izmir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
izmir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Boşnak Böreği, Ribitza, Zelanik ve Potoplika ile İzmir'de Boşnak Yemeklerini Keşfe Çıktım


Boşnak mutfağıyla tanışmam 90'ların ortası, tam da Bosna Savaşı'nın kızıştığı yıllardaydı. İlk Boşnak Tatlısı tecrübem bu döneme denk geliyor. O günden beri denemek için bile olsa yaptığım her tarifin porsiyonunu fazla tutuyorum çünkü boşnak tatlısının lezzeti şahane olmuş ama çabucak bitmişti. 


Yıllar sonra bir gün, uzun süre üzerine pek düşmediğim, hakkında çok da bilgi sahibi olmadığım Boşnak mutfağından devasa, büyüleyici kokan iki koca kutu 'Boşnak Böreği' geliverdi önüme. İzmir'den çalıştığım gazeteye, çalışanları ziyarete gelen dönemin Konak Belediye Başkanı sevgili Hakan Tartan, eliboş gelmemiş, sıcaklığını koruyan Ayşa Boşnak Börekçisi'nin böreklerinden tatmak bana da kısmet olmuştu. 


O güne kadar kolböreği ve talaş böreği hastası olan ben, artık bu böreklerin yanına bir de boşnak böreğini eklemiştim. 3-4 yıl önce evimin yakınında edinemeyeceğim bu böreği yemek için İzmir'e gitmek gerekiyordu. Boşnak bir tanıdığım, komşum da yoktu ne yazık ki.. (Şimdi çok yakınıma Boşnak Börekçisi açıldı, mutluyum, mes'udum :) ) 



Cnntürk'ün Lezzet Durakları programında sevgili Mehmet Yaşin, Ayşa Boşnak Börekçisi'ne gidip boşnak böreğinin nasıl yapıldığını görüntüleyince çekinmedim, hem her bahanede öğrenciliğimin geçtiği bu harika şehri yeniden görme fırsatını yakalamak hem de boşnak böreğini tatmak için İzmir yollarına düştüm.



Alsancak Kültür mahallesinde küçük bir mekanda hizmet veren lokantayı bulmam zor olmadı. Zaten kime sorsam biliyor çünkü börekler pekçok siyasiye, ünlü isme, yemek yazarına damak tadını salmış bile öncesinde, haliyle 'boşnak böreği' şehirde güzel bir üne kavuşmuş. 


Lokantanın işletmecisi Ayşe Karadan. Ailesi 55 yıl önce Bosna'dan Türkiye'ye göç etmiş. Ayşe'nin boşnakçası 'Ayşa'yı kullanmış işletmesine isim verirken. Son 7 yıldır mekanı kardeşleri ve gelinlerinin elbirliğiyle yürüten Ayşe Hanım boşnak böreğinin sırrını, fabrikasyon değil, iki kişinin elde, çekerek, baklava hamurundan da ince bir hamur ile yapılması ve mutlaka zeytinyağı kullanılması olarak açıklıyor. 


Kemeraltı'ndaki ikinci şubesi de oldukça işlek. Geçtiğimiz ay Tarihi Abacıoğlu Hanı'nda 3. şubeyi açmanın haklı gururunu yaşıyor şu günlerde. 


Küçük, aile işletmesi olduğu için de bir o kadar sıcak bu lokantada sadece börek çıkmıyor. Böreğin ıspanaklısından patateslisine, patlıcanlısından balkabaklısına her çeşidi var, bunun yanında her gün başka bir yemek listesi de yıllardır titizlikle takip ediliyor. 


Zeytinyağlılar, ev yemekleri, ege mutfağı, ev baklavası, kabak tatlısı, aşure, ayva tatlısı 


gibi lezzetleri her dönem tatmak mümkün. 


Boşnak mantısı diye tarif edebileceğim 'ribitsa', mısırlı- ıspanaklı bir çeşit tart olan 'zelanik', kuşbaşı et, soğan ve etsuyuyla ıslatılan, boşnak mutfağının zirve lezzeti, tirite benzeyen 'potoplika', 


pilavla servis edilen'büryan', 'terbiyeli şevketibostan' 

bu lokantada deneyebileceğiniz boşnak eli değmiş geleneksel yemeklerden birkaçı.

 
Tadımlık olarak çoğundan denedim, etnik mutfaklara bayıldığım için her birini ayrı ayrı beğendim.

