uk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Red Nose Day (Kırmızı Burun Günü)


İngiltere’de savunmasız ve fakir insanların daha iyi yaşam koşullarına ulaşabilmesi ve el birliğiyle sosyal adaletsizliğin önüne geçilebilmesi için eğlence ve sosyal sorumluluğun iç içe olduğu çok kapsamlı bir bağış organizasyonuna imza atılıyor.
















Comic Relief isimli hayır kurumu tarafından hayata geçirilen ve Red Nose Day (Kırmızı Burun Günü) ismiyle bilinen organizasyon, her iki yılda bir Mart ayının ikinci haftasında düzenleniyor.


Yedi saat süresince BBC’den canlı olarak yayınlanan ve telethon yöntemiyle para toplanan geleneksel hale gelmiş bu hayır işi için halk haftalar öncesinden bilgilendiriliyor. Ünlülerin programa katılımıyla, danslar ve şovlarla renklendirilen bu özel günde, bağışçılardan toplanan olağanüstü rakam, her organizasyon sonunda farklı bir ülkede farklı bir sosyal sorun için kullanılıyor.


İlki 1985’te Etiyopya’daki kıtlık sorununa tepki olarak ortaya çıkan ve komedi senaristi Richard Curtis ve Alexander Mendis tarafından hayata geçirilen organizasyonun bu seneki misyonu ‘Afrika'daki kadınların ve kızların yaşamlarını değiştirmek’.


Bu yıl 15 Mart’ta gerçekleşen ve Birleşik Krallık Hükümeti tarafından da desteklenen organizasyon Afrika’daki kızların daha iyi bir eğitim almasını sağlamak, anneler ve bebekler için doğumu daha güvenli hale getirmek, kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesini sağlamak ve kadın çiftçiler için daha iyi, daha sürdürülebilir bir yaşam sağlamak için emek sarf etti.


Temel eğitim ve sağlık imkanlarından yoksun olan kıtaya destek için Comic Relief, beslenme ve eğitim sorununun üstesinden gelinebildiği taktirde yaşam şansı ve gelir seviyesinin artacağı fikrinden yola çıkıyor. Hedefleri büyük..Dünyanın en fakir 500 bin kadınına ve dolaylı yoldan, sağlıklı beslenemeyen, hastalıkla mücadele eden çocuklara el uzatmak.


Organizasyonun eğlenceli tarafı hiç şüphesiz burunlara takılan kırmızı toplar. 


Bağış toplanırken mutlaka televizyondan işlem yapmak gerekmiyor. Örneğin ofise burundaki kırmızı top ve pijamalarla gelip kovayla para toplamak, kolejlerde bu güne özel yaratıcı çalışmalar hazırlayıp bunları bağış için satmak, üniversitelerde burunlardaki kırmızı topla kek satıp toplanan paraları bu organizasyona aktarmak, arabaların üzerine Red Nose Day stickerı yapıştırmak, 24 saat bu organizasyon için dans rekoru kırma sözü vererek para toplamak, yüzme yarışı düzenlemek ve yaratıcılığa kalmış binlerce aktivite ile ve burundaki kırmızı toplarla eğlenerek bir araya getirilen bağışlar..  


Together We Can Make a Difference (Birlikte fark yaratabiliriz) sloganıyla yola çıkan bu önemli bağış kampanyası dünyanın dört bir yanından da destekleniyor. 


Kampanyanın uluslar arası versiyonları Kanada, Finlandiya, İzlanda, Norveç ve Almanya’da da düzenleniyor. Bu sayede toplanan para milyon poundlara ulaşıyor.


One Direction’un Comic Relief ve Red Nose Day için hazırladığı ‘One Way or Another’ şarkısının eğlenceli klibini izlemek için buraya tıklayın. 



Hülya Meral

twitter/hulyameral






Bu kasabada alışveriş merkezi, fast food ve kahve zinciri yok


Hülya Meral

Geçtiğimiz günlerde TED Konuşmaları'ndan birini izlerken finalde bir tanıtım videosuna denk geldim. http://geographysupport.blogspot.co.uk/

National Geographic'in genç kaşiflerinden Daniel Raven-Ellison günümüz seyahat alışkanlıklarına atıfta bulunarak, farklı ve yeni yerler, kültürler, iklimler, insanlar keşfetmek için seyahat ettiğimizi belirtip her yerde denk geldiğimiz Coca Cola, Starbucks..gibi global firmalarla insanlar ve ülkeler arasında oluşan bağımlılıktan ve yerelin yok oluşundan bahsediyordu.

