istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Büyüteçle Görülebilen Kız Kulesi, Dolunay, Atatürk, III. Selim


Kabak çekirdeğinin üzerine Kız Kulesi’ni, çivi başına Haliç’i, çakıltaşına Atatürk’ü, nohut üzerine dolunayı, fasulye içine III. Selim’i çiziyor. Sanatçı Hasan Kale, ‘Şaşkınlıkla ve hayretle izleyenlerin yüzlerine minik tebessümler koymanın keyfini yaşıyorum.’ diyor.
 
Ressam ve minyatür sanatçısı olarak 26 yıldır profesyonel olarak resim yapıyorsunuz. Fırçayla tanışmanız 6 yaşınıza kadar uzanıyor, nasıl başladı hikayeniz?
Tarihler de yanlış yazılmalar oluyor. Profesyonel olarak 30 yılı aştı. 5 yaşında renk, çizgi ve fırça ile tanıştım. Yüreğime koyduğum aşk beni bugünlere kadar getirdi. Hiç bıkmadan, sıkılmadan, olması gerektiği gibi ve her gün hep bir adım ileriye giderek.
Sergileriniz büyüteçle gezilebiliyor, bu mikro eserleri çıplak gözle mi çalışıyorsunuz?
Evet büyüteçle gezilebilen sergiler düzenliyorum ama ben çalışırken büyüteç ya da mikroskop kullanmıyorum. Belki çelişki ama yorucu ve keyifli bir evre çalışma dönemim.

 
Mehmet Siyahkalem’den fırçanın kıvraklığını, Levni’ den renk ve ahengi, Nakkaş Osman’ dan sultan portrelerinin inceliklerini öğrendim
Nakkaş Osman, Levni ve Mehmet Siyahkalem ‘akıl hocalarım’ demişsiniz. Bu isimlerin biriktirdiklerinize, eserlerinize nasıl etkileri oldu?
 
80’li yıllarda minyatür sanatıyla tanıştığım evrede ders almak istedim, olmadı. Vazgeçme gibi düşüncem de yoktu. Hocalarımı çok eskilerden seçtim. Mehmet Siyahkalem’den fırçanın kıvraklığını, Levni’ den renk ve ahengi, Nakkaş Osman’ dan sultan portrelerinin inceliklerini öğrendim. Uzun ve meşakkatli bir dönemdi ve kendi çizgimi bulmamısağladı. Sonuçta ne kadar ince çizgiler çizdiğimi görmemi sağladı ve mikro eserler ortaya çıktı. 

Resme dayalı bir eğitim almadınız. Yeteneğin üzerine gitmek diyebilir miyiz?
Evet, resimde, mücevher tasarımında ve diğer tasarım dallarında bir eğitim almadım. Önceleri üzülüyordum ama bu durum başka bir gözle görmemi sağladı. Evet tanrı bir yeti vermişti, hepimize verdiği gibi, belki biraz farklıydı. Ben yüreğime koydum, hep en iyiye doğru yola çıktım, hayallerimin peşinden gittim..Yılmadan, yorulmadan, hiçbir şeye bakmadan çünkü benim yapacaklarım önemliydi. Zamanıgelince hepsini gerçekleştirdim. Asla pes etmek yok!

Küçük ama olağanüstü dokunuşlar.. Kabak çekirdeğinin üzerine Kız Kulesi’ni, çivi başına Haliç’i, çakıltaşına Atatürk’ü, nohut üzerine dolunayı, fasulye içine III. Selim’i çiziyorsunuz? Tutuluyorum, bakakalıyorum ürettiklerinize.. İngilizcede‘gifted’ diye bir tabir var ‘hediyelendirilmiş, özel yeteneklerle donanmış’anlamında. ‘Tanrı bana cömert davranmış’ dediğiniz oluyor mu?
Aslında hepimize cömert davrandı. Farklı bir bakış açısı ve farklı donanımlarla bu dünya üzerindeyiz. Tercihleri kendimiz yapıyoruz. Ben de öyle yaptım. Farklı düşlerde değil evet, Tanrı’nın verdiği bu cömert davranışı seçtim ve çok mutluyum, binlerce kez teşekkür ediyorum. 
YÜZYILLARDIR ANLATILAN AMA ANLAŞILAMAYAN İSTANBUL'U ANLATMAYA ÇALIŞIYORUM

İstanbul’u, Bizans’ı, Osmanlı’yı ve dolayısıyla tarihi yorumluyorsunuz ve adeta yaşıyorsunuz eserlerinizde. İstanbul’un şimdiki hali ile tarihte yaşadıkları, tarihi yapıları ne hissettiriyor size? Çoğu eserinizde bu mimari estetiği görüyoruz.
Bu bir konsept aslında, bir koleksiyon. Yoksa her konuda eser üretiyorum. Çoğunlukta olduğu kesin.İstanbul’da yaşıyorum ve bu şehri çok seviyorum. Kendimi bulduğum, hayatımın dönüm noktası şehir. Gizem dolu, mistik, gecesi ve gündüzüyle bana göre muhteşem, daha ne olsun. Yüzyıllardır anlatılan ama anlaşılmayan tarafıyla, ben de kendimce İstanbul'u anlatmaya çalışıyorum. Anlaşılmayacak ve böyle devam edecek. Müthiş değil mi? Keyifli yanı bu..
 
