aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KONYA, MEVLANA VE AŞK

 
Konya’dayım, Evliyalar şehrinde..
Aralık ayıyla dalga geçer gibi hava şahane..Sabah 8.10'da kalkan uçak 50 dakika sonra iniyor piste. Çıkışta bekleyen Havaş otobüsüne bindiğimizde yarım saatte bizi şehrin merkezine götürecek yolculuğumuz da başlıyor.

Otobüste pek çok grup var. Bir grup oylama yapıyor, Mehmet Yaşin’in gittiği yerlere mi Vedat Milor’un ziyaret ettiği lokantalara mı gideceklerine karar veriyorlar.  Anlaşılan o ki, kahvaltı mekanıyla başlayıp dönüş uçağına binene kadar şehre özgü tatları denemeyi düşünüyorlar.
 
Otobüsten Alaaddin Tepesi önünde inip çarşıyı gezerek kahvaltı edecek mekan bakıyorum. Bir süre dolaştıktan ve soruşturduktan sonra İstanbul Pastanesi’ni bulup fırından yeni çıkmış börekleri mideye indiriyorum. Daha çok gençlerin takıldığı bir pastane ve Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi bir ‘buluşma mekanı’ burası..

 
Kahvaltıdan sonra Alaaddin Tepesi’nin arka tarafına dolanıp Valilik Binası’nın önünden 500 metre yürüdükten sonra  Mevlana Müzesi’ne geliyorum. Yol boyu sağlı sollu Konya şekeri, hurma şekeri, pişmaniye satılan dükkanlar var.
 
Meydan çok kalabalık ama herkes sözleşmiş gibi, telaşsız. Bu derin sessizlikte tur otobüslerinden inenleri izliyorum.. Müzenin hemen karşısında ünlü Üçler Mezarlığı yer alıyor.
 
Her yolculuğun bir bahanesi vardır ya benim bahanem de bu müze- türbe. Müzeye girişimi özellikle geciktiriyorum, hazır hissettiğim anda girmek istiyorum. Kolay değil, dünyaca tanınan, bilinen bir kültürün temsilcisinin mezarının yanıbaşındayım.  
800 yıl önce bu topraklarda yaşamış, kendini ‘Kuran’ın şerefli bir kölesi, Hz. Muhammed’in ayağının tozu olabilme heyecanında bir aşık’ olarak görenin yakınındayım.
 
‘Seni her şey terk eder, hatta seni en başta sen terk edersin. Seni terk etmeyen Yüce Aşk’tır’ diyerek gönlündeki sevgiyi, ilahi Aşk’ı anlatan; sözleri ve davranışları yüzyıllardır onlarca ülkeye, kültüre, milyonlarca insana örnek olmuş ‘Güneş’in ışığından faydalanmaya gelmişim.
 
Hemen yanındaki Sultan Selim zamanı inşa edilmiş Selimiye Cami’ne girip dolaşıyorum. Dönem itibariyle camiye Mimar Sinan’ın katkısının olmaması çok mümkün değil ama kaynaklarda iki farklı görüş yer alıyor. Yani bu cami için kesin bir dille Sinan’ın eserlerindendir diyemiyoruz.
 
 
Cami’yi  dolaşırken bir anda içerisi doluyor, kadınlar telaş içinde, ezan okunuyor. Pencere kenarına çekilip namaz kılanları rahatsız etmemeye çalışıyorum. Pencerenin önüne Kuran okurken kullanılması için rahle konulmuş, iki kişinin sığabileceği taşa oturup sessizce beklerken iki şık kadın beliriyor yanımda. Bir tanesi gülerek, vakurla ‘her zamanki gibi vip yer bulduk kendimize’ deyip oturdukları yerde namaz kılmaya başlıyor. Diğeriyse ona katıldığını belirtiyor.. Camide bile Vip hayatlar yaşamak istiyoruz, ne enteresanJ
Bu Cami’nin avlusu farklı şehirlerden, ülkelerden gelenlerin önce bir soluklanıp sonra Mevlana’yı görmeye geçtikleri alan. Türkiye’de yaşayanlar çoğunlukta olmak üzere yabancı uyruklu insanlar da kilometrelerce yok kat edip buraya kadar gelmişler.
 
Kalabalık her geçen dakika artıyor. Bahçede, avluda ve şadırvanın çevresinde iğne atsan yere düşmüyor.
 
 
Nefse dair ne varsa, her birini Çelebiyan kapısında bırakıp girmeye hazırlanan kalabalık birbirine saygılı. O sırada tıpkı Mevlana’nın dediği gibi ‘Hafızamdaki bütün harfleri döktüm, alfabesizim!
 
 
Avluda çoğu zaman ekranda gördüğümüz, bazen Cihangir’de rastladığım birkaç gazeteci- yorumcu ve köşe yazarı sessizce eşleriyle ya da birbirleriyle oturuyor.
Tek tek Derviş Hücreleri’ni dolaşıp Mesnevi’nin okunduğu bu tılsımlı odalarda Mesnevi örneklerini, semazen kıyafetlerini, musiki aletlerini, buhurdanlıklardan seccadelere kadar pek çok özel eşyayı görüyorum.
En etkileyicileri hiç şüphesiz Mevlana’nın ‘ayna’sı Şems Tebriz-i’nin başına taktığı, keçe üzerine kelime-i tevhid ve Allah yazılmış bir çeşit başlık, yani ‘serpuş’ ile
 
gövdesi rumi paletlerle süslenmiş ‘alem’, bir de Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’e ait, üzerinde Allah’ın 99 isminin yazıldığı ‘tılsımlı gömlek’..
 
Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları akmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de..
 
 
Odalardan sonra sıra tepesi yeşil kubbeli, Mevlana’nın ve oğlu Sultan Veled’in üst üste konduğu sandukayı ve babası Bahaddin Veled'e, diğer oğluna, torunlarına ait yanlarındaki diğer sandukaları görmeye geliyor sıra.

 
İçeriye girdikten sonra sandukaların önüne gelenlerin dua etmesi ve yavaşlaması sebebiyle ağır akıyor sıra. Sandukalardan sonraki kubbeli alan Semahane.


Burada insanlar yerlere oturmuş, kimi ağlıyor kimi birşeyler okuyor. ‘Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları akmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de..’ diyor mesnevi’de. Burada insan kendini büyük bir okuldaymış gibi hissediyor. Gördüğünüz ve  görmediğiniz her şeyin bir manası var sanki.
Hemen bitişiğinde Mescid’in bulunduğu alanda Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait paha biçilemez el yazması Kuran’lar ve Mesnevi-i Şerif’ler var. Rivayete göre kibrit kutusu büyüklüğündeki Kuran-ı Kerim’i yazan kadının, eser bittikten sonra gözlerini kaybettiği söyleniyor.
 


Dervişlerin namaz kılarak ayak ve baş kısmını yıprattıkları devasa büyüklükteki ipek, el yapımı seccadeler çok etkileyici. Bu alanda fotoğraf çekmek yasak.
KAZANIN ALTINA AYAKLARINI SOKARAK AŞI KAYNATAN ATEŞBAZ
Çıktıktan sonra karşı çarprazındaki Matbah-ı Şerif’e (Mutfak) geçiyorum. Burası hem derviş adaylarının eğitim, öğretim, terbiye mekanı olmuş, hem de yemek pişirilen pek çok ocağın, yer sofrasının bulunduğu, karınların doyduğu büyük bir alan.
Matbahta geçen bir olay şöyle anlatılır: ‘Dergah öğrencilerinden Yusuf bir gün, mutfakta odun kalmadığını arz etmek üzere Mevlana’nın huzuruna girer. Mevlâna lâtife olarak: "Kazanın altına ayaklarını sokarak kazanı kaynat" der ve Yusuf, ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerametin açıklanmasından yana olmayan Mevlâna bunu görünce biraz da lâtife ile: "Hay Ateşbaz Hay" der. O andan sonra Yusuf’un adı Ateşbaz olarak anılmaya başlanır.
 
Mutfak ve kilerde, mideler için lâzım olan "aşı" hazırlamanın yanı sıra, bundan çok daha önemli olanı, ruhlar için gerekli olan "aşkı" da hazırlar Ateşbaz. Mevlana’nın babası Bahaddin Veled tarafından dergaha öğrenci olarak kabul edildiği için de ayrıca özel bir yeri vardır Ateşbaz’ın.
GEZ DÜNYAYI GÖR KONYA’YI
Gez Dünyayı, Gör Konya’yı diye boşuna dememişler. Mevlana Müzesi’nden çıkıp karnımı doyurmak üzere müzenin karşısındaki yolu dümdüz takip ederek Köşk Konya Mutfağı’na geldim.
 
Önce Konya’nın meşhur çiçek bamyasından yapılan bamya çorbasının tadına baktım,
Çiçek bamya
 
akabinde etli ekmek ve güveç kaplarda servis edilen kaymaklı yoğurttan söyledim. 45 çeşit bitkiyle yapılan restorana özgü demirhindi şerbeti ile tatlı olarak yine yöreye özgü sacarası’nı denedim. Bamya çorbası haricinde hepsi mükemmeldi. (çünkü nerdeyse içinde bamya ve et parçaçıkları yoktu) Servis yavaştı.
Yemekten sonra niyetim hava kararmadan ‘Sen nasıl bir pınarsın Mevlana’m, içtikçe daha çok susuyorum’ diyen Şems Tebrizi’nin türbesini bulmak. Valilik Binası’nın karşısından geçip 100 metre yürüdüğümde köşede kestane satan esnaf, önünde durduğum yerin aradığım yer olduğunu söylüyor.
 
Mevlana Türbesi’nin aksine, kapının önünde nerdeyse hiç insan yok. 21. Yüzyılda bile hala aynı önyargılar devam mı ediyor diye düşünerek yavaşça içeriye süzüldüm. İçerde müezzin de dahil 10 kişi kadarız. Şems’in sandukası oldukça ihtişamlı. Eminim kendisi düz ve gösterişsiz bir bez parçasını tercih ederdi.. Sandukanın altında bir mahzen var. Şems’in kabri ve öldürülüp atıldığı kuyu bu mahzende korunuyor..
 
Ezan okumak üzere olan müezzinin uyarısıyla sanduka önünden çekilip üst katta ezanın bitmesini beklemeye koyuldum. Ezandan bir 10 dakika sonra yükselen uğultuyu duyup aşağıya indiğimde, akın akın insan kalabalığının geldiğini görünce etkilenmedim desem yalan olur. Bir anda çevremde, Türkçe konuşanların haricinde Japonca, İngilizce, Farsça konuşan, rehberlerini dikkatle dinleyen onlarca insan... Ardından çıkıp Şeb-i Arus törenlerine katılmak ve o ruhani havayı solumak için herkes gibi kendi kabuğuma çekiliyorum.
MERAM BAĞLARI

Şanslı olmalıyım ki ikinci gün hava yine şahane. Sabah kahvaltısını Mevlana’nın sık sık yürüyüşe çıktığı Meram Bağları’nda yapmak istiyorum. Yolun sağında ne olduğunu anlamakta zorluk çektiğim devetüyü renginde uzayıp giden küçük dağ kümeleri var. Dikkatlice inceleyince bu kümelerin şekerpancarı, arazinin de bir şeker fabrikasına ait olduğunu kısa süre sonra anlıyorum.
Meram Bağları deyince akla uçsuz bucaksız bağlar, bahçeler ve bu bağları sulayan nehir akla geliyor. Bağ diyemesek de evet yeşil bir alan var, burası çay bahçesi ve restoran haline getirilmiş. Yol boyu sağlı sollu lüks villalar göze çarpıyor. Bu villalar şehre 10 dakika uzaklıkta ancak halk tarafından yazlık olarak kullanılıyormuş.
Tekrar merkezdeyim, sora sora, ismiyle ünlü Kadınlar Pazarı’nı buldum ve üst kata çıkıp büyük bir düzenle sıralanmış rengarenk sebze meyveyi, alışveriş yapanları izledim. Çevresi biraz Tahtakale’yi andırıyor. Hediyelik eşya almayı planlıyorsanız pek çok şey var.

Kadınlar Pazarı
Buradan çıkıp biraz yürüdükten sonra Alaaddin Tepesi’ne çıkmak zaruri. Şehri, Mevlana’nın yeşil kubbesini bu tepeden görebiliyorsunuz. Çay içip Alaaddin Keykubat Cami’sini de şöyle bir dolaştıktan sonra

Alaaddin Keykubat Cami

hemen arka sırtındaki Karatay Medresesi’ni buluyorum. Yıllarca tarih derslerinde okutulan bu medreseyi görmeden gitmek olmazmış, keza Selçuklu devri taş işçiliği örneklerinden uzun kapı girişine bayıldım.



İçerideki mozaik çinilerin çoğu dökülmüş, genellikle turkuaz, siyah ve lacivert renkte yapılmış çiniler sekiz köşeli yıldız ve kare şeklinde.
Karatay Medresesi’nin hemen ilerisinde İnce Minareli Medrese görünüyor. Burası aynı zamanda şehre ilk indiğimiz nokta. Medresenin kapısı yine Selçuklu taş işçiliği.

İnce Minareli Medrese

Çapraz tonozlu girişi geçince  divanhane bölümüne giriliyor. Ortada havuz,  üzeri kubbeli, kare planlı avlunun çevresinde alçak girişli, beşik tonozlu dikdörtgen öğrenci hücreleri yer alıyor. Odalarda Anadolu’nun çeşitli illerine ait Selçuklu zamanından kalma ahşap oymalı kapı kanadı, güneş saati, mihrap, kitabeler ve çeşitli at, melek figürleri bulunuyor.

Kapı kanadı
Medreseden çıkıp öğlen ve akşam yemeğini birleştirip 105 yıllık emektar lokanta Hacı Şükrü’de alıyorum soluğu.. Ünlü fırın kebabından yemeden ayrılırsam aklım kalacağından ilk önce kebap siparişi veriyorum. İçerisi oldukça kalabalık, buna rağmen kebabın 100 küsur yıllık sırrını öğrenmeden duramadım.
Yöredeki merinos cinsi koyunlar ve koyunların ön kol ve kaburgaları kullanılıyormuş meğer. Hayvanın yaşına göre pişirme süresi değişiyormuş. Fırın kebabı kendi suyuyla, yağ eklemeden, bakır tepsiye konarak ama en önemlisi meşe odunu ile odun fırınında dinlene dinlene pişiriliyor. Kebabın yanına ayran söylemeyi ihmal etmiyorum çünkü önceki mekanda yoğurt mükemmeldi, yüksek ihtimalle buradaki de şahanedir diye düşünüp yanılmıyorum.   Demek ki Konya’da yetişen hayvanın etini, sütünü denemeden gitmemek lazım..
Farkındaysanız pek yemek fotoğrafım yok keza her defasında dolaşmaktan yorulmuş ve bir an önce bir şeyler yeme telaşında olduğum için yemeklerin fotoğrafını çekmeyi unutmuşumJ Hep tabakların sonunda aklıma geldi;)
Ne demiştim? Her yolculuğun bir bahanesi vardır.. Bu yolculuk kuşkusuz Mevlana Celaleddin Rumi’nin ölüm yıldönümü dolayısıyla gerçekleşmişti ama Konya mutfağını tatmak, o eşsiz lezzetlerin izini sürmek de ikinci önemli nedendi diyebilirim.
Akşam havaalanına doğru dönüşe geçiyoruz. Alın size bir etkileyici an daha.. Tebrizli Şems'in topraklarından gelen Tahran peronunda check-in yapan İranlılar hep bir ağızdan, coşkuyla, keyifle bir acem türküsü tutturuyor. Türküye elle tempo tutanlar ortamı daha da coşturuyor. (Bu arada Konya- Tahran uçuşu olduğu fark ediyorum tabii..)