 "What is the future of local?" (Yerelin geleceği nedir?) sorusuna cevap arayan genç kaşifin bu videosunu tam da haftasonu yeni bir yer keşfetmek için yola çıkmadan birkaç saat önce izlemiştim. 

Şansa bakın ki muhteşem doğa olayı gel-git'i izlemek için Manchester'a trenle iki saat uzaklıktaki Grimsby'ye doğru yola çıkacaktım ki son anda elime bir broşür geçti ve rotayı önce İngiltere'nin doğusundaki slow city (yavaş şehir) Louth kasabasına çevirdim.

Zihnimde yereli gelecekte ne bekliyor, yerel, lokal dükkanlar yeryüzünden tamamen yok mu olacak, bunun için ne yapılabilir sorularına cevap arayarak yolu tamamladım. Siz de konuya ilgi duyuyorsanız Daniel Raven-Ellison’ın 13 Mart 2013’te TED Konuşmaları’nda yapacağı sunumu izlemenizi öneririm. Kaçırırsanız videoya buradan ulaşabilirsiniz. http://www.ted.com/conversations/16594/how_will_travel_change_local_p.html


 “Bu kasabada  alışveriş merkezi, fast food ve kahve zinciri yok.”

Size kasabayı anlatmaya şu soruyla başlayayım. En son ne zaman mahallenizdeki bir manavdan ya da kasaptan alışveriş yaptınız? Ya da en son ne zaman kokusu sokağa taşan odun fırınından yeni çıkmış çıtır çıtır sıcak ekmeğe dokundunuz? 

İngiltere’nin doğu kıyısındaki Louth kasabası, bildiğimiz şehir hayatından uzak sokaklarını, dükkanlarını ve en önemlisi doğal ve sağlıklı yaşam alanlarını korumaya devam eden, tam da yukarıda anlattığım gibi insanı kendine çeken yerel, küçük bir yerleşim merkezi.


Louth, İngiltere’nin kıyısında köşesinde kalmış, denize kıyısı olan, buna rağmen özenle korunan doğası ve çivi bile çakılmasına izin verilmeyen yüzlerce yıllık ahşap evleriyle ünlü. En yüksek yapı en fazla iki katlı. Bu görüntüyü  korumaya o kadar kararlılar ki kasabada  alışveriş merkezi, fast food ve kahve zinciri görme şansınız yok.


 Haftanın üç günü kurulan sokak marketlerinde aradığınız her şeyin en tazesini bulabiliyorsunuz. Çiftçi pazarında dalından yeni koparılmış sebze ve meyveler, ev yapımı peynirler, biralar, şaraplar..


Evlerin balkonlarını süsleyen bin bir çeşit çiçek ve tohum satıcıları ve mezatlar kasabanın meydanlarını renklendiriyor. Özellikle 'climbing rose' adı verilen ve baharda tohumları açtığında adeta köpürüp ekildiği yerde köprü şeklini alan pembe güller pek çok kişinin favorisi.


 St. James Katedrali 295 feet uzunluğunda

Meydandan ilerleyip kasabanın her yerinden görünen, Louth’un sembolü, Ortaçağ mimarisine ait St. James Katedrali’ne uğramak şart. Keza 15. yy. sonlarında gotik tarzda yapılan, 295 feet (90 m) uzunluğundaki yapı, -rivayete göre- İngiltere’nin en uzun katedrali. Devasa görüntüsüyle adeta tüm kasabayı koruma altına almış olan katedralin çevresi oldukça kalabalık. İçini gezip 197 basamaklı merdivenlerini tırmandıktan sonra şehri bir de kuşbakışı izlemek keyifli. 

Louth ve çevresinde çok fazla çiftlik ve yeşil alan var. Katedralin cafeteryasında Louth sakinleriyle sohbet ederken yeşil alanın sahiden fazla ve fakat oldukça değerli olduğunu öğreniyorum. Ünlü bir İngiliz oyuncak kralının buradaki 15 dönümlük çiftlikte yaşadığını öğrenince Louth’ta yaşayan kitle az çok gözümde canlanıyor.



O kadar ki kasabanın terzisi sadece houte couture kıyafet dikip, özel müşteriler için çalışıyor ve kasabada yaşayan hiç kimse seri üretim takım elbise giymiyormuş.