Sartre’ın ünlü bir sözü var ‘Mutlu olmak istiyorsanız sıradan olacaksınız, sıradanlığa karşı koymak istiyorsanız mutsuzluğu ve dolayısıyla yalnızlığı göze alacaksınız’ der. Sıradan olmayan eserler üretiyorsunuz. Katılır mısınız Sartre’a?
Kesinlikle ama dedim ya bu bir tercih, kendi tercihim. Bunlar bedelse ve yaşanması gerekiyorsa seve seve. Birilerinin böyle yapmasıgerekiyordu belki de kim bilir, o da bensem süper, yoksa şu an sizinle ne konuşacaktım, bu da başka bir bakış açısı.
Mikro Art’ın Türkiye’deki durumu nasıl? Sadece Günseli Kato’nun çalışmalarını biliyorum. Çok fazla sanatçı yok bildiğim kadarıyla.
 
Mikro Art Türkiye de fazla bilindiğini zannetmiyorum. Sadece minyatür değil çünkü. Sevgili Günseli Kato’ nun yeri çok ayrı. Şu an itibarıyla 200’ü aşkın farklı obje oluştu yaptığım ve böyle çalışan sadece Türkiye’ de değil dünya üzerinde de olduğunu zannetmiyorum. En azından bu güzelim İstanbul’u resmeden yok. Bu da benim için keyif ve mutluluk verici....


Şaşkınlıkla ve hayretle izleyenlerin yüzlerine minik tebessümler koymanın keyfini yaşıyorum.
Zürih ve Tokyo’da sergilerinize ilgi nasıldı? Yurtdışında minyatüre yaklaşım daha mı farklı?
Çok güzeldi. Mikro eserler ağırlıktaydı ve olumlu tepkiler aldım. Şu sıralar Roma, Avusturya ve Fransa ile yazışmalara devam ediyorum. Çok güzel gelişmeler var, oralardaki sergiler de güzel olacak. Şaşkınlıkla ve hayretle izleyenlerin yüzlerine minik tebessümler koymanın keyfini yaşıyorum.
Sabır isteyen, özen isteyen bir iş. İşini aşkla sevmek midir sırrı?
Yüreğinize aşkıkoymaktır. İyi bir gözdü benimki ve bir el. İkisini de çalıştıracak aşkla dolu koca bir yürek. Yıllar önce bir söz duymuştum, "işini aşkla yapandan korkun "diye. Eh benim içindi sanki, tabi ki kötü manada değil. Kalıcı eserler üretmek benim için önemli. Ben bugün ya da yarın için bir şey üretmiyorum. Gelecek yüzyıllara bir şeyler bırakmaya çalışıyorum.
Bir de mücevher tasarımı ayağı var? Bu nasıl gelişti? 
Anadolu’da yaşamıştüm kültür izlerinden çıkarak önemli firmalar için hazırlamış olduğum çeşitli koleksiyonlar oldu. Fibula için Esinlenmeler serisi. Zen firması için Sur-u Sultani.Şu an ise sevgili dostum Sevan Bıçakçı ile birlikte çalışıyorum ama burada tasarım yapmıyorum, yapılan tasarımlara, mücevher üzerine Mikro resimler yapıyorum.
Mikro eserlerinizin yanında büyük tablolarınız da var...
Büyük tablolarım ve mikro eserlerim..Tam bir çelişki, arası yok. Zor olanı yapmak içimde var demek ki.İkisi de farklı bir lezzet ikisi de doyumsuz.
ESERLERİMDE KIRMIZI MÜHÜR KULLANIYORUM
Tablolarınızın üzerinde kırmızı mühür var. Hatta Mühr-ü İstanbul serginizin ismi de buradan geliyor sanırım. Bu mührün anlamı nedir?
Evet eserlerimde kırmızımühür kullanıyorum. Eski dönemlerde iki kişi arasında yazışmalar özel olduğu için başkası tarafından okunmasın diye mühürlenirdi. Benim kullanma amacım sanatçıile izleyici arasındaki bu özelliği vurgulamaktı. Satın alanlar hiç mühürleri çıkartmadılar. Bu beni çok sevindirdi.
 
Kırmızı renk ve Nar eserlerinize sık sık konu oluyor. Özel bir anlamıvar mı sizin için?
Kırmızı, Aşk.. Nar, bolluk ve bereket. Çok eski dönemlerde de çok kullanılmış. Hem de farklı uygarlıklarda. Evrensel aslında ve hala günümüzde de devam ediyor. Anlamı da aynı, bence ilahi bir tarafı var.
 
Gördünüz mü bilmem Konya’daki Mevlana Müzesi’nde 5cmx 3 cm’lik el yazması bir Kuran-ı Kerim var. Rivayete göre eserin tamamı bittiğinde yazan kadın gözlerini kaybetmiş. Siz çalışmalarınızı çıplak gözle ortaya koyuyorsunuz? Gözlerinizle ilgili bir şikayetiniz var mı?
Arasıra oluyor tabii. Yakınla ilgili problemler yaşıyorum. Her 6 ayda bir kontrole gidiyorum. Doktorum bir çok kişiye göre çok iyi durumda olduğunu söylüyor. Bir de 18 yıl sadece mikro eserlerle uğraştığımı düşünürseniz, göz kaslarımı çok güçlendirmişim. Zoom yapma, odaklanma tarafım öyle bir gelişmiş ki. Bu benim için büyük avantaj.
 
SAÇ TELİ ÜZERİNE İSTANBUL PANORAMASI
Şimdilerde üzerinde çalıştığınız proje?

Müze ilgili çalışmalar devam ediyor ve sonra sırada bir saç teli üzerine yapacağım İstanbul panoraması girecek devreye. Uzun soluklu bir çalışma olacak. İncir çekirdeğini de doldurduktan sonra sıradaki proje heyecanlandırıyor beni.
Eserlerinizi görmek isteyenler size nasıl ulaşabilir?
 
Sık aralıklarla çeşitli şehirlerde sergiler düzenliyorum veya benim merak edenler müsait olduğum dönemlerde atölyeme gelebilirler. Bir de sosyal paylaşım siteleri en kolay ulaşma şekli oluyor ama benim tavsiyem yakından izlemeleri, bu anlatılamaz bir duygu.

 Röp: Hülya Meral

 

 

ÇİN'İN TERRACOTA ASKERLERİ TOPKAPI SARAYI'NDA

 İstanbul'daysanız ve hala görmediyseniz Topkapı Sarayı Müzesi'nde Çin'den ödünç alınan eserlerin sergilendiği Çin Hazineleri Sergisi bir haftasonu etkinliği olarak ajandanızda yerini almalı.


Başta Yasak Şehir Müzesi, Shanghai Müzesi ve Qin Shihuang Müzesi olmak üzere Çin’in 11 Müzesinden seçilen 101 eserin sergilendiği "Çin Hazineleri" sergisi "2012 Türkiye’de Çin Kültür Yılı" etkinlikleri kapsamında düzenlenmiş.
 

Sergi'nin Çin’den ödünç alınan eserlerden oluşan ilk sergi olması, Dünyanın 8. harikası olarak değerlendirilen ve aynı zamanda Unesco’nun dünya kültür mirasları listesine alınan yeraltı ordusundan örnekleri sergilemesi sebebi ile özel bir yeri var. Dünyada eşi olmayan TerraCota askerlerini ve normalde Çin dışına çıkarılmayan TerraCota atını görmek için güzel bir fırsat.
 
20 Şubat 2013’e kadar Topkapı Sarayı Müzesi’nin 2. Avlusunda yer alan Has Ahırlar Sergi salonunda sanatseverleri ağırlayacak olan bu değerli sergiyi kaçırmamanızı öneririm.

Hülya Meral 
Facebook: Hülya'nın Valizi

BALLIKAYALAR'DA KİRLENMEK ve EĞLENMEK GÜZELDİR

 
Kocaeli'nin bakmaya doyulmaz manzaralarından birine, Gebze İlçesi Tavşanlı Köyü'ne bağlı Ballıkayalar Kanyonu'na misafirdik yılın son günlerinde.
 
 
Kanyon yürüyüşü ve tırmanışı için İstanbul'dan Gebze'ye yol alan minibüsümüz, önce Tavşanlı Köyü'ne uğruyor. Köy kahvesinde içtiğimiz çaylar ve yediğimiz poğaçalar sonrası devam ediyoruz yürüyüş güzergahına doğru.
 
Önce küçük bir gölet ve içinde yüzen ördekler ve kazlarla karşılaşıyoruz. Pikniğe gelenler için ahşap bir yapı ve oturma yerleri var.
 
 
Özellikle hafif bir dağ yürüyüşü ve dağ tırmanışı yapmak isteyen maceracıların ve doğaseverlerin uğrak yeri olan bu tabiat parkı ve kanyon, doğanın bütün bakirliği ve cömertliğiyle az sonra önümüzde.
 
 
Çiseleyen ve zemini kayganlaştıran yağmura aldırmadan ekibin müthiş enerjisiyle çıktığımız parkur, ilk başlarda kolay ilerliyor. Kayaların üzerinden geçerek, 1,5 metrelik yan geçişi de atlatıp bir süre sonra şelaleye geliyoruz.
 
 
Ağaçların arkasından dolanıp vadiye tırmandığımızda, vadinin karşısına biraz zorlanarak ama dikkatle geçip dönüş yoluna ilerliyoruz.  
 
