gurme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gurme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Künefeden Tepsi Kebabına, Kerebiç Tatlısından Zahter Salatasına Antakya Sofralarına Yolculuk



Aşkın Kutluğ gezmeyi ve yemeyi kendine yaşam felsefesi edinmiş, güçlü bir damak zevki olan ve seyahat ederek farklı lezzetler tatmayı keyif haline dönüştürmüş isimlerden. Kendisiyle Gurmebüs'ün Sirkeci gezisinde tanışmıştık. Geçtiğimiz haftalarda Antakya'ya bir seyahat gerçekleştiren Aşkın, facebook'ta damağına düşkün olanların kıskanacağı cinsten o kadar çok yemek fotoğrafı paylaştı ki, görenlerin kalkıp gitmemesi mümkün değil. Kendisiyle hem Antakya'yı hem de deneyimlediği yöresel lezzetleri konuştuk.


- Biliyorum ki çok seyahat ediyorsun ve bu seyahatlerde 'yemek' önemli ve özel bir yer tutuyor.  Farklı lezzetleri denemek işin keyifli yanı. Nasıl oluştu Antakya'ya gitme fikri?

Antakya'ya seyahat hep aklımda olan birşeydi. İki arkadaşımı da yanıma alarak isteğimi gerçekleştirdim.
 
- Şehrin doğası, insanı, kimyası nasıl? 

Antakya'nın doğası ve bitki örtüsü  beni çok etkiledi. Asi Nehri tek tük kalmış yöresel Antakya evlerini tamamlıyor bana göre. 


Havaalanı çok uygun bir bölgeye yapılmış. İskenderun ve Antakya arasına. İki tarafa da hizmet ediyor. Biz de her iki şehri görme fırsatı bulduk. Ayrı dinlerden  ve milletlerden oluşmuş  bölgede, hoşgörüyü her an hissedebiliyorsunuz. İnsanlar çok candan. Bir adres sorun farkı hemen anlıyorsunuz.

- Antakya ve çevresini ne ile gezdiniz, araba mı kiraladın, toplu ulaşımla her yere ulaşmak mümkün mü? Gitmeyi düşünenler için ne önerirsin?
 
Araba kiraladık. Toplu ulaşımı denemedik. Belki şehiriçinden turlarla bazı bölgelere gidilebilir. Dönemine göre önceden araştırılıp da gidilmeli.
 
- Şehrin nerelerini görme şansın oldu? 

Gezilecek yerler arasında ilk sırada Uzun Çarşı var, adeta yıllar öncesine götürüyor sizi. Camilerin özel minareleri tahta işlemelerle  çevrelenmiş, fark yaratıyor. Merkezde kiliseler, camiler, sinagoglar çok özellikli ve kişilikli yapılardan.


 
35 haneli Vakıflı Ermeni köyü'ne de gittik. Türkiye'deki doğası bozulmamış nadir köylerden. Organik tarımıyla önem kazanmış. 


 
Harbiye Şelaleleri doğal güzellikler açısından muhteşem.
 
Çevlik'te Musa çınarı 30 metre çapında bir yapı, muhakkak görülmeli. Yöresel taş evler gezilmeli. Dünyada uzunluk olarak sıralamada olan Çevlik plajının sahili etkileyici.
 
Antakya'ya gitmeden önce Titus tünelinin tarihi mutlaka okunmalı ve tünel görülmeli. 


- Yediğin içtiğin senin olsun :) Küçük bir gurme turuydu seninkisi. Künefeden, humusa, kebaptan lagosa Antakya mutfağının zengin tabaklarını tatma şansı buldun. Antakya mutfağı denince akla ilk olarak hangi yemekler, lezzetler gelmeli? 
 
Sabah kahvaltısında Uzun Çarşı'daki odun ateşinde pişen acılı peynirli (çökelek) Pide, çayla beraber güzel gidiyor. Özel lezzetlerden kurabiye üstüne konarak yenen Kerebiç Tatlısı da çarşıya özel.



