turkey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
turkey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Al Jazeera Turk artik yayinda !

Dun aksam Ciragan Kempinski Otel'de heyecanli bir topluluk vardi. Dunyanin Ortadogu'daki gelismeleri takip ettigi, 17 yil once yayin hayatina baslayan Al Jazeerea televizyonunun Turkiye ayagi Al Jazeera Turk, altyapisini olusturmak icin 3 yildir buyuk emek sarf ettikleri projenin startini verdi. Bu yill 22 Ocak itibariyle digital uzerinden yayina baslayan Katar- Turk ortak sermayeli topluluk, izledigimiz videolara, dinledigimiz sunumlara bakilirsa teknik altyapisi ve dunyanin dort bir yanina dagilmis donanimli, en az 2 dil bilen genis ekibiyle birlikte medyaya yeni soluk getirecege benzer.


Al Jazeera Turk Haber Direktoru Gurkan Zengin, uc yildir surdurdukleri kurulum asamasi sirasinda Turkiye'de ve dunyada pek cok gelisme oldugunu ama haber yapamadiklarini, soru soramadiklarini ve bu surecin onlar icin zor gectigini belirterek 2015'in ilk aylarinda televizyon yayinina da gectiklerinde yildiz gibi parlayacaklarini soyledi. 


Stratejilerini web merkezli belirlediklerini ileten Zengin: 'Kendimize cok guveniyoruz. Siyasal bagimsizlik var. Tarafsiz ve insan odakli habercilik yapmaya geliyoruz. Bunun Turkiye'de yapilabilecegini gosterecegiz. Medyada deniz feneri olacagiz' diyerek iddiali da konustu diyebilirim cunku 'siyasal bagimsizlik' kismi hala tartisma goturur.

Benim icin Al Jazeera Turk'un medyaya girisinde iki onemli nokta var. Birincisi ABD ve Avrupa medyasi disinda bir oyuncunun, ozellikle Ortadogu'nun her saniye nabzini tutan ve kitalararasi meslektaslarinin referans aldigi veya goruntulu icerik satin aldigi bir medya grubunun Turkiye'de Turkce yayin yapmasini onemsiyorum. Ortadogu gibi bir cografyada ciddi soz sahibi bir grup. 50 ulkede 70'in uzerinde haber burolari var ve bunun Turkiye startini Turkce haber portali ile veriyorlar. Yayinlarin yuzde 40'i haber, yuzde 60'i belgesel icerikli olacak.


Haber Direktoru Gurkan Zengin'in belirttigine gore bir yil sonra yayina baslayacak televizyon'un yeni binasi Istanbul Topkapi'da 20.000m2 uzerine insa ediliyor. Ekip genisledikce ucuncu kez tasinmak zorunda kalan grubun yeni binasinin buyuklugu vizyonlari hakkinda ipucu veriyor zaten. Keza Anadolu Ajansi da ayni strateji ile hareket edip son 1-2 yilda bolgede ve komsu ulkelerde konumunu, ekibini ve ekipmanini zenginlestirdi, gelistirmeye devam ediyor.

Bir diger nokta ise Arapca, Ingilizce ve Balkan dillerinde yayin yapan uc kanalin ardindan Turkce yayin yapacak olan kanalin, Turkce'nin konusuldugu veya anlasildigi (ornegin Kazak ve Ozbekler bizi anliyor ama Turkce konusamiyorlar) cografyaya da hitap edecek olmasi. Kanalin Genel Muduru Ismail Kizilbay, Turkce yayin yaparak ortalama 130-140 milyonluk bir kitleye erisebileceklerinin altini ciziyor. Bu da medyada bolgesel guc olabilme anlaminda onemli.



Onemsedigim ikinci nokta ise, yil boyunca 900'e yakin insan odakli belgesel yayinlayacak yeni bir haber kanalina kavusuyor olmamiz. Neden onemli? Ne yazik ki Turkiye'de belgesel konusunda buyuk bir sikinti var. Malzemenin bu kadar bol oldugu bir cografyada yillardir 'toplum magazin seviyor, belgesel izlemez' dendi, nihayet bu cumlenin fazlasiyla onyargili oldugu anlasildi. Zira son zamanlarda daha nitelikli belgeseller izleyebiliyoruz ama yine de yetersiz.