 Sıcak ve çok bildik mahalle havası
  
Katedralden çıkıp kendimi kasabanın sokaklarına atıyorum. Her yer özenli ve temiz. Sıra sıra antikacılar, çeşit çeşit peynir satan dükkanlar, kapısında uzun kuyruk oluşmuş kasap, sebzeleri müşterilerine kese kağıdıyla uzatan manav, müşterilerinin siparişlerini yetiştirmeye çalışan balıkçı bana o sıcak ve çok bildik mahalle havasını hatırlatıyor.


 Taze ekmek ve kek kokusu
  
Sokakları koklayarak yürümek beni hep güzel şeylere götürmüştür. Burnum yine yanılmıyor ve başka bir meydanda, dükkanlardan gelen kokuyu takip edip kapının arkasındaki çıngırak sesiyle birlikte birinden içeriye dalıyorum. Mis gibi taze ekmek ve kek kokusu. 


Pek çok ülkede cevizli, zeytinli, haşhaşlı, üzümlü ekmek tatmıştım ama burada ilk kez ‘erikli ekmek’ görüyorum. Ahşap ve küçük dükkanlarda dolaştıkça kendimi film dekorunda dolaşıyor gibi hissettim diyebilirim.


Dönüp dolaşıp kendimi katedralin karşısındaki İstanbul Restoran’da buldum. Restoran, tadını unutamayacağım susamlı, tereyağlı ekmeği, ara sıcakları ve saltanat kayığı şeklindeki seramik tabaklarda sıcak servis edilen Türk mutfağıyla İngilizlere yıllardır Türk mutfağını sevdirmeyi başarmış bile.


Günün sonunda Daniel Raven-Ellison’ın ‘yerelin geleceği ne olacak’ sorusu yeniden zihnimde belirdiğinde, cevabı çoktan bulmuştum.

Kasaba sakinleri Louth’a bir de baharda gelip çiçekler açtığında ziyaret etmemi öneriyor. Ne dersiniz? Yeniden gitmeye değmez mi?

Hülya Meral
twitter.com/hulyameral



PLASTİK PRENSES: KATE MIDDLETON


Dünyanın en ünlü anne adayı o. Sadece İngiltere’nin değil uluslararası basının gözü dört buçuk aylık hamile olan Cambridge Dükü Prens William’ın eşi Düşes Kate Middleton’ın üzerinde. 
Öyle ki Aralık ayında hastaneden taburcu oluşunun ardından, uzun süredir ilk kez basının karşısına çıkan Düşes’in nerdeyse her nefes alışı kameralar tarafından yakından takip edildi.
Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı merkezi ziyaretinde giydiği elbiseden, elbisenin markasına ve fiyatına, saçından taktığı takıya, karnının ölçüsünden fit duruşuna, moraline ve beden dilinin ipuçlarına kadar her detay defalarca yayınlandı.
Kate ise herkesin merakla beklediği, şimdiden ünlü sayılan bebeğin doğum tarihini açıkladı. Haziran ayında aileye katılacak olan bebeğin cinsiyeti şimdilik gizli tutulsa da yakın zamanda ortaya atılan ‘düşes ikiz bebek bekliyor’ iddiaları üzerine yapılan resmi açıklama sonrası bebeğin tekil olacağını biliyoruz.

Düşes’in ziyareti dışında gündemde olan başka bir haber daha vardı ki İngiltere Başbakanı David Cameron bile konuyla ilgili yorumunu  basınla paylaşmak durumunda kaldı.
Çıkan haberlere göre, İngiliz yazar Hilary Mantel kraliyet ailesini eleştirdiği ‘Bring Up The Bodies’ kitabıyla ilgili yaptığı bir konuşamada, Düşes’i magazin odağı olduğu için yererek ‘plastik gülümsemeli vitrin mankeni’, ‘plastik prenses’ olarak nitelendiriyordu. Kimi haberlerde Mantel’in düşesi bu şekilde yermesi ‘an astonishing and venomous attack’ (şaşırtıcı ve zehirli saldırı), 'gurur kırıcı saldırı' olarak yorumlandı.

Mantel ise hakkında çıkan haberlerin sonrasında The Guardian’a yaptığı açıklamada, yayınlanan haberleri ‘tembel gazetecilerin hikayesi’ olarak nitelendirerek iddaları reddetti. 2012 Haziran ayında yayımlanan Bring Up The Bodies kitabıyla ikinci kez Man Booker Prize ödülünü kazanan İngiliz yazar Hilary Mantel ile ilgili çıkan yazılar ve yapılan yorumlar, biraz PR kokuyor gibi geliyor.
Hülya Meral

İngiltere'nin En Popüler Gösteri Sporu: Köpek Yarışı


Manchester Belle Vue Greyhound Stadium’dayım. Köpek yarışı (Dog Race) için günler öncesinden yaptırdığımız rezervasyon günü nihayet gelip çatıyor. Stadyuma öyle bir insan akıyor ki Türkiye’de at yarışlarında bile bu kadar kalabalık olmuyordur.


Stadyumu gezerken bana köpeklerin nerede yarışacağını anlatıp  start noktasını gösteriyorlar. Önümde kocaman bir alan var ama herhalde orada diğer zamanlarda atlar yarışıyor diye düşünüyorum.

Yarışın başlamasına henüz bir saat var. Bu arada piste ve start noktasına 360 derece açıyla konumlanmış Restoran’da yarışı izlemeye gelenlerin tercihine göre Suit menüden bronz, silver ve golden diye isimlendirilen menüler masalara servis ediliyor. Servis tabakları, kadehler,  tatlılar havada uçuşuyor. Eğlence ve yemek bir arada.

Yarışı dışarıda, pistin hemen yanında izlemek isteyenler ellerinde biralarla ve oynadıkları bahis kuponlarıyla yerlerini almışlar bile. 



İlk yarıştan hemen önce bahisler tamamlanıyor, derken önümüzdeki küçük alanda sahiplerinin zorlamasıyla yürüyecek, koşmaya çalışacak sandığım 6 köpek, düdük sesiyle start noktasından öyle bir fırlıyor ki bakakalıyorum. Nefes kesen hızlarını ve çevikliklerini hayretle izliyorum.


Önlerinde onlara yön gösteren turuncu bir bayrak var. 500 metreyi 30 saniyeden az bir sürede koşmaya çalışan köpekler 1.-2.-3. geldiğinde kiminin yüzünde yarışı kazanmanın getirdiği gülümseme var, kimiyse birbiriyle ‘loser (kaybeden)’ veya kendisiyle ‘I’m a looser’ (kaybedenim) diye dalga geçiyor. Yemekler yenmeye, kadehler kaldırılmaya devam ediyor.


Sıra diğer yarışta. Herkesin önünde köpeklerin önceki yarıştaki performanslarını gösteren kataloglar var. Tıpkı at yarışı fikstürü gibi..Her biri 15’er dakika arayla süren toplam 10 yarışta, 2 kez kazanıyorum ama bir yandan da bu kadar hayvan hakları savunucusu varken köpekler bahisle nasıl yarıştırılıyor diye düşünmeden edemiyorum.


Düşündüklerimi yanımdaki seyircilerle paylaşınca Köpek Yarışı’nın İngiltere’nin en popüler gösteri sporu olduğunu ve 1926’dan beri içinde bulunduğumuz Stadyum’da geleneksel olarak bu yarışların gerçekleştirildiğini öğreniyorum. Bu yarışları daha önce hiç duymamış olmam takdire şayan doğrusu.  


Hiçbir haftayı ıskalamadan bahis oynayan Wellington, bana yarışın inceliklerini anlatıyor ve kısa geçmişinden söz ediyor. Söylediğine göre Köpek Yarışı 1926’da başlamış ve kısa sürede tüm İngiltere’ye yayılan popüler eğlence biçimi haline gelmiş.


Özellikle savaş yıllarında katılım patlaması yaşanan Köpek yarışına ilgi o kadar büyükmüş ki, insanlar zevk aldıkları yarışları aynı zamanda sosyal alan olarak değerlendirmiş ve elbette üzerine bahis oynanan bu yarışlar, zamanla paydaşlar yaratmış ve ciddi bir ekonomik çember oluşturmuş. Hatta 1980’lerde "Racing Post World Challenge" adı altında bir yarış düzenlenmiş ve BBC televizyonundan canlı yayınlanmış.


Şimdilerde bu yarışlar için inşa edilmiş Newcastle, Nottingham, Brighton, Birmingham, Sheffield başta olmak üzere 26 lisanslı stadyum var ve her hafta yarış meraklılarını ve bahisçileri ağırlıyor. Bense gelecek yarış için ön rezervasyonumu şimdiden yaptırdım bile.


Hülya Meral
twitter.com/hulyameral