Pöç Kasabında denediğimiz, yöresel etlerden yapılmış bıçak kıymasıyla çekilen Tepsi Kebabı kaçırılmamalı. 



Kağıt Kebabı, Zahter (Antakya'ya özgü kekik) salatası,


 Muhammara, 


çökelek sac oruğu,


 Humus yöresel lezzetleri.

Çevlik'teki ünlü Çınaraltı Restoran'da Pala Yücel'in Çökelekli biberli odun ateşinde tandırda pişen hamur işleri ayranla tadılmalı.



Affan kahvesi'nde Tahmis çay bardağında kahve içimi özellikli.



Haytalı Tatlısı,



diğer tatlılar ve hamurişleri çok lezizdi.

Yine merkezde Dönerci Tacettin Usta  salçalanmış, lavaş üzeri döneri bizzat kendisi hazırlıyor.
Yalnız gitmeden bir gün önce yer ayırtmanız lazım. Vali bile olsanız rezervasyon olmadan giremiyorsunuz. O kadar planlı ki saat detayında rezervasyon yapılıyor.



Harbiye şelaleleri'ndeki Boğaziçi Restoran'da Antakya mezeleri ve Tavuk şato (4 kişilik hazırlanıyor) ya da tavuk-et ızgara çeşitleri denenebilir. Mangalda tavuk ızgara çok lezzetli.
 
Antakya otosanayi'de Çayırcılar Lokantası şahane kuru bakla humus yapıyor. Bu yerel lezzet için kuru bakla, geceden sabaha kadar odun ateşinde humus haline dönüşmesi için pişiriliyor. Daha sonra gençliğinde Antakya güreş şampiyonu olan Pehlivan Usta'nın elinde damakta lezzet patlamaları yaratacak hale getiriliyor.


 
Eski otogar Luna Tatlıcısı'nda sıcak sıcak Antakya hamur tatlıları,

 
züngül, taş kadayıf (yağda kızarıyor), turunç tatlısı, kireçte sertleştirilmiş kabak tatlısı insanın önce gözünü sonra damağını şenlendiriyor.


 
- Antakya'yı biz en çok Künefe ile biliriz. Nerelerde künefe denedin? İstanbul'da yediklerimizden farklı mıydı? Sırrı nerede saklı?


​Yerel sütün aroması farklı olduğu için künefe peyniri ve tereyağı fark yaratıyor. Antakya merkezdeki Kral Künefe'nin Dondurmalı Künefesi kaçırılmaması gereken bir lezzet. Yusuf Usta'nın Uzun Çarşı içindeki odun ateşinde pişen Künefesi ise listenizde olması gereken ünlü bir mekan.

 
- Antakya ve İskenderun'un yöresel tatları saymakla bitmiyor, peki 'İçli köfte Oruk' tadabildin mi?

Evet, Antaki Restoran'da yapılan oruk'u özellikle tavsiye ederim. Ayrıca alkol servisi de var.

- Gitmişken İskenderun'u da gördük dedin, orada deneyimlediğin, ağız sulandıran yemekler nelerdi?

İskenderun Petek Pastanesi özel tatlılarıyla, en çok da künefesiye muhteşem. 


İskenderun Şirinyer Restoran'ın bu denize özgü lagos balığı, 


İskenderun jumbo karidesi ve 


kalamar  tadımı yapılmalı.
 
- En çok hangi lezzetini beğendin Antakya'nın?

Söylediğim tüm lezettleri.. Ayırt edemiyorum :) 


 
- Bana Antakya'yı ziyaret eden dostlarım onlarca çeşit peynir, narekşisi ve kutu kutu künefe getirir. Fiyatlar nasıl? Alışverişe değer mi?
 
Fiyatlar İstanbul'a göre çok uygun. Alışveriş yapılabilir. Ancak kargoyla isteyince pahalıya geliyor.