Itunes Store gectigimiz yil Turkiye'den de urun satisina baslamisti, alim hizi bir anda patlama gostermese de onumuzdeki donemde bireysel olarak pek cok belgesel satin alacagimizi ve bunun gitgide yayginlasacagini dusunuyorum. 

Ingiltere'nin devlet televizyonu BBC'nin hazirladigi pek cok belgesel birkac milyon sterlin harcanarak, uzun bir periyodta, yuksek cozunurlukte kaliteyle ve zengin bir icerikle izleyiciye sunuluyor. Turkiye'de bu tarz belgeselleri yayinlamak isteyen kanallar, bu belgesellere cok ciddi rakamlar odeyerek Turk izleyicinin begenisine sunuyor. 

Turkiye'de de Al Jazeera Turk citayi yukseltecege benzer keza simdiden merakla izlemeyi bekledigim, askerligini Guneydogu'da yapmis, PKK ile Gabar Dagi'nda Kandil Dagi'nda sicak catismaya giren gazi askerlerin 'savas psikolojisi' ile surdurdukleri hayati, travma sonrasi yasadiklari stres bozukluklarini anlatan 'Barut Kokusu'nu, Arafat'in zehirlenmesini konu edinen siyasi belgeseli, uluslarin bagimsizlik savaslarina ve ulusal marslarina isik tutan 'Bayraklarin Tarihi' isimli seriyi, Israil gizli servisi Mossad'in, Filistin Direnis Hareketi Hamas'in lideri Halid Mesal'e duzenledikleri ve basarisiz olan suikastin arka odalarini aralayan 'Kill Him Silently' belgeselini, Konya'da Mevlevi dervisligine kabul edilen ilk Israillinin hikayesini, Lubnan'daki seyyar bir nargileciyi anlatarak baslayan Renkli Dunya isimli seri ile kulturlere, geleneklere yolculuga cikmayi vaad eden belgeselleri iple cekiyorum. 


Al Jazeera'nin bir diger medya platformu ise son yillarda jet hiziyla kullanimi artan mobil. Genis ekranda haberi kisaca okuyup ayrintisini gormek veya videosunu izleyip o gun neler olmus diye hizlica bakmak isterseniz bana gore diger mobil internet sayfalarina gore kullanimi daha pratik ve ozgun. Internet hizinin artisiyla birlikte mobil kullanici sayisi kat be katina cikacak. Bu da simdiden grup icin onemli bir adim. Yeni medyayi yasaminin merkezine oturtmus yeni nesile odaklandiklarini gosteriyor.

Unutmadan, Al Jazeera Turk haber portali ile birlikte digital dergisini de eszamanli olarak yayina soktu. Aylik yayinlanan derginin ilk sayisi oldukca basarili. Icerigi zengin makaleler, roportajlar ve fotograflariyla bana Tempo ve Aktuel dergilerini hatirlatti. Al Jazeera Turk tablet simdilik ucretsiz olarak Apple Store'dan veya Google Plus'tan ucretsiz olarak indirilebiliyor.

Hulya Meral



TAKSİM GEZİ PARKI VE BİRİKİM

Ben bu yazıyı Londra’nın bir köşesinden yazarken dün geceden beri Taksim Gezi Parkı ile başlayan, parkın yerine AVM yapılmasını protesto eden ve protestoculara ‘sert’ şiddet uygulayıp biber gazı sıkan polisin ve buna ek olarak ortalığı duman eden provakatörlerin süregelen çatışması sürüyor. 



Polis müdaheleyi durdurduk dese de Başbakan’ın 3 gündür ikamet ettiği Dolmabahçe’deki konutunun semti Beşiktaş’ta, olaylar tüm hızıyla yayılmaya, körüklenmeye devam ediyor. Toma’lar halkın üzerine yürüyor, halk ise polise karşı kaldırım taşlarını söküp barikat kuruyor..


Gezi Parkı, dün akşamüstüne kadar, yani polis müdahalesinden önce, son derece sessiz bir parktı. Bir süre önce alınan Park’ın yıkım kararının açıklanmasından sonra, 2-3 aydır birkaç sanatçının ‘park’, ‘doğa’, ‘doğanın simgesi’ adıyla twitterda anımsattığı, birkaç doğa gönüllüsü sivil toplum kuruluşu ile parkın bir köşesinde sessizce yıkımın protesto edildiği ‘insancıl’ bir alandı.