 
Dolu atıştırıp da ortalık sakinleştikten sonra ilk girişteki mesire alanında sucuk ve hamsi ızgara partisi bizi bekliyor. Ardından da kestanelerimiz ve dinlendiren göl manzarası eşliğinde içtiğimiz çaylar bonusumuz :)
 
 
Önerim; mutlaka bilekten destekli, kaymayan bir bot ile yola çıkın..


Bizim gibi kış mevsiminde gidiyorsanız parkur sonunda botlarınız bol bol çamurlanacaktır ama kirlendikçe stresinizi atacak ve eğlencenin tadına varacaksınız..
 
Hülya Meral
Facebook: Hülya'nın Valizi
 
 

KOLOMBİYALI MİSAFİRLERİM VE MİNİATÜRK


 
Geçtiğimiz günlerde Kolombiyalı misafirlerimi ağırladım.

Akşam Circ De Soleil’i izleyecekleri için gündüz onları Boğaz’da gezdirdim ardından pek çoğumuzun yaptığı gibi Taksim’e getirdim. Taksim Meydan’dan tramvayı göstererek başladığımız gezimiz Meydan’ın girişinde hemen sağ tarafta bulunan binanın ne olduğunu sormalarıyla heyecanlı bir hale büründü.

Heyecanlıydı, çünkü sordukları binanın önünden yüzlerce kez geçmeme rağmen o kalabalıkta kafamı çevirip de kendisine bakmaya bir kez bile yeltenmemişim. (İtfaiye binası olduğunu zihnimin derinliklerinden çıkarmaya çalıştım ama emin olmadığım için bir şey söylemedim) ‘Sanırım 19. Yy.a ait bir bina ama ismini bilmiyorum’ derken hemen önündeki ‘çeşme’ye benzer bir tarihi kalıntının ne olduğunu sordular. Daha da eğlenmeye başladık. Çünkü O da daha önce hiç fark etmediğim bir kalıntıydı.

Tam içimden yahu ben onlara Sn. Antoine Kilisesi’ni, Asmalımescit’i, Pera’yı, Çiçek Pasajı’nı, Galata Kulesi’ni gezdirecektim, neler neler soruyorlar, hazırlıksız yakalandım diye düşünürken misafirlerimden biri ortada duran ve herkesin yanından umarsızca geçtiği kalıntıyı kastederek ‘Ülkenizin her adımı tarihle iç içe, mesela Fransa’da olsa çevresini tel örgü ile çevreler, başına da güvenlik dikerler, kimsenin dokunmasına izin vermezlerdi, sizde pek kıymeti bilinmiyor sanırım’ dediği an yüzüm mor, kırmızı, yeşil renge büründü :( Fazlasıyla haklıydılar. ‘Aman canım bizde onlardan çok, devlet hayatta bunun için güvenlik istihdam etmez’ de diyemeyeceğime göre bir süre susmakla yetindim.

Kendi adıma, yaşadığım ülkeye ait pek çok yeri gezip görmenin iç rahatlığını yaşarken ve havasını soluduğum şehri, tarihini, mimarisini çok iyi biliyor olduğumu düşünürken Kolombiyalı misafirlerim beni afallattı. Neyse ki konuyu hemşehrileri Shakira'ya getirdim de biraz ortam değişti:) 

Kültür ve tarih mozaiği Miniatürk
 
Ertesi gün onları biraz tarihimizi ve kültürümüzü, nasıl bu günlere geldiğimizi anlatmak ve biraz da mimarimizi göstermek için geçmiş binyıllara ait yapıların sergilendiği Miniatürk’ü gezdirmeye koyuldum.
Sümela Manastırı
 
Artemis Tapınağı’ndan Zeus Sunağı’na, Efes Kütüphanesi’nden Aspendos’a, Kapadokya’dan Pamukkale’ye uzanan eserleri görünce şaşkınlıklarını gizleyemediler.  
St.Antoine Kilisesi

Miniatürk tam bir kültür ve tarih mozaiği..
Aspendos -Antalya


Efes Antik Kenti- Kütüphane

Masal içinde masal adeta. Mardin Taş Evleri’ni seyre dalmışken bir anda kendinizi   Mostar Köprüsü’nde ya da Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin önünde bulabiliyorsunuz.
 
Mardin
 
O kadar usta ellerden çıkmışlar ki her şey minimal, her türlü detay eserlerin üzerine özenle işlenmiş.
Mostar Köprüsü
İhtişamlı saraylar, yalılar, köşkler, gemiler, yollar, kervansaraylar, manastırlar, tren garları, tarihi okullar; İstanbul Lisesi, Galatasaray Lisesi, Kabataş Lisesi, Kuleli Askeri Lisesi.
 
Kuleli Askeri Lisesi
 
Urfa - Balıklı Göl
 
Yapay göletin üzerine yapılmış 43 metre uzunluğundaki Boğaziçi Köprüsü,
 
 
uçakların hereket ederek kendilerini sergilediği Atatürk Havalimanı, Nemrut Dağı Kalıntıları, Mevlana Türbesi, Süleymaniye Camii,

Atatürk Havalimanı

 İzmir Saat Kulesi, Malabadi Köprüsü, Amasya Evleri, Çanakkale Şehitlik derken adeta büyüleniyorsunuz. 
Amasya Evleri
 
Atatürk Olimpiyat Stadı’nın önüne geldiğinizde ‘We are the champions’ şarkısı ve alkışlar, ıslıklar, maç coşkusu…
 
Pek çok İstanbullu'nun her gün saatlerini geçirdiği TEM Otobanı’nın bir kesiti de unutulmamış.
 

TEM Otobanı

 
Atatürk’ün nostaljik vagonu Haydarpaşa Tren İstasyonu’nda.

 
Her biri 25’te bir oranında küçültülen maketlerin önünde Türkçe, İngilizce, Fransızca, Japonca, İspanyolca, Rusça, Arapça, Farsça ve Almanca bilgilendirme sistemi bulunuyor. Diğer müzelerdeki gibi kulaklıkla gezmenize gerek kalmıyor.
 
 
Miniatürk içinde çocuklar için bir lokomotif dolaşıyor. Temsili bir kömür vagonu bile var.
 
 
 
Çocuklar için ayrıca Truva Atı şeklinde bir park alanı, Osmanlı Kalesi, Masal Ağacı ve Trambolin gibi alanlar da dizayn edilmiş.
 
 
Ayrılırken Türkiye tarihi üzerine yeniden düşünmemek mümkün değil. Medeniyetin beşiği Anadolu, ihtişam dolu Osmanlı geçmişimiz ve ülkemizin temellerinin atıldığı Kurtuluş Savaşı sonrası Mustafa Kemal Atatürk  Türkiye’si..

Haa misafirlerim bu maketleri nasıl mı buldu?

Bayıldılar. Üstüne basa basa ‘Kıymetini bilin’ diye tekrarladılar..
 








Hülya Meral

Soru, görüş ve yorumlarınız için lütfen bana yazın..
 
hulya_meral@hotmail.com Facebook: Hülya'nın Valizi
 



 

 

 

HOŞ GELDİ RAMAZAN

Tüm Müslüman aleminde olduğu gibi Türkiye'de de çoluk-çocuk, genç- ihtiyar, kadın-erkek pek çok kişinin coşkuyla ve heyecanla beklediği, cömert iftar ve sahur sofralarıyla taçlandırılan Ramazan ayı, saygı, hoşgörü, birlik, beraberlik gibi manevi değerlerin de ön planda olduğu en kıymetli ay.


Açın halinden anlamayı, sabretmeyi, şükretmeyi, nefsimize hakim olmayı, nefsimizi sınamayı, hoşgörüyü, saygıyı, empati kurmayı, iç dünyamızı daha yakından izlememizi ve eksikliklerimizi görmemizi sağlayan bu zaman dilimi ailemize, eşimize, dostumuza, komşumuza da en yakın olduğumuz ay aynı zamanda.

Gözleri de karnı da doyuran sofralar

Eski Ramazanlar iftar topunun atılmasının heyecanla beklendiği, fırınların önünde uzadıkça uzayan yine de keyifle girilen pide kuyruklarıyla renklenen, top atılır atılmaz elinde pidelerle evlerine koşturan insan görüntülerine sahne olurdu.




Gözleri de karnı da doyuran sofralar birkaç saat öncesinden özenle hazırlanmaya başlanır, mutfakta sevimli bir telaş sarardı herkesi. Ramazan ayının on beşinden itibaren iftar davetleri başlar, hali vakti yerinde olanların sofrasına "selamınaleyküm" diyen teklifsiz oturur, kimse de ona sen kimsin diye sormazdı, yoldan geçeni doyurmak büyük bir erdem sayılırdı. Hatta Anadolu’daki bazı konaklarda konak sahibi tarafından hazırlatılmış yemekler tencerelere konulup konağın yan kapısından paravan vasıtasıyla ihtiyaçlı kimselere verilir ne alan ne de veren birbirini görürdü. Kör karanlıkta gümbürdeyen davul sesiyle ailecek sahura kalkılır, iftardan kalma pideler bölüşülerek yemeğe katıklık edilirdi.




Yaşama düzeninin iftar ve sahur saatlerine göre ayarlandığı eski Ramazanlar, aile fertlerinin ve toplumun birbirine daha fazla yakınlaşmasını sağlar, sohbeti ve paylaşımı arttırırdı. İftardan sonra kıraathanelerde toplanan mahalle halkı, o bölgenin meddahını dinler, hem öğrenir hem eğlenirdi.


Teravih saatlerinde camilerde ibadet ederek iç huzura ulaşmayı arzulayan, teravih sonrasında orta oyunları, Hacivat- Karagöz'ü, kuklaları, fasılları, sihirbazları, ateş yutan akrobatları, cazbant ve kantoları izlemeye giden halk, sahur saatine kadar şenlik alanlarında vakit geçirir, imsak vaktiyle evlerine veya işyerlerine dağılırlardı. Eski Ramazanlar’ da tiyatroların bile özel uygulamaları olur, Ramazan'a özel matineler konurdu. Oruç tutanlar, yatsı ile iftar arasında gününü tiyatrolara koşarak geçirirdi. 

Ramazan'da içecek  


Eski ramazanlarda şerbet ve şuruplar, boza ve sahlep önemli Ramazan içecekleriydi. Demirhindi, ağaç kavunu, menekşe, kızılcık gibi şimdilerde adını bile duymadığımız içecekler karla soğutularak sunulur, nargile, çubuk veya kahve ile iftar keyfi tamamlanırdı.


Kahvenin büyük konaklarda tüm misafirlere aynı anda verilmesi şarttı. Kahve ibriğinin soğumaması için gümüş zincirli ateşlikler yakılır, kahveler kafesli gümüş zarfların ucundan tutulmak suretiyle misafirlere ikram edilirdi.

 
 İftardan sonra haremağaları vasıtasıyla Sultan ve Kadın Efendilere saygılar iletilir, iltifatla beraber, derecelere göre “diş kirası” adı altında armağanlar ya da para alınırdı. Akraba ve dostlar arasında ise Ramazan’ın ilk haftasında habersiz iftara gitmek, bir saygı belirtisi sayılırdı.



Bayram sabahı


Bayram sabahı en çok çocukları sevindirirdi. Bayram namazı sonrası uzun zamandır yapılmayan kahvaltı edilir, komşu kapılarını tek tek çalan çocuklara önceden hazırlanmış mendilin içinde çikolata, şekerleme ve harçlık verilerek güzel bir ritüel yaşanırdı. Bayram davulcuları bütün ay sahura kaldırdıkları mahalle halkının kapısını çalar, yevmiyeliğini çıkarırdı.


Osmanlı’da Ramazan Gelenekleri

Orucun Açılma Vakti: İftar Osmanlı'da oruç açmak büyük törendi. Ne yemek yapılacağı, neyin ne zaman sofraya geleceği ve hangi yiyeceğin ne zaman sofrada yeneceği belliydi. İftar sofrasında oruç, iftariyeliklerle açılırdı. Damak lezzetine hitap edecek tüm iftariyelikler ayrı ayrı yerlerden alınırdı.


Çeşit çeşit peynirler, siyah ve yeşil zeytinler, farklı kaplarda gelen rengarenk mis kokulu reçeller, pastırma, hurma ve ekmek yerine bir Ramazan klasiği olan pide, iftariyeliklerin olmazsa olmazlarındandı. İftariyeliklerin ardından çorba servise sunulur ve çorbalar bitirildikten sonra 40 kaptan fazla et, sebze, balık yemeği padişahın sofrasını donatırdı.

Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ve bunun gibi pek çok tatlı ana yemeklerden sonra afiyetle yenirdi. Tüm bu yiyeceklerin pişirilmesi, sofraya getirilmesi, sofradan kaldırılması adabına göre gerçekleştirilir, sofraya hizmet eden de sofradan yemek yiyen de iftara hürmet gösterirdi.
 
Sabah Ezanı Okunmadan: Sahur Gözleri de karnı da doyuran iftar sofrasına nazaran sabah ezanından önce yenen sahurda, mideyi yoracak et yemeklerinden ziyade, karnı bütün gün tok tutacak hamur işleri, pilav ve vücudun şeker ihtiyacını karşılayacak kurutulmuş meyvelerden yapılan hoşaflar yenirdi.

Diş Kirası Ramazanın en önemli özelliklerinden biri de iftar sofralarına davetsiz gidilebilmesiydi. Osmanlı Sarayına Ramazan ayı boyunca iftara davetsiz olarak gelinebilirdi. Bunun haricinde Osmanlı Sarayının özel davetleri de olurdu. Ramazanın ilk on gününde Padişah, ayan ve mebusan reisleriyle birlikte vükelayı saraya iftar için davet ederdi. Sadrazamın baş köşede oturduğu bu sofra diğer iftar sofralarına göre çok daha mükellef olurdu ve hep birlikte daha çok vakit geçirilirdi. Bu sofralarda zengin ve leziz yemeklerden ziyade 'Diş Kirası' asıl büyük hediyeydi.

Kahve, şerbet ve sigaralıklar içilirken Mabeyn Müdürü, Enderun Efendisi ile salona girerdi. Enderun efendisinin elinde büyükçe bir gümüş tepsi yer alırdı. Tepsinin üzerinde davetlilerin isimlerinin yazıldığı hediyeler olurdu. Bu hediyeler kıymetli saatler, tütün tabakalarından oluşurdu.


Sarayda Görkemli Hazırlık Osmanlı Sarayında Matbah-Amire, ramazan ayı gelmeden tatlı bir telaş içine girerdi. Kilerdeki uçsuz bucaksız taş odaların, özenle seçilen yiyeceklerle doldurulması sarayda ramazanın en önemli habercisiydi. Taptaze yiyeceklerin renkleri, taş odaların soğukluğunu hissettirmezdi. 

