karadeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
karadeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

GÜMÜŞHANE KARACA MAĞARASI

9 Temmuz 2012 tarihinde Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki'nde yayımlanan Gümüşhane Karaca Mağarası yazım.


Sarkıtların bir santimetresi 12 yılda oluşmuş


Hülya Meral, seyahat etmeyi yaşam biçimi haline getirenlerden. Şimdiye kadar yurtiçi ve yurtdışında birçok şehir gezdi. Yeni kültürleri keşfetmeyi seviyor. Gümüşhane gezisi sırasında yolu Torul İlçesi’ne bağlı Karaca Mağarası’na düştü. “Mağara içi kadar, dışındaki manzaradan da etkilenmemek mümkün değil” diyor.

 




 Hülya Meral (30), İstanbul’da yaşıyor. Fotoğraf, mimarlık, arkeoloji, siyasi tarih, medya ve seyahate ilgi duyuyor. Bu konularda kitaplar okuyor, belgeseller izliyor. Kültür ve sanat etkinliklerini yakından takip ediyor. 12 yıl önce fotoğraf çekmek için başladığı yolculukların zamanla yaşam biçimine dönüştüğünü, bu yolla büyük şehir atmosferinden kaçtığını söylüyor. “Nerdeyse her hafta sonu kendime keşfedecek bir şehir veya ülke buluyorum. Uçak biletlerimi bir yıl önceden alıyorum. Arkeolojik alanları, müzeleri, mimari yapıları görmek, gittiğim şehrin arka sokaklarında dolaşmak, insanlarıyla sohbet edip sosyal hayatına dahil olmak, lezzet noktalarını keşfetmek ve fotoğraf çekmek beni motive ediyor. Bazen bir ülkedeki tek bir binayı veya arkeolojik alanı görmek için o ülkeye gidebiliyorum...”

KELKİT ÇAYI ÇEVRESİNİ YEŞİLE BOYAMIŞ


Seyahat gözlemlerini “Hülya’nın Valizi” isimli blog’unda, yine aynı isimdeki Facebook sayfasında ve Twitter’da paylaşıyor. “Seyahat firmasında bilet kestirirken 1 saate yakın sıra bekleyen bir bey sıra kendisine geldiğinde bana dönüp ‘Hiç şimdiye kadar sizin gibi seyahat eden birini görmemiştim. 24 bilet kestirdiniz, hepsine gidiyor musunuz sahiden’ diye sormuştu” diyor.


 


Daha önce seyahat ettiği yerleri anlatırken şunları söylüyor: “İtalya çocukluğumdan beri hayranlık duyduğum ülkeydi. Her sene mutlaka giderim. Fransa’nın irili ufaklı pek çok şehrini gezdim. Yunanistan, Belçika, Hollanda, İngiltere, Almanya, Makedonya gördüğüm diğer ülkeler. Karadeniz’in doğasına, insanlarına hayranım. Baharda mutlaka yaylalarına çıkarım, köylerini keşfediyorum. Zonguldak’tan Artvin’e gördüm. Side’den Kaş’a sahildeki antik yerleşimleri gezdim. Hafta sonlarında İstanbul çevresinde yürüyüş turlarına katılıyorum. Gelecek hafta Mezopotamya’ya yolculuk yapıp Urfa, Harran, Göbeklitepe, Halfeti, Mardin, Midyat, Hasankeyf ve Dara antik kentini göreceğim.”



 


Peki Karaca Mağarası’na ne zaman, nasıl gitti? “İki yıl önce ağustosta Karadeniz’i boydan boya gezerken uğradım. Bir gün boyunca Gümüşhane Torul’daki Karaca Mağarası’nı, 3 kilometre yakınındaki İmera Köyü’nü ve Kromni Vadisi’ni gezdim. Torul’a çok yakın olan Kelkit İlçesi’ne 17 kilometre uzaklıktaki Sadak antik kentini, Özen (İsgah) Köyü Şelalesi’ni, Kelkit’in içindeki organik tarım alanını, organik süt tesislerini ve Gümüşhane’de doğal kök boyalarla dokunan ‘zilli kilim’ atölyelerini gezdim. Trabzon Maçka’ya doğru geçerken Zigana’daki Limni Gölü’ne uğradım. Gümüşhane tam bir Doğu Karadeniz şehri. Karadeniz’in yemyeşil bitki örtüsü burada da kendini göstermiş. Özellikle Kelkit Çayı ulaştığı her noktayı adeta yeşile boyamış. Diğer taraftan Doğu’nun yüksek ve sarp dağları da alabildiğine geniş bir alana yayılmış. Keza Karaca Mağarası 1550 metre yükseklikte. Bahar ve kış aylarında Zigana Dağı’nda yürüyüş de yapılabiliyor. Hem Doğu hem Karadeniz’in muhteşem uyumu diyebilirim.”


