art etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
art etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tasarımın Oscarları Londra Tasarım Müzesi'nde‏


Tasarım dünyasının Oscarları olarak bilinen ve geçtiğimiz ay Londra’da düzenlenen ödül töreniyle sahiplerini bulan ‘Dünyada Yılın En İyi Tasarım Ödülleri’ şimdilerde Londra Tasarım Müzesi’nde sergileniyor. 


Amerika’dan Japonya’ya Almanya’dan Rusya’ya kadar 94 farklı tasarımın aday gösterildiği ödüller Mimari, Mobilya, Moda, Grafik, Dijital, Ürün ve Ulaşım kategorilerinde yarışmıştı.

Bu yıl altıncısı düzenlenen Tasarım Ödülleri’nin mimari tasarım dalında güçlü adaylarından biri Türkiye’nin ve dünyanın yakından tanıdığı bir isimdi. Orhan Pamuk.. 

İstanbul Çukurcuma’da geçtiğimiz yıl ziyarete açtığı Masumiyet Müzesi ile Tasarım Ödülleri’ne aday olan Orhan Pamuk ve eseri, Renzo Piano’nun Batı Avrupa’nın en yüksek binası olarak yaptığı Londra’daki Shard Kulesi, Zaha Hadid’in Beijing’deki Galaxy Soho binası, Mimar Louis Kahn’a ölümünden 40 yıl sonra adaylık getiren New York’un Dört Özgürlük Parkı gibi önemli isimler ve eserlerle yarışmıştı. 

Aday olması beni şaşırtmadı çünkü müze, aynı isimdeki kitaptan esinlenilerek, üzerinde yıllarca çalışılarak, hayatı biriktirerek ortaya çıkarılmış, çok özel bir yapı. Masumiyet Müzesi’ne ait bir vitrin müzede görülebilecek eserler arasında. Mimari tasarım dalında 60 yıllık sosyal konut tesisini modernize ederek Fransız stiliyle birleştiren Paris’teki ‘Tour Bois-le-Prêtre’ binası ödüle layık görülen tasarım oldu.

Ürün kategorisinde ödül kazanan eser ise gelişmekte olan ülkelere pratik yolla tıbbi malzeme ulaştırmayı hedefleyen ‘Yamoyo yarım kiti’. Coca Cola çalışanlarının Zambiya’ya ziyaretleri sırasında ortaya çıkan fikir üzerine üretilen ürün, vücuttaki sıvı kaybını önlemeyi amaçlıyor.

Ulaşım alanında ‘katlanabilir tekerlek’ fikri ve projesiyle yeni bir uygulamaya imza atan ekip tekerleğin kullanımına, icadından bugüne ilk kez yeni bir soluk getirmişe benzer. Tekerleğin en küçük alanlarda bile rahatlıkla taşınabilmesine odaklanan proje ile tekerlekli sandalyeleri bagajda taşımak artık çok da imkansız gibi görünmüyor.

Digital kategoride, İngiltere hükümetinin yeni web sayfası ‘Gov.uk’, tüm kategoriler arasında en iyi tasarım ödülünün sahibi. Klasik ve sade bir tasarıma sahip olan sayfa tasarımı, en çok ilgi çeken eserler arasındaydı. 

Mobilya kategorisinde aday olarak gösterilen ve ödüle layık görülen eserin sahibi, Medici Başkanı olarak adlandırılan, İtalyan markası Mattiazzi için endüstriyel tasarımcı Konstantin Grcic tarafından tasarlanmış ahşap sandalye.

Moda alanında ödüle layık görülen eser ise, Harper’s Bazaar ve Vogue’un 20.yy’ın ortalarında fırtına gibi esen efsanevi moda süperstarı, yazarı, yayın yönetmeni Diana Vreeland’in hayatını anlatan ve yönetmen  Lisa Immordino Vreeland’in objektifinden yansıyan ‘The Eye Has To Travel’ belgeseli. Yönetmen Vreeland’in eşinin büyükannesinin hayatını beyazperdeye yansıttığı belgesel bir anlamda 20. yy.tarihine de ışık tutuyor.

Grafik kategorisinde ise John Morgan’ın Venice Architecture Biennale’i için tasarladığı yazı karakteri ödüle layık görüldü.

Hem ödüllü eserler hem de aday gösterilen bu özgün eserlerin çoğu, 7 Temmuz’a kadar tasarım meraklılarının ziyaret edebileceği Londra Tasarım Müzesi'nde görülebilir.