 
- Son olarak biliyorum ki pekçok kişi Antakya'nın lezzetlerini tatmak hem de coğrafyasını görmek, yüzyıllardır pekçok kültürden beslenmiş Asi Nehri'ni, Uzunçarşı'yı, Çevlik'i ziyaret etmek istiyor ancak Suriye'deki sıcak savaş durumu onları bu fikirlerinden alıkoyuyor. Sen oradayken rahat gezebildin mi? Şehrin içinde herhangi bir tehlike söz konusu mu?

Tehlike kesinlikle yok. Ancak biz doğu tarafına gitmedik. Batı ve güney taraflarını dolaştık. Gitmek isteyenlere şiddetle öneririm.

Teşekkürler Aşkın.

Haliç'in Lezzet Everest'i : Cibalikapı Balıkçısı


Her şey Asmalımescit’te başladı.

Yemeğin en tatlı yeriydi ama  meze tabağına uzanmak istemedi elim. Neden yemiyorsun diye soranlara ‘ana yemeği bekliyorum’ deyip geçiştiriyordum ki  her seferinde  biri diğerinin aynısı olan mezeleri yediğimizi, balıkçıların ve meyhanelerin gitgide fast food zincirleri gibi standardın dışına pek çıkmadığını, aynı isimdeki mezeler etrafında döndüklerini fark ettim. Belki bizler de alışkanlıktan olsa gerek genelde hep alışılageldik yemekleri ve mezeleri söylüyorduk.

Derken arkadaş grubumla Asmalımescit’ten ve Çiçek Pasajı'ndan sıkılmaya başladığımızı fark ettik  ve yeni yer arayışımız bizi Balat’taki Cibalikapı Balıkçısı’na itti. Biz onlar için yeniydik ama onlar 2001’den beri pek çok misafir ağırlamışlardı, müdavimleri saymakla bitmezdi.

Aman dikkat et, kapıda Cibalikapı Balıkçısı yazacak

Restoranın işletmecisi Behzat Şahin’in her sayfasında emeği olan, 'Cibalikapı Balıkçısı’ndan' isimli kitabının çıktığını öğrenince hem kitabın hikayesini dinlemek hem de lezzet yolculuğuna çıkmak için Haliç’e doğru yola koyuldum.



Benden önce restorana varan arkadaşım kapının önünde olduğumu öğrenince ‘aman dikkat et kapıda Cibalikapı Balıkçısı yazacak, Cibali yazan başka bir yerdeysen hemen  geri yürü’ diye uyarıyor. Meğer aynı isimde birkaç restoran daha açılmış son yıllarda.

Oturdukça otur sohbeti koyulaştır

Yavaş yavaş çıkıyorum merdivenlerden. Rustik tarzda döşenmiş mütevazı, oturdukça otur, sohbeti koyulaştır hissiyatı veren Haliç manzaralı sandalye ve masalarında, akşam yemeğini yiyen küçük gruplar, çiftler, misafirlerini ağırlayanlar..ve en üst katındayım. Her katı 25 metrekare olan restoranın üst katı yazın bu dayanılmaz sıcağında püfür püfür esiyor.

'Herkes Boğaz’da veya Asmalımescit’te restoran açarken siz neden burayı tercih ettiniz' soruma önce gülerek ‘parasızlıktan’ cevabını veren Behzat Şahin sonra hikayesini anlatıyor.

Tam 18 yıl çeşitli kademelerde emek verdiği  gazetecilik mesleğini biraz da 2001 döneminin koşulları dolayısıyla bırakıyor. Tazminatını alıp kendine 6 aylık bir tatil veriyor, ‘ne yapacağıma sonra karar vereceğim’ diyerek geçirdiği süreçte evine gelen arkadaşlarına şahane yemekler hazırladığını fark edip bu fikri geliştiriyor ve yeme içme işine girmeye karar veriyor. 

