taxim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
taxim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TAKSİM GEZİ PARKI VE BİRİKİM

Ben bu yazıyı Londra’nın bir köşesinden yazarken dün geceden beri Taksim Gezi Parkı ile başlayan, parkın yerine AVM yapılmasını protesto eden ve protestoculara ‘sert’ şiddet uygulayıp biber gazı sıkan polisin ve buna ek olarak ortalığı duman eden provakatörlerin süregelen çatışması sürüyor. 



Polis müdaheleyi durdurduk dese de Başbakan’ın 3 gündür ikamet ettiği Dolmabahçe’deki konutunun semti Beşiktaş’ta, olaylar tüm hızıyla yayılmaya, körüklenmeye devam ediyor. Toma’lar halkın üzerine yürüyor, halk ise polise karşı kaldırım taşlarını söküp barikat kuruyor..


Gezi Parkı, dün akşamüstüne kadar, yani polis müdahalesinden önce, son derece sessiz bir parktı. Bir süre önce alınan Park’ın yıkım kararının açıklanmasından sonra, 2-3 aydır birkaç sanatçının ‘park’, ‘doğa’, ‘doğanın simgesi’ adıyla twitterda anımsattığı, birkaç doğa gönüllüsü sivil toplum kuruluşu ile parkın bir köşesinde sessizce yıkımın protesto edildiği ‘insancıl’ bir alandı.



Dün gece twitter’da ne var ne yok diye baktığım an, hele ki ‘Türk Baharı’ tümcesini gördüğüm an yıkıldığım andı. Özetle; polis protestoculara saldırmıştı, Taksim yerle bir olmuştu ama hiçbir televizyon kanalında görüntü ve haber verilmiyor, sadece Halktv ve bir Norveç kanalı canlı yayın yapıyordu. 



Sosyal medyada örgütlenen ve birbirinden haber alabilenler konuyla ilgili bilgi sahibi olabiliyordu. (Bir an George Orwell’ın 1984 kitabını anımsadım..) Elbette bir yığın asparagas haber de yayılıp durumu körükledikçe körüklüyordu.



Çıkan hengamede yakılan yıkılan dükkanlardan, biber gazından zarar gören çocuk ve yaşlılardan, görevini yapmaya çalışırken yaralanan basın mensubu arkadaşlarımızdan sosyal medya aracılığıyla haberdar olabildik.

Hürriyet Gazetesi fotomuhabiri Selçuk Şamiloğlu

Nitekim bugün itibariyle olaylar ve protestolar Hatay’dan İzmir’e, Ankara’dan Samsun’a Türkiye’nin pek çok şehrine ve Avrupa’ya yayılmış durumda. Son aldığım ve henüz teyit edemediğim habere göre polis yürüyüş yapanları ABD ordusunun Vietnam savaşı’nda kullandığı portakal gazı ile püskürtmeye başlamış.


Gezi Parkı ve birikim


Birkaç saat öncesinde Londra’da yaşayan Avrupalı, Ortadoğulu, Asyalı arkadaşlarıma Türkiye’yi, İstanbul’u, Taksim’i anlata öve bitiremezken ve gözlerinde canlandırdıkları bu büyülü resmi bir de yerinde görmeleri gerektiğini salık verirken, twitterda okuduklarımdan ve İngiliz televizyonlarını izledikten sonra yaşadığım hayal kırıklığını kelimeye dökmek çok zor.



Meselenin sadece Taksim’in göbeğindeki tek yeşil alan olan Gezi Parkı’nın yıkılması ve yerine kurulacak AVM-Rezidans projesi olmadığı çok açık. Birincisi halk, son aylarda yersiz ve haksız yere konan ve kişinin kendi şahsını ve hayatını ilgilendiren yasaklara, Reyhanlı’daki kayıplara, çocukluğundan itibaren kutlayarak yetiştiği ‘resmi bayram’ların kutlanmasının yasaklanmasına, okul kitaplarından çıkarılan Atatürk resmi yerine konan Başbakan’ın fotoğrafına, resmi kurumların isimlerinin başındaki  T.C. ibaresinin kaldırılması ve tartışmalarına ve daha pek çok anlamsız uygulamanın bütününe tepkiliydi.