GÖZ ALICI SARKIT VE DİKİTLER

Karaca Mağarası’nı anlatırken şunları söylüyor: “Burası 90’lı yıllardan sonra keşfedilmiş karstik bir alan. Mağarada damlayan kireçli suyun oluşturduğu sarkıtlar, dikitler ve bunların birleşmesiyle meydana gelmiş iri ve geniş sütunlar olağanüstü. 1 santimetre sarkıt veya dikitin 11-12 yılda oluştuğunu öğrenince görüntünün tamamından etkilenmemek mümkün değil. Girişten itibaren önce küçük dikitlerle, ilerledikçe de uzunlukları artan kirli sarı ve beyaz renkli sarkıt, dikit, geniş sütunlar, damlataşlar ve traverten havuzlarıyla karşılaşıyorsunuz.



Yaklaşık 100 metre sağlı sollu devam eden geniş koridor boyunca ve kimi yerde basamaklarla çıkılan odaları hep bu karstik şekiller kaplamış. Mağaranın en sonuna gittiğinizde tavan yüksekliğinin 20 metreye kadar çıktığını ve nem oranının yükseldiğini görüyorsunuz. Dokunmadan önce yumuşak sünger izlenimi veren sarkıt ve dikitler aslında kaygan, sert ve ıslak.”


Meral’ın Karaca Mağarası’na gitmek isteyenlere önerileri şöyle: “Mağara çıkışındaki kır kahvesinde soluklanıp 1550 metre yukarıdan dağların oluşturduğu muhteşem manzara izlenmeli. Çevresindeki Kürtün Barajı, Zigana Köprüsü, Kelkit Havzası ve yaylalarını gezip köme, pestil ve kuşburnu almak gerek. Kuşburnu yörede çok ünlü, kış aylarında çayı yapılıp içilebiliyor. Yaz sıcağında bunalanlar için kesinlikle en azından bir kez denenmesi gereken bir yer burası. İklimi seyahat ederken bunaltmıyor. Yol üstünde pek çok çeşme ve göze var. Dağlardan gelen soğuk suyu içtikçe içesiniz geliyor.”



HAMSİKÖY SÜTLACININ TADI DAMAĞIMDA KALDI

Karaca Mağarası çevresinde konaklama için çok fazla alternatif yok. Gittiğimde yakınındaki Maçka’da konaklamış, otele yerleşmeden önce yolumun üstündeki Hamsiköy’e uğrayarak ünlü Hamsiköy sütlacını denemiştim.
 


85’LİK KADIN GEZGİN


Seyahatler yeni insanlar tanıyıp bambaşka hikayeler dinlemenize olanak sağlıyor. Örneğin iki yıl önce evini elindeki iki çantaya sığdırıp gezen 85 yaşındaki Muazzez Teyze’yle tanışmıştım. Önemli hastanelerimizin birinden emekli olmuş, çocukları Amerika’da yaşıyor. Dolaşarak eliyle şifa dağıtmaya devam ediyordu. Bana yaşı ilerlese de her bireyin mutlaka insan ve doğa için pek çok şey yapabileceğini öğretti.



En sevdiği beş şehir:
Brugge, Baden Baden, Katmandu, Racastan, Tokyo

Seyahate hangi ulaşım aracıyla gider? Uzun mesafeleri uçakla, kısa mesafeleri tren ve otobüsle
Seyahatte ne yer ne içer? Yerel yiyecek ve içecekler
Seyahatte nerede kalır? Otelde veya hostelde
Kiminle seyahat eder? Tek veya arkadaşıyla

Seyahatten ne alır? Şal, maske
Hürriyet Gazetesi
Esra Erdoğan

TRAKYA'NIN PARLAYAN YILDIZI KIYIKÖY


İstanbul’un arka bahçesi, kuzeybatı Karadeniz sahili Kıyıköy’deydim bu defa.  Burası  adeta inci gibi, siz onu keşfettikçe açılıp güzelliklerini gözler önüne seriyor.


Esenler Otogar’dan binip 2,5 saatlik yolculuk sonrasında ulaştığım Kıyıköy’de 6. yy. Bizans yapımı kapının önünde indiğimde başlıyor gezim.




Kapı şimdiye kadar eşine rastlamadığım bir manzaraya açılıyor, nehir ve denizin buluştuğu yere.  Deniz  alabildiğine ufka uzanıyor. Yemyeşil iki düzlüğün ortasından zümrüt rengi Istranca kaynakları Karadeniz ile birleşiyor.



 Sol taraftaki restoranlardan birinde yerimi buluyorum. Köy kahvaltısı eşliğinde manzarayı izleyerek ve yeni tanıştığım arkadaşım Rexx ile oynayarak keyifle oksijenimi depoluyorum.

Rexx

Yeşil alana kurulmuş onlarca çadır, kimi de arabalarıyla günübirlik pikniğe gelmiş. Deniz kıyısında kumlar üzerinde kıpır kıpır bir hareketlilik var, insanlar yavaş yavaş denizin ve güneşin tadını çıkarmaya geliyorlar.


Kahvaltıdan sonraki durağım 1 kilometre stabilize yoldan yürüyerek ulaştığım 6.yy Jüstinyen döneminde keşişlerin mola verdiği Aya Nikola Manastırı oluyor. Arabalarıyla gelen de çok fazla.

Kayalara oyularak yapılan ve yakın zamanda su yüzüne çıkmış Manastır’ın zemin katı kilise, bodrum katı ayazma olarak kullanılmış.


