food etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
food etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Londra Mutfağını Değiştiren Türk Asıllı Şef

Erkek egemen yemek sektöründe uluslararası isim yapmış, yeteneğini ve mesleğinde yarattığı farklılıkları cesurca ortaya koyan, bunu BBC’deki yemek programıyla ve yazdığı yemek kitaplarıyla taçlandırmış güçlü kadınlardan biri o. Filibe doğumlu, anne tarafı Bulgar, babası Türk. Bir süre Çırağan Oteli’nin mutfağında çalışmış. Şimdilerde The May Fair Hotel London'daki The Quince restoranda, Orlando Bloom, Valentino, One Direction, Omar Sharif, Prince Michael of Kent, Victoria Beckham gibi isimlere, Türk mutfağının muhteşem lezzetlerini modernize edilmiş şekliyle sunuyor. Türkiye dışında yaşayan ilk ve tek kadın Türk şef Silvena Rowe’la ünlü Savoy Otel’de buluştuk.


 

The Guardian, Independent, Sunday Times, Evening Standart gibi gazetelere yemekle ilgili yazılar yazdınız. Yakın zamanda herhangi bir gazetede okumadım sizi. Bıraktınız mı yazmayı?

Gazeteye yazmıyorum, kitaplarıma ağırlık verdim. Yayınlanmış yedi kitabım var. En son çıkan Purple Citrus and Sweet Perfume çok ilgi çekti. Akdeniz ve Ortadoğu mutfağında sık kullanılan fesleğen, zeytin, biberiye, bal, tarçın, safran ve sumak gibi malzemelerle oluşturulmuş egzotik tatlara ilişkin reçeteler var kitapta. Şam’ın çarşı pazarlarından Lübnan’ın, İstanbul’un sokaklarına yayılan oryantal bir lezzet yolculuğu. Bu kitabım çıkalı üç yıl oldu ama hala çok satmaya devam ediyor. Orient Express kitabım da çok ilgi gördü. Dolayısıyla kitap yazmaya devam. Gelecek kitabımda modern Arap yemeklerini konu ediniyorum..


Bugünlerde Ortadoğu’ya, özellikle Dubai’ye çok sık gidip geliyorsunuz?

Evet. Dubai’ye Ottoman Cafe isminde çok şık dizayn edilmiş, sunumuyla, servisiyle, damaklarda bırakacağı özel tatlarla ve çok özel, unique bir konseptle ziyaretçilerinin karşısına çıkmaya hazırlanan bir restoran zinciri projesi için sık ziyaretlerim oluyor. Aynı zamanda da Bangkok için de yeni bir projemiz var. Bangkok’a Ortadoğu’dan önemli politik isimler seyahat ediyor ve farklı tatlar denemek istiyorlar. Yeni gelecekte Türk lezzetlerini yeni bir stil ve sunumla bu coğrafyaya yaymak istiyoruz.




Dubai projesinden önce İstanbul’u ve Ortadoğu’yu yeni tatlar keşfetmek için ziyaret etmiştiniz. Etkiledi mi mutfağınızı?


Elbette, inanılmaz etkiledi. İstanbul’a çok sık geliyorum, pek çok yemek tadıyorum. Coğrafyaya baktığınız zaman yıllarca Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilen, bütün dinlerin bir arada yaşadığı, çok köklü, çok derin bir alandan söz ediyoruz. Birbirinden sürekli etkilenen, nerdeyse birbirinin aynı olan bir Osmanlı mutfağı var. Osmanlı’dan sonra bile Ortadoğu’da hala Türk mutfağı hakim. Suriye’ye, Lübnan’a, Ürdün’e gittiğinizde bunun değişmediğini görüyorsunuz, çok az farklarla birbirinin aynı. Sadece Lübnan biraz daha Arap mutfağına yakın ama özünde Türk mutfağının etkisini görebilirsiniz. Yunanistan’a, Azerbaycan’a, Tacikistan’a, Bulgaristan’a gittiğinizde de güçlü etkiyi görebilirsiniz. Bu zenginliği yerinde araştırıp kendi mutfağıma uyguluyorum.