Size tavsiyem şehrin tadını çıkarmak istiyorsanız ilkbahar veya sonbaharın ilk ayları en uygun zamanlar, zira benim gibi Aralık’ta giderseniz şehrin en kalabalık (ama en renkli) ve hareketli zamanları.
Hamuş 1: Elif Şafak’ın Aşk, Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar kitaplarını okuduysanız Mevlana’yı ve Şems’i daha yakından tanımak için Sinan Yağmur’un Aşkın Gözyaşları serisini de okumanızı tavsiye ederim.
Hamuş 2: Uçakla dönüyorsanız paket etli etmek yaptırmadan dönmeyin. 

Hülya Meral
Facebook: Hülya'nın Valizi
 
 
 

 
 
 
 
 
 
 

Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi ve Şeylerin Masumiyeti



Kaş’taki otelin küçük bekleme salonunun kitaplığında gözüme takılan ilk kitaptı Masumiyet Müzesi. İtiraf ediyorum, merak etmeme rağmen Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un bir türlü ilerlemeyen Kar romanını referans alarak bir daha Orhan Pamuk kitabı okumayacağıma kanaat getirip kitapçılarda göz göze gelmemeye gayret ettiğim kitaptı. Kaş’ta yeniden karşıma çıkıverdi..

Yanıma okuyacak bir şeyler  almayı unutunca ucundan ucundan başlayıverdiğim ve yine içten içe ‘Bu kitap ilerlemiyor yahu’ diyerek sayfalarını çevirdiğim Masumiyet Müzesi tatilde bitmeyince döner dönmez ilk işim soluğu bir kitapçıda almak oldu.
1970’lerin sonu 80’lerin başında roman kahramanları Kemal ile Füsun’un hüzünle biten aşk hikayesini anlatan kitap, sadece bir aşk hikayesi olarak okunamayacak kadar ince işlenmiş sosyolojik bir içeriğe sahip.

Masumiyet Müzesi sayfalar ilerledikçe Fuaye Lokantası’na, Merhamet Apartmanı’na, ilk Türk meyveli gazozu Meltem’e, Beyoğlu’nun sinemalarına, Çukurcuma Yokuşu’na,  Cihangir ve Tophane’nin parke taşı kaplı sokaklarına, Nişantaşı’na, Osmanbey’e, Şanzelize Butik’e dokundu. Satır aralarında insan ruhunun derinlerine indi, bazen aşk acısını elle tutulur hale getirdi..


Ardından başkahramanımız Kemal’in kısmen Füsun’u, sonrasında babasını kaybedişiyle değişen, aslında durakalan kırık hayatını, birikenleri, aşk acısını dindirmek için biriktirdiklerini anlattı. Bir yerden sonra muhteşem kurgusuyla akmaya başladı.


Romanın sonunda bir harita var. Bu harita bitmesini merakla beklediğim, romanla aynı ismi taşıyan ve 28 Nisan 2012'de ziyarete açılmış Masumiyet Müzesi'ne yani eski Brükner Apartmanı’na ait.


Pamuk’un on yıldan fazla bir süredir bitirmeye çabaladığı, içinde binlerce koleksiyon parçasının yer aldığı 1897 yılında inşa edilmiş bina, şimdiki Masumiyet Müzesi Firuzağa Mahallesi Çukurcuma’da. Pamuk’un binayla hikayeyi birleştirip hayata geçirdiği, çok önemsediği ve yıllarını verdiği bir proje ayrıca.


Orhan Pamuk, romanın başkahramanı Kemal Bey’in dilinden ‘Gerçek müzeler, Zaman’ın Mekan’a dönüştüğü yerlerdir. ‘ diyor kitabında.
Müzede neler mi göreceksiniz?

Eski İstanbul fotoğrafları, film afişleri, kartpostallar, eski gazete sayfaları, lokanta menüleri, ilaç kutuları, eski lambalar, oyuncaklar, kapı kulpları, anahtarlar, tuzluklar, biblo köpekler, tokalar, küllükler, cezveler, ütüler, çalar saatler, sinema biletleri, Füsun’a ait, O’nun kullandığı onlarca eşya ve daha pek çok şey..


“Çiklet çiğneyenlere ve öpüşenlere sonsuza kadar açık kalacağı” vaat edilen Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi’ne giriş için kitabın son sayfalarında bulunan yuvarlağı onaylatmanız yeterli. Kitabı edinmediyseniz  tam bilet: 15 TL, öğrenci :10 TL.


Çok ipucu vermek istemiyorum, başkahramanımız Kemal Bey’in şu sözlerini alıntılamak kitaba başlamanız için önayak olabilir.
"Müzemizi gezenler, bir gün bizim hikayemizi öğrenecek ve Füsun’un nasıl biri olduğunu zaten hissedecekler Orhan Bey. Vitrin vitrin, kutu kutu, bütün bu eşyalara bakarken, ziyaretçiler sekiz yıl boyunca akşam yemeklerinde Füsun’u nasıl seyrettiğimi, onun elini, kolunu, gülümseyişini, saçlarının kıvrımını, içtiği sigaranın izmaritini ezişine, kaşlarını çatışına, gülümseyişine, mendillerine, tokalarına, ayakkabılarına, elinde tuttuğu kaşığa, her şeyine ne kadar dikkat ettiğimi görünce, aşkın büyük bir dikkat, büyük bir şefkat olduğunu hissedecekler. Müzemizi gezenler eşyalara baktıkça, Füsun ile benim aşkıma saygı duyacaklar ve kendi hatıralarıyla bizim aşkımızı karşılaştıracaklar.
…Yaşadıklarımı, çektiğim aşk acılarını, Füsun’un çilesini, akşam yemeklerinde göz göze gelip bununla oyalanmamızı, plajlarda, sinemalarda el ele tutuşup mutlu olabilmemizi abartılı bulan gelecek kuşakların müze ziyaretçilerine, bekçiler yaşadığımız her şeyin hakiki olduğunu anlatmalı."


Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi’nden yola çıkarak müzenin onbeş yıllık oluşum sürecinde yaşananları ve kendi hikayesini katalog halinde ayrıca kitap yapmış. Bir dönemin alışkanlıklarını, kullandıkları eşyaları, manzaraları fotoğraflarla betimleyen Şeylerin Masumiyeti isimli kitap, Masumiyet Müzesi gibi İletişim Kitabevi’nden çıkmış.


Müzenin oluşum hikayesini belgesel olarak izlemek isterseniz linkini aşağıda bulabilirsiniz.
İyi seyirler ve okumalar
Yazı: Hülya Meral



AŞK HER YERDE DURU TİYATRO’DA, Ya siz neredesiniz?

Valizimde bu sefer bir tiyatro oyunu var. Romantik komedi Aşk Her Yerde…

Duru Tiyatro’da sahnelenen oyunda, usta tiyatrocu Sait Genay (çılgın ve çapkın baba Gus), zihinlerimize İnce İnce Yasemince parodileriyle yer etmiş Pelin Körmükçü (yayınevi sahibi Harriet Copland), şimdilerde Bosna’yı konu alan Mavi Kelebekler dizisinde Sırp kızı Vesna’yı canlandıran Bahar Yanılmaz (evin asi ve uçarı kızı Dee Dee) rol alıyor. Yönetmenliğini Emre Kınay’ın üstlendiği oyunda Kınay aynı zamanda asosyal, istatistikçi baba (Leo) karakterini kendi üslübuyla harmanlıyor.


Orijinal ismi Nobody is Perfect olan Simon Williams’ın yazdığı Filiz Ofluoğlu’nun çevirisini yaptığı oyun, kimi zaman oyuncuların doğaçlamarıyla köpürdü ve zenginleşti, ortaya tadından yenmez bir performans çıktı. Oyunun konusuna gelince..

Orta yaşlarını sürmekte olan Leonard Loftus’un (Emre Kınay) eşinin kendisini terk etmesinden sonra asosyal ve bilgisayar başında geçen sıkıcı bir hayatı vardır.

Çılgın ve dinamik bir hayat süren, bir türlü yaşlılar evine gönderemediği çapkın babası Gus ve lisede okuyan uçarı kaçarı kızı Dee Dee, aşka küsen ve aşktan umudunu kesen Leo’nun hayatı ıskalamasını engellemek ve sıkıcı hayatını hareketlendirmesini sağlamak için çok çaba harcar, ancak işi sayılarla olan istatistikçi Leo, -iç dünyası öyle demese de- yazarak bilgisayar başında ve mutfakta geçirdiği sade hayatından memnundur.

Yazdığı kitabının bir bölümünü şansını denemek ve çocukluk hayalini gerçekleştirmek için evdekilerden gizli Aşk Her Yerde yayınevine gönderen Leo’ya yayınevinden bir telefon gelir. Sadece kadınların katılabildiği yarışma için basılmaya değer bir kitap seçmeye çalışan yayınevi sahibi Harriet Copland Leo’nun Myrtle Banburry takma ismiyle gönderdiği romanını beğenir ve kitabı basmak, bayan Banburry ile tanışmak ve anlaşmaya varmak istediğini iletir.

Kitap basıldıktan sonra yazarın hayatı değişecek ve herkes tarafından tanınan bir isim haline gelecektir. Şüphesiz kadın ismiyle yarışmaya katılan Leo’nun işi o kadar da kolay olmayacaktır.

Üstelik Myrtle Banburry olarak yayınevi sahibi Harriet Copland’in karşısına çıkan Leo, güzel kadına aşık olur. Köşeye sıkışan Leo ya kadına olan aşkını ya da kitabı yazanın kendisi olduğunu itiraf edip aşkı ile çocukluk hayali arasında tercih yapmak durumunda kalır. Bize de kendisini kıvrandıran bu romantik, komik ve eğlenceli süreci kahkahalarla izlemek düşer..

Duru Tiyatro’da daha önce Suç Ortağı ve Sondan Sonra oyunlarını izlemiştim. Bu oyundan sonra duruclub üyesi olma zamanı geldi sanırım.

Emre Kınay'ın, kızı Duru'nun adını verdiği Duru Tiyatro, Kadıköy Adliyesi’ni geçince sol kolda, Kadıköy Anadolu Lisesi'nin yanında. Oyunu izlemeye biraz erken gidip tiyatronun bahçesinde çay ve kurabiye keyfi yapmanızı tavsiye ederim.

Şimdiden iyi seyirler :)

Aşk Her Yerde Duru Tiyatro’da, ya siz neredesiniz?

Yazı: Hülya Meral

https://twitter.com/hulyameral

CENNETE GÖNÜLLÜ SÜRGÜN: AŞK

Hindistan’nın Yamuna Nehri’nin kıyısından zamanın yolcularına seslenen, duyanların kolay kolay unutamadığı bir öykü vardır.