 


 
Kiliseden çıkıp  Çarşı’ya doğru ilerlerken hafif meyilli yolu çıkmakta zorlandığımızı gören gezgin bir çift bizi meydana kadar bırakıyor.


Çarşı’yı dolaşıp eski evleri fotoğraflayıp limanı kuşbakışı gören mütevazı restoranların görüş  alanından manzarayı izliyorum.




Yol üzerindeki erik ve dut ağaçlarından nasiplenerek Liman’a doğru iniyorum.  

 

Limanı, deniz fenerini, ağlarını boşaltan balıkçı teknelerini, dingin ve korunaklı limanın Fener tarafına vuran hırçın denizle oluşturduğu zıtlığı hayranlıkla izliyorum.


 
Öğlen sıcağını Liman’ın serin rüzgarında geçirip  Selves Koyu’na doğru geliyorum. Burası Kıyıköy’e ilk ayak bastığım anda gördüğüm manzaranın bir kısmı. Yaklaşık 50 basamak inerek altın kum sahiline ulaşıyorum.


 

 
Yukarıda hava ne kadar sıcaksa deniz kenarında da o kadar püfür püfür esiyor.

Hemen arkamda akan nehrin diğer tarafına Pabuçdere Köprüsü’nden geçiliyor. Evet yanlış okumadınız, önüm deniz, arkam nehir. Tatlı suyla tuzlu suyun buluştuğu ender noktalardan birindeyim.

 
Akşam 19.30’a kadar çekilmeyen güneşin altında günü değerlendirip akşam yemeği için Liman tarafına, Köşk restorana geçiyorum.


Bu mevsimde taze balık bulmak ne mümkün ama burada en taze haliyle levrek, tekir, çipura, kalkan gibi pek çok balık alternatifi var.
Siz de Kıyıköy’ü ziyaret etmek istiyorsanız TEM Karayolu’nun Çerkezköy Gişeler çıkışını takip edip Çerkezköy çevre yolundan Kapaklı beldesine, oradan Büyükoncalı’ya gelip Saray ilçesine ilerlemeniz gerekiyor. Buradan sonra Kıyıköy tabelaları sizi bu şirin kasabaya ulaştırıyor.


Bol keyifler J
Yazı ve Fotoğraflar: Hülya Meral
Facebook:  Hülya’nın Valizi

GARİPÇE KÖYÜ




Karadeniz'e komşu, Sarıyer'e 6 kilometre uzaklıktaki oksijen deposu Garipçe Köyü'ne gidiyoruz bu sefer.. 



Köyün girişi


 




İstanbul'un 8 köyünden biri olan aynı zamanda minyatür Karadeniz'i yaşamamıza da olanak sağlayan İstanbul'un yanıbaşındaki bu balıkçı köyüne gitmesi de vakit geçirmesi de son derece keyifli.


Haftaiçi Koç Üniversitesi öğrencilerini haftasonu da günübirlik tatilcileri ve motorsikletleriyle gruplar halinde dolaşmayı geleneksel hale getirmiş grupları ağırlayan Garipçe adeta bir vaha gibi..


Yıllardır adını duyduğum ama bir türlü fırsat yaratıp gidemediğim Garipçe'ye beni atan rüzgar geçtiğimiz yıl alınan kararla 3. köprünün bir bacağının buraya yapılacağı haberiydi. Haberle ayağa kalkan çevrecilerin eylemlerini, bildirgelerini basından duymuş, izlemiş olabilirsiniz.


 Ancak gittiğimde öğreniyorum ki köyün 1,5 kilometre ötesinden geçirilmesi planlanan köprü yolu Köy'ü etkilemeyecek. Aksine köy halkı köprü yapıldıktan sonra köyün popülaritesinin daha da artacağını düşünüyor.
 














Garipçe'yi upuzun bir sahil gibi düşünmeyin. Küçük ama şirin, birkaç mütevazı cafe-restoranın denizin dibinde yanyana dizilmesiyle oluşmuş alandan ibaret.


Siz kahvaltı ederken balıkçılar ya ağlarından balık ayıklıyor ya da açık denizde ağlarını yırtan yunusların açtıkları delikleri onarmakla uğraşıyorlar.
  

Köye girer girmez Garipçe'yi öven arkadaşlarımın dilinden düşüremedikleri isim KAŞI KUMLUK'un işletmecisi Trabzon Sürmeneli Kıvırcık Ali'yi (Ali Oğuz) buluyorum hemen. Kıvırcık Ali ismi gibi kıvırcık değil, lakabı buymuş..:) Garipçe'ye kim gelirse Kıvırcık Ali'de birşeyler yemeden ayrılmazmış, gelenlerin çoğuyla arkadaş olmuş. Kocaman bir networkü var kendisinin :)





Sabah yola erken çıktığım için hemen kahvaltı etmek istiyorum. Açıkçası sabırsızlanıyorum. Çünkü açıkbüfe kahvaltıda muhlama var..


Kıvırcık Ali gelmeden önce gelmek için söz verdiğimiz saate uymamız için bizi uyarıyor, 5 dakika geciksek yer kalmıyormuş. Sahiden de söylediği gibi oluyor. Gecikenler ayakta kalıyor veya yandaki restoranlara geçiyorlar.


Önce gidip mutfağı selamlıyorum ve neler olduğuna bakıyorum.


Taze pişmiş mısır ekmeği, çeşit çeşit Karadeniz'den getirilmiş peynirler, mis gibi kokan tereyağı, bal, yumurta derken aslında klasik bir kahvaltı buluyorum. Masaya sigara böreği, tereyağında sucuklu yumurta, muhlama geliyor. Çaylar termosta, bittikçe kendiniz dolduruyorsunuz.


Kahvaltı ederken kayık kiralayıp hafif hafif denize açılan gençleri izliyorum. Derken tipik Karadeniz yağmurunun burada da etkili olduğunu görüyorum. Keza atıştırıp duruyor.

 



Kahvaltı için restoranın üst katını da tercih edebilirsiniz. 5-6 kişinin sığabileceği bir terası var, manzarası mükemmel. Kışın üst katında kuzine soba yakılıp üzerinde kestane pişirilip çay demleniyormuş. Kahvaltı için gelenlerin yanısıra taze balık yemek isteyenler de Kaşı Kumluk'ta alıyormuş soluğu.



 


























Kahvemi de içtikten sonra (kalabalıktan kaynaklı aceleden olsa gerek kahve çok başarılı değildi.) restoranın sağ tepesinde görünen evi soruyorum. Erdal Özyağcılar'ın eviymiş.

 

Önceden çok sık geldiğini ama son yıllarda daha çok eşi Güzin Özyağcılar'ın ve kızının uğradığını öğreniyorum. Malum çok izlenen Yabancı Damat, Elveda Rumeli dizisi ve Maldivler'de çekilen Denizbank reklamlarından sonra Erdal Özyağcılar, TRT'de yayımlanan Bizimkiler dizisindeki günlerinden bile daha popüler oldu. Eminim Garipçe'ye gelmeye vakit bulamıyordur :)



Kıvırcık Ali'den Özyağcılar'ın evinin önünden ilerlersek orman yoluna çıkabileceğimizi öğreniyorum. Yağmurun çişe atmasına aldırmadan bahçeler içinden geçerek yürüyorum.



Hatta yıllar önce Karadeniz'den bu köye göçmüş, ineklerini otlatan Karadenizli bir teyzeye denk geliyorum. İneklerini fotoğraf çekmeme izin vermiyor:) Söylediğine göre biz şehirliler gelip ineklerinin fotoğraflarını çekiyormuşuz, sonra internette başkalarına gösteriyormuşuz. Nazar değiyormuş ve inekleri yeteri kadar süt vermiyormuş:) (Flaşsız çektim ama hadi bana saklı kalsın)





Derken hafif tempoyla rahatça çıkabildiğim tepeye geliyorum. Solumda Ceneviz yapımı kale, karşımda Beykoz-Poyrazköy, karşı sağımda Anadolukavağı, önümdeyse denizin ortasında dans eden yunusları izliyorum. Ağları deldikleri için balıkçıların kabusu olan yunuslar ufak bir gösteri sunuyor. Manzara mükemmel ve ıslanmış toprağın kokusu taze taze burnuma geliyor.


Kale


 



Yağmur gittikçe hızlanıyor, bitki örtüsü tepede alçak çalılıklar olduğu için saklanacak büyük bir ağaç bulamayıp sırılsıklam oluyorum ama hiç şikayetçi değilim.
 

Yağmur biraz dinince dönüşe geçip tekrar köyün meydanına geliyorum. 5 dakikalık bir yürüyüşle meydanın hemen solunda bulunan 550 yıllık Kale'yi görmek için iki tarafı taş duvarla örülü geçitten geçip demir kapıdan ilerliyorum.


Tuğla duvarlar, mahzenlere giden basamaklar, tabyalar, derken bakımsızlıktan yok olmakta olan bir antik yapı ile karşılaşıyorum. Sonradan duyduğum söylentiye göre 3. köprünün bir ayağının buraya inşa edilecek olması bölgeye olan ilgiyi arttıracağı için Kale ve çevresiyle ilgili ciddi turizm yatırımı planlanıyormuş. Aslına sadık kalınarak bir bölümü hamam, bir diğer bölümü sosyal tesis olarak restore edilecekmiş.
 

Kale'den inerken sağda KALEDİBİ CAFE'de oturup bir dinlenme çayı içip waffle söylüyorum. Porsiyonları ve malzemesi bol değildi ama tadımlık birşeyler isterseniz ideal.


Garipçe'de özellikle motorsiklet tutkunlarının müdavimi oldukları bir diğer mekan ASMAALTI CAFE-RESTORAN. Köyün girişindeki iki kattan ibaret, asmalarla çevrilmiş bu naturel mekanda, cafenin girişini çepeçevre sarmış koyu pembe güllerle selamlanıyorsunuz.






Daha bahçesine adım atar atmaz restorana kadın eli değdiği belli oluyor. Her masanın yanından rengarenk bir çiçek, bir ağaç uzanıyor.