Ne dersiniz? Atlayıp gitmeye değmez mi? 



Kar Altından Damağımıza Yolculuk Eden Çiriş Otu

Semt pazarlarını sabahları dolaşmaya bayılıyorum. Erken saatlerde halden henüz gelmiş olan sebze ve meyvelerin dört bir taraftan burnuma gelen kokusu beni tazeler, satın aldığım sebzelerle o akşam şahane lezzetler ortaya çıkarırım.

Bu hafta tezgahların önünden geçerken şimdiye kadar hiç duymadığım bir koku geldi burnuma. Önce bir çeşit lale soğanı diye düşündüm ama kökü yoktu. Dayanamadım, başka bir tezgahta daha denk gelince satan çocuğa sormadan edemedim. 'Abla bu bizim memlekette, Doğu'daki Bingöl, Bitlis ve yakınındaki illerde, dağların, yaylaların en yüksek yerlinde, karın altında kendiliğinden yetişen 'Çiriş'tir. Bir tek Nisan ayında bulabilirsin, çünkü karlar erirken toplanır.' dedi. 


Daha önce hiç görmediğim bu otun nasıl yapılacağını da sorunca iki şekilde yapabileceğimi öğrendim. 


Öğrencilik yıllarımda İzmir'de yaşarken hem İzmir'in semt pazarlarında hem de Alaçatı'nın, Tire'nin, Seferihisar'ın Ödemiş'in rengarenk, mis kokan tezgahlarının arasında dolanır, dönemine göre radika, şevketibostan, börülce, ısırgan, devetabanı, ebegümeci gibi otları alırdım. Torbalılı komşumun önerileriyle, o ana kadar hiç denemediğim otları, sade ama lezzetli şekilde pişirme tekniklerini öğrenir, İzmir akşamlarında leziz sofralar hazırlar, arkadaşlarımı davet ederdim. Çiğ semizotu ve ıspanak salatasını da enginarı pişirmeyi öğrenmem de o yıllardan kalmadır örneğin. 


Ege'de yetişmeyen 'Çiriş'i duymamış olmam çok normal ama her otu denemeye meraklı damağım, Çiriş için de çeşitli teknikler denememi sağladı.

Aldığım Çiriş'i ikiye böldüm. Yarısı ile zeytinyağında (çok az da tereyağı ile) yuvarlak doğradığım kırmızı soğanları ve kıymayı (kıyma isteğe bağlı) çok az soteledim, yarım kaşık salça koyup çirişleri ekledim. Şöyle bir çevirip kapağını kapattım 5-7 dakika içersinde pişen otların üzerine yumurta kırdım. 



Diğer yarısıyla yine zeytinyağında soğanı çevirip üzerine çirişleri ve bir miktar kişniş ekledim, ardından bir tutam ince bulgur koyup üzerine üç bardak su ekleyip çorba şeklinde hazırladım.



Çiriş'in ıspanak ile pırasa karışımı damakta güzel bir tat bırakan bir lezzeti var ve bence hafif ve besleyici. Özellikle diet yapan ve sürekli aynı sebzeleri tüketmekten sıkılanlar için yeni bir çeşit. Çiriş'i tanelerine ayırıp yıkadıktan sonra buzdolabı poşeti ile dondurucuda saklayıp daha sonra kullanabilirsiniz, ben bir kısmını öyle yaptım. Çünkü Nisan bitince bir daha bu otu bulamayacağım. 

Doğanın bize kendiliğinden verdiği, kar altından damağımıza yolculuk eden bu lezzetli otu denemeye değer. 

Hülya Meral

İZMİR'İN NAZAR BONCUĞU: NAZARKÖY



Nazara inanır mısınız bilmem ama özel günlerde, bebek doğduğunda, düğünlerde, yeni ev veya araba alındığında üzerinde nazar boncuğu taşımanın nazarı ve kötü enerjiyi çektiğine inanan bir gelenekten ve kültürden geliyoruz.
İzmir’in Kemalpaşa ilçesi’ne bağlı bahsetmeden geçemeyeceğim bir köy var ki yıllardır elimize ve gözümüze değen nerdeyse her nazar boncuğu burada üretilmiş.


Asıl ismi Boncukköy olan NAZARKÖY, yemyeşil bitki örtüsü üzerine açmış rengarenk çiçeklerin yarattığı muhteşem görüntünün yanı sıra binbir çeşit nazar boncuğunun eşsiz renkleriyle adeta bir seramoni sunuyor.


