Önce mimozalar açıp sarı rengiyle baharın gelişini haber verdi, şimdi her yer rengarenk lalelerle donatılmış durumda. Erguvanların açmasınaysa çok az bir zaman kaldı. Baharın hepimizin içine bir tutam neşe serpiştirmesi boşa değil. Koskoca karanlık, puslu, soğuk bir kışı yolculuyoruz. Hala Nisan yağmurlarına karşı siperlenmişsek de ardından açan güneşle yeniden keyfe geliyoruz.
Hazır Festival sebebiyle İstanbul’un dört bir yanı lalelerle çevrelenmişken ben de Emirgan Korusu’na gidip nasiplenmek istedim bu gökkuşağını andıran görüntüden.
Geleneksel Lale Festivali
Lale Festivali 2005’ten beri İstanbul’un her semtinde Nisan itibariyle başlıyor, sonuna kadar devam ediyor. Bu yıl 7.si düzenlenen festival için en görülesi yer ise kanımca Emirgan Korusu..Büyük Çamlıca Korusu, Hıdiv Kasrı, Gülhane Parkı ve Sultanahmet Meydanı da rengarenk lale ile donatılmış.
Daha Koru’ya girerken karşılıyor laleler sizi. Rengarenk ve öbek öbek. Kimi dimdik duruyor, kimi yerini veya suyunu beğenmemiş küsmeye başlamış, kiminin de ömrü tükenmiş, son günlerini yaşıyor. Malum, belli bir ömürleri var.
Biraz ötede bir Alman televizyonunun belgesel çekimine takılıyor gözüm ve ister istemez hep tartışılagelen, laleyi ilk kim yetiştirdi, çeşitli ülkelere hangi topraklardan yayıldı, Hollanda neden lale konusunda bize göre çok çok ileride soruları gelip oturdu zihnime.
İstanbul'un simgesi lale
İstanbul’un simgesi lalenin anavatanının Orta Asya olduğu biliniyor. Lâlenin Türkistan’ın bozkırlarında yabani bir çiçek olarak uç verip, Bulgar Türkleriyle İdil boyuna, Timuroğulları ile Hint’e, Selçuklularla İran’a ve Anadolu’ya geldiğini savunan tarihçiler, yabani laleye de Akdeniz’in kuzey kıyıları ve Japonya’da da rastlandığını söylüyor.
İstanbul’un simgesi lalenin anavatanının Orta Asya olduğu biliniyor. Lâlenin Türkistan’ın bozkırlarında yabani bir çiçek olarak uç verip, Bulgar Türkleriyle İdil boyuna, Timuroğulları ile Hint’e, Selçuklularla İran’a ve Anadolu’ya geldiğini savunan tarihçiler, yabani laleye de Akdeniz’in kuzey kıyıları ve Japonya’da da rastlandığını söylüyor.
İlber Ortaylı’nın anlattığına göre kökeni Altaylardan gelen bu mistik çiçek, Türklerin bahçelerinde yetiştirdiği, Türkler tarafından Avrupa’ya tanıtılan, Kanuni döneminde Alman imparatorunun sefirinin birkaç lale soğanını Avrupa’ya götürmesiyle dünyaya yayılan zarif bir cins.
Dünyanın en büyük çiçek borsası Flora Holland
Avrupa’da laleye ‘Tulipa’ deniyor. Laleyi o kadar benimsiyorlar ki özellikle Hollanda bu sevgiyi abartarak onlarca çeşit üzerinde çalışıyor, üretimi arttırıyor ve bu emek karşılığında 17. Yüzyılda ‘Altın Çağı’nı yaşıyor.
Tarım sistemlerini laleye göre sil baştan ele alıp ‘polder’ denen sistemle toprakların neredeyse yarısını denizi doldurarak kazanıp lale soğanı ekiyorlar. Hatta yeldeğirmenleriyle ünlü ülkedeki değirmenler toprakların içinde kalan deniz sunu dışarı atmak için inşa ediliyor. Çiçekler serada, soğanlar tarlada yetiştiriliyor.
Şimdiyse laleye verdikleri değerin meyvelerini topluyorlar. 1887’de kurulmuş dünyanın en büyük çiçek borsası ‘Flora Holland’ta yılda 12 milyar kesme çiçek ve süs bitkisi işlem görüyor. Dünya çiçekçiliğini Hollanda yönlendiriyor.
Geçmişte de şimdi de hep mistik bir çiçek
Lale geçmişte de şimdi de hep mistik bir çiçek olarak anılmış. Lalenin Arap harfleriyle yazılışında Allah’ın adına benzer bir taraf olduğu bilindiğinden hattatların ve nakkaşların eserlerinde ve çini eserlerde lale motifi sıklıkla kullanılmış.
Anadolu'da laleyi şiirlerinde kullanan ilk kişinin ünlü düşünürün Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207-1273) olduğu, rubailerinde lale ile ilgili pek çok mısra bulunduğu söylenir. Mevlana 'Hüznünü içine saklayan bir tebessümdür.' der lale için.
Osmanlı’nın Rönesansı Lale Devri
Laleden bahsedip de Lale Devri’ni atlamak olmaz. Bize yıllarca tarih kitaplarında Osmanlı’nın sefahat ve şatafat dönemi olarak anlatılan Lale Devri’ne bu ismi 20. Yüzyıl başı tarihçilerinden Refik Ahmet Altınay vermiş.