İkincisi; amaçları sadece parkın yıkımını protesto eden sessiz kalabalığın çadırlarının kaldırılıp, karşı çıkanlara biber gazı sıkılması ve ‘sert’ şiddet gösterilmesiydi. Bana göre ise referandum sonucundan bugüne kadar alınan tek taraflı kararlar sonucu biriken sabır taşının çatlamasıydı. Nasıl ki komşunuzun oğlu kardeşinizin yolunu kesip kardeşinizi dövdüğünde içinize yediremez, komşunun kapısına dikilir hesap sorarsınız, bugün Türk halkı da AKP’ye hesap soruyor..


İngiltere’de yabancı arkadaşlarımla ülkelerin siyasetinden konuştuğumuzda bana Avrupa’nın krizle savaşırken ve krizin yarattığı işsizliğin onları İngiltere’ye çalışmak ve iş bulmak için göçe zorladığını vurgularken, Türkiye’nin krizden hiç etkilenmediğini ve yükselen yıldızının gelecek vaad ettiğini söylüyorlar.


Konu günlük hayata geldiğinde, ülkemde yaşanan alkol yasaklarından, sosyal hayattaki kısıtlamalardan, medyanın istediğini söyleyemediği, yazamadığı bir ortamda gazetecilik yapmaya çalıştığından, %50 seçimle hükümet eden yönetimin ülkenin diğer %50’sini hiçe saydığından ve konservatif bakış açısıyla, kendilerine oy verenlerin fikirlerini ve bu kesimi memnun edeceklerini düşündükleri kararları aldıklarını ve bu temeli dine dayalı bir sistemle oturttuklarından bahsettiğimde gözlerinde başka bir Türkiye canlanıyor.


İtiraz noktası halkın kişisel hayatına müdahale edildiğinde başlıyor


Türkiye’nin ekonomik açıdan çok hareketli bir coğrafyada olduğunu, Ortadoğu’dan giren sıcak paranın ülke ekonomisini şaha kaldırdığını ve sürekli tüketen genç ve çalışan nüfusun sağladığı canlı ekonominin pek yok yabancı yatırımcının ilgisini çektiğini inkar edemeyiz. Ekonomi alsın yürüsün, buna kimsenin itirazı yok.


İtiraz noktası halkın kişisel hayatına müdahale edildiğinde başlıyor. Örnek üzerinden gidecek olursak, İngiltere’de David Cameron alkolün belli bir saatten sonra satışını yasak ediyor ama ‘istediğin mekanda gidip içebilirsin, bunun sorumluluğu mekan sahibinindir’ diyor. Başbakanımız ise bunu yanlış yorumlayıp, yanlış olduğunu düşündüğüm kararlara dönüştürüp apaçık kutuplaşmalara sebep oluyor.


Yine İngiltere’de halkın büyük çoğunluğunun zamanını geçirdiği parkların hiçbirine, mesela Londra’daki Hyde Park’a, Regents Park’a, Greenwich’e, St. James Park’a ne gerek var, yıkalım rezidans yapalım denmiyor. Rezidanslar şehrin merkezinde belli bir bölgede, şehrin siluetini bozmayacak şekilde inşa ediliyor. 

Regents Park- Londra
Oxford Street’teki mağazaları saymazsam Londra’nın göbeğinde AVM bile görmedim diyebilirim. Outlet centerlar da şehre 45 dakika uzaklıkta planlanmış. (Bizdeyse genellikle nerde konut varsa oraya birkaç AVM inşa edelim zihniyetiyle ilerliyoruz) Yeşil alan miktarı çarpıcı büyüklükte olmasına rağmen insanların sporunu yaptığı, köpeğini gezdirdiği, yeşilinde uzanıp kitabını okuduğu, güneşlendiği bu alanlara dokunma fikri hiçbir egoya, hırsa ulaşamıyor.