 
Asmaaltı'nda Karadeniz kahvaltısı yapabilir, geç geldiyseniz taze balık çeşitlerinden deneyebilirsiniz. Restoranın kışın kullanılan iç kısmında kuzine soba, karadenize özgü yöresel eşyalar ve kıyafetler hoş bir dekor oluşturmuş. Kışın kuzine sobada kestane pişirilip gelen misafirlere ikram ediliyormuş.

 



Köyün küçük meydanında erişte, tereyağı, peynir, köy yumurtası, bal, mısır ve taze sebze-meyve satan köy pazarı kurulmuş.



Kahvaltıyı Garipçe'de yaptıktan sonra hemen yanıbaşındaki köy Rumelifeneri'nde öğlen yemeğinizi yiyebilir, Seanergy Beach içindeki Atlıtur Garden'da ata binip, yorgunluğunuzu hamakta sallanarak atabilirsiniz. Yaz sezonunda gidecekseniz Seabeach'in kumsalını da değerlendirin derim.


GARİPÇE'YE NASIL GİDİLİR?

Garipçe'ye gitmek için Sarıyer'den Kilyos'a doğru ilerledikten sonra Koç Üniversitesi'nin Rumelifeneri ayrımından sapıp 6 kilometre kat ediliyor. Sonrasında Garipçe tabelası sizi yönlendirecektir.

Otobüsle gitmek isterseniz Sarıyer'den kalkan 150 numaralı Rumelifeneri otobüsü de sizi köye ulaştırıyor. Gitmeden önce kalkış ve dönüş saatlerini öğrenmenizde fayda var.

Bol keyifler..

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: HÜLYA MERAL





MOYY (ÇİLEK) OTEL'DE FIRTINA DERESİ'Nİ DİNLEYEREK UYUMAK

Karadeniz'in beni çağırdığı günlerden bir gün. İstanbul'dan Trabzon'a sorunsuz iniyorum ve bir saat uçak yolculuğu sonrasında bir saat de kara yolculuğu yaparak Rize'ye geliyorum.



Maksadım her gelişimde daha çok sevdiğim Ayder'de Gelintülü Şelalesi'nin kenarında mis gibi bir çay içmek, kazanda kaynatılmış sütlü mısırdan yemek, çimene basmak, stres atmak ve Karadeniz'in sohbetine doyamadığım sıcak insanlarıyla birkaç kelam etmek.

Hava şansıma güneşli. Şehre geldiğimde Ceneviz yapımı Rize Kalesi'ne çıkıp bir yorgunluk çayı içtikten sonra soluma denizi, sağıma yeşili alarak ilerlediğim yaklaşık 40 dakika süren yolcuklukla önce Pazar'a sonra sağa sapıp Fırtına Deresi'ni takip ederek Çamlıhemşin'in şirin merkezine geliyorum.


Rizelilere göre buralara kadar gelmişken 'hemşin ketesi' yemeden, bu tadı tecrübe etmeden gitmek büyük kayıp. İniyorum arabadan ve fırından yeni çıkmış hemşin ketesini çayla birlikte yiyebileceğim bir yer bulmaya koyuluyorum, derken bir bakırcı dükkanına giriyorum. Ardından Karadeniz'e özgü Rize bezinden imal edilmiş elbiselerin satıldığı bir başka dükkana.

Sonra evimden aşina olduğum bitki çayı kokusu beni Moyy'a yönlendiriyor.




Moyy Fırtına deresinin kenarında, birkaç kuşaktır aynı aileye evsahipliği yapmış, şimdilerde bu yeşil coğrafyayı keşfe koyulan gezginler ile Karadeniz ve Kaçkar tutkunları için otel hizmeti vermeye başlamış 2 katlı ahşap bir konak.


Yıkılmaktan son anda kurtulmuş Moyy, %100 kestane ağacı kullanılarak inşa edilmiş çevredeki tek yapı diyebiliriz hatta.





Hemşincede çilek anlamına gelen Moyy, Londra'daki moda eğitimini tamamladıktan sonra memleketi Çamlıhemşin'e dönen Özlem Erol'un çabalarıyla yeniden yaşam bulmaya başlamış. İçerdeki herşey -hayatımızı kolaylaştıran birkaç elektronik eşyayı saymazsak- olduğu gibi korunuyor.







6 odaya sahip mini otelde dekoratif amaçlı kullanılan bakır siniler, tavalar, kaplar, ahşap kocaman bir masa, ahşap bir bavul, kuzine soba, çaydanlık, un eleği, çay toplamada kullanılan hasır sepet, tabure, gaz lambası gibi aile yadigarı eşyalar insanı yıllar yıllar öncesine götürüyor. Dokunduğunuz her şeyde geçmişin ve ahşabın sıcaklığını hissedebiliyorsunuz.






Otelin giriş katı moyycafe olarak hizmet veriyor. Çayınızı kahvenizi alıp gazete karıştırmak, içinde bulunduğunuz dekorla 2 nesil önceki Karadeniz'i yaşamak istiyorsanız, konaklamasanız da burada bir mola verin derim.






Arka balkonu ve üstteki 3 odası Fırtına'nın şırıl şırıl akan deresine bakan otelin odalarında dereyi dinleyerek uyuyabilir, cafesinde Özlem Erol tarafından üretilmiş, binbir çiçekten toplanmış taze, mis gibi yayla balından hatta karakovan balından bulabilir, karnınız açsa doğanın torpil geçtiği bu şanslı ilçede yerel tatları deneyebilirsiniz.