Nazarköy’e ulaşım oldukça kolay. Kemalpaşa’ya geldikten sonra 5 kilometre ilerleyip sağa döndüğünüzde köyün meydanında buluyorsunuz kendinizi.

Sıra sıra dizilmiş kütük ev şeklindeki dükkanları geçip Boncuk Kafe’deki boncuk atölyelerine doğru ilerlediğinizde, sabahın erken saatinde boncuk ocağı denen fırının başına oturmuş gün batımına kadar ateşi sönmeden yanacak ocağın etrafında el emeğini sanata dönüştüren, bizi o büyüleyici mavi, beyaz, sarı rengin karışımıyla buluşturan boncuk ustalarıyla karşılaşıyorsunuz.   


Boncukların hammaddesi hurda cam. Ocakta eritilen hurda camlar bir çeşit boya ve kobalt, bakır, kurşun, metel gibi maddelerle karıştırılarak istenen şekil ve tasarım uygulanıyor. Ocağın sürekli aynı ısıda kalması için reçine kullanılıyor. Soğuk kış günlerinde işe yarayan ocağın İzmir’in bunaltıcı sıcağında da durmadan yandığını öğrenince boncukların değeri daha da artıyor gözümde.


Nazarköy’deki boncuk ustalarının ve köy halkının sıkıntısı Çin işi, seri üretim, plastik nazar boncuklarının ucuz maliyeti dolayısıyla daha çok tercih edilir olması ve tek tek üretilen hakiki cam nazar boncuğu siparişinin gitgide azalarak yok olmaya yüz tutması. Şimdilerde iki ocakla ayakta kalmaya çalışan köy halkı hem bu el sanatının yok olmasını hem de küresel ekonomideki değişimin yereldeki etkilerini üzülerek izliyor..
Yazı: Hülya Meral

EGE'NİN PRENSESİ: GAVUR İZMİR

Yareme tuz diye
Yakamoz bastım
Tek şahidim aydı
Aman aman

Bir elimde defne
Bir elimde sevdan
Kalbim Ege'de kaldı


Bu şarkıyı her dinlediğimde zihnimde denize sıfır masalarda kaldırılmış kadehlere eşlik eden kabak çiçeği dolması, acı ot kavurması, papucaki, silkme, radika salatası, domatesli börülce, kirmen kabağı ekşilemesi, haşlama kalamar dolma, ısırgan salatası, deve tabanı otu kavurması, kuzu etli Şevketibotsan, dilbalığı salatası, zeytinyağlı turpotu, ebegümeci dolması, koçinüsto, trança, çiporta, gelincik böreği, zeytinyağlı enginar, incir ıslama, sütlü ebegümeci, kaz ayağı salatası gibi akılalmaz çeşitlilikteki meze ve yemeklerle süslü Ege sofraları canlanır. Bu sofralarda sohbetin de yemeklerin de tadına doyulmaz. Efeler kalkar şerefe, yarelere tuz basılır Ege’nin çakır akşamlarında.

Karayoluyla Manisa’dan ilerlediğinizde kocaman bir dağ ayırır iki şehri. Sert mi sert Manisa ayazından sonra kış bile olsa günlük güneşlik bir İzmir karşılar sizi. Şehrin havası rahatlatır, ‘bırak dağınık kalsın’ ruh haline bürünürsünüz. Ben de yazar Yılmaz Özdil gibi Türkiye’den sıkıldığımda eğitim için 4 yıl yaşadığım İzmir’e atarım kendimi. Denizi, kordonu, boyozu, kumrusu, fuarıyla anlatacak o kadar çok şeyi var ki, Ege’nin prensesi’ni ne kadar anlatsam doyamayacaksınız.

İzmir’e gidince ilk işim Alsancak sahildeki Pasaport’a inmek oluyor. Ünlü ‘boyoz’undan satın alıp Kordonboyu’na doğru yürüyorum. Kafelerden birine oturup gezinen faytonları ve Karşıyaka manzarasını izleyerek iyot kokusu eşliğinde kahvaltımı yapıyorum.
Burası 8 sene öncesine kadar burun tıkayarak geçilen bir kıyı şeridiydi. Efsanevi merhum belediye başkanı Ahmet Piriştina’nın çabalarıyla eski günlerine döndü. Bugün İzmir halkının akşamları hıncahınç doldurduğu, gençlerin çimenlerde yayılıp sohbet ettiği, külahta buzlu badem, dondurma, midye dolma, kumru alıp keyif yapabildiği, çiğdem (İzmirliler çekirdeğe çiğdem der) çitleyebileceği bir eğlence yeri.