Dün gece twitter’da ne var ne yok diye baktığım an, hele ki ‘Türk Baharı’ tümcesini gördüğüm an yıkıldığım andı. Özetle; polis protestoculara saldırmıştı, Taksim yerle bir olmuştu ama hiçbir televizyon kanalında görüntü ve haber verilmiyor, sadece Halktv ve bir Norveç kanalı canlı yayın yapıyordu. 



Sosyal medyada örgütlenen ve birbirinden haber alabilenler konuyla ilgili bilgi sahibi olabiliyordu. (Bir an George Orwell’ın 1984 kitabını anımsadım..) Elbette bir yığın asparagas haber de yayılıp durumu körükledikçe körüklüyordu.



Çıkan hengamede yakılan yıkılan dükkanlardan, biber gazından zarar gören çocuk ve yaşlılardan, görevini yapmaya çalışırken yaralanan basın mensubu arkadaşlarımızdan sosyal medya aracılığıyla haberdar olabildik.

Hürriyet Gazetesi fotomuhabiri Selçuk Şamiloğlu

Nitekim bugün itibariyle olaylar ve protestolar Hatay’dan İzmir’e, Ankara’dan Samsun’a Türkiye’nin pek çok şehrine ve Avrupa’ya yayılmış durumda. Son aldığım ve henüz teyit edemediğim habere göre polis yürüyüş yapanları ABD ordusunun Vietnam savaşı’nda kullandığı portakal gazı ile püskürtmeye başlamış.


Gezi Parkı ve birikim


Birkaç saat öncesinde Londra’da yaşayan Avrupalı, Ortadoğulu, Asyalı arkadaşlarıma Türkiye’yi, İstanbul’u, Taksim’i anlata öve bitiremezken ve gözlerinde canlandırdıkları bu büyülü resmi bir de yerinde görmeleri gerektiğini salık verirken, twitterda okuduklarımdan ve İngiliz televizyonlarını izledikten sonra yaşadığım hayal kırıklığını kelimeye dökmek çok zor.



Meselenin sadece Taksim’in göbeğindeki tek yeşil alan olan Gezi Parkı’nın yıkılması ve yerine kurulacak AVM-Rezidans projesi olmadığı çok açık. Birincisi halk, son aylarda yersiz ve haksız yere konan ve kişinin kendi şahsını ve hayatını ilgilendiren yasaklara, Reyhanlı’daki kayıplara, çocukluğundan itibaren kutlayarak yetiştiği ‘resmi bayram’ların kutlanmasının yasaklanmasına, okul kitaplarından çıkarılan Atatürk resmi yerine konan Başbakan’ın fotoğrafına, resmi kurumların isimlerinin başındaki  T.C. ibaresinin kaldırılması ve tartışmalarına ve daha pek çok anlamsız uygulamanın bütününe tepkiliydi.



İkincisi; amaçları sadece parkın yıkımını protesto eden sessiz kalabalığın çadırlarının kaldırılıp, karşı çıkanlara biber gazı sıkılması ve ‘sert’ şiddet gösterilmesiydi. Bana göre ise referandum sonucundan bugüne kadar alınan tek taraflı kararlar sonucu biriken sabır taşının çatlamasıydı. Nasıl ki komşunuzun oğlu kardeşinizin yolunu kesip kardeşinizi dövdüğünde içinize yediremez, komşunun kapısına dikilir hesap sorarsınız, bugün Türk halkı da AKP’ye hesap soruyor..


İngiltere’de yabancı arkadaşlarımla ülkelerin siyasetinden konuştuğumuzda bana Avrupa’nın krizle savaşırken ve krizin yarattığı işsizliğin onları İngiltere’ye çalışmak ve iş bulmak için göçe zorladığını vurgularken, Türkiye’nin krizden hiç etkilenmediğini ve yükselen yıldızının gelecek vaad ettiğini söylüyorlar.


Konu günlük hayata geldiğinde, ülkemde yaşanan alkol yasaklarından, sosyal hayattaki kısıtlamalardan, medyanın istediğini söyleyemediği, yazamadığı bir ortamda gazetecilik yapmaya çalıştığından, %50 seçimle hükümet eden yönetimin ülkenin diğer %50’sini hiçe saydığından ve konservatif bakış açısıyla, kendilerine oy verenlerin fikirlerini ve bu kesimi memnun edeceklerini düşündükleri kararları aldıklarını ve bu temeli dine dayalı bir sistemle oturttuklarından bahsettiğimde gözlerinde başka bir Türkiye canlanıyor.