Türkiye’de pek çok şef fikir paylaşımına kapalı. Reçetelerini paylaşmıyorlar, gizli tutuyorlar. Sorduğunuzda şaka mı yapıyorsun diyorlar. Farklı mentalitedeler. Türkiye’de herkes güzel yemek yapıyor. Herkes İstanbul’u işarete ediyor. Evet İstanbul bir gezegen ama aynı balık, aynı et, hep aynı şeyler var. Örneğin Dubai böyle değil. Çok daha zengin, yemekler çok farklı tarzda sunuluyor ve insanlar bunun için oraya gelip güzel para harcıyorlar. Türk mutfağının zenginliğini diğer kültürlere modernize ederek sunmalıyız.


Dünyanın pek çok ülkesini, mutfağını keşfe çıkıyorsunuz. Size ‘lezzet avcısı’ diyebilir miyiz?

Elbette. Yemek yemeyi seviyorum. Yemek yemeden durmuyorum zaten. (gülüşmeler) Özel tatları denemeyi seviyorum, bir de oğlumun yaptığı yemekleri.

The Quince’e gelenler ne tarz bir mutfakla karşılaşıyorlar?

Restoranımda yemekler çok güçlü şekilde Türk yemekleri çünkü babam Türk ve bir süre Filibe’de yaşadım.  Türk kültürünün etkisi, babamın etkisi ve İstanbul’u çok sık ziyaret etmemin etkisiyle bu yemekleri hazırlıyorum. Yedi kitap yazdım şimdiye kadar ve bunların hepsinde bu etkiyi görebilirsiniz. Kitaplarda geleneksel Türk mutfağından ziyade modernize edilmiş, kreative edilmiş Türk mutfağını görebilirsiniz. Çünkü hepimiz biliriz ki kebap ve dürüm Türk mutfağında başı çeker ama ben bunu çeşitlendirerek, farklı bir formda sunmayı seviyorum. Evet  kebap ve dürüm güzel ama seksi ve özel değil, light değil, renkli değil ve çok fazla yağ kullanılıyor.

The Quince’te hazırladığınız en özel yemek hangisi? Müşterileriniz daha çok neyi tercih eder?

Osmanlı stilinde hazırlanmış baharatlı kuzu eti, marine edilmiş külbastı. Ocakbaşına gittiğinizde çok yağlı et sunarlar. Ben çok yağlı eti sevmiyorum ve sağlıksız buluyorum. Özellikle Londra’da pek çok kişi formuna dikkat ediyor. Yağlı et tercih etmiyorlar. Bir de patlıcanlı yemekler çok rağbet görüyor.


Restoranda Türkiye’den ünlü isimleri ağırlıyor musunuz?

Pek çok ünlü isim, pek çok politikacı geldi. En son AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış’ı ve eşi Beyhan Hanım’ı ağırladık. Çok elegant, çok nazik ve zeki bir kadın. Elif Şafak, Leyla Alaton, Vedat Alaton gibi değerli isimler de geldi. Misafirlerimiz geliştirilmiş Türk mutfağını denemek istiyor ve restorandan memnun ayrılıyorlar. Yemeklerime inanıyorlar.


Mutfağınızda ‘benim vazgeçilmezimdir’ diyebileceğiniz bir malzeme var mı? Türk mutfağından sıklıkla yufka, börek, humus, narenciye kullandığınızı biliyorum. 

Humus ve süzme. Süzme labne peyniri gibi. O yüzden kullanmayı seviyorum. Türkiye’de lokal olarak her türlü sebzeyi özellikle yapraklı olanlarını taze olarak bulabiliyorsunuz. Özel olarak patlıcanı kullanmayı severim, hünkarbeğendi yaparım ama genel anlamda sebzeler vazgeçilmezimdir. Salata favori yiyeceğimdir.