Dolar, mark, altın kimde ne varsa el koydum

‘Para yoktu, sadece bu işi aklımın yettiğince en iyi şekilde yapacağıma olan inancım vardı. Dolar, mark, altın kimde ne varsa el koydum.’ diye gülümseyerek anlatıyor şimdi.  




Yer aramalar başlıyor, önce Beyazıt’a karar veriyor, yolda giderken  tesadüfen eski Meydan Restoran’ın (şimdiki Cibalikapı Balıkçısı) önünden geçerken kiralık tabelasını görüp binanın içine giriyor ve gezdikçe Şahin’in zihninde kıpırdanmalar başlıyor.

‘Girişteki tuvaletin kapısı mutfağa açılıyordu, zemin kattaki halıların rengi pislikten anlaşılmıyordu.  Neon lambalar, küçüçük alanda saz heyeti  ve ses sanatçısı için sahne yükseltisi vardı.’ diye anlatınca şimdiki haline inanamıyorum. Nihayetinde burayı kiralamaya karar veriyor, arkadaşları ‘kervan yolda düzülür’ deyip eşe dosta haber salıyor.

Bir anda o kadar çok rağbet görüyor ki  keza artık randevusuz içeri girmek nerdeyse imkansız hale geliyor. En önemlisi de  bunu yıllardır istikrarlı şekilde sürdürmeyi başarıyor. 2004’te Moda’daki şubeyi açmak zorunda kalıyor.

İşini doğru yaparsan, insanlar gelip seni bulur

"İşini doğru yaparsan, insanlar gelip seni bulur” düsturuyla Türkiye’nin dört bir yanında hep malzemenin en iyisi, en temizi, en kalitelisini aradım. Zeytinyağını 4 kuşaktır zeytinyağı üreten Müderriszade ailesinden, zeytini Ayvalıklı Hasan Amcayla Nazlı Hanım’dan, tahini Tarsus’tan getirdim diyen Şahin bir anda bu kadar müdavimi olmasını fısıltı gazetesine bağlıyor.




Nitekim İstanbul ve diğer şehirlerden gelen misafirlerin yanısıra pek çok ülkeden restorandaki lezzetleri tatmaya gelen gurmeler var, hatta birkaç uluslararası yayında yer almışlar, şimdilerde gurme turizminin İstanbul’daki ayaklarından biri olmuşlar.

Cibalikapı Balıkçısı’nın mutfağı aslolarak Ege, Akdeniz ve İstanbul yemeklerinden oluşuyor. Otlardan mezelere, balıktan tatlılara 150-200 çeşit Rum, Ermeni, Musevi, Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Balkan lezzetini tadabiliyorsunuz.




Hong Kong’tan Newyork’a kilometreler kat ediyor

Misafirlerimizin aklını karıştırmamak için mevsimine göre 15-20 çeşitle sınırlıyoruz diyen Behzat Şahin, restoranın mutfağını zenginleştirmek, restoranın menüsüne yeni tatlar katabilmek ve değişik tatları restoranın menüsüne adapte edebilmek  için sürekli yemek seyahatlerine çıkıyor, Hong Kong’tan Newyork’a kilometreler kat ediyor.

Cibalikapı Balıkçısı'ndan kitabı için fotoğrafçı arayışı

Behzat Şahin, Cibalikapı Balıkçısı’ndan kitabını hazırlarken yemeklerin fotoğraflarını çekmesi için bir fotoğrafçı arayışına giriyor ancak mezeler ve balıklar mevsimine göre değişiklik gösterdiğinden yaklaşık 1 sene sürecek çekim aşamasına kimse yanaşmıyor. İş başa düşüyor.



Bodrum’da yaşayan fotoğraf sanatçısı arkadaşı Enis Umuler’den iki günlük bir yemek fotoğrafçılığı eğitimi alıyor. Modadaki depoda küçük bir stüdyo oluşturuluyor. 55 TL’ye ayaklı halojen lamba alıp zeytinyağı kolisine oturtuyor. Aydınger kağıdıyla da ışığı yumuşatıyor. Bu tamamen doğal (!) ortamda 1 sene boyunca çıkan yemekleri fotoğraflıyor.