Şansınıza hasat zamanından birine denk gelmişseniz çayın nasıl toplandığını izleyebilir, eşsiz habitata sahip yaylalarda gezintiye çıkabilirsiniz.




Benim şimdiden burnuma muhlama, tereyağlı karalahana dolması ve kuzine sobada pişmiş mısır ekmeğinin kokusu geldi bile..


Karadenizlilerin deyimiyle Oyy MOYY!

HÜLYA MERAL
















ZİRVEDE BEYAZ MUTLULUK


Bir fotoğraf karesi düşünün ki karşınızda karlı ve dik bir zirve var ve siz de karşısındaki zirvede kollarınızı açmış, gözleriniz kapalı, beyaz örtüyle kaplı manzaraya kanat açıyor, mis gibi havayı içinize çekiyorsunuz. Sonsuzluğu kucaklar, bulutlarla dans eder gibi..


Çevremdeki pekçok arkadaşıma “Kar sana ne hissettiriyor?” diye sorduğumda özgürlük, sonsuzluk, doğallık, saflık, bulutlarda uçmak gibi cevapların yanısıra en çok “mutluluk” cevabını aldım.
Kar, bizim gibi metropolde yaşayıp senenin birkaç günü beyaz örtüyü izleme fırsatı bulanlar için büyük oranda mutluluk kaynağı.
Yeniyıla gireceğimiz şu günlerde İstanbul’u kar kaplar mı bilinmez ama hepimizin kardan adam yapmak için sabırsızlandığına eminim:)



İstanbul’da geçireceğimiz beyaz mutluluk için birkaç gün yetmez, önümüz sömestr, kaymak, snowboard yapmak istiyorum diyenler şimdiden kar tatili için hazırlıklara başlamış bile.
Siz de karla kaplı kartpostal coğrafyalarda oksijene doyup stres atmak, şarap, sucuk ekmek veya alabalık keyfi yaşamak istiyorum diyorsanız zirveler ve yenilenen pekçok kayak merkezi sizleri bekliyor.

Her yaşa uygun spor: Kayak
Anavatanı Norveç olan kayak, adrenalini seven snowboard meraklılarının da artmasıyla birlikte oldukça revaçta olan bir spor haline geldi.
Özellikle 4-5 yaş itibariyle her yaştan insanın uygulayabileceği ekonomik bir spor ve eğlence dalı olması da kayak sporunu cazip hale getirmiş durumda.

Antalya’dan Erzurum’a İsviçre’den Fransa’ya pekçok alternatif


İklimi ve coğrafi konumu ile kayak sporunda güçlü bir potansiyele sahip ülkemizde Uludağ ve Erciyes’in yanı sıra Bolu Kartalkaya, Erzurum Palandöken, Gümüşhane Zigana, Isparta Davraz, Kars Sarıkamış, Antalya Saklıkent, İzmit Kartepe, Ağrı Bubi Dağı, Kastamonu Ilgaz gibi bölgelerde yoğun olarak kayak yapılıyor.

Yurtdışında ise İsviçre, Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya’daki popüler kayak merkezlerinin yanısıra son yılların yıldızı parlayan ülkelerinden Bulgaristan bu sezon tercih edebileceğiniz bir lokasyon olabilir.


ULUDAĞ
Aralık ayında başlayıp mart ayına kadar devam eden kayak mevsiminin en gözde merkezlerinden biri Bursa'daki Uludağ. İlk kez 1933'te bir otel açılan Uludağ'da şu an 16 otel ve 20 civarında pist bulunuyor.
Bu nedenle Marmara Bölgesi'nin en yüksek dağı da olan Uludağ, kayakçıların farklı seviyelerdeki pistlerde kendilerini deneyebilecekleri, kayak yapmayanlarınsa kafelerde dağ havası eşliğinde salep veya sıcak şarap içip vakit geçirebileceği popüler bir kayak merkezi olmuş durumda.
2011’de uygulanmaya başlayacak tek kart sistemi için ciddi yatırım yapılmış. Buna göre Uludağ’da tatilcilerin birinci ve ikinci bölgede 16 pistten özgürce faydalanabileceği kart sistemiyle adı sisteme girilecek ve piste giriş-çıkışı tespit edilebilecek kayakseverlerin kaybolmalarının önüne geçilmesi planlanıyor. Pistte kalış süresinin 2 saatten 5 saate çıkacak olması da diğer artılarından.
Bu yılki yeni bir uygulama da telesiyej. Ağaoğlu My Resort tarafından yapılan yeni üstü kapalı telesiyej tesisleri ile saatte 4.000 kişi taşınacak. Yeni tesis ile kayak yapmak isteyenler 1.850 metrelik mesafeye rüzgar ve soğuktan etkilenmeden 4.5 dakikada kolaylıkla çıkacaklar.