Kordonboyu’ndan yürüyerek Konak’taki 1901 yapımı Saat Kulesi’ne doğru ilerlediğimde yıllardır saatin önünde buluşmaya alışmış İzmirlileri görüyorum. Sultan II. Abdulhamit’in tahta çıkışının 25. Yılı dolayısıyla yaptırılan ve Marsilya’dan getirilen yeşil ve pembe mermer sütunlarla süslenmiş saat kulesine gelip hemen arkasında bulunan, 1919 İzmir İşgali’ni ve 1922’de Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış Hükümet Konağı’nı izliyorum. 1970’te büyük bir yangın atlatan Konak hala tüm heybetiyle ayakta. Meydanda aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın kahraman gazetecisi Hasan Tahsin’in İlk Kurşun Anıtı da bulunuyor.

Konağın yanından İstanbul’daki Kapalıçarşı’nın benzeri, ünlü Kemeraltı Çarşısı’nın kalabalığına karışıyorum. Çarşı’nın içinde ilerledikçe burnuma gelen kokuyu takip edip tarihi Kurukahveci Hüseyin Efendi’ye geliyorum, elbette taze çekilmiş damla sakızlı Türk kahvesi almayı ihmal etmiyorum.

Burnuma Merdane’den yayılan mis gibi börek kokusu geliyor ama şansımı öğlen yemeğine saklıyorum. Merdane’nin talaş böreği meşhur. Karşısında yazları karadut şerbeti ve dondurmasıyla nam salmış Mennan’ı görüyorum. Ünlü Hisarönü’ne doğru ilerlediğimde baharat kokuları da iyiden iyiye kendini hissettiriyor. Adaçayı, kekik, tarçın, karanfil kokularının hülyasıyla Kızlarağası Hanı’na ulaşıyorum. Hisar Camii’nin bitişiğindeki 2 katlı hanın avlusunda toplanan gençler kahve keyfi yapıyor. Yıllarca ticaret yollarının geçiş noktası olmuş, şimdilerde antika eşyalar, nadir kitaplar, gravürler, halı, baharat, çiçek tohumu satılan hanın avlusundaki taburelerde soluklanıp fincanda pişmiş dibek kahvesi içiyorum. Kahveden sonraki durağım ünlü Hisarönü Söğüşçüsü.

Yemekten sonra yürüyerek Kültürpark’a bir diğer ismiyle İzmir Fuarı’na doğru kıvrılıyorum. Her yıl İzmir’in kurtuluş günü olan 9 Eylül tarihinde başlayan fuar 10 gün sürüyor ve uluslararası pekçok misafiri ağırlıyor.

Özellikle 1950’lerde hayatımızda çok kanallı televizyonlar yokken Türk eğlence hayatının merkezine oturan açıkhava sineması ve Zeki Müren, Ajda Pekkan, Tanju Okan, Gönül Yazar, Bülent Ersoy gibi isimleri ağırlayan ünlü Göl gazinosuyla bir döneme damgasını vuran İzmir Fuarı, şehrin merkezinde olması, palmiyelerin serininde spor yapmaya imkan veren yürüyüş parkuru, lunapark, hayvanat bahçesi ve pekçok fuara evsahipliği yapması sebebiyle günün her saati insan trafiği yaşıyor. Kültürpark, baharda rengarenk çiçeklerle süsleniyor, pamuk şekerden, patlamış mısıra, kuğuların yüzdüğü havuzlardan göl bisikletine pekçok görselle süsleniyor.

Fuardan çıkıp nerdeyse İzmir’in her noktasından görünen Hilton Oteli’nin yan sokağındaki Alsancak Sevgi Yolu’nda geziniyorum. Takıların sergilendiği, kitapçıların, çiçekçilerin, sanatçıların renklendirdiği yolun iki yanında uzanan palmiyerin altında tuvalini kurmuş ressam portremi çiziyor. Sıra sıra dizilmiş kumpircileri izleyip akşam yemeği için 100 yaşını geçmiş İzmir klasiği Asansör Restoran’a geliyorum.