Üniversitede stüdyo fotoğrafçılığı üzerine yaptığımız denemelerde elmayı parlak göstermek için sıvıyağ veya makine yağı, yemeği parlak göstermek için de vernik kullanılırdı. Şahin hiçbir hileye başvurmadan yemekleri olduğu gibi doğal renkleriyle, sipariş sahibinin önüne gelmeden önce çektiğini belirtiyor.

Tedarikçilerle röportajlar


Kitapta görüntülediği yemek fotoğraflarının yanı sıra zeytin, zeytinyağı, balık, ot, peynir, turşu aldığı tedarikçilerin yaşadığı şehirlere giderek tedarikçilerle gerçekleştirdiği röportajlara da yer vermiş.

Bu kadar anlatım yeter J Tattığım birkaç lezzetten bahsetmek istiyorum biraz da. (Bundan sonrasını lütfen toksanız okuyunJ Şimdiden uyarmak isterim.s )

Levrekli Kurutulmuş Domates Dolması:

Kurutulmuş domatesi tek başına bile bayılarak yerim, bana pastırma yiyormuşum hissi verir ve özellikle makarnalara çok yakıştığını düşünürüm ama balıkla yan yana hiç düşünmemiştim.

Çok rağbet gören bu meze Roma’da kurulan bir pazarda keşfediliyor. Kavanozlarda satılan Roma’daki  dolmanın içinde tonbalığı kullanılmış. Behzat Şahin’e içeriği yetersiz gelmiş ancak İstanbul’da Cibalikapı şeflerinin yaratıcılığıyla  birleşince levrek kullanılarak muhteşem bir lezzete dönüştürülmüş. Kürdanlarla servis edilir hale getirilmiş bu mezeden tek başıma koca bir tabak yiyebilirdimJ



Cibalikapı Usulü Girit Ezmesi:

Şimdiye kadar yediğim ‘Girit ezme’ sayısını unuttum, dimağımda ve damağımda sadece Cibalikapı’nın lezzeti yer etmiş. Çünkü bu mezede lezzet dengesi önemli bir nokta. Antepfıstığı Ezine peynirinin, peynir kekiğin önüne geçmemeli. Behzat Şahin, evde kahvaltıda ekmeğin üzerine sürerek de tüketebilirsiniz diyor, en kısa zamanda denemem gerekJ



Topik:

Topik, İstanbul Ermenilerinin perhiz yemeklerinden biri. Yedi hafta süren, bu süre boyunca et ve süt ürünleri tüketilmeyen Büyük Perhiz zamanında daha çok zeytinyağlı yemekler hazırlanıyor. Yıllar geçtikçe unutulan bu tat Yedikuleli yazar Takuhi Tovmasyan’ın ‘Sofranız Şen Olsun’ kitabındaki tarif denenerek geliştiriliyor.



Mezenin içinde karamelize edilmiş soğandan tahine, dolmalık fıstıktan tarçına ve nohuta kadar vücut için gerekli tüm gıdaları barındıran malzemeler kullanılmış. Tarçına bayıldığım için en favori mezem (itiraf ediyorum) topik olduJ

Kayakoruğu:

Zeytinyağı, sarımsak, sirke ve limonsuyu ile lezzetlendirilen Kayakoruğu, en protokol meze desem yanlış ifade etmiş olmam, çünkü zatıalleri öyle çarşıda pazarda satılmıyor. Deniz kıyısında, deniz ile kayanın birleştiği yerde, duvarın yüzünden binbir zahmetle toplanıyor. Çok enteresan bir bitki, kökü yok, toprakta yetişmiyor, sadece kayadan çıkıyor. Kışın dalga nereye vurursa orada yetişebiliyor. Ömrü de oldukça kısa, haziran ve temmuzda toplanmazsa kartlaşıyor.