Mutfaklarda Bereket: Ramazan ayında, Osmanlı Sarayında kilerlerin özenle seçilen malzemelerle doldurulmasından, hazırlanacak iftar ve sahur sofralarının zenginlik ve bereket içinde geçeceği belli olurdu. Bu bereket tüm topraklarda tesirini gösterir ve Müslüman, Hıristiyan, Musevi demeden herkes tarafından paylaşılırdı.

Osmanlı’nın tüm Bereketi Ramazan Sofrasında Osmanlı toprakları üzerinde yer alan yörelerin kendine has tazelikleri ve bereketi günler öncesinden toplanmaya başlanırdı. Bu yörelerin özel lezzetleri özenle saraya taşınırdı. Tokat'ın, Malatya'nın Şam'ın kayısıları, Ankara'nın balları, Antep'in kuru baklavaları, fıstıklı, bademli, cevizli sucukları, İzmir'in kuru incirleri, vişneleri, üzümleri ve bunun gibi daha pek çokları ramazan sofralarında damaklara layık olacak biçimde toplanır, özenle saklanır ve on bir ayın sultanı ramazan için hazır bekletilirdi.

 
En Lezzetli Yarışma: Toplumun yüksek kültürünü oluşturan en önemli ramazan geleneklerden biri arife gününde Osmanlı sultanlarının ramazan öncesinde kutsal emanetleri ziyaret etmesiydi. Hazreti Muhammed'in vasiyet ederek Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın bulunduğu Hırka-i Şerif'e arife günü gitmek Osmanlı Sarayı için en önemli ritüellerden biriydi.


Bu ritüelin hemen ardından saray sultanlarına çeşitli aşçıların hazırladığı soğanlı yumurtalar ikram edilirdi. Her bir soğanlı yumurtayı tek tek tadan sultanlar, aşçıların ustalıklarını lezzet testine tabi tutardı.


En beğenilen soğanlı yumurtanın aşçısı, ramazan ayı boyunca sultanın yemeklerini pişirmeye hak kazandırılarak ödüllendirilirdi. İslam dininin değil ama bir Osmanlı Saray geleneği olan bu yemek, günümüzde bile iftar sofralarının olmazsa olmazları arasında yer alır.
 
Şimdiki ramazanlar eskiyi aratıyor

Şimdiki ramazanlarda mahya ışıklarıyla aydınlanmış camilerin oluşturduğu büyüleyici atmosferde şehrin gürültüsünden iftar topunu duyamasak da, pide kuyrukları eskisi kadar uzun olmasa da aynı telaşı, aynı heyecanı sokaklarda hissetmemiz mümkün. Belediyeler aracılığıyla nerdeyse her semte kurulmuş iftar çadırlarından işten çıkıp iftara yetişemeyen de evinde bir tas çorba yapacak maddi gücü bulunmayan da faydalanabiliyor.



Eskisine nazaran iftar davetleri seyrekleşse de geniş ailelerde eski gelenekler sürdürülerek büyüklerin evinde toplanılıp sahur vaktine kadar ikramlarla süren bir ramazan yaşanıyor. Bazı işyerleri ise toplu iftar yemekleri düzenleyerek Ramazan'da biraraya gelebiliyor.




Maddi durumu müsait olanların marketlerle anlaşıp iftariyelik paketlerle yoksul ailelere yardımda bulunduğu şimdiki ramazanlarda, ramazan davulcularının yerini de cep telefonları almış durumda. Sahura kalkmayanlar veya oruç tutmayanlar davul sesinden ve gürültüden dolayı alarmı çalan arabalardan rahatsız olsa da kaybolmak üzere olan gelenek bazı mahallelerde halen sürüyor. Ramazan davulcuları bayram sabahı bütün ay çaldığı davulun bahşişini toplamak için kapı kapı dolaşıp bayramlaşıyor.

 Ramazan'da eğlence





Sultanahmet Meydanı, Eyüp Sultan ve Feshane’de Ramazan’ın ruhuna uygun düzenlenen eğlenceler, etkinlikler, gösteriler de sahur vaktine kadar süren eski Ramazanları yaşatmamız için birer vesile.

Televizyonlardan yapılan canlı yayınlarla, eski ramazanların anlatımıyla, sohbetlerle, Hacivat- Karagöz gösterimleriyle, pamuk şeker, kağıt helva, horoz şekeri, elma şekeri gibi nostaljik objelerin ahengiyle yaşanan ramazan ayında tiyatrolara rağbet azalsa da bazı belediyeler özel tiyatrolarla anlaşma yaparak halka eski tatları yaşatmaya çalışıyor.