İtiraz noktası halkın kişisel hayatına müdahale edildiğinde başlıyor


Türkiye’nin ekonomik açıdan çok hareketli bir coğrafyada olduğunu, Ortadoğu’dan giren sıcak paranın ülke ekonomisini şaha kaldırdığını ve sürekli tüketen genç ve çalışan nüfusun sağladığı canlı ekonominin pek yok yabancı yatırımcının ilgisini çektiğini inkar edemeyiz. Ekonomi alsın yürüsün, buna kimsenin itirazı yok.


İtiraz noktası halkın kişisel hayatına müdahale edildiğinde başlıyor. Örnek üzerinden gidecek olursak, İngiltere’de David Cameron alkolün belli bir saatten sonra satışını yasak ediyor ama ‘istediğin mekanda gidip içebilirsin, bunun sorumluluğu mekan sahibinindir’ diyor. Başbakanımız ise bunu yanlış yorumlayıp, yanlış olduğunu düşündüğüm kararlara dönüştürüp apaçık kutuplaşmalara sebep oluyor.


Yine İngiltere’de halkın büyük çoğunluğunun zamanını geçirdiği parkların hiçbirine, mesela Londra’daki Hyde Park’a, Regents Park’a, Greenwich’e, St. James Park’a ne gerek var, yıkalım rezidans yapalım denmiyor. Rezidanslar şehrin merkezinde belli bir bölgede, şehrin siluetini bozmayacak şekilde inşa ediliyor. 

Regents Park- Londra
Oxford Street’teki mağazaları saymazsam Londra’nın göbeğinde AVM bile görmedim diyebilirim. Outlet centerlar da şehre 45 dakika uzaklıkta planlanmış. (Bizdeyse genellikle nerde konut varsa oraya birkaç AVM inşa edelim zihniyetiyle ilerliyoruz) Yeşil alan miktarı çarpıcı büyüklükte olmasına rağmen insanların sporunu yaptığı, köpeğini gezdirdiği, yeşilinde uzanıp kitabını okuduğu, güneşlendiği bu alanlara dokunma fikri hiçbir egoya, hırsa ulaşamıyor.

Olayları an be an izleyen yabancı basının yanı sıra politik çevrelerde de Türkiye dikkatle izleniyor. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın bugün twitter hesabından yaptığı açıklamada ‘Türkiye'deki yetkilileri itidale ve gelişigüzel biber gazı kullanmamaya çağırıyoruz’ denilerek "Her demokratik toplumda temel olan barışçı gösteri ve toplantı özgürlüğüne saygı göstermeleri" istendi.


Tüm bu birikim, bugün Taksim’de, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de ve İstanbul’un ve Türkiye’nin pek çok şehrinde iki gündür izlediğimiz olaylarla bütünleşti ve şimdi somut olarak önümüzde. ‘Üç maymun’u oynamak artık çok yersiz.



Kurtuluş savaşı’nı sırt sırta vererek birlikte kazanmış, bütün olmuş, ötekinin gücünden güç almış milli bir ruhun, bu kadar bölünebileceğine, kutuplaşıp sen-ben-öteki olabileceğine, inanmıyorum, inanmak istemiyorum. Bazı üslup bilmeyen siyasilerin bu kadar olay sonrasında twitterdan ‘sizi bir kaşık suda boğarız ama demokrasiye inanıyoruz’ gibi kendisine oy vermeyen %50’yi ötekileştiren, galeyana getiren söylemlerini çok seviyesiz buluyorum.


Ülke olarak tek sorunumuz yaşadığımız her sosyal ve siyasal sorunda oldu gibi karşılıklı oturup tartışma- konuşma zemini oluşturamamamız ve bir türlü hakkından gelemediğimiz ‘birbirimize karşı engellenemez önyargımız’..Ortak paydada buluşmak ve ‘birbirimizi anlamak’ yerine kapı komşumuza bile ‘öteki’ diye bir ‘merhaba’yı esirgememiz..


Taksim Gezi Parkı bir birikimin eyleme dönüşmüş haliydi ve bence Türkiye için bir dönüm noktası (turning point) idi. Dilerim bugünden sonra olanları sadece bir ‘park’ olarak algılamaktan vazgeçer meselenin aslına inip ekonomik istikrar kadar ‘halkın ruhi istikrar’ını sağlamaya yönelik doğru adımlar atarız.


Hülya Meral