PALANDÖKEN

İdeal toz karı ve dik parkurlarıyla kayakseverlerin mekânı olan Palandöken, Erzurum'un 10 km güneyinde yer alıyor.
Dört ve beş yıldızlı otellerin bulunduğu kayak merkezi, havaalanına çok yakın olduğu için ulaşımı da oldukça kolay. Türkiye'nin en uzun pistine sahip olan kayak merkezi olma ünvanına da sahip Palandöken'de Mayıs ayına kadar kayak mevsiminin devam ediyor.
Slalom yarışmaları için tescilli pistlerin yanısıra beş tane telesiyej, bir tane teleski, iki tane baby lift, bir tane gondol lift hizmet veriyor.
Palandöken’de Oltu Cağ kebabı ve kadayıf dolmasını da deneyebilirsiniz.


ILGAZ

Kastamonu ve Çankırı illeri sınırında yer alan Ilgaz kayak merkezi, Ilgaz Milli Parkı içinde yer alıyor. Bu nedenle kış turizminin yanı sıra sahip olduğu doğal güzellikleriyle de ilgi çekiyor. Üç tesise sahip Ilgaz'da pist sayısı henüz çok fazla değil.
Kayak mevsimi Aralık ayında başlayıp Nisan'a kadar sürüyor. Sezon içinde kar kalınlığı 70 ila 250 cm aralığında. Kayak merkezinde bir adet çift iskemleli 1050m uzunluğunda telesiyej tesisi ile 1000m uzunluğunda teleski tesisi bulunuyor. Bunların yanında otelimize ait 350m uzunluğunda bir baby lift de mevcut. Termal tesisi ile de ilgi çeken Ilgaz sakin bir kar tatili isteyenler için ideal bir merkez.

KARTEPE

Günübirlik kayak keyfi yaşamak ve doğayla iç içe zaman geçirmek isteyen İstanbullular için hem zamandan hem de paradan tasarruf edecekleri bir kayak merkezi Kartepe. Kocaeli'de bulunan, 12 farklı pistiyle farklı seviyelerdeki kayak severlere kayma imkânı sunan Kartepe'de bir tane beş yıldızlı tesis bulunuyor. Özellikle haftasonları çok kalabalık.
SARIKAMIŞ
Kar kalitesiyle ünlü Sarıkamış kayak merkezi, hem doğal güzellikleri hem de farklı seviyelerdeki yedi adet pistiyle kayakçıların ilgisini çekiyor.
Nisan ayına kadar kayak yapılabilen merkezde, iki tane devlet konaklama evi ve iki tane otel bulunuyor.
Sarıkamış, pistlerinin kalitesinden ziyade büyüleyici çam ormanlarının yarattığı masalsı manzarası ile ön plana çıkıyor. Oteller henüz yetersiz olsa da ekonomik bir tatil olsun diyenler için ideal.

KARTALKAYA
Türkiye'nin tanınmış kayak merkezlerinden Kartalkaya, Batı Karadeniz bölgesinde, Bolu ilinin güneydoğusunda yer alıyor. Üç büyük otelin bulunduğu kayak merkezi, Bolu il merkezine 38 kilometre mesafede. Yani İstanbul'dan da Ankara'dan da üç saatte ulaşılıyor.
Farklı zorluk derecelerinde parkurların bulunduğu Kartalkaya doğasının güzelliği büyülüyor. Merkez aynı zamanda Alp disiplini kayak ve tur kayağı için çok uygun koşullara sahip.

Eski Vali Recep Yazıcıoğlu tarafından yapımı planlanan Munzur Dağı'ndaki kayak pisti projesi 2011'de faaliyete geçiyor.
12 kilometre uzunluğundaki pist 6 bin metre uzunluğunda kurulmaya başlanan telesiyejle, saatte bin 500 kişiyi zirveye taşıyacak tesis, Erzincan havalimanına 9 kilometre uzaklıkta olması nedeniyle Mayıs ayında bile kayakseverleri ağırlayabilecek.

FRANSA- Tignes

Lyon ve Cenevre havaalanlarına 3 saat uzakta bulunan kayak merkezi 2000 metrelik yüksekliği ile Avrupa’nın en yüksek resortü. Val D’isère’e bağlanmış olan 300 kilometrelik kayak pisti, dünyada teknik imkanları gelişmiş en güzel kayak alanı. 3500 metre yüksekliğindeki zirvesi ile Avrupa’nın en yüksek kayak alanlarından olan Tignes’de 10 km boyunca hiç telesiyeje binmeden kayma şansına sahipsiniz.
Her seviyedeki kayakçının zevkle kayabileceği kayak alanında usta kayakçılar için de off-pist uygulamaları mevcut.
Tignes’deki kayak alanı dünyadaki en iyi pudra karına sahip. La Vanoise Milli Parkı’nın tam ortasında yer alan, farklı panoraması ve el değmemiş slopları ile size eşsiz bir doğa zevki sunan Tignes’de 21 yeşil pist 66 mavi pist 34 kırmızı pist 14 siyah pist bulunuyor.

İSVİÇRE- Zermatt

Kayak için en yüksek çıkış noktası 3899 metre, en düşük iniş noktası ise 1620 metre. 30’a yakın zirveyi gören Matterhorn Dağı kentin simgesi.
Hem kaliteli hem doğal bir tatil istiyorum diyorsanız Zermatt bunun için biçilmiş kaftan. Avrupa’nın en güzel dağ manzarası burada diyebiliriz.
Alplerin büyüleyici havasını her şeyiyle yansıtan şehirde dar sokaklar, ağaç evler, koyunlar panoramik bir görüntü sunuyor. Kayak yapmasanız da, çevreyi gezip Alpleri seyretmek bile yetecektir. Keşfedilecek çok şey var.
FRANSA- La Plagne

La Plagne aileler ve kayağa yeni başlayanlar için ideal kayak merkezlerinden. Fransa Alpleri’ndeki 1250m ile 2000m arasında değişen yüksekliğe sahip merkezde dümdüz uzanan geniş ve kolay kayılabilecek pistler mevcut.
Karının en iyi kalite pudra cinsi olması nedeniyle adını tüm dünyaya duyurmuş olan La Plagne 11 bölgeye ayrılıyor. Dağ mimarisinin en güzel örneklerinin görülebileceği merkez pekçok şampiyonaya da evsahipliği yapıyor.

FRANSA- Val d’isere
Fransa- İtalya sınırında bulunan Val D’isère Cenevre ve Lyon havaalanlarına 3 saat mesafede. Dünyanın sayılı kayak merkezlerinden olan, tarihi taş ve ahşap evleri ile tam bir kasaba olma özelliği taşıyan Val D’isere, sahip olduğu kayak kültürü ile dünyanın sayılı kayak merkezlerinden biri.
“ La Vanoise” olarak bilinen 300 kilometrelik kayak alanı dünyanın en güzel pistlerinden. Özellikle iyi derecede kayabilen kayakseverlere tavsiye edilen Val D’isère konuklarına off-pist kayma imkanı da sunuyor. 21 yeşil pist 66 mavi pist 34 kırmızı pist 14 siyah piste sahip, sportif birçok aktiviteye ev sahipliği yapan resortte kışın Alplerin en prestijli yarışlarından olan “Ski World Cup” düzenleniyor.
Konforlu ahşap odalarda konaklayıp sauna, jakuzi ve masaj keyfi ile tüm yorgunluğunuzu üstünüzden atmak isterseniz tercih edilesi bir merkez.


İSVİÇRE- Courch-evel

Saatleri ve çikolatasıyla ünlü İsviçre’de Türkler tarafından en çok tercih edilen kayak merkezi burası. Kayak meraklılarının da kabesi sayılan Courch- evel, Fransız Alplerinde dünyanın en uzun pistlerine sahip Courchevel - Meribel - Val thorens adlı 3 vadinin birleşmesi sonucu ortaya çıkmış.
Kar, lüks ve eğlence birarada olsun istiyorsanız "les trois vallees" kayak merkezlerinden en popüler olanı. Michelin yıldızlı pek çok restoran mevcut.

BULGARİSTAN- Bansko

Bansko şirin ve tarihi bir Bulgar kasabası. 990 ile 2600 metre arasında toplam 65 km.uzunluktaki 13 piste sahip kayak merkezinde lift kapasiteleri de oldukça iyi ve saatte 14.200 kişi taşıyabiliyor. 44 adet technoalpine yapay kar makinesiyle karın yetersiz olduğu hava koşullarında bile keyifle kayak yapabilme konforunu sağlayabiliyor.
Her zorluk derecesine göre yapılmış pistler dolayısıyla diğer kayak merkezleri Borovets ve Pamporovo'ya nazaran daha çok tercih edilen Bansko’nun, muhteşem doğası ve tarihi kasabası görülmeye değer.
Snowboard'cular için de Funpark'ta zevk alabilecekleri bir parkurun yanısıra çocuklu aileler için 4-7 yaş arası çocuklara özel Ski Oyun ve Kayak Öğrenme Parkı hizmet veriyor.

AVUSTURYA, Lech

Avusturya Alplerinin en prestijli ve en güzel kayak merkezlerinden olan Lech, dağ mimarisinin en güzel örnekleriyle dolu ahşap evlere, lüks otel ve alışveriş merkezlerine sahip.
Yıl boyu süren yöresel ve uluslar arası sanat kültür etkinlikleri ile kış tatillerini geçirmek isteyenlerin uğrak yeri olarak bilinen Lech'deki en görkemli an, güneşin karlarla kaplı tepenin üzerinde battığı an.
Lech’te kayağın tadını tam anlamıyla çıkarabileceğiniz 84 adet teleferik, telesiyej ve teleski ile ulaşılabilen mavi, kırmızı ve siyah kategorilerde toplam 260 km uzunluğunda pistler bulunuyor.

İTALYA- Madonna di Campiglio

Madonna Di Campiglio’da, Avrupa’daki diğer kayak merkezlerine nazaran kar yağışı Kasım sonu başlıyor. Her seviyedeki kayakçılar için rahatlıkla kayma imkânı sunan 1550m- 2500m arasındaki yüksekliğe sahip merkez Avrupa’nın en çok tercih edilen kayak alanlarından.
Hemen yanında komşuları Folgarida ve Marilleva olduğundan kayak alanı oldukça geniş. Gitmişken buralar da görülebilir.
Derleyen: HÜLYA MERAL