Bayramlar eski heyecanını kaybediyor
 
Son yıllarda bayramlar da eski ihtişamını, sıcaklığını ve heyecanını kaybetmiş durumda. Her ne kadar bayram ziyaretleriyle gelenekler sürdürülmeye çalışılsa da pek çok kişi bayram günlerini tatil fırsatı olarak değerlendirip şehir dışında geçiriyor. Artık özellikle bayramlık alışverişine çıkan aileler de görmüyoruz, hazırlanan mükellef bayram sofraları da. Bayramlıklarını giyip kapı kapı dolaşarak şeker toplayan bayram çocukları da yok, onlara şeker ikram eden evsahipleri de..
 

Ramazan ayının yaz aylarına denk gelmesi sebebiyle camilerde ibadet edenleri de sıcakta nasıl oruç tutacağız, camide nasıl nefes alacağız tedirginliği sardı. Bu durumda en iyi kıstas serin ve klimalı camilerin tercih edileceğini söyleyebilirim. Yapısı itibariyle klima/havalandırması olan ve namaz kılarken en çok rahat edilen 5 camii ise şöyle: 



1- Bebek Camii

2- Beşiktaş Kaptan İbrahim Paşa Camii
3- Ortaköy Camii
4- Arnavutköy Camii 
5- Bezmialem Valide Sultan Camii


Bu camiler haricinde Hazreti Muhammed'in vasiyet ederek Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın bulunduğu Fatih'teki Hırka-i Şerif Camii'nde korunan Hırka-i Şerif ziyaret edilebilir. 




Ramazan'da görülebilecek diğer camiler
 
Süleymaniye Camii ve Külliyesi



1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşa edildi. Ramazan ayı boyunca İstanbullular'ın akın ettiği cami Sultanahmet ve Eminönü'ne çok yakın. Klasik Osmanlı mimarisinin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biri olarak yaşayan Süleymaniye Camii'nin manzarası muhteşem.
Büyük Selimiye Camii

Üsküdar'ın Selimiye semtinde Selimiye kışlasının hemen yanında yer alan Büyük selimiye Camii, 1801-1805 tarihleri arasında Sultan III. tarafından yaptırılmış. Mimarı belli değil. Görkemli bir yapı olan caminin ünyesinde hünkar kasrı, mekteb, muvakkidhane, çeşme ve sebil bulunmakta.
 
Eyüp Sultan Camii

Ramazan'da akşamları ışıl ışıl oluyor. İstanbul'un sahip olduğu en önemli eserlerden biri olan bu camiyi, 1459 yılında Fatih Sultan Mehmet yaptırdı. 1766 yılındaki İstanbul depreminde oldukça zarar gören eser, Sultan III. Selim tarafından 1800 yılında tekrar inşa ettirildi. Caminin altın yaldızla kaplanmış süslemeleri dikkat çekiyor.
Sultan Ahmet Camii

Cami yılın her dönemi ziyaretçi akınına uğrayan ibadet mekanlarından. 1609-1616 yılları arasında mimar Sedefkar Mehmet Ağa tarafından inşa edilen yapının her ayrıntısında ince bir işçilik var.

Fatih Camii


Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Camisi, Fatih Külliyesi'nin içinde. 1509 yılındaki büyük İstanbul depreminde büyük hasar gören eser, II. Beyazıt döneminde elden geçirildi. 1766 yılında ikinci bir depreme maruz kalınca çok ağır bir hasar aldı.

Beyazıt Camii


İstanbul Üniversitesi'nin heybetli kapısının karşısında bulunan Beyazıt Camii'ni Sultan Bayezid Veli, mimar Yakup Şah'a yaptırdı. Caminin sağında Beyazıt Devlet Kütüphanesi, solunda ise Vakıf Hat Sanatları Müzesi var. Çınaraltı, Sahaflar Çarşısı ve Kapalıçarşı, Beyazıt Camisi'nin hemen yanında bulunan önemli noktalar.

Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii)

1853 yılında inşa edilen Ortaköy Büyük Mecidiye Camisi'nin mimarı Nigoğos Balyan. Abdülmecit tarafından hayata geçirilen eser, barok stili yansıtıyor. İki tane şerefeli minaresi olan caminin duvarlarında beyaz kesme taş kullanılmış.

Molla Zeyrek Camii

Bizans dönemi yapısı Pantokrator Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet döneminde cami olarak yeniden yapılandırıldı. Günümüzde yalnızca güney bölümü kullanılıyor. 



Yeni Camii


Yeni Camii ya da Valide Sultan Camii'nin temeli 1597 yılında Sultan III. Murat'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle atılmış. İstanbul'un simgelerinden biri olan camii, özellikle önündeki her daim bulunan kuşlarıyla meşhur.

Mihrimah Sultan Camii


Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1548'de Üsküdar Meydanı'nda inşa ettirilen caminin Mimarı Mimar Sinan. Camiyle medrese arasında Mihrimah Sultan'ın iki oğlunun ve Sadrazam İbrahim Ethem Paşa'nın türbeleri bulunuyor.

 Yazı:  Hülya Meral
Facebook: Hülya'nın Valizi