İngiltere mutfağı çok zayıf. İnsanlar zamanla yarıştıkları için genelde hazır yiyecekleri veya fast food tarzını tercih ediyor ama aynı zamanda, özellikle Londra’da yaşayan çok fazla ünlü şef var ve yemekle ilgili pek çok program ve show yayınlanıyor. İki durum birbirine tezat değil mi?

Çok basit bir açıklaması var. İngiliz kültürü Türk kültürü gibi değil. Yemek yemeyi seviyorlar ama eve gittiklerinde yemek hazırlamayı sevmiyorlar. Bu bir tarz, bir kültür. Özellikle Londra’da mükemmel yemek yiyebileceğiniz çok fazla mekan var ama benim favori şehrim İstanbuldur. İngilizler bu yemek programlarını talep ediyor çünkü iyi yemeğe yönelik bir merak var. Türkiye’de böyle değil, herkes yemek yapmayı bilir. Türkiye’de bir portakallı baklava tadarlar, benim büyükannem daha iyi yapar derler. Çünkü pek çok kişi baklava yapmayı bilir ama burada öyle değil.


İstanbul’a geldiğinizde farklı tatları deniyorsunuz, keşfediyorsunuz? Hangi şefi beğenirsiniz?

Aynı zamanda çok da yakın arkadaşım olan Vedat Başaran’ı çok başarılı buluyorum. Pek çok Türk şef cömert ve açık değildir. Vedat’ın bunun aksine Türk mutfağına açık, yeni ve farklı fikirleriyle zenginlik kattığını düşünüyorum. Nusret’i çok beğenirim. Türkiye’ye gerçek et restoranı konseptini getiren restoran. Kanaat Lokantası’nda Bedri Usta’nın mutfağını beğenirim.


Londra’da yemek yemekten hoşlandığınız, sunumunu, lezzetini beğendiğiniz restoranlar hangileri?

Favori restoranım Old Park Lane’deki Nobu Restoran. Pek çok Türk gider oraya. Cut At 45 bir diğeri. Wolfgan Puck bünyesindeki hayran olduğum bir Amerikan steakhouse. Çin ve Hindi yemeklerini de severim ama ne yazık ki onlar daha lokal daha küçük alanlarda hizmet veriyorlar. Diğer mutfaklar kadar göz kamaştırıcı değiller. En iyi Hint yemeği küçük Hint restoranlarındadır ama pek çok İngiliz göz alıcı alanları tercih eder.


Babanız Türk, anneniz Bulgar. Çocukluğunuzun mutfağı, sofraları nasıldı? Nasıl anımsarsınız o dönemi?

Filibe’deki evimizde pişen yemeklerin büyüleyici kokularını hatırlıyorum. Sarma ve nerdeyse her gün yediğimiz köfte en sevdiğim yemeklerdi. Okuldan geldiğimde uzak mesafeden bile sarma, türlü ve köfte kokusunu alırdım. Türkiye’de herkes evde yemek yapar. Annem de babam da çok iyi yemek yapardı. Babam yedi yıl önce vefat etti ama onun yemeklerinden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Özellikle babamla mutfakta zaman geçirmeyi çok severdim. İkisi de çalışırdı ama çok özel ortamlar yaratır, değişik, birbirinin benzeri olmayan soslar denerlerdi. Annem inanılmaz güzel baklava yapardı.  


Pek çok kadın evde şahane yemek yapar ama şeflerin çoğu erkektir. Neden kadınlar bu alanda çok ön plana çıkmıyor. Dünyanın genelinde bu böyle.