Dolayısıyla temin etmek oldukça güç. Behzat Şahin Mersin’in Tömük beldesinde yaşayan ve geçimini restoranlara kayakoruğu satarak sağlayan Şuayip Yılmaz’dan salamura halinde toptan alıyor çalı türüne giren bu bitkiyi. Senelik 3-4 ton toplanabiliyor ancak pahalı olduğu için her restoran almaya yanaşmayabiliyor.  Kayakoruğu o kadar hafif ki yediğinizin farkına varamayabiliyorsunuz.
Parmesanlı Midye:
Parmesan peyniri, dereotu, maydonoz, sarımsak,taze soğan, karabiber ve zeytinyağının birlikteliğinden oluşan muhteşem bir aile. Damağınıza şenlik bir tat.



Cibalikapı Tatlısı:

Bana koca bir kuzu çevirseniz bu tatlıya tercih ederdim! Masaya ilk geldiğinde klasik balık sonrası yenen sıcak helva sanmıştım. Fena halde yanılmışım..Tahin ve üzüm pekmezi çömlekte karıştırılıp üzerine  rendelenmiş elma, portakal kabuğu, tarçın ve nar taneleri serpiştirilerek fırına verilmiş. Üzeri kızardıktan sonra bol fıstık ve cevizle taçlandırılıp kaymaklı dondurma konarak damakların Everest’i haline büründürülmüş. Sıcak tahin duyu noktalarınıza eriştikçe ne demek istediğimi anlayacaksınız..




Satsuma (Bodrum Mandalinası) Likörü:

Özünde yeşil bodrum mandalinası var. Meyvenin henüz olgunlaşmadığı temmuz-ağustos aylarında toplanarak yapılıyor. Yapımı hem kolay hem zor. Meyveden çıkan şurubun 3 kez tülbentten geçirilmesi gerekiyor ki mandalina kabuğundan kopan parçalar liköre sızmasın. Bu likörü içmeyi  yediklerimden şiştiğim gerekçesiyle önce reddetmiştim ama şimdi iyi ki denemişim diyorum.




İyi ki denedim diyenlerden biri daha var.. J ABD Başkanı Obama’nın sağlık reformlarının danışmanı Ezekiel J. Emanuel’in Cibalikapı Balıkçısı’nda içerek Atlantic Food Channel internet sitesinde yaptığı yorum şöyle: ‘Homeros’un destanlarında bahsettiği, tanrıların içeceği ambrosia gibi.’



Tüm bu tatları denemek, farklı bir lezzet yolculuğuna çıkmak, şu ana kadar yediğiniz tatlara bir renk daha katmak istiyorsanız bir akşam Cibalikapı Balıkçısı’na uğrayın. Pişman olmayacaksınız..:)

Unutmadan; İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Cibalikapı Balıkçısı’ndan kitabının en son sayfasında sürpriz bir Rembetiko CD’si var kiii mutlaka dinlemenizi öneririm.



Yazı: Hülya Meral
Fotoğraflar: Behzat Şahin


twitter.com/hulyameral
Facebook: Hülya'nın Valizi
hulya_meral@hotmail.com

















KARAKÖY'DE SANAT, TARİH VE DAMAK TADI BİRARADA


Karaköy ve Tophane semti yıllardır sessizce vakurunu koruyor ve kıpırdamadan kendisini uyandıracak prensi bekliyordu. Ne zaman ki İstanbul Modern ismiyle 17 yıllık proje Aralık 2004’te 4 numaralı Gümrük Antreposu'nda tamamlandı işte o zaman Karaköy ve civarı uykusundan uyandı. İstanbul Modern ismiyle uluslararası bir ortam yaratıldı ve burası dünyanın her yerinden sanatseverleri ağırlayan modern sanatın merkezi haline geldi.