Tasarımı hayatın içinden bir kesit olarak gören, hayatı anlamanın ve dünyayı daha iyi yaşanacak bir yer haline getirmenin bir aracı olarak değerlendiren Londra Tasarım Müzesi, yıllardır dünyanın en iyi tasarım ve mimarlarını onurlandıran bir kurum.
Hülya Meral

SAATCHI GALERY'DE SOVYET RUSYA'NIN YÜZLERİ


Nihayet Londra’da güneşin tanıdını çıkarmaya başladık. Yine de havasına güven olmayan bu gri şehirde yaşamanın altın kuralı, çantada mutlaka bir şemsiye ve mevsimlik bir ceket bulundurmak. İngilizler güneşi görür görmez  parklara akın etmiş bile. Sokaklarda yüzü güneşe dönük ne kadar cafe varsa her biri hıncahınç dolu. Bu güzel havada yapılacak en güzel şey havanın tadını çıkarıp siesta yapmaktı ama ben şansımı uzun zamandır ziyaret etmeyi planladığım Saatchi Galery’den yana kullandım. 


Londra’nın en işlek meydanlarından Sloane Square’de bulunan, yılda 600 bin kişi ve 1.000 okulun gezdiği Galeri, önceki yıllarda Amerika, Hindistan, Almanya, Çin ve Kore’nin önemli new art sanatçılarının eserlerini sergilemiş. Galeri’nin bu seferki konuğu Sovyet Rusya. 

Geniş bahçesini geçtikten sonra zemin kattan itibaren başlayan 15 galeriyi üst katlara doğru sırasıyla gezmeye başlıyorsunuz.

Saatchi Galery'nin Sovyet Rusya'ya ayrılan galerilerinde, Eski Sovyetler Birliği’nin ardından toplumdan dışlanmış olan suçlular, yoksullar, hayat kadınları, uyuşturucu bağımlıları, evsizlik, kimsesizlik ve şiddet, 18 çağdaş Rus sanatçısının fotoğraf karelerine, tablolarına, eserlerine yansımış.

Ülkelerin politikaları değiştikçe bundan en çok etkilenen o kararları alan bürokratlar değil bilfiil o kararları uygulamak zorunda olan halk olur. 

Komünizmin ülkede çöküşüyle ortaya çıkan karmaşada yaşanan kaotik geçiş süreci ve bunun getirdiği kırılganlık, hiçlik, acı, öfke ve tiksinti, yaralı, orantısız ve kanserli organlarla, kan ve irinli bedenlerle, derin ama yaşlı, hasarlı, ‘rahatsız edici’ vücutlarla, bir teatrallik içinde verilmiş.

Galeri’nin bu bölümünü gezmek hassas mideler için oldukça güç ama sergilenen fotoğrafları gördükçe sarsılmamak mümkün değil. Özellikle komünizm sonrası geçiş sürecinde yaşayan Sovyet Rusya'nın yüzlerinin ilk kez İngiltere’de sergilenebildiğini düşününce..

Bir diğer galeride vücutlarında ağır dövmeleriyle ve çıplak vücutlarıyla Rus hapishanelerindeki tutukluların kan, şiddet, acı içeren fotoğrafları sergileniyor.  Hükümlüler sadece tattoolu vücutlarıyla değil gözleriyle de çok şey anlatmışlar.
Yıllarca müzikal sahnelerinin dekorasyonunu üstlenmiş olan klasik- postmodernist sanatçı Valery Koshlyakov’un 1995’te kartonlar üzerine ‘sticky art’ tekniğini kullanarak çizdiği Paris Grand Palace eseri, sıcak ve etkileyici renkleri ve kullandığı malzeme dolayısıyla ilgi çekici.

İtiraf etmeliyim ki beni en çok etkileyen Galeri 15’te yer alan İngiliz heykeltıraş sanatçısı Richard Wilson’ın geri dönüşümlü petrolü, beyaz duvarlar ve kolonlar içindeki sonsuz açık havuza yerleştirdiği simsiyah petrol havuzu 20:50 oldu. 

Eseri ilk gördüğünüzde aslında tavanda asılı bulunan beyaz zeminin ve ışıklandırmaların yerde olduğunu düşünüyorsunuz ama sonra ışıklandırmanın yönünü fark edip içi petrol, yani sıvı dolu simsiyah cilalı zemine daha doğrusu havuza baktığınızı anlıyorsunuz. 

Alan sanatçı tarafından o kadar matematiksel değerlendirilmiş ki holografik yanılsama yaşamamanız mümkün değil. Sizi kendi içine alıp siz de eserin içinde bir tonmuşsunuz gibi kullanıyor. Kolonlar ve mükemmel açılar sayesinde eserin nerede başlayıp nerede bittiğini fark edemiyorsunuz. Boşuna değil 20:50 ölmeden önce görülmesi gereken 1.000 eserden biri seçilmiş.

Londra'ya yolunuz düşerse sürekli değişen galerileri ve sanatçılarıyla, festivalleri, workshopları ve etkinlikleriyle, sürekli kendini yenileyen dinamizmiyle sanatın içinde sanat yaşatan Saatchi Galery'yi görmeden dönmeyin. 

 Hülya Meral