tiyatro etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tiyatro etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hayati Ucuza mal edip verimli yasamaya calisan Ingilizler

Bir donem ayni dergide yazi yazdigimiz Askim Kapismak'in twitterda paylastigina gozum ilisti dun. Demis ki Askim, 'Hayati en ucuza mal edip en verimli sekilde yasamaya calis.'

Dusundum de, son 3-4 senedir boyle yasamaya karar vermisim. Bu farkindaligi yakalamamda National Geographic belgesellerinin ve Atlas Dergisi'nin payi buyuk..Neden mi? Pekcogumuz su an farkinda olmasak da yakin gelecekte elimizde su an bolca kullandigimiz kaynaklar azalacak, kirlenecek ve biz onlari rahatca kullanamiyor hale gelecegiz, daha cok endustrilesip daha cok harcayip daha cok seye sahip olup daha AZ mutlu olacagiz cogunlukla.

Benim bu farkindaliga ilk uyanisim calisirken inceledigim kredi karti ekstrem ile olustu. Harcamalarimin ne kadarinin hangi sektore gittigini gosteren istatistiksel ekstrede yuzde 75'lik kisim ile tekstil basi cekerken yuzde 20'lik kisim restoran, yiyecek icecek olarak gorunuyordu. Birden bir ampul yandi. Ne icin ve kim icin bu harcamalar ve sahiden gerekli mi? Ustelik tum dunya genelinde ekonomik kriz kapida beklerken.

Kriz zamani 'Alin verin ekonomiye can verin' reklamlarina hafif gulumsemistim. Biz harcamaliyiz ki cark donsun. Peki neden harcamaliyim? Neden harcamalisin?

Hadi hanimlar kendinize itiraf edin, gardrobunuzdaki pek cok seyi giymiyorsunuz, hatta bazilari etiketiyle duruyor (bir gun giyilmek uzere). Beyler biraz daha temkinli, en azindan kiyafet alisverisini kadinlar kadar abartmiyor.

Dolabimizda duran siyah ayakkabi aslinda yetiyor ama rugani da olmali, biraz acik siyahi da, koyu grisi, hatta sueti ve simdi cikan zincirli nubuk olandan da.. Boylelikle cark donuyor. Ekonomistler en iyisini bilir elbette ama onlarin da kafa karisikligi olduguna eminim. Keza Marx'in Dan Kapital'i surekli onumuze gelip durmazdi.

Sadece 1 valiz esya ile yasiyorum

Nerdeyse 1 senedir Ingiltere'de, farkli bir dil konusan, farkli kulturden gelen insanlarla yasiyorum, zamanimin cogunu onlarla paylasiyorum. Yanimda sadece bir valiz esya ile..ve emin olun bu bana yetiyor. Cunku bu ulkede insanlar kiyafetlerine gore degerlendirilmiyor. Doktora gittiginizde Turkiye'deki gibi doktor oldugu icin ayricalikli oldugunu dusunen ve hastayi kucumseyen, kasilan doktorlar (tabii ki genelleyemeyiz) degil de sortuyla, tshirtuyle, yakasindaki unvana aldirmadan yaptigi isi, diger isler gibi siradan goren insanlarla karsilasiyorsunuz. Bir sirketin genel muduru rahatlikla metroyu kullaniyor. Bisikletle parlemento binasina gelen burokratin sayisi az degil.

Turkiye'de ise cevremizdekilerle daha iyisine sahip olma yarisi icersindeyiz. Bir marketing konferansinda konusmacilardan biri tuketim aliskanliklarimizdan bahsederken artik tuplu televizyonun hicbir evde kalmadigindan cunku plazma, lcd, hd televizyonlarin hanimlarin salonunun sikligini tamamlamasi gerektiginden (!) ve bu pazarda satin alma hizinin gitgide arttigindan soz etmisti. Bu bence cok acik bir ornek. Hem kadinlarin satin alma karari acisindan nerede durduguna, hem de satin alma gucune iliskin ipuclari veriyor.

Azerbaycanli bir arkadasim durumun kendi ulkesinde de ayni oldugunu, insanlarin evinde gerekirse sogan yedigini ama disari cikarken digerlerine sik gorunmek icin yaris halinde oldugunu soyledi.. :)

Ne kadar cok 'sey' sahibi olursak o kadar cok istiyoruz aslinda. Az seyle yetinme yetisi (bana kalirsa) gelismis ulkelerde daha yaygin. Ne kadar az seyi varsa daha cok isteyen milletler, genellikle elde etmek istediklerine henuz ulasamamis, bu arayi kapatma yolunu herseyi satin alarak saglayabilecegini dusunen Turkiye gibi az gelismis ulkeler. Bir Arap arkadasim cantasinda neden iki adet Iphone tasidigi soruldugunda 'hiiiic, oyle, canim istedi, aldim' cevabini vermisti. O ana kadar ikinci telefonu is icin kullandigini dusunmustum..

Oncelikler ve sahip olma yontemi farkli

Ingiltere'de, Turkiye'deki gibi kredi kartina 12 taksit sistemi olmadigindan ve pekcok kisi gelecek ay odeyecegi mortgage primini dusundugunden para varsa harciyor yoksa gelecek ayi veya christmas zamanini, sevgililer gunu indirimlerini bekliyorlar. Paralarini save edip Boxing Day'de (yilda bir kez, 26 Aralik'ta tum magazlar yuzde 50-70 indirime giriyor) toplu alisveris yapiyorlar. 18 yasini asan herkes kendi parasini kazandigindan, butcelerinin yettigi olcude alisveris yapiliyor. Her gencin elinde Iphone yok, varsa da kendi kazandiklari, biriktirdikleriyle aliyorlar. Oncelikler ve sahip olma yontemi biraz farkli.

Insanlar nasilsa yillik odedik, sinirsiz diye suyu dusuncesizce kullanmiyor. Markette plastik poset kullanmak yerine yaninda bez canta tasiyor. Ise araba ile gitmektense bisiklet veya underground (metro) kullaniyor, her turlu atik kagit/karton, cam, gida ayri ayri cop arabalari tarafindan alinip ayri yerlerde inhibe ediliyor veya donusturuluyor. Ornegin plastik sut sisesini cope sicak su ile eritip sikistirmadan attiginizda karsinizdaki Ingiliz'in yuz ifadesi degisebiliyor, aliskin olmadiklari icin sasiriyorlar.

Yemek yemek onlar icin basat bir sorun degil. Bizler gibi evde yemek yeme kulturu yok. Hele hele Turk mutfaginda her gun pek cok evde 2-3-4 cesit yemek pistigini duyunca nasil yani? diyorlar. Ingilizlerin marketten aldigi hazir sandvic, aksam yemegi oluyor. Yemek hazirlayacaklari surede kitap okumayi, haberleri izlemeyi, film izleyip dinlenmeyi tercih ediyorlar.

ve basta sozunu ettigim cumleye donersek, Ingilizler ozellikle Londra'da hayat cok pahali oldugu icin, hayati en ucuza mal edip en verimli sekilde yasamaya calisiyorlar. Kiyafete, takiya, cantaya devasa paralar odeyeceklerine esleri, sevgilileri ile mutlaka bir film, tiyatro, muzikale gidiyorlar. Yasli veya ortayas ustu kesim ise kolunda ilac torbasiyla dolasacagina, esini koluna takip bir restoranda sarabini icip yemek yiyip sohbet ediyor, sonra da tiyatrosuna geciyor..

Bana gore 'verimli yasamak' ile sana gore 'verimli yasamak' farkli anlamlar ifade edebilir, bu yazi sadece donup kendine, onceliklerine bakman icindi.. :)

ŞAHİKA TEKAND'TAN 'OYUN'

 
Geçtiğimiz hafta enteresan bir oyun izledim. Şahika Tekand'ın yönetmenliğinde, 20. yüzyılın önemli ve etkili yazarlarından Samuel Beckett'in 'Oyun' isimli eseriydi sahnelenen. Şimdiye kadar izlediğim oyunlardan farkı, Tekand’ın geliştirdiği performatif sahneleme ve oyunculuk yöntemini kullanmış olmasıydı.
 
Oyunun ilk beş dakikası karanlık, belirli alanları aydınlatılan sahneden birkaç yüzün yavaş yavaş belirmesiyle başlıyor. Alt fonda derin bir sessizlik ve karanlık.
 
Ardından tek tek manuel açılıp kapanan soyut ışıklarla, ayrı ayrı küçük odacıklarda sandalyelere oturmuş 10 kadın ve 5 erkek oyuncu beliriyor ve toplamda bir saatlik süre içersinde oyunculuk anlamında izleyenleri sarsacak bir sahne performansı gösteriyorlar.
 
Işık odacıklarda dolaştıkça kadınlar ve adamlar öyküyü anlatmaya başlıyor. Öyküde, iki kadın ve bir erkeğin geçmişte yaşadığı aşk üçgeni, 15 oyuncunun performansıyla ve tekrarlarla gelişerek adeta parlıyor.
 
 
 
Küçük dünyalarına sıkışmış günümüz kentsoylu insanının, son özgürlük alanlarını da giderek hareketsizleştirerek ve aynılaştırarak kaybettiği, zorla varolma ve kendini ifade etme mücadelesi; huzur ve dinginlik ararken içine düştükleri karmaşa, sıradan ve trajikomik bir öykü çerçevesinde ele alınıyor.
 
Oyunculardan bazılarının yüzlerine televizyondan aşinayız.
 
Özge Özder
Mert Ali Yavuzcan
Denk gelirseniz bu teatral gösteriyi kaçırmamanızı, oyunculukları ve ışık tekniğini görmenizi öneririm.
 
Hülya Meral
Soru, görüş ve yorumlarınız için lütfen bana yazın..
 
 
 

AŞK HER YERDE DURU TİYATRO’DA, Ya siz neredesiniz?

Valizimde bu sefer bir tiyatro oyunu var. Romantik komedi Aşk Her Yerde…

Duru Tiyatro’da sahnelenen oyunda, usta tiyatrocu Sait Genay (çılgın ve çapkın baba Gus), zihinlerimize İnce İnce Yasemince parodileriyle yer etmiş Pelin Körmükçü (yayınevi sahibi Harriet Copland), şimdilerde Bosna’yı konu alan Mavi Kelebekler dizisinde Sırp kızı Vesna’yı canlandıran Bahar Yanılmaz (evin asi ve uçarı kızı Dee Dee) rol alıyor. Yönetmenliğini Emre Kınay’ın üstlendiği oyunda Kınay aynı zamanda asosyal, istatistikçi baba (Leo) karakterini kendi üslübuyla harmanlıyor.


Orijinal ismi Nobody is Perfect olan Simon Williams’ın yazdığı Filiz Ofluoğlu’nun çevirisini yaptığı oyun, kimi zaman oyuncuların doğaçlamarıyla köpürdü ve zenginleşti, ortaya tadından yenmez bir performans çıktı. Oyunun konusuna gelince..

Orta yaşlarını sürmekte olan Leonard Loftus’un (Emre Kınay) eşinin kendisini terk etmesinden sonra asosyal ve bilgisayar başında geçen sıkıcı bir hayatı vardır.

Çılgın ve dinamik bir hayat süren, bir türlü yaşlılar evine gönderemediği çapkın babası Gus ve lisede okuyan uçarı kaçarı kızı Dee Dee, aşka küsen ve aşktan umudunu kesen Leo’nun hayatı ıskalamasını engellemek ve sıkıcı hayatını hareketlendirmesini sağlamak için çok çaba harcar, ancak işi sayılarla olan istatistikçi Leo, -iç dünyası öyle demese de- yazarak bilgisayar başında ve mutfakta geçirdiği sade hayatından memnundur.

Yazdığı kitabının bir bölümünü şansını denemek ve çocukluk hayalini gerçekleştirmek için evdekilerden gizli Aşk Her Yerde yayınevine gönderen Leo’ya yayınevinden bir telefon gelir. Sadece kadınların katılabildiği yarışma için basılmaya değer bir kitap seçmeye çalışan yayınevi sahibi Harriet Copland Leo’nun Myrtle Banburry takma ismiyle gönderdiği romanını beğenir ve kitabı basmak, bayan Banburry ile tanışmak ve anlaşmaya varmak istediğini iletir.

Kitap basıldıktan sonra yazarın hayatı değişecek ve herkes tarafından tanınan bir isim haline gelecektir. Şüphesiz kadın ismiyle yarışmaya katılan Leo’nun işi o kadar da kolay olmayacaktır.

Üstelik Myrtle Banburry olarak yayınevi sahibi Harriet Copland’in karşısına çıkan Leo, güzel kadına aşık olur. Köşeye sıkışan Leo ya kadına olan aşkını ya da kitabı yazanın kendisi olduğunu itiraf edip aşkı ile çocukluk hayali arasında tercih yapmak durumunda kalır. Bize de kendisini kıvrandıran bu romantik, komik ve eğlenceli süreci kahkahalarla izlemek düşer..

Duru Tiyatro’da daha önce Suç Ortağı ve Sondan Sonra oyunlarını izlemiştim. Bu oyundan sonra duruclub üyesi olma zamanı geldi sanırım.

Emre Kınay'ın, kızı Duru'nun adını verdiği Duru Tiyatro, Kadıköy Adliyesi’ni geçince sol kolda, Kadıköy Anadolu Lisesi'nin yanında. Oyunu izlemeye biraz erken gidip tiyatronun bahçesinde çay ve kurabiye keyfi yapmanızı tavsiye ederim.

Şimdiden iyi seyirler :)

Aşk Her Yerde Duru Tiyatro’da, ya siz neredesiniz?

Yazı: Hülya Meral

https://twitter.com/hulyameral