Özel sektörün öncülüğünde kurulan ilk modern sanat müzesi İstanbul Modern, kısa zamanda özellikle gençler için bir çekim merkezi artık. İnteraktif etkinliklerden sergi salonlarına video alanından kütüphane ve sinemasına derken yaratmaya ve üretmeye meyilli herkesi tek çatı altına toplayıp sosyal bir platform oluşturdu.

İstanbul Modern ile hareketlenen semt, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi içindeki Tophane-i Amire’de düzenlenen sergilerle ve firmaların özel gecelerine evsahipliğiyle daha çok ziyaret edilir hale geldi.

 

Ben de bitmeden yakalayıp Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki Tophane-i Amire’de sergilenen Sürrealist sanatçı Salvador Dali'nin, "İlahi Komedya", "Sürrealizm İzleri", "Gala ile Akşam Yemeği" adlı sergisini görmek için bir program yaptım kendime.

Yıllarca bakımsızlıktan bitap düşmüş şimdilerde yeniden canlanan Galata Köprüsü’nden başlayıp İstanbul Modern’in bahçesinde bitirdim günübirlik gezimi. İtiraf edeyim, Karaköy’ü yeniden koklamak çok iyi geldi.



Sabah kahvaltısı için ilk durağım Galata Köprüsü altındaki Zeno idi. Köprü’nün üstünden sarkıtılmış onlarca oltanın altından geçerek köprü altındaki Zeno’ya geliyorum. Mekan akşamları balık servis ediyor, bazı akşamlar canlı müzik de oluyor. Asıl kalabalık çekildikten sonra yerini sabah sakinliğine bırakıyor. Balık tutmayı hobi edinmiş insanlar sabahın erken saatlerinde yerlerini almışlar. Sabırla balığın oltaya gelmesini bekliyorlar.
 




Zeno’nun kahvaltısı sade ama iştah açan cinsten. Kavurmalı paçanga böreği ve tereyağlı omleti favorim. Karşısındaki Topkapı Sarayı manzaram ve hemen yanındaki Eminönü vapur iskelesine yanaşan, kalkan vapurları izleyerek deniz trafiğinin oluşturduğu gelgitler eşliğinde çayımı yudumluyorum.



Ardından Karaköy İskelesi’ne doğru yürüyüp hemen iskelenin arkasına düşen Yer altı Camii’sini şimdiye kadar hiç görmediğimi fark edip içine giriyorum. İlk kez bir camiiye merdivenle iniyorum ve ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum.

Yapı Horasan tarzı tavan ve kolonlarıyla, mimarisiyle ilgi çekici. Merak edip araştırdığımda şu bilgiler geliyor karşıma..




Rivayete göre Camii, Bizanslıların yaptığı ve yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Kastelion kalesinin zindanıymış. Kastelion Kalesinin altındaki bu kolonlarla, sirkeci arasında bağlanan zincirle gemilerin Haliç'e girmesi engelleniyormuş.. İstanbul’un Osmanlıların himayesine geçmesi ile silah cephanesi olarak kullanılmış. Camii o yıllarda kurşunlu mahzen camii adıyla anılıyormuş.. Bugün camii içerisinde zindana defnedilmiş Sahabe-i Kiram’dan Amr bin As, Vehb bin Hüseyra, Sufyan İbni Uyeyne’ye ait olduğuna inanılan türbeler var.







Yer altı Camii’sini dümdüz takip edip ilerlediğimde köşede Namlı Gurme’deki izdihamı fark edip içeri girme gafletinde bulunuyorum ama artık çok geç. Pastırmaların biri kafamın üzerinden geçerken bir diğer tarafta karakovan balı tartılıyor, diğer yanda hazır soğuk yiyecekler, kutulara konan köy yumurtaları vs ve bu hengamede aralara serpiştirilmiş masalarda keyif yapan insanlar manzaram..Alış ve veriş o kadar hızlı oluyor ki başım dönüyor ve kendimi hemen yanındaki Karaköy Güllüoğlu’na atıyorum.