Asansör, 1907’de Mithatpaşa Caddesi ile Halil Rıfat Paşa semti arasındaki yükselti farkından dolayı, iki semt arasındaki çocuk, yaşlı ve hamile ulaşımını kolaylaştırmak için inşa edilmiş. Musevi hayırsever Nesim Levi Bayraklıoğlu tarafından Marsilya’dan getirilen tuğlalarla yapılan Asansör, ilk zamanlar el buharı ile çalıştırılıyor sonra ilerleyen teknolojiden faydalanılanılıyor.

Şimdilerde 2 asansörle çıkabildiğim, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağışlanarak restore edilen ve 1992’de hizmete açılan restoranın bulunduğu sokakta yaşamış olduğu için sokağa sanatçı Dario Moreno’nun ismi verilmiş. Restoran bugün pekçok ünlüyü ve yerli turisti ağırlıyor.

Seyir terasından gözün alabildiğinden fazlasını sunan ışıklarla donanmış İzmir Körfezi’ni, Kordon’u ve Karşıyaka’yı izliyorum. Manzaraya dalmışken aklıma Victor Hugo’nun ‘İzmir prensestir’ cümlesi geliyor. İzmir için neden böyle söylemiş olabilir diye düşünürken şehrin modern, kendine güvenen, her daim bakımlı, dişi kadınlarının görüntüleri zihnimde uçuşuveriyor.

İzmir kadınlarının sağlam duruşu özgürlüğünden gelir. Bu yüzden eğlencenin de erkek egemen iş hayatında varoluşun hakkını da sonuna kadar veriyorlar. İzmir erkeği de bir o kadar çağdaş ve hoşgörülü. Kadına değer veriyor ve el üstünde tutuyor. Bu nedenledir ki püfür püfür uçuşan etekleriyle Kordon’da endamla yürümek de tarlada, bahçede ısırgan, radika, arapsaçı, ebegümeci, deniz börülcesi toplamak yakışıyor İzmirli kadının parmaklarına. Hugo’nun bu sözü şehrin güzelliğine ve insanının dışadönük, modern, aydınlık yüzüne yorulabilir dolayısıyla.

Her İzmirlinin kimi zeytin ağaçlarıyla kimi zakkumlarla süslenmiş Foça’da, Urla’da, Çeşme’de, Kuşadası’nda, Karaburun’da yazlığı veya bağevi var. Cuma akşamı zeytinyağlılarla, balıkla, rakıyla süslenmiş masalarla başlar haftasonu tatili. Pazar akşamından gelecek haftanın programı yapılır. Sebep İzmir’in havası mıdır, bu masalardaki sohbetler midir bilmem ama yazarı, şairi, sanatçısı da oldukça fazladır İzmir’in.

Şehrin her dilden, ırktan ve dilden insana yıllardır süregelen hoşgörüsü beraberinde çokça dillendirilen ‘Gavur İzmir’ manifestosunu getirir.

Şehirdeki ikinci günümde Alsancak’tan Balçova’ya doğru yola çıkıyorum. Termal tesisleriyle İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerden de konuk ağırlayan Balçova’daki Teleferik mutlaka görülesi yerlerden.

Yeşillikler arasından
 5-6 dakikalık bir yolculuk sonrası süzülerek yükseldiğim, yükseldikçe de İzmir’i ayaklarıma seren sonsuz manzarasıyla başbaşa kaldığım tesisin 400. metresine varıyorum. Kendin pişir kendin ye mekanlarından gözlemecilere pekçok alternatifle karşılaştığım mesire alanının solunda Cengiz Saran Barajı ve vadinin yarattığı çukur, güneş ışıklarıyla yeşil elmas gibi parlıyor. Manzaraya karşı çay içip bol oksijeni içime çekiyorum.

Teleferik’ten sonraki durağım hemen sahildeki İnciraltı. Balıkçılarıyla ünlü sahilde mangal yapmak isteyenler için pekçok tesis mevcut. Turkuaz’ın kameriyelerinde oturup öğlen yemeğimi alıyorum.

Sonraki durağım Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ilk defa İzmir’in kurtuluşunun 6. günü yerli- yabancı devlet adamı ve gazetecilerle biraraya geldiği, Uşakizade ailesinin rızasıyla Başkumandanlık Karargahı olarak kullanılan ve 1923’te Latife Hanım ile Mustafa Kemal'in nikahının kıyıldığı Göztepe’deki Uşakizade Latife Hanım Köşkü oluyor.