Bir isyanı bastırmak için ordularıyla ülke dışına çıkan Babür İmparatorluğu'nun 5. imparatoru Şahcihan’a (1593- 1666) karısı Mümtaz Banu Begüm (diğer adıyla Mümtaz Mahal) de eşlik eder ancak isyan sırasında 14. çocuğunu dünyaya getirirken vefat eder. (Hindistan’da çocuk doğururken ölen kadınların kutsal olduğuna inanılır.)



Mümtaz Mahal’e 16 yaşındayken aşık olmuş ve evlenmek için 5 yıl beklemiş Şahcihan sevgilinin gidişiyle yıkılır. Mümtaz Mahal, Sultan’ın gözünün feridir. O gidince gözlerinden fer, dizlerinden derman çekilir.


Eşinin ölümünü takip eden sekiz gün boyunca yemeden, içmeden kesilir, dokuzuncu gün dairesinin kapısını açıp dışarı çıktığı zaman saçlarının bembeyaz olduğu, iyice çöktüğü görülür. Uzun süre hüzün saraylarında beslenir Şahcihan’ın gözyaşları..



Sevgilinin ani gidişi Sultan’ı o kadar kederlendirir ki, ölmeden önce eşine kendisini sonsuza kadar hatırlatacak bir eser yaptırmasını vasiyet eden Aşk’ı için dünyanın en güzel mimarî eseri olan, ikinci bir örnek göstermekte zorlanacağımız, aşkın mabedinin, Tac Mahal’in yapılması için harekete geçer.

Şahcihan’ın gönlündeki sevginin büyüklüğünü sonsuzluğa kavuşturan cennet saraylarından bir saraydır Tac Mahal. Bu sebeple hiçbir masraftan kaçmaz, imparatorluğun malvarlığının büyük bir bölümünü bu eşi benzeri olmayan eser ve sevgilisinin hatırası uğruna harcar.


Şah o zamanki başkente adını veren Agra’daki kalenin neresinden bakılırsa bakılsın görülebilecek bu devasa eser için dünyanın her yerinden mimarlar çağırır, projeler ister. İstanbul'dan gelen mimarların projesine gönlü yatar ve aşk sarayı, Kuran’da tarif edilen cennete uygun olarak İbni Arabi’nin sırlar geometrisinin etkisi altında tasarlanarak 22 yılda tamamlanır. Etrafındaki dört nehir, içinden süt, şarap, su ve bal akan dört cennet ırmağını simgeler.

Zümrüt, yakut, pırlanta işlenmiş duvarlar

Yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılır. Yasin suresinin tamamı anıtın dört yanına nakış nakış işlenir.
Beyaz mermerden dört minareye sahip yapıda, günde yirmi bin işçi çalışır. Yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü duvarlarına 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci, büyük bir özenle, beyaz mermere oyulan çiçek ve demet gibi desenlerin içine yerleştirilir.
Böylelikle saray güneşin geldiği açıya göre değişen pembe sarı, açık leylak, krem gibi renklere bürünür, dolunaylı gecelerde bile aydan daha parlak görünür ve o günden beri yıldızlar yağar üstüne..

Ana girişinde yazılı ayet: “ Gir Cennetime”

Her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayan Tac Mahal, girişindeki “gir cennetime” ayetiyle karşılar konuklarını. Mümtaz Mahal’in beş asırdır uyuduğu dev anıt mezar bugün “sonsuz aşk”ın simgesi, dünyanın en güzel “aşk türbesi”.



Kuşkusuz ‘başlangıç’ta da aşk vardı, biraz anlam ve şekil değiştirse de yaşadığımız yüzyılda da var. Bazen diğer yarım deriz, bazen ruh eşim. Her ne şekilde isimlendiriyor olursak olalım aşk, “en” olanı arar. Bir uçurumun ucu kadar en. Sayısızın içindeki sayıyı, tek olanı arar. Herhangi bir teki değil; niceliğin içindeki niteliği; belirsizlik içindeki belirlenmiş olanı arar. Şayet bulmuşsak onu, ne kadar şanslı olduğumuzu bize her daim hissettirendir aşk..


Cennete gönüllü sürgündür bir bakıma. Dibe indiğinde bile yüzeyde kalan herşeydir. Asırlardır tüm asaletiyle bestecilere, şairlere, yazarlara ilham olandır aşk, dizelerden, bestelerden, satırlardan en özenli, en lütufkar şekilleriyle dökülendir..


Aşk unutmamaktır. Hatırlamak ve hatırlatmaktır sevdiğini yıllar geçse de. Ömrü saatlere sıkışmış kelebek telaşıyla ordan oraya koşuşturarak yaşarken, bu yıl siz de unutmayın, hatırlayın sevginizi, sevgilinizi..Kendinize Şahcihan kadar olmasa da unutulmayacak bir aşk sarayı inşa edin gönlünüzde.


Her yıl 14 Şubat’ta kutlanan Sevgililer Günü bu yıl Pazartesi gününe denk geliyor. Sevgililer ve sevgilerini tazelemek isteyenler için haftaiçi gidilebilecek İstanbul’daki alternatif mekanların yanısıra haftasonu kutlamayı düşünenler için de İstanbul çevresindeki romantik mekan ve etkinlikleri sizler için derledim. Hepinize aşk dolu, sevgi dolu bir yıl dilerim.

