gören garsonlar hemen çay ikram ediyor. Biraz ısınıyoruz hem de evhanımlarının elinde hazırlanmış ‘mantı’ ve ‘karalahana dolması’nın gelmesini bekliyoruz.



 Vodina Caddesi üzerindeki ikinci dereceden tarihi eser olan üç katlı, cumbalı, klasik Balat mimarisinin örneklerini görebileceğiniz Kültür Evi’nin çok şirin bir bahçesi var.


İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi ve Fatih Belediyesi ile yapılan bir protokolle restore edilerek 2010 yılı şubat ayında Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu’na teslim edilen Kültür Evi’ndeki Cafe Vodina’da evhanımları çalışıyor. Herşey günlük ve taptaze. Hanımlar kahvaltı konusunda iddialılar..




 Ve son durağımız Kültür Evi’nin 100 metre ilerisindeki Hotel Daphnis.


Haliç kıyısında, Fener Rum Patrikhanesi’nin hemen yanında açılan ilk butik otel olan Daphnis, mimar Defne Keskin’in 115 yıllık bir Rum evini aslına uygun olarak restore edip turizme açmasıyla ortaya çıkmış.



Burada taze demlenmiş çay eşliğinde ‘tulumba tatlısı’ yiyoruz. 






Daha görecek çok yer, tadacak pek çok lezzet vardı kuşkusuz ama bu seferlik bu kadardı.

Fener- Balat tarafına yolunuz düşerse siz de bu noktalara uğrayabilir, Tekfur Sarayı, Kariye Müzesi, Fener Rum Erkek Lisesi ve ünlü Kaşıkçı Elmasının tesadüfen bulunduğu Eğri Kapı’yı görebilirsiniz.



Keza ben yağan yağmura rağmen akşamı Cibali Balıkçısı'nda ediyorum.


Yazı ve Fotoğraflar: Hülya Meral