Günümüz medeni nikâhının öncülüğünü yapan bu önemli nikahtan sonra, Latife Hanım’la Batı Anadolu’ya gezi yapan Gazi, Latife Hanım’ı vatandaşlarıyla tanıştırıyor. Köşk, hem Mustafa Kemal’in 91 gün konakladığı ev hem de eşi Latife Hanım ile yakınlaştığı, Latife Hanım’ın zekasına hayran olduğu mekan olarak tarihi öneme sahip. Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım da sık sık köşkü ve aileyi ziyaret etmişse de Uşakizadelerin Karşıyaka’daki köşkünde nikahtan birkaç gün önce vefat etmiş. Şimdi İzmir Türk Koleji’nin bahçesi içinde kalan köşk ziyaretçilere açık.

İZMİR ÇEVRESİNDE NE YAPILIR?

URLA

Metin Erksan’ın 45 yıl önce çektiği, Hülya Koçyiğit’in başrolünde oynayıp 1964 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü almış efsanevi filmi "Susuz Yaz" Urla’nın Bademler Köyü’nde çekilmiş. İzmir’in batısında Güzelbahçe ve Seferihisar arasında kalan köy adını içinde yetişen badem ağaçlarından alıyor. Gündüz tarlada patlıcan fidanı söküp akşam Türkiye’deki ilk ve tek tiyatroya sahip köy Tiyatro’sunda sahneye çıkan idealist ve çalışkan bir halkı var. Urla’ya 9 km uzaklıktaki köye gitmişken Limantepe’ye uğrayıp 8 bin yıllık antikçağa ait yerleşim alanını görebilirsiniz. Ünlü gençlik dizisi Kavak Yelleri de Urla’da çekiliyor.

ESKİ FOÇA

İzmir'in 70 km. kuzeybatısında olan Eski Foça İonlar'ın Ege sahillerinde kurdukları 12 İon kenti arasındaki en önemli merkezlerden biri. Eski adı Fokai, "Fokların Ülkesi" anlamına geliyor. İlçe yakınlarında bulunan Siren Kayalıkları ve çevresi Akdeniz foklarının en önemli yaşam alanlarından. Bu yüzden Foça'nın sembolü fok balığı. Siren Kayalıkları, Şeytan Hamamı, Taş Ev, Beş Kapılar Kalesi, Dış Kale, Fatih Camii, Kayalar Camii, Hafız Süleyman Camii Foça'nın tarihi zenginlikleri. Foça’ya gitmişken Fokai Restoran’a uğrayın. Porsiyonların kallaviliğine şaşıracak balıkların lezzetine doyamayacaksınız. Nazmi Usta’nın tamamen doğal dondurmasını tatmadan dönmemenizi öneririm..

ŞİRİNCE

İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince köyü 1800 haneli bir Rum kasabasıyken 1923’te nüfus mübadelesi sonucu sayıca azalmış. Ev yapımı şarapları, mahzenleri ve tarihi Rum evleriyle ünlü köyde her yıl Ekim ayında bağbozumu şenlikleri yapılıyor. Mevsimiyse mandalina sarkan ağaçlar altında gözleme, güveçte kurufasulye, turşu yiyebileceğiniz iki aile işletmesi beklentinizi karşılayacaktır. Şarap mahzenlerini gezip tatmadan, köy ekmeğini almadan dönmeyin derim. Gitmişken Selçuk’a 9 km uzaklıktaki Efes Antik Kenti’ni ve Meryemana’yı da ziyaret edebilirsiniz.

ÇEŞME

Tarihteki iki İon kolonisinden biri olan Çeşme, şimdilerde 2 km.’lik plajlarıyla yaz tatillerinin vazgeçilmezi. Alaçatı beldesi ve 4 köyüyle ünlenmiş Çeşme’nin Ilıca tarafında termal oteller ve plajlar bulunuyor. Ilıca tarafı sığ olduğu için çocukların güvenli vakit geçirebilmesi için elverişli. Vazgeçilmez lezzeti ‘kumru’ için Kumrucu Şevki’yi deneyin. Çeşme’ye aracınızla gidiyorsanız otobanı değil Güzelbahçe yönünü tercih edin. Sağınızda rengarenk çiçeklerle süslenmiş bahçeler ve denizi izleyebilir, yol üstündeki tesislerde denize sıfır kahvaltı veya balık keyfi yapabilirsiniz.