KARTEPE


Karın bütün güzelliğini sergilediği 1700 metre zirvede, gündüz sevgilinizle kayak yapmak, karlar üzerinde koşuşturmak ve eğlenmek, akşam da başbaşa, şömine karşısında şarabınızı yudumlamak ve aşkınızı yaşamak istiyorsanız Kocaeli Maşukiye'deki The Green Park Resort Kartepe sevgililer günü için güzel bir seçenek.

ABANT

Büyük Abant Oteli Cumartesi günü 2011’e özel ‘Sevgililer Günü Galası’ düzenliyor. Gala yemeği öncesinde keman eşliğinde sevgililer günü kokteyli ile başlayacak gecede Murat Başaran sahne alacak. Göl ve orman manzaralı oda seçeneği sunan otelin çevresinde sabah kahvaltısından sonra karda yürümek keyifli olacaktır.


ŞİLE


İstanbul’a 45 dk. mesafedeki Şile, doğayla kısa ve zahmetsiz buluşmak isteyenler için değerlendirilebilecek bir alternatif. Özellikle Ömerli ve Darlık barajları arasında yer alan, meşe, kayın ve çam ormanları ile çevrili Ulupelit köyündeki Lavanda Otel, her detayı düşünülerek hazırlanmış şömineli özel odaları ve şef Emre Şen’in hazırladığı romantik akşam yemeği ile bu yıl ağırlayacağı misafirlerini bekliyor.
Taş duvarları ve kış bahçesiyle sizi büyüleyecek masal gibi bir sevgililer günü için Lavanda Otel’i atlamayın.


SAPANCA

İstanbul’a bir saat mesafedeki Güral Sapanca Welness, Osmanlı’dan günümüze gelen tarihi ‘bal masajı’ uygulamasıyla ünlü. Hem huzurlu, sakin, romantik bir sevgililer günü hem de masaj, spa, welness hizmetleriyle sağlıklı bir haftasonu geçirmek istiyorum diyenler için oldukça şık bir program olabilir.


Oldukça zengin mutfağı ile Sevgililer Günü’ne özel gala yemeği ve sabaha kadar eğlenebileceğiniz bar ve bistrosuyla hizmet veren otelde sabah ormanlık alanda yürüyüş yapabilir, bol bol oksijen depolayabilirsiniz.
Kartepe Kayak Merkezi’ne her gün ücretsiz servis hizmeti sunulan otelin ‘buz pateni’ pisti de bulunuyor.

AĞVA

İstanbul'un en güzel köşelerinden biri olan Ağva’yı hâlâ gitmediyseniz Sevgililer Günü sizin için güzel bir bahane olacak. Ağva İstanbul'un yoğunluğundan kaçarak, sessiz sakin bir gün geçirip, aşkınızı tazelemek için dört mevsim gidilebilecek cennet mekanlardan.
Çevredeki otellerin çoğu aile işletmesi ve müdavimleriyle adeta aile gibi olmuşlar.

Greenline Guest House Hotel Şile–Ağva arasındaki dağ yolunu takip ettiğinizde Ağva girişinde bulunan şirin bir otel. Geniş bir bahçesi var, şöminesi bulunan kapalı restoran ve iskele restoranından oluşuyor.
Bir diğer seçenek Paradise Pansiyon & Bar Restaurant. Göksu Deresi kenarındaki mekanda, orman ve denizin kucaklaştığı nehir manzaralı restoranın yanıbaşında huzurun tadını çıkarabilirsiniz.

Keyfine düşkün aşıkların en mutlu olacakları yerlerden biri de Tranquilla Nehir Evi. İsviçre dağ evlerine benzeyen ahşap evler, ördeklerin gezindiği huzurlu bahçe, hamak ve salıncak keyfi istiyorsanız bu pastoral manzarayı kaçırmayın. Akşamları nehrin üstündeki salla karşıya geçen ışıklarla süslenmiş salı gidip gelirken seyretmek ise ayrı bir zevk.
BEYKOZ

Saklıköy Country Club şehirden uzaklaşmak için fazla vaktiniz yoksa İstanbul il sınırları içerisinde ama atmosfer olarak binlerce kilometre uzaklıkta hissi veren doğa aşığı çiftler için düzenlenmiş bir konsepte sahip.
Organik ürünlerden oluşan yemeklerini ve özellikle zeytinli ekmeği denemenizi salık veriyorlar.

SİLİVRİ


İstanbul’a en yakın romantik adreslerinden biri de Klassis Resort Hotel. Sevgililer Günü’nü Cumartesi kutlayacak otelde pop sanatçısı Altay sahne alacak. Gün içersinde her anı dopdolu yaşamak ve güne özel menüsü ile kadeh kaldırmak isteyenler için tüm detaylar düşünülmüş. Bu çok özel gecenin sabahında, sevgilileri denize karşı brunch keyfi bekliyor.


POLONEZKÖY

Sevgililer Günü’nü şehrin sıkıcı atmosferinden sıyrılıp Polonezköy’de modernize edilmiş köy havasında, şömine başında, şarap ve hoş bir yemek eşliğinde geçirmek istiyorum diyenler! Doğayla başbaşa, romantik bir gece ve arkasından canlı müzik için Legend Otel tercih edilir bir alternatif.
Yemeklerde “dalından tabağa” konseptini işleyen otelin kış bahçesinde organik mutfağından lezzetlerin sunulduğu sabah kahvaltısının keyfini çıkarıp ardından SPA, Welness, ATV turu hizmetlerinden faydalanabilirsiniz.