Bu çok sert bir durum. Mutfakta gerçekten çok güçlü olmak zorundasınız. Türkiye’de de çalıştım. Özellikle Türk şefler kadından emir almak istemez. Türkiye’de kadın şef olmak imkansız. Sadece Maya Group’ta kadın şeflerin rahat çalışabildiğini biliyorum. Ortadoğu’da da durum aynı. İngiltere çok daha rahattır, Amerika’da çok fazla kadın şef çalışır. Mutfakta 12-14 saat zaman harcarsınız ve zaten çok yorulursunuz. Çok erkek egemen bir alan. Bir şeyi yapamadığınız zaman eleştirirler, ben yapabiliyorsam o da yapsın derler.


Türkiye’deki ünlü şef Batuhan Piatti ‘mutfak vahşi bir yerdir’ diyor. Katılır mısınız?

Mutfak askeri alan gibi, ordu gibi. Çok fazla dar geçit var. Ofiste çalışmak gibi değil, fiziksel bir iş yapıyorsunuz. Kendinizi sevmek ve güçlü olmak zorundasınız. Ben de mutfakta sertim. Sert olmak zorundasınız. Bir şey iyi yapılmışsa iyi, kötü yapılmışsa olmamış derim.


İngiltere’deki diğer ünlü şeflerle bir araya gelir misiniz?

Hepimiz birbirimizi biliriz. Gordon Ramsay ile yakın zamanda Johannesburg’da birlikte çalıştık. Raymond Blanc, Michel Roux, Brian Turner, James Martin. Hepsiyle çok özel arkadaşlıklarımız vardır. James’in televizyon programına konuk olmuştum hatta.


Hayatınızda size sıçrama sağlayan, dönüm noktası olan bir dönem olmuştur mutlaka.

The May Fair ve The Ouince profesyonel olarak bu işi ilerletmem anlamında büyük bir challengetı. May Fair ismime, yaptığım işe büyük prestij sağladı, işimi uluslar arası alana taşımama yardımcı oldu. Dubai’ye gittiğinizde çok kaliteli şefler görürsünüz. Pierre Gagnaire, Marco Pierre White, Gary Rhodes. Bu isimlerle bir araya gelmek çok önemliydi. Bundan sonraki büyük hayalim Türkiye’ye gelmek ve sadece kadınların katılabileceği yaratıcı bir yemek programı yapmak. En güzel, yetenekli, en şahane yemekleri ortaya çıkarabilen kadınları bulmak. Program bittiğinde seçtiğimiz bu yetenekli kadınlarla birlikte yürüteceğimiz, kombinasyonlarımızı uygulayacağımız restoranlar açmak. Türkiye’de kadınlar çok güçlü, çok güzel yemek yapıyorlar ama kimse onları tanımıyor.


Türkiye ile ilgili trendleri, modayı, siyaseti, ekonomiyi, kültürel hayatı takip etme fırsatınız oluyor mu?

Elbette, çok yakından takip ediyorum. Sık sık Türkiye’ye geliyorum. Geldiğimde çok sevdiğim yakın arkadaşım Leyla’da (Alaton) kalıyorum. Onun evi benim evim gibidir. Leyla benim mentorumdur. İstanbul dünyanın en güzel şehri, İstanbul ve camiler çok özel. İstanbul’da evimdeymişim gibi hissederim. Bebek ve Etiler’i çok severim. İstanbul çok güzel ama anlayamayacağınız bir sebeple oteller çok pahalı.


Anneniz Bulgar, babanız Türk, eşiniz İngiliz. Siz kendinizi hangisine yakın hissediyorsunuz?

Evet, iyi bir kombinasyon ama kendimi daha çok Türk hissediyorum. Türk kültürünü seviyorum. Orada doğdum, babamdan gelen bir şey de olabilir. Babamın akrabaları var orada yaşayan. Bu tutkuyu seviyorum. Türkiye dışında yaşıyorum ama Türk yemekleriyle ilgili bir iş yapıyorum ve bunu hissederek yapıyorum. Bana neden bu işi Türkiye’de sürdürmüyorsun diyorlar. Okuduğum makalelerden anladığım bazı insanlar iyi bir şey yapan, yaptığı işlerle insanları büyüleyenleri, göz önünde olan, başarılı insanları kıskanıyor ve acımasızca eleştiriyorlar. Londra da aynısıdır, sadece insanlar düşündüklerini bu kadar açık, rencide edecek şekilde söylemezler.


Eve girdiğinizde yemek yapmaya devam eder misiniz? Evde kim yemek yapar? Ev yemeği mi yenilir hazır yemek mi tercih edilir ailede?

Ben. Zamanım varsa çok fazla yemek yaparım. Örneğin geçtiğimiz hafta resmi tatildi. Barbekü yaptık, tatlı bir tatildi bizim için. Ailecek dışarda da yeriz ama evde yemek en güzeli.


İki oğlunuz var, onların yemekle arası nasıl? Başarılılar mı mutfakta?

Yemeği ve yemek yapmayı seviyorlar. Büyük oğlum master yapıyor ve Unicef için çalışıyor. Küçük oğlum üniversitede, ekonomi okuyor. İnanılmaz güzel yemekler hazırlıyor. Genellikle hep birlikte evde yemek yeriz ve çok keyif alırız bundan.


Gelecek dönemde televizyon programı projeniz var mı?

BBC’deki programım bitti ama Kasım’da start vereceğim çok büyük, çok ilgi çekici bir programım olacak. Bir yemek yarışma programı. Aynı zamanda Amerika için bir tv programı projesi üzerinde çalışıyoruz.


Türkiye’de mutfakla ilgili pek çok yemek kursu ve akademi açıldı. Sizin de böyle bir girişiminiz var mı?

Kapıları herkese açık bir akademi kurmak isterim, özellikle yetenekli, cesur kadınlar için. Dubai projesini hayata geçirdikten sonra böyle bir girişimim olabilir. Özellikle Leyla Alaton bu konuda bana destek olabilecek, çok değer verdiğim bir isim. Çünkü kadınların çalışma hayatına katılmasını önemsiyor.


Elinizdeki tesbihin özel bir yeri var mı? Hep taşır mısınız yanınızda?

60 yıllık amber taşından yapılma bir tesbih. Trabzon’dan gelmiş, Kapalıçarşı’da satılıyordu. Şu an benim en güzel en değerli aksesuarım. 1.500 dolara Kapalıçarşı’daki bir dükkandan aldım. Bana kendimi iyi hissettiriyor.


Hülya Meral

Bu yazı Hürriyet Pazar Eki'nde yayımlanmıştır.

Kar Altından Damağımıza Yolculuk Eden Çiriş Otu

Semt pazarlarını sabahları dolaşmaya bayılıyorum. Erken saatlerde halden henüz gelmiş olan sebze ve meyvelerin dört bir taraftan burnuma gelen kokusu beni tazeler, satın aldığım sebzelerle o akşam şahane lezzetler ortaya çıkarırım.

Bu hafta tezgahların önünden geçerken şimdiye kadar hiç duymadığım bir koku geldi burnuma. Önce bir çeşit lale soğanı diye düşündüm ama kökü yoktu. Dayanamadım, başka bir tezgahta daha denk gelince satan çocuğa sormadan edemedim. 'Abla bu bizim memlekette, Doğu'daki Bingöl, Bitlis ve yakınındaki illerde, dağların, yaylaların en yüksek yerlinde, karın altında kendiliğinden yetişen 'Çiriş'tir. Bir tek Nisan ayında bulabilirsin, çünkü karlar erirken toplanır.' dedi. 


Daha önce hiç görmediğim bu otun nasıl yapılacağını da sorunca iki şekilde yapabileceğimi öğrendim. 