Olayları an be an izleyen yabancı basının yanı sıra politik çevrelerde de Türkiye dikkatle izleniyor. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın bugün twitter hesabından yaptığı açıklamada ‘Türkiye'deki yetkilileri itidale ve gelişigüzel biber gazı kullanmamaya çağırıyoruz’ denilerek "Her demokratik toplumda temel olan barışçı gösteri ve toplantı özgürlüğüne saygı göstermeleri" istendi.


Tüm bu birikim, bugün Taksim’de, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de ve İstanbul’un ve Türkiye’nin pek çok şehrinde iki gündür izlediğimiz olaylarla bütünleşti ve şimdi somut olarak önümüzde. ‘Üç maymun’u oynamak artık çok yersiz.



Kurtuluş savaşı’nı sırt sırta vererek birlikte kazanmış, bütün olmuş, ötekinin gücünden güç almış milli bir ruhun, bu kadar bölünebileceğine, kutuplaşıp sen-ben-öteki olabileceğine, inanmıyorum, inanmak istemiyorum. Bazı üslup bilmeyen siyasilerin bu kadar olay sonrasında twitterdan ‘sizi bir kaşık suda boğarız ama demokrasiye inanıyoruz’ gibi kendisine oy vermeyen %50’yi ötekileştiren, galeyana getiren söylemlerini çok seviyesiz buluyorum.


Ülke olarak tek sorunumuz yaşadığımız her sosyal ve siyasal sorunda oldu gibi karşılıklı oturup tartışma- konuşma zemini oluşturamamamız ve bir türlü hakkından gelemediğimiz ‘birbirimize karşı engellenemez önyargımız’..Ortak paydada buluşmak ve ‘birbirimizi anlamak’ yerine kapı komşumuza bile ‘öteki’ diye bir ‘merhaba’yı esirgememiz..


Taksim Gezi Parkı bir birikimin eyleme dönüşmüş haliydi ve bence Türkiye için bir dönüm noktası (turning point) idi. Dilerim bugünden sonra olanları sadece bir ‘park’ olarak algılamaktan vazgeçer meselenin aslına inip ekonomik istikrar kadar ‘halkın ruhi istikrar’ını sağlamaya yönelik doğru adımlar atarız.


Hülya Meral



Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi ve Şeylerin Masumiyeti



Kaş’taki otelin küçük bekleme salonunun kitaplığında gözüme takılan ilk kitaptı Masumiyet Müzesi. İtiraf ediyorum, merak etmeme rağmen Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un bir türlü ilerlemeyen Kar romanını referans alarak bir daha Orhan Pamuk kitabı okumayacağıma kanaat getirip kitapçılarda göz göze gelmemeye gayret ettiğim kitaptı. Kaş’ta yeniden karşıma çıkıverdi..

Yanıma okuyacak bir şeyler  almayı unutunca ucundan ucundan başlayıverdiğim ve yine içten içe ‘Bu kitap ilerlemiyor yahu’ diyerek sayfalarını çevirdiğim Masumiyet Müzesi tatilde bitmeyince döner dönmez ilk işim soluğu bir kitapçıda almak oldu.
1970’lerin sonu 80’lerin başında roman kahramanları Kemal ile Füsun’un hüzünle biten aşk hikayesini anlatan kitap, sadece bir aşk hikayesi olarak okunamayacak kadar ince işlenmiş sosyolojik bir içeriğe sahip.

Masumiyet Müzesi sayfalar ilerledikçe Fuaye Lokantası’na, Merhamet Apartmanı’na, ilk Türk meyveli gazozu Meltem’e, Beyoğlu’nun sinemalarına, Çukurcuma Yokuşu’na,  Cihangir ve Tophane’nin parke taşı kaplı sokaklarına, Nişantaşı’na, Osmanbey’e, Şanzelize Butik’e dokundu. Satır aralarında insan ruhunun derinlerine indi, bazen aşk acısını elle tutulur hale getirdi..


Ardından başkahramanımız Kemal’in kısmen Füsun’u, sonrasında babasını kaybedişiyle değişen, aslında durakalan kırık hayatını, birikenleri, aşk acısını dindirmek için biriktirdiklerini anlattı. Bir yerden sonra muhteşem kurgusuyla akmaya başladı.


Romanın sonunda bir harita var. Bu harita bitmesini merakla beklediğim, romanla aynı ismi taşıyan ve 28 Nisan 2012'de ziyarete açılmış Masumiyet Müzesi'ne yani eski Brükner Apartmanı’na ait.


Pamuk’un on yıldan fazla bir süredir bitirmeye çabaladığı, içinde binlerce koleksiyon parçasının yer aldığı 1897 yılında inşa edilmiş bina, şimdiki Masumiyet Müzesi Firuzağa Mahallesi Çukurcuma’da. Pamuk’un binayla hikayeyi birleştirip hayata geçirdiği, çok önemsediği ve yıllarını verdiği bir proje ayrıca.


Orhan Pamuk, romanın başkahramanı Kemal Bey’in dilinden ‘Gerçek müzeler, Zaman’ın Mekan’a dönüştüğü yerlerdir. ‘ diyor kitabında.
Müzede neler mi göreceksiniz?

Eski İstanbul fotoğrafları, film afişleri, kartpostallar, eski gazete sayfaları, lokanta menüleri, ilaç kutuları, eski lambalar, oyuncaklar, kapı kulpları, anahtarlar, tuzluklar, biblo köpekler, tokalar, küllükler, cezveler, ütüler, çalar saatler, sinema biletleri, Füsun’a ait, O’nun kullandığı onlarca eşya ve daha pek çok şey..


“Çiklet çiğneyenlere ve öpüşenlere sonsuza kadar açık kalacağı” vaat edilen Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi’ne giriş için kitabın son sayfalarında bulunan yuvarlağı onaylatmanız yeterli. Kitabı edinmediyseniz  tam bilet: 15 TL, öğrenci :10 TL.


Çok ipucu vermek istemiyorum, başkahramanımız Kemal Bey’in şu sözlerini alıntılamak kitaba başlamanız için önayak olabilir.
"Müzemizi gezenler, bir gün bizim hikayemizi öğrenecek ve Füsun’un nasıl biri olduğunu zaten hissedecekler Orhan Bey. Vitrin vitrin, kutu kutu, bütün bu eşyalara bakarken, ziyaretçiler sekiz yıl boyunca akşam yemeklerinde Füsun’u nasıl seyrettiğimi, onun elini, kolunu, gülümseyişini, saçlarının kıvrımını, içtiği sigaranın izmaritini ezişine, kaşlarını çatışına, gülümseyişine, mendillerine, tokalarına, ayakkabılarına, elinde tuttuğu kaşığa, her şeyine ne kadar dikkat ettiğimi görünce, aşkın büyük bir dikkat, büyük bir şefkat olduğunu hissedecekler. Müzemizi gezenler eşyalara baktıkça, Füsun ile benim aşkıma saygı duyacaklar ve kendi hatıralarıyla bizim aşkımızı karşılaştıracaklar.
…Yaşadıklarımı, çektiğim aşk acılarını, Füsun’un çilesini, akşam yemeklerinde göz göze gelip bununla oyalanmamızı, plajlarda, sinemalarda el ele tutuşup mutlu olabilmemizi abartılı bulan gelecek kuşakların müze ziyaretçilerine, bekçiler yaşadığımız her şeyin hakiki olduğunu anlatmalı."


Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi’nden yola çıkarak müzenin onbeş yıllık oluşum sürecinde yaşananları ve kendi hikayesini katalog halinde ayrıca kitap yapmış. Bir dönemin alışkanlıklarını, kullandıkları eşyaları, manzaraları fotoğraflarla betimleyen Şeylerin Masumiyeti isimli kitap, Masumiyet Müzesi gibi İletişim Kitabevi’nden çıkmış.


Müzenin oluşum hikayesini belgesel olarak izlemek isterseniz linkini aşağıda bulabilirsiniz.
İyi seyirler ve okumalar
Yazı: Hülya Meral