Namlı Gurme’ye göre sakin ama kalabalık bir ortam var. Bayramlardaki halini düşünemiyorum bile ama Pazar olmasına rağmen dingin havasında biraz dinlenip baklavalarından tadıyorum.

Güllüoğlu'nun hemen yanında Çerkes Kahvaltısı adında bir mekan var. İçeriye girip neler var diye baktığımda aslında bir menü olmadığını, vitrindeki yöresel ve ithal gurme tatlardan kendi damak tadımıza uygun olanların tartılıp veya pişirilip masaya servis edildiğini öğreniyorum. Pek çok semtte yaygınlaştı artık.


Hemen yanındaki Koska her zamanki gibi rengarenk. Helvalar, baklavalar, şekerlemeler, lokumlar, badem ezmeleri, krokanlar derken Alis Harikalar Diyarı'nda gibiyim. Alacaklarımı sepete attıktan sonra üzerine yaprak fıstık boca edilmiş (!) sıcak helvadan denemek istiyorum.

Şekeriniz varsa aman dikkat, enerji deposu olduğu gibi şekeri olanlar için tadımlık yenmesinde fayda var. Turistler sepetlerini hediyelik lokumlarla dolduruyor.




Koska'dan çıkıp Tophane-i Amire'ye doğru ilerliyorum. Kemankeş Caddesi üzerindeki Fransız Geçidi’nden hiç geçmemiştim. Geçidin girişindeki Bej Kahve’yi de gelecek sefer denenecekler listesine ekliyorum. Keza dışarıdan hoş bir ambiyansı olduğu izlenimini ediniyorum.

Tophane-i Amire’de bilet kuyruğu içerden başlamış caddeye kadar inmek üzere. Serginin son haftası olduğu için yığılma olmuş, özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin ilgisi büyük ve nihayet eserleri görmeyi başarabiliyorum. Bir esere aynı anda 3 kişi bakabiliyor olsak da keyifliydi, zihin açıcı ve şaşırtıcıydı.


2 sene önce Sabancı Müzesi’ne gelen eserleri hem daha fazlaydı ve katlara yayılmıştı hem de dünyaca bilindik eserlerdi ama gördüklerim de diğerleri kadar değerliydi. Çıkışta 5 yaşında olduğunu tahmin ettiğim küçük bir kızın Sürrealizmi ve Dali’yi annesine yetişkin bir insan gibi anlatışını ve yorumlayışını izlemek harikaydı..

Tophane-i Amire’den çıkıp kendimi karşısındaki İstanbul Modern'de Van Gogh sırasında buluyorum ancak o kadar uzun bir kuyruk var ve hava o kadar soğuk ki ertelemek zorunda kalıyorum. En güzeli bugünlük geziyi Tophane'deki kafelerden birinde nargile kokuları eşliğinde noktalamak. İstanbul Modern’in buradaki kafeleri de modernleştirdiğini eklemeden geçemeyeceğim.
 
Karaköy şüphesiz pek çoğumuzun zihninde bankalarıyla yer etmiş en eski ticaret merkezlerinden biri. Daha gezecek, görecek pek çok yer vardı. Salt Galata içindeki Garanti Bankası tarafından kurulmuş, geçtiğimiz yıllarda Bir İstanbul Masalı dizisinin çekimlerinde değerlendirilmiş Osmanlı Bankası Müzesi gelecek sefer daha uzun bir zaman diliminde ziyaret etmek istediğim diğer nokta.

Belirtmekte fayda var. Balıkçı malzemelerinden outdoor kıyafet ve aksesuarlara, dalış malzemelerine kadar pek çok seçenekle dolu mağazaları da yine Karaköy'de bulabilirsiniz.

 
Bol keyifler..

 

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: HÜLYA MERAL

https://twitter.com/hulyameral