Öğrencilik yıllarımda İzmir'de yaşarken hem İzmir'in semt pazarlarında hem de Alaçatı'nın, Tire'nin, Seferihisar'ın Ödemiş'in rengarenk, mis kokan tezgahlarının arasında dolanır, dönemine göre radika, şevketibostan, börülce, ısırgan, devetabanı, ebegümeci gibi otları alırdım. Torbalılı komşumun önerileriyle, o ana kadar hiç denemediğim otları, sade ama lezzetli şekilde pişirme tekniklerini öğrenir, İzmir akşamlarında leziz sofralar hazırlar, arkadaşlarımı davet ederdim. Çiğ semizotu ve ıspanak salatasını da enginarı pişirmeyi öğrenmem de o yıllardan kalmadır örneğin. 


Ege'de yetişmeyen 'Çiriş'i duymamış olmam çok normal ama her otu denemeye meraklı damağım, Çiriş için de çeşitli teknikler denememi sağladı.

Aldığım Çiriş'i ikiye böldüm. Yarısı ile zeytinyağında (çok az da tereyağı ile) yuvarlak doğradığım kırmızı soğanları ve kıymayı (kıyma isteğe bağlı) çok az soteledim, yarım kaşık salça koyup çirişleri ekledim. Şöyle bir çevirip kapağını kapattım 5-7 dakika içersinde pişen otların üzerine yumurta kırdım. 



Diğer yarısıyla yine zeytinyağında soğanı çevirip üzerine çirişleri ve bir miktar kişniş ekledim, ardından bir tutam ince bulgur koyup üzerine üç bardak su ekleyip çorba şeklinde hazırladım.



Çiriş'in ıspanak ile pırasa karışımı damakta güzel bir tat bırakan bir lezzeti var ve bence hafif ve besleyici. Özellikle diet yapan ve sürekli aynı sebzeleri tüketmekten sıkılanlar için yeni bir çeşit. Çiriş'i tanelerine ayırıp yıkadıktan sonra buzdolabı poşeti ile dondurucuda saklayıp daha sonra kullanabilirsiniz, ben bir kısmını öyle yaptım. Çünkü Nisan bitince bir daha bu otu bulamayacağım. 

Doğanın bize kendiliğinden verdiği, kar altından damağımıza yolculuk eden bu lezzetli otu denemeye değer. 

Hülya Meral

Londra'nin ve Dunyanin En Unlu Cok Katli Magazasi Harrods

Ne zaman Knightsbridge tarafinda isim olsa dunyaca unlu departman store Harrods'a ugramadan edemiyorum. Hic birsey alma niyetim olmasa bile elimde bir paketle donuyor oluyorum. Cunku burada teknolojiden mobilyaya, yiyecekten, gece kiyafetine oyuncaga, baska bir yerde goremeyeceginiz ozel tasarim ve kalitede alisveris yapabileceginiz binlerce urun var. 



Kimilerinin sirf vitrin dizaynini gormek icin Harrods'a geldigini soylemek abarti olmaz, vitrinler surekli ayri bir konseptle ve sadece bir kisinin evinde gorebileceginiz esyalar veya kiyafetlerle susleniyor.


Elbette zevk dedigimiz sey kisiden kisiye, kulturden kulture degisir, keza Harrods'i dolasirken her seferinde denk geldigim Arap kokenli musteriler oldugu surece Gucci, Michael Kors gibi cantalarin en taslisini, disi parlak taslarla suslenmis kuvet'i, altin sarisi ve tas suslemeli cep telefonu kiliflarini, ic camasirlarini, dekoratif urunleri gormek pek sasirtici degil. 


Araplar tum dunyada oldugu gibi Londra'da da para sacmaya devam ediyor. Siz butik bir cikolatadan yarim kiloyu yeterli gorurken onlar 2,5 kiloluk 2 paket alip cikiyorlar :) Cikolatanin kilosu minimum 45-50 pound (125 TL) Ozellikle Harrods'in Katar sermayeli yatirimci isadami tarafindan yonetildigini dusunurseniz. 


Harrods'in en sevdigim bolumu yemek kati. En taze baliklar, etler gozunuzun onunde hazirlaniyor. Sefle aranizda sadece 1,5 metre var, yanlis duymadiniz, isterseniz sohbet bile edebilirsiniz. 


Ust katta pizza yemegi tercih ederseniz Italyan 'tenor sef' pizza hamurunu havada yuvarlarken bir yandan size dunyaca unlu eserleri seslendiriyor, size de laf atiyor. 


Yemek katinda 24 saat icinde kalsam sikilmayacagim yer cikolata bolumu. Ulker grubu'nun Godiva urunleri arasindan en cok begendigim goruntu, cikolataya batirilmis cileklerin sunumu. Kirmizi ile kahve rengi bu kadar mi birbirine yakisir.



Onlarca sushi cesidi, borekler, 



ev yapimi rizottolar makarnalar, 



ev yemekleri, soslar,



icecekler, aycekirdekli, pekmezli, cikolatali, cavdarli, ketentohumlu ekmekler 



ve bastan cikarici daha bir suru renk ve tat. 



Turkiye'ye donerken kucucuk valizime ne sigdiracaksam, gezmeyi en cok sevdigim ikinci yer mobilya, ev dekorasyon kati. 



Hayatimda ilk kez 14 kilo alan boyum kadar camasir makinesi goruyorum. 



Miele'nin mutfaklarini gezerken seflerin karsisina oturup bize ozel yaptiklari, ozel bir sosla tatlandirdiklari kuskonmazi ve elmali minik tartlari denedik. 



Kucuk bir studyoda cekim yapar gibiydik. 


Ev yapimi tart..


Bir tava markasi yeni cikardigi urunun lansmanini yapiyordu. Iddiaya gore tavada ekmek pisirilebiliyordu, yapismadan.. Burada da sefler bizi, rendelenmis balkabagini, ceviz ve yesil soganla zenginlestirdikleri ozel sosu ekmekler uzerinde servis ederek karsiliyor. 


Yemek takimlarinin oldugu bolum biraz Kurtlar Vadisi dekorunu andirsa da catal bicak kasik takimlarina bayildigimi soylemeliyim. 


Ozellikle de ev havasi vermek icin mizansen olarak olusturduklari yemek masasinin uzerindeki avizeye, samdanlara.


Hamam markasi burada havluda soft renkler kullanmis ama kuvet, pek bir sasali. 


Disi kesme ayna ve tasla suslu kuvette banyo yapmak ister misiniz bilmem :) 


Banyo paspaslarina yine golden ve dore detaylar hakim.


Oyuncak kirtasiye katinda cocuklar icin onlarca Disney karakteri, hayvan maketleri, akulu arabalar, fonksiyonel oyuncaklar var.


Bir diger kat sirf kadinlara ayrilmis, dunyaca unlu modacilarin, pek tabii sevgili Arzu Kaprol'un de elbiseleri yer aliyor. Bir bolumde cok sik kurk montlar, kabanlar. Kisa bir kurk montun fiyatina bakma gafletinde bulundum. 9.900 pound ( ortalama 35.000 TL) 


En alt katta unlu saat markalarinin magazalari ve mahzenlerde bekletilen cok ozel saraplarin sunumu yapiliyor. 

En ust katta sahane valizler ve kucuk seyahat cantalari da var, hazir en uste cikmisken neden bir kahve icip tatli yenmesin? Unutulamayacak bir keyif.


Harrods'ta kocaman bir guzellik salonu ve kuaforun hizmet verdigini belirtmem gerek. 



Magazaya Victoria Beckham, Justin Bieber, Elizabeth Hurley, Kylie Minogue, Jennifer Looez, Beyonce gibi unlulerin alisverise geldigini hatirlatmaliyim.


Londra'ya kadar gelip Hyde Park'i gormeden donmek ne ise Hyde Park'in hemen yanibasindaki Harrods'i gormeden donmek de ayni kayip.



Bol keyifler

Hulya Meral

Londra'nin Halk Pazari Borough Market- London Bridge


Londra'da gunler o kadar hizli ve yogun geciyor ki bloga yazi eklemeye vakit bulamiyorum. Kuzeyde olmamizin etkisinden midir bilmiyorum ama burada yasayanlarin ortak fikri 24 saat 12 saat gibi geliyor. Bir sabah uyandiginizi biliyorsunuz bir de aksam uyudugunuzu. Bunun yaninda zamanini iyi yonetenler icin Londra'da yapilacak yuzlerce sey var. Ustelik bunu yapmaniz icin cebinizde milyon pound olmasi gerekmiyor.


Iste bunlardan biri Londra'da market yani halk pazari gezmek. Turkiye'deki gibi tenteler, pazarcilarin naralari yok burada elbette ama fresh bir kalabalik, orada bilincli bulunan ve saglikli beslenmeyi yasam bicimi haline getirmis insanlarla dolu marketler.


Sen hala gormedin mi diyen arkadasimin onerisini dinleyip bu marketlerin en unlulerinden London Bridge istasyonunun hemen altindaki Borough Market'e yuruyorum, ahmakislatan ama yanimda sohbetine doyamadigim cok sevgili arkadasim Yildizla.



Yildiz Londra Hilton'da yiyecek icecek departmaninda. Dolayisiyla gezerken ilk kez gordugum meyve ve sebzelerin, soslarin, zeytinyaglarinin ilk tanitimini O yapiyor bana :) Mesela hemen ustteki cicek domatesin. Farkindayim, 'ben hormonluyum, beni yeme diye basbas bagiriyor goruntu itibariyle ama cok sirin gorunuyorlar- tabii ki satin almiyorum :) )

Hemen yan tezgahinda cesit cesit zeytinler.. Ingiltere'de Turk mahallesi Haringey ve Wood Green civarinda oturmuyorsaniz hakiki zeytin bulmaniz zor, burada zeytin sarabin yaninda yiyebilmek icin kokteyl zeytin olarak satiliyor, kahvaltida sadece ekmek, yag ve sutlu cay yani serial breakfast tukettikkerini hatirlatmaliyim..Erik seklinde bile zeytin var. Yan kovada dolma, kurutulmus domates, zeytinyagli mantar gibi aparetifler mevcut.


Zeytinlerin iriligi ve esit boyutlari bir yana soslarina bayildigimi belirtmeliyim.



Cesit cesit mantarlar..Kizartinca kokusunun doner kokusundan farki yok, istah kabartici.. Mutfakta Yetenekli Ingilizler icin :))


Hanimlar bilir, pek cok kullandigimiz kremin icinde bu meyvenin ozunu kullaniyorlar. Tadini bilmiyorum, denemedim. PAssion fruit !


 ve ilk kez gordugum meyveler, 2 yillik kilom kadar peynirler, cheddarlar, manchego cheeseler...


Taptaze ve kocaman ahtapotlar, yilan baligi, yengecler ve onlarcasi...


Midyeyi mideye indirmek buyuk keyif de arkadas tatli mi eksi mi tuzlu mu nasil bir turlu soyleyemedi :)


Marketten goruntuler..
Mantarlar..


Ne oldugunu bilmedigim ama makarnaya rendelenen, 10 gun icersinde tuketikmesi gereken ustune Smell Me yazan, toprak altindan ozel bir yontemle cikarildigini tahmin ettigim, taaa Italyalardan gelen arkeolojik eser benzeri yiyecek..Oldukca da pahali. Bilenler aliyor tabii...




Londra'ya gelirseniz buraya ozellikle haftasonlari sabah erkenden ugramayi deneyin, yan sokaklarindan birinde kahve veya sicak cikolata icip cookies yiyin :))

Bol keyifler