KARABURUN

İzmir'e 100 kilometre uzaklıktaki Karaburun, Çeşme yakınlarında. Açık denize bakan taş evlerle ve zakkum sarkan balkonlarıyla gözünüzü şenlendiriyor. Tüplü ve tüpsüz dalış için elverişli olan ilçeye giden yollar biraz kötü ve virajlı. Mimari yapısını ve denize doğru kıvrılan dar sokaklarının güzelliğini görmek, tertemiz denizini denemek için gidilebilir. Efsanevi ‘kokulu nergis’i ile mitolojije konu olmuş Karaburun’un köyleri de ziyaret edilebilir.

NASIL GİDİLİR?

İzmir Üçyol’dan tüm ilçelere sık sık dolmuş veya midibüs kalkıyor. Karayoluyla gidecekseniz Otogar’da inip Üçyol servisi ile ulaşabilirsiniz. Uçakla gidecekseniz Adnan Menderes Havaalanı’ndan taksi dolmuş veya dolmuşla istediğiniz yere rahatça ulaşabilirsiniz.

İZMİR VE İZMİRLİLER

  * Simite gevrek, çamaşır suyuna klorak, domatese domat, çekirdeğe çiğdem diyen tek halk İzmirliler.

* Pek çok yerde şubesi bulunan Kumrucu Şevki ve Kumrucu Hikmet mutlaka ziyaret edilesi yerlerden.

* Ünlü buluşma yerleri; 38 yıllık Sevinç Pastanesi, Kordon, Konak Saat Kulesi veya Hilton’un önü.

* Pazarlarında dolaşmak, onlarca çeşit yeşillik içinde seçim yapmak oldukça güç.

* Her İzmirli hangi bitki neye iyi gelir yıllardır bilir.

* Ege, Dokuz Eylül ve İzmir Ticaret Üniversitesi ve üniversite gençliği şehrin enerjisine enerji katar.

* Beyoğlu’nun minyatürü İzmir’de Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve Kordonboyu.

* Türkiye’deki ilk kadınlar kahvesi de İzmir Bornova’da açılmış.

* Bir İzmirli ile 35,5 konusuna girmeyin.

* İzmirlilerin pekçoğunun çocuklarına verdiği isim Efe ve Ege.

İZMİRLİ ÜNLÜLER

İsmet İnönü, Latife Hanım, Metin Oktay, Mustafa Denizli, Ayhan Işık, Sezen Aksu, Attila İlhan, Homeros, Necati Cumalı, Tarık Dursun K., Dario Moreno, Kayahan, Haluk Bilginer, Halit Ziya Uşaklıgil, Ertuğrul Özkök, Nehir Erdoğan, Halikarnas Balıkçısı, Gönül Yazar, Caroline Koç, Salah Birsel, Bilge Umar, Ergun Babahan, Ferdi Özbeğen, Barbaros Şansal, Nalan Altınörs, Şenay Düdek, Tanyeli.

Zübeyde Hanım, Muzaffer İzgü, Feyza Hepçilingirler, Kibariye, İpek Tuzcuoğlu, Tan Sağtürk, Erdal Şafak, Ebru Akel, Yüksel Ak, Didem Taslan, Jülide Ateş, Cansu Dere, Esra Eron, Yıldız Tilbe, Harika Avcı, Korcan Karar, Petek Dinçöz, Niran Ünsal, Gül Gölge, Pınar Aylin, Tanju Okan, Nazan Öncel, Ali Kocatepe, Leyla Umar, Şükrü Saracoğlu, Yusuf Nalkesen, Yorgo Seferis. Şahan, Zeynep Tokuş, Gökşin Sipahioğlu, Efkan Efekan, Burçin Büke, Reyan Tuvi, Meltem Cumbul, Burcu Güneş, Ahmet San, Yankı Yazgan, Güngör Mengi, Emel Müftüoğlu, Ayla Dikmen, Kenan Onuk, Saba Tümer, Hüsnü Şenlendirici, Baskın Oran, Çağan Irmak.

Not. ‘İzmirli Ünlüler’ bölümü Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Yılmaz Özdil’den alıntıdır.

Yazı: Hülya Meral