Polonezköy’de bir başka mekan da Polka Country Hotel. İstanbul’un yanıbaşında İstanbul’a hiç benzemeyen bir yer. Küçük bir Orta Avrupa kır oteli gibi. Polka usulü sarma bonfilesi, kestaneli pastası, şekerli ve şekersiz vişne likörü meşhur.

Polonya yemeklerinin tadına bakmak, ponçki tatlısı, lahanalı mantarlı börek proşki ve peynir köftesini denemek, değişik şarap türlerinin yanısıra wisniak denen ceviz likörü ve evyapımı likörleri şömine başında yudumlamak isteyenler için güzel bir seçenek. Kahvaltıda ev yapımı reçelleri, özel polka poğaçasını tatmanızı öneririm. Kahvaltı sonrası kolay bir parkura sahip ormanda yürüyüşe çıkabilirsiniz.

KARTALKAYA

Türkiye'nin popüler kayak merkezlerinden olan DorukKaya Ski&Mountain Resort, çam ormanları arasında, sonsuz beyazlığın ortasında renkli, çılgın eğlenceler ve sınırsız heyecanlar sunan bir diğer seçenek.
Bolu Kartalkaya'daki konumu itibariyle İstanbul 'dan kısa sürede ve kolaylıkla ulaşıma olanak veren otelde hoş vakit geçirebilir, kayak sonrası havuz ve spa keyfi yapabilirsiniz. Dorukkaya'nın parlayan mekanı Chocolate Apres Ski 12-13 Şubat’ta DJ'ler eşliğinde muhteşem bir parti düzenleyecek.

Şehirden uzaklaşamayan ancak özel bir gece yaşamak isteyenlere İstanbul’dan alternatifler..
Sürmeli Otel

Akordion ve keman eşliğinde şampanya, şarap servisi, odaya 4 ayrı lezzetten oluşan afrodizyak menü, romantik bir akşam yemeği, çikolata,1 şişe şarap, egzotik meyveler, gül demetleri, dileyenlere DVD çalarda unutulmaz aşk filmleri, odada kahvaltı gibi seçenekler Sürmeli Otel’de.
Frederic’s Akaretler


Efsanevi ”Steak&Lobster” restaurantı Frederic’s özel menüsü ile Sevgililer Günü’nün romantik ortamında aşkınıza ortak olacak. Bu unutulmaz gün için özel olarak hazırlanan seçkin menüde 'Ballı ve Kuşkonmazlı, 6 Baharatlı Mousse'tan ‘İstiridye ve Kırmızı Meyveli Vinaigrette’e, ‘Kızıl Körili Istakoz ve Çikolatalı Meksika Biberi Izgarası’ndan ‘Acı Çikolata ve Yaseminli Güllü Macaron’a kadar başka yerde bulamayacağınız lezzetler aşkınıza eşlik edecek.


Portofino Stage

Usta şeflerin özel malzemeler kullanarak hazırladığı Akdeniz Mutfağı’nın birbirinden lezzetli yemeklerine ev sahipliği yapan Portofino Stage sevgililer gününe özel mönüsü ile göz dolduruyor.
Her Cumartesi olduğu gibi bu özel gecede de en güzel aşk şarkıları, Ferdi Özbeğen’in sesiyle aşkınıza edebilir. Geçmişin en güzel nostaljik parçalarını seslendirecek Ferdi Özbeğen ile doyumsuz bir akşam yaşamak ve romantik bir gece geçirmek için Portofino Stage'in bulunduğu Lares Park Hotel'de olmanız yeterli. Konaklamak isteyenler için ise Sevgililer Günü'ne özel açık büfe kahvaltı sunuluyor.

Lush Hotel

105 yıllık geçmişindeki ruhu ve dokusu tamamen korunarak, yeniden hayata döndürülen Lush Hotel, şehrin göbeğinde de keyifli zamanların geçirilebileceğini ispatlarcasına özgün, huzurlu ve keyifli bir akşam vaat ediyor. İstanbul’un tüm renklerini, içinde barındıran, Beyoğlu’na karakterini veren Sıraselviler Caddesi’nde, 12 numarada hizmet veren otelde, canlı müzik eşliğinde Sevgililer Günü yemeği, odaya şampanya ve çikolata tabağı, çift kişilik çikolata masajı, odada romantik karşılama gibi özgün seçenekler karşımıza çıkıyor.

Mia Mensa


Boğazın büyüleyici manzarası eşliğinde geçirebileceğiniz başka bir seçenek de Mia Mensa. Zengin menüsü ve şık dekorasyonuyla dikkat çeken restoran, Sevgililer Günü’nde çiftlere romantik bir akşam yemeği sunmaya hazırlanıyor.
İtalyan ağırlıklı menüsünde yer alan lezzetleri sevgililerin beğenisine sunan Mia Mensa Kuruçeşme’de.

Faces

Sevgililer gününe özel mönüsü ve mum ışığı ile aydınlatılmış romantik atmosferiyle Faces, sevgililere unutamayacakları bir gece hazırlıyor.
Mekanda gece boyunca DJ Ercan Erbaş en iyi aşk şarkılarını sizler için çalacak. Saat 04.00 kadar açık olan Faces’ta sevgilinizle sabaha kadar dans edebilirsiniz.
Derleyen: Hülya Meral