1718’de Avusturya ile imzalanan Pasarofça Anlaşması ile başlayıp 1730’daki Patrona Halil İsyanı ile sonlanan dönem, yazar Selim İleri’ye göre tarihimizin hiç de yabana atılamayacak bir yüksek sanat çağı olmuş. Osmanlı’nın yüzünü batıya ilk defa döndüğü bu dönemde, Avrupa’da çoktandır kullanılan ve ülkelerin gelişmesinde ve büyümesinde en önemli adım olan matbaanın Osmanlı’da ilk defa bu dönemde (geç de olsa) ortaya çıktığını görüyoruz.
Ciddi bir kültürel yükseliş dönemi. Diplomasi değişiyor. Viyana ve Paris’te yüzyılın sonunda daimi elçilikler açılınca dünyaya entegre olmaya çalışılıyor. Mimari, edebiyat, musiki ve bahçe kültürü açısından önemli yenilikler yapılıyor. Ordu içinde mühendislik, tıp, veterinerlik gibi dallar ortaya çıkmaya başlıyor. Askeri düzen değişiyor. Resim sanatında bir canlılık başlıyor. Kıvrak, çiçeğe, tabiata yakın bir görünüm var. Edebiyat tarihinde ve tarihte büyük değişiklikler oluyor.
Şehrin her tarafında incelik
Fransız Versay lüksünde bahçeler, parklar, ejderhalı fıskiyeler, şaşalı meydanlarla yeni bir İstanbul yaratılmış o dönem. Şehrin her tarafında incelik görünüyor. Beykoz’da cam fabrikası kurulup çok zarif ve değerli parçalar üretiliyor.
İstanbul’un çeşmeleri Lale Devri’nden
Şehrin her tarafında anıtsal çeşmeler yapılmış. Üsküdar meydanındaki Mihrimah Sultan Camii’nin önündeki çeşme, Topkapı Sarayı girişindeki III. Ahmet çeşmesi, Kabataş Eminağa çeşmesi, Tophane yakınlarındaki çeşme, Azapkapı’nın yanındaki çeşme 18. Asırdaki meydanları süsleyen, şimdilerde de aynı güzelliklerini koruyan en abidevi yapılar.
Mimarideki güzellik Balkanlar'a ve Ortadoğu'ya da yayılmış
Lale devri Türk sivil mimarisinde, konak yaşamında, mahalle yaşamında yeni bir değişim ve gelişimin asrı. Batı’dan ve İran’dan özellikle İsfahan’dan esinlenilmiş. Dönemin padişahı III. Selim’in inşa ettirdiği Selimiye Kışlası bu dönem ortaya konan yapılar arasında barok sanatın en güzel örneklerinden.
Hiçbir asırda Lale devrindeki kadar güzel konaklar ve evler inşa edilmemiş. Balkanlar ve Ortadoğu’daki Türk toprakları da bundan nasibini almış. İşkodra, Yanya, Kavala, Saraybosna, Varna; Ortadoğu’da Halep, Şam, Trablus ve Musul gibi şehirlerde yerel yönetimler çok güzel binalar ortaya çıkarmışlar.
Osmanlı'ya Rönesans yaşatan dönem isyanla sona eriyor
Hangi sınıf veya eğitimden olursa olsun İstanbul halkı lalenin etrafında toplanıp çiçek yetiştirmeye ve gelirini laleden sağlamaya başlamış. Derken öyle bir zaman geliyor ki halk arasında gelir uçurumu oluşuyor. Lüksü ve şaşayı israf olarak gören halk arasında dedikodu başlıyor. Ekmeğini kazanırken güçlük çeken insanlar lale düşmanı oluveriyor.
III. Ahmet’in padişah, Damat İbrahim Paşa’nın sadrazam olduğu dönemde sadrazamın yönetimini kabul etmeyen ve Damat İbrahim Paşa’nın siyasi karşıtları tarafından kışkırtılan Patrona Halil isimli bir denizci (levend) halka ve maaşı yatmayan yeniçerilere elebaşı oluyor. Bahçeleri ve 100’e yakın kasrı tahrip edip lalenin nadide türlerinin yok olmasına sebep olan isyan sebebiyle Osmanlı’ya Rönesans yaşatan bu dönem tamamen kapanıyor.
Laleye itibarını iade etmek
Tarih kitapları ne yazarsa yazsın dönemin pek çok açıdan ileri görüşlü, yenilikçi bir karakteri var. Lalenin İstanbul'u ve şehrin revizyonist karakterini simgeliyor olması sebebiyle tanıtıma ve doğru bilinmeye hakkı var.
Laleye itibarını iade etmek için Türkiye’nin pek çok şehrinde kutlanan Lale Festivali’ni ve laleyi dünya çapında tanıtmak ve lale ihracatı ile dünyada söz sahibi olabilmek için tarımsal anlamda ciddi bir revizyona gitmemiz ve pirinçten mısıra, pamuktan mercimeğe ithal ettiğimiz bir çok tarım ürününün yerine bir şey koymamız gerekiyor.
Yazı ve Fotoğraflar: Hülya Meral
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder