gurmebüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gurmebüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Haliç'in Lezzet Everest'i : Cibalikapı Balıkçısı


Her şey Asmalımescit’te başladı.

Yemeğin en tatlı yeriydi ama  meze tabağına uzanmak istemedi elim. Neden yemiyorsun diye soranlara ‘ana yemeği bekliyorum’ deyip geçiştiriyordum ki  her seferinde  biri diğerinin aynısı olan mezeleri yediğimizi, balıkçıların ve meyhanelerin gitgide fast food zincirleri gibi standardın dışına pek çıkmadığını, aynı isimdeki mezeler etrafında döndüklerini fark ettim. Belki bizler de alışkanlıktan olsa gerek genelde hep alışılageldik yemekleri ve mezeleri söylüyorduk.

Derken arkadaş grubumla Asmalımescit’ten ve Çiçek Pasajı'ndan sıkılmaya başladığımızı fark ettik  ve yeni yer arayışımız bizi Balat’taki Cibalikapı Balıkçısı’na itti. Biz onlar için yeniydik ama onlar 2001’den beri pek çok misafir ağırlamışlardı, müdavimleri saymakla bitmezdi.

Aman dikkat et, kapıda Cibalikapı Balıkçısı yazacak

Restoranın işletmecisi Behzat Şahin’in her sayfasında emeği olan, 'Cibalikapı Balıkçısı’ndan' isimli kitabının çıktığını öğrenince hem kitabın hikayesini dinlemek hem de lezzet yolculuğuna çıkmak için Haliç’e doğru yola koyuldum.



Benden önce restorana varan arkadaşım kapının önünde olduğumu öğrenince ‘aman dikkat et kapıda Cibalikapı Balıkçısı yazacak, Cibali yazan başka bir yerdeysen hemen  geri yürü’ diye uyarıyor. Meğer aynı isimde birkaç restoran daha açılmış son yıllarda.

Oturdukça otur sohbeti koyulaştır

Yavaş yavaş çıkıyorum merdivenlerden. Rustik tarzda döşenmiş mütevazı, oturdukça otur, sohbeti koyulaştır hissiyatı veren Haliç manzaralı sandalye ve masalarında, akşam yemeğini yiyen küçük gruplar, çiftler, misafirlerini ağırlayanlar..ve en üst katındayım. Her katı 25 metrekare olan restoranın üst katı yazın bu dayanılmaz sıcağında püfür püfür esiyor.

'Herkes Boğaz’da veya Asmalımescit’te restoran açarken siz neden burayı tercih ettiniz' soruma önce gülerek ‘parasızlıktan’ cevabını veren Behzat Şahin sonra hikayesini anlatıyor.

Tam 18 yıl çeşitli kademelerde emek verdiği  gazetecilik mesleğini biraz da 2001 döneminin koşulları dolayısıyla bırakıyor. Tazminatını alıp kendine 6 aylık bir tatil veriyor, ‘ne yapacağıma sonra karar vereceğim’ diyerek geçirdiği süreçte evine gelen arkadaşlarına şahane yemekler hazırladığını fark edip bu fikri geliştiriyor ve yeme içme işine girmeye karar veriyor. 

Dolar, mark, altın kimde ne varsa el koydum

‘Para yoktu, sadece bu işi aklımın yettiğince en iyi şekilde yapacağıma olan inancım vardı. Dolar, mark, altın kimde ne varsa el koydum.’ diye gülümseyerek anlatıyor şimdi.  




Yer aramalar başlıyor, önce Beyazıt’a karar veriyor, yolda giderken  tesadüfen eski Meydan Restoran’ın (şimdiki Cibalikapı Balıkçısı) önünden geçerken kiralık tabelasını görüp binanın içine giriyor ve gezdikçe Şahin’in zihninde kıpırdanmalar başlıyor.

‘Girişteki tuvaletin kapısı mutfağa açılıyordu, zemin kattaki halıların rengi pislikten anlaşılmıyordu.  Neon lambalar, küçüçük alanda saz heyeti  ve ses sanatçısı için sahne yükseltisi vardı.’ diye anlatınca şimdiki haline inanamıyorum. Nihayetinde burayı kiralamaya karar veriyor, arkadaşları ‘kervan yolda düzülür’ deyip eşe dosta haber salıyor.

Bir anda o kadar çok rağbet görüyor ki  keza artık randevusuz içeri girmek nerdeyse imkansız hale geliyor. En önemlisi de  bunu yıllardır istikrarlı şekilde sürdürmeyi başarıyor. 2004’te Moda’daki şubeyi açmak zorunda kalıyor.

İşini doğru yaparsan, insanlar gelip seni bulur

"İşini doğru yaparsan, insanlar gelip seni bulur” düsturuyla Türkiye’nin dört bir yanında hep malzemenin en iyisi, en temizi, en kalitelisini aradım. Zeytinyağını 4 kuşaktır zeytinyağı üreten Müderriszade ailesinden, zeytini Ayvalıklı Hasan Amcayla Nazlı Hanım’dan, tahini Tarsus’tan getirdim diyen Şahin bir anda bu kadar müdavimi olmasını fısıltı gazetesine bağlıyor.




Nitekim İstanbul ve diğer şehirlerden gelen misafirlerin yanısıra pek çok ülkeden restorandaki lezzetleri tatmaya gelen gurmeler var, hatta birkaç uluslararası yayında yer almışlar, şimdilerde gurme turizminin İstanbul’daki ayaklarından biri olmuşlar.

Cibalikapı Balıkçısı’nın mutfağı aslolarak Ege, Akdeniz ve İstanbul yemeklerinden oluşuyor. Otlardan mezelere, balıktan tatlılara 150-200 çeşit Rum, Ermeni, Musevi, Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Balkan lezzetini tadabiliyorsunuz.




Hong Kong’tan Newyork’a kilometreler kat ediyor

Misafirlerimizin aklını karıştırmamak için mevsimine göre 15-20 çeşitle sınırlıyoruz diyen Behzat Şahin, restoranın mutfağını zenginleştirmek, restoranın menüsüne yeni tatlar katabilmek ve değişik tatları restoranın menüsüne adapte edebilmek  için sürekli yemek seyahatlerine çıkıyor, Hong Kong’tan Newyork’a kilometreler kat ediyor.

Cibalikapı Balıkçısı'ndan kitabı için fotoğrafçı arayışı

Behzat Şahin, Cibalikapı Balıkçısı’ndan kitabını hazırlarken yemeklerin fotoğraflarını çekmesi için bir fotoğrafçı arayışına giriyor ancak mezeler ve balıklar mevsimine göre değişiklik gösterdiğinden yaklaşık 1 sene sürecek çekim aşamasına kimse yanaşmıyor. İş başa düşüyor.



Bodrum’da yaşayan fotoğraf sanatçısı arkadaşı Enis Umuler’den iki günlük bir yemek fotoğrafçılığı eğitimi alıyor. Modadaki depoda küçük bir stüdyo oluşturuluyor. 55 TL’ye ayaklı halojen lamba alıp zeytinyağı kolisine oturtuyor. Aydınger kağıdıyla da ışığı yumuşatıyor. Bu tamamen doğal (!) ortamda 1 sene boyunca çıkan yemekleri fotoğraflıyor.

Üniversitede stüdyo fotoğrafçılığı üzerine yaptığımız denemelerde elmayı parlak göstermek için sıvıyağ veya makine yağı, yemeği parlak göstermek için de vernik kullanılırdı. Şahin hiçbir hileye başvurmadan yemekleri olduğu gibi doğal renkleriyle, sipariş sahibinin önüne gelmeden önce çektiğini belirtiyor.

Tedarikçilerle röportajlar


Kitapta görüntülediği yemek fotoğraflarının yanı sıra zeytin, zeytinyağı, balık, ot, peynir, turşu aldığı tedarikçilerin yaşadığı şehirlere giderek tedarikçilerle gerçekleştirdiği röportajlara da yer vermiş.

Bu kadar anlatım yeter J Tattığım birkaç lezzetten bahsetmek istiyorum biraz da. (Bundan sonrasını lütfen toksanız okuyunJ Şimdiden uyarmak isterim.s )

Levrekli Kurutulmuş Domates Dolması:

Kurutulmuş domatesi tek başına bile bayılarak yerim, bana pastırma yiyormuşum hissi verir ve özellikle makarnalara çok yakıştığını düşünürüm ama balıkla yan yana hiç düşünmemiştim.

Çok rağbet gören bu meze Roma’da kurulan bir pazarda keşfediliyor. Kavanozlarda satılan Roma’daki  dolmanın içinde tonbalığı kullanılmış. Behzat Şahin’e içeriği yetersiz gelmiş ancak İstanbul’da Cibalikapı şeflerinin yaratıcılığıyla  birleşince levrek kullanılarak muhteşem bir lezzete dönüştürülmüş. Kürdanlarla servis edilir hale getirilmiş bu mezeden tek başıma koca bir tabak yiyebilirdimJ



Cibalikapı Usulü Girit Ezmesi:

Şimdiye kadar yediğim ‘Girit ezme’ sayısını unuttum, dimağımda ve damağımda sadece Cibalikapı’nın lezzeti yer etmiş. Çünkü bu mezede lezzet dengesi önemli bir nokta. Antepfıstığı Ezine peynirinin, peynir kekiğin önüne geçmemeli. Behzat Şahin, evde kahvaltıda ekmeğin üzerine sürerek de tüketebilirsiniz diyor, en kısa zamanda denemem gerekJ



Topik:

Topik, İstanbul Ermenilerinin perhiz yemeklerinden biri. Yedi hafta süren, bu süre boyunca et ve süt ürünleri tüketilmeyen Büyük Perhiz zamanında daha çok zeytinyağlı yemekler hazırlanıyor. Yıllar geçtikçe unutulan bu tat Yedikuleli yazar Takuhi Tovmasyan’ın ‘Sofranız Şen Olsun’ kitabındaki tarif denenerek geliştiriliyor.



Mezenin içinde karamelize edilmiş soğandan tahine, dolmalık fıstıktan tarçına ve nohuta kadar vücut için gerekli tüm gıdaları barındıran malzemeler kullanılmış. Tarçına bayıldığım için en favori mezem (itiraf ediyorum) topik olduJ

Kayakoruğu:

Zeytinyağı, sarımsak, sirke ve limonsuyu ile lezzetlendirilen Kayakoruğu, en protokol meze desem yanlış ifade etmiş olmam, çünkü zatıalleri öyle çarşıda pazarda satılmıyor. Deniz kıyısında, deniz ile kayanın birleştiği yerde, duvarın yüzünden binbir zahmetle toplanıyor. Çok enteresan bir bitki, kökü yok, toprakta yetişmiyor, sadece kayadan çıkıyor. Kışın dalga nereye vurursa orada yetişebiliyor. Ömrü de oldukça kısa, haziran ve temmuzda toplanmazsa kartlaşıyor.




Dolayısıyla temin etmek oldukça güç. Behzat Şahin Mersin’in Tömük beldesinde yaşayan ve geçimini restoranlara kayakoruğu satarak sağlayan Şuayip Yılmaz’dan salamura halinde toptan alıyor çalı türüne giren bu bitkiyi. Senelik 3-4 ton toplanabiliyor ancak pahalı olduğu için her restoran almaya yanaşmayabiliyor.  Kayakoruğu o kadar hafif ki yediğinizin farkına varamayabiliyorsunuz.
Parmesanlı Midye:
Parmesan peyniri, dereotu, maydonoz, sarımsak,taze soğan, karabiber ve zeytinyağının birlikteliğinden oluşan muhteşem bir aile. Damağınıza şenlik bir tat.



Cibalikapı Tatlısı:

Bana koca bir kuzu çevirseniz bu tatlıya tercih ederdim! Masaya ilk geldiğinde klasik balık sonrası yenen sıcak helva sanmıştım. Fena halde yanılmışım..Tahin ve üzüm pekmezi çömlekte karıştırılıp üzerine  rendelenmiş elma, portakal kabuğu, tarçın ve nar taneleri serpiştirilerek fırına verilmiş. Üzeri kızardıktan sonra bol fıstık ve cevizle taçlandırılıp kaymaklı dondurma konarak damakların Everest’i haline büründürülmüş. Sıcak tahin duyu noktalarınıza eriştikçe ne demek istediğimi anlayacaksınız..




Satsuma (Bodrum Mandalinası) Likörü:

Özünde yeşil bodrum mandalinası var. Meyvenin henüz olgunlaşmadığı temmuz-ağustos aylarında toplanarak yapılıyor. Yapımı hem kolay hem zor. Meyveden çıkan şurubun 3 kez tülbentten geçirilmesi gerekiyor ki mandalina kabuğundan kopan parçalar liköre sızmasın. Bu likörü içmeyi  yediklerimden şiştiğim gerekçesiyle önce reddetmiştim ama şimdi iyi ki denemişim diyorum.




İyi ki denedim diyenlerden biri daha var.. J ABD Başkanı Obama’nın sağlık reformlarının danışmanı Ezekiel J. Emanuel’in Cibalikapı Balıkçısı’nda içerek Atlantic Food Channel internet sitesinde yaptığı yorum şöyle: ‘Homeros’un destanlarında bahsettiği, tanrıların içeceği ambrosia gibi.’



Tüm bu tatları denemek, farklı bir lezzet yolculuğuna çıkmak, şu ana kadar yediğiniz tatlara bir renk daha katmak istiyorsanız bir akşam Cibalikapı Balıkçısı’na uğrayın. Pişman olmayacaksınız..:)

Unutmadan; İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Cibalikapı Balıkçısı’ndan kitabının en son sayfasında sürpriz bir Rembetiko CD’si var kiii mutlaka dinlemenizi öneririm.



Yazı: Hülya Meral
Fotoğraflar: Behzat Şahin


twitter.com/hulyameral
Facebook: Hülya'nın Valizi
hulya_meral@hotmail.com

















GURMEBÜS FENER VE BALAT İÇİN KALKTI


Gurmebüs bu sefer Fener- Balat için kalktı. Sirkeci’deki muazzam geziden sonra katıldığım 2. gurme turuydu bu.


Henüz duymayanlar için özetlemem gerekirse;  1957 model pastel pembe-maviye boyanmış, beyaz deri koltuklu Mercedes marka otobüs, yani Armada-Gurmebüs ile belirlenen bir semte gidiliyor. Seçilen semtteki 7 lezzet durağı saptanıp 7 esnaf lokantasının yolu tutuluyor. 28 kişilik Gurmebüs ile yıllardır damaklarda yer etmiş ama lokal kalmış lezzetler herkese tanıtılmış, bilinirliği arttırılmış  oluyor.


Bu hafta Gurmebüs ve Armada Otel ekibiyle birlikte Fener ve Balat’ın ara sokaklarını, saklı kalmış lezzet noktalarını keşfettik. Düşünün ki bardaktan boşanırcasına yağan yağmur bile bizi durduramadı..:)



Unutmadan; Gurmebüs turlarında her şey tadımlık yeniyor aksi halde her yediğinizden birer porsiyon alırsanız son birkaç noktaya yeriniz kalmayabilir.  



İlk durağımız Kariye Müzesi yanındaki 30 yıldır hizmet veren Asitane Restoran.


Burada hums lokması, lor mahlutu, fava ve dövme hıyar taratorunun tadına bakıyoruz.


Aralarda narçiçeği şerbeti ve tadına bayıldığım kanela (tarçın) şerbeti ile ferahlıyoruz. Aşçımızdan şerbetlerin sırrını öğrenmeye çalışıyoruz ama ser veriyor sır vermiyor. :)

Restorandan ayrılırken ‘diş kirası’ adı verilen ayva reçeli hediyemizi alıp Kariye Müzesi’nin önünde müze ile ilgili birkaç bilgi dinledikten sonra ara sokaklara dalıyoruz.  




Sokaklardan birinde İffet dizisinin bir çekim sahnesine rastlıyoruz. Bir evin camında bize poz veren çakır gözlü Roman kızını fotoğraflıyoruz. Mahalleye fotoğraf çekmeye gelenlerin çokluğundan olsa gerek pencerelerden bakan her genç kız fotoğraflarının çekilmesine alışmış, doğal olarak poz veriyor zaten..




Kürkçü Çeşmesi Sokağı’nda ilerleyip çıfıt çarşısı girişindeki Fetih İşkembe Salonu’na geliyoruz. Buradaki lezzetimiz 'işkembe çorbası.' Çocukluğumdan beri ‘işkence çorbası’ adını verdiğim çorbadan denemek istesem de yiyemiyorum, onun yerine kokoreç’in tadına bakıyorum. 



 
Menüde yoktu ama bazılarımız vitrindeki ‘zerde’nin görünümüne dayanamayıp çorba veya kokoreç yerine tatlı yemeyi tercih ediyor.

İkinci durağımız Balat Turşucusu. Pancarın lahana, salatalık ve eriğe verdiği kırmızı renge, serpiştirdiğim pul biber ayrı bir renk ve lezzet katıyor.

Üçüncü durak 1923’ten beri hizmet veren, taş fırında pişmiş galetalarıyla ve peksimetleriyle ünlü Evin Unlu Mamülleri.

Fırının ilk sahibi o zaman Fener’de de yoğun olarak yaşayan Rumlarmış. 1960’a kadar genellikle Rumlardan oluşan komşularına galeta pişirir, mutlu mesut yaşarlarmış.

Sonra Fener ve Balat'ta durulamaz hale gelmiş, semt sakinleri, ülke veya semt değiştirmek zorunda kalınca ev ve işyerlerini Anadolu'dan gelenlere devretmiş.

Karabüklü Mehmet Evin, Anadolu'dan gelenlerden biri.  Rumlardan devraldıkları taş fırını şimdi ikinci nesil işletiyor. Fırında o kadar çok galeta pişiyor ki İstanbul’un çeşitli semtlerine de gönderiyorlar. 


Bir sonraki durağımızsa Fırın Kabuğunda Köfte. Sahil yolunda hemen Bulgar Kilisesi’nin karşısındaki restoran 3 katlı ve muhteşem bir manzarası var.

Burada ‘tükrük köfte’ ve ‘kaşarlı köfte’ yiyoruz. Özellikle kaşarlı köfteye bayılıyorum. Köfteler fındık kabuğundan oluşturulan farklı bir kömür ile pişiriliyor, lezzetini buradan alıyor olsa gerek..


Yağmurun hız kesmesini bekliyoruz ancak boşa. Gittikçe şiddetini arttırıyor ama bizi kimse durduramıyor. Kendimizi Balat Kültür Evi’ndeki Cafe Vodina’da buluyoruz. Islak şemsiyelerle içeri girdiğimizi gören garsonlar hemen çay ikram ediyor. Biraz ısınıyoruz hem de evhanımlarının elinde hazırlanmış ‘mantı’ ve ‘karalahana dolması’nın gelmesini bekliyoruz.



 Vodina Caddesi üzerindeki ikinci dereceden tarihi eser olan üç katlı, cumbalı, klasik Balat mimarisinin örneklerini görebileceğiniz Kültür Evi’nin çok şirin bir bahçesi var.


İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi ve Fatih Belediyesi ile yapılan bir protokolle restore edilerek 2010 yılı şubat ayında Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu’na teslim edilen Kültür Evi’ndeki Cafe Vodina’da evhanımları çalışıyor. Herşey günlük ve taptaze. Hanımlar kahvaltı konusunda iddialılar..




 Ve son durağımız Kültür Evi’nin 100 metre ilerisindeki Hotel Daphnis.


Haliç kıyısında, Fener Rum Patrikhanesi’nin hemen yanında açılan ilk butik otel olan Daphnis, mimar Defne Keskin’in 115 yıllık bir Rum evini aslına uygun olarak restore edip turizme açmasıyla ortaya çıkmış.



Burada taze demlenmiş çay eşliğinde ‘tulumba tatlısı’ yiyoruz. 






Daha görecek çok yer, tadacak pek çok lezzet vardı kuşkusuz ama bu seferlik bu kadardı.

Fener- Balat tarafına yolunuz düşerse siz de bu noktalara uğrayabilir, Tekfur Sarayı, Kariye Müzesi, Fener Rum Erkek Lisesi ve ünlü Kaşıkçı Elmasının tesadüfen bulunduğu Eğri Kapı’yı görebilirsiniz.



Keza ben yağan yağmura rağmen akşamı Cibali Balıkçısı'nda ediyorum.


Yazı ve Fotoğraflar: Hülya Meral


KARAKÖY'DE SANAT, TARİH VE DAMAK TADI BİRARADA


Karaköy ve Tophane semti yıllardır sessizce vakurunu koruyor ve kıpırdamadan kendisini uyandıracak prensi bekliyordu. Ne zaman ki İstanbul Modern ismiyle 17 yıllık proje Aralık 2004’te 4 numaralı Gümrük Antreposu'nda tamamlandı işte o zaman Karaköy ve civarı uykusundan uyandı. İstanbul Modern ismiyle uluslararası bir ortam yaratıldı ve burası dünyanın her yerinden sanatseverleri ağırlayan modern sanatın merkezi haline geldi.

Özel sektörün öncülüğünde kurulan ilk modern sanat müzesi İstanbul Modern, kısa zamanda özellikle gençler için bir çekim merkezi artık. İnteraktif etkinliklerden sergi salonlarına video alanından kütüphane ve sinemasına derken yaratmaya ve üretmeye meyilli herkesi tek çatı altına toplayıp sosyal bir platform oluşturdu.

İstanbul Modern ile hareketlenen semt, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi içindeki Tophane-i Amire’de düzenlenen sergilerle ve firmaların özel gecelerine evsahipliğiyle daha çok ziyaret edilir hale geldi.

 

Ben de bitmeden yakalayıp Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki Tophane-i Amire’de sergilenen Sürrealist sanatçı Salvador Dali'nin, "İlahi Komedya", "Sürrealizm İzleri", "Gala ile Akşam Yemeği" adlı sergisini görmek için bir program yaptım kendime.

Yıllarca bakımsızlıktan bitap düşmüş şimdilerde yeniden canlanan Galata Köprüsü’nden başlayıp İstanbul Modern’in bahçesinde bitirdim günübirlik gezimi. İtiraf edeyim, Karaköy’ü yeniden koklamak çok iyi geldi.



Sabah kahvaltısı için ilk durağım Galata Köprüsü altındaki Zeno idi. Köprü’nün üstünden sarkıtılmış onlarca oltanın altından geçerek köprü altındaki Zeno’ya geliyorum. Mekan akşamları balık servis ediyor, bazı akşamlar canlı müzik de oluyor. Asıl kalabalık çekildikten sonra yerini sabah sakinliğine bırakıyor. Balık tutmayı hobi edinmiş insanlar sabahın erken saatlerinde yerlerini almışlar. Sabırla balığın oltaya gelmesini bekliyorlar.
 




Zeno’nun kahvaltısı sade ama iştah açan cinsten. Kavurmalı paçanga böreği ve tereyağlı omleti favorim. Karşısındaki Topkapı Sarayı manzaram ve hemen yanındaki Eminönü vapur iskelesine yanaşan, kalkan vapurları izleyerek deniz trafiğinin oluşturduğu gelgitler eşliğinde çayımı yudumluyorum.



Ardından Karaköy İskelesi’ne doğru yürüyüp hemen iskelenin arkasına düşen Yer altı Camii’sini şimdiye kadar hiç görmediğimi fark edip içine giriyorum. İlk kez bir camiiye merdivenle iniyorum ve ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum.

Yapı Horasan tarzı tavan ve kolonlarıyla, mimarisiyle ilgi çekici. Merak edip araştırdığımda şu bilgiler geliyor karşıma..




Rivayete göre Camii, Bizanslıların yaptığı ve yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Kastelion kalesinin zindanıymış. Kastelion Kalesinin altındaki bu kolonlarla, sirkeci arasında bağlanan zincirle gemilerin Haliç'e girmesi engelleniyormuş.. İstanbul’un Osmanlıların himayesine geçmesi ile silah cephanesi olarak kullanılmış. Camii o yıllarda kurşunlu mahzen camii adıyla anılıyormuş.. Bugün camii içerisinde zindana defnedilmiş Sahabe-i Kiram’dan Amr bin As, Vehb bin Hüseyra, Sufyan İbni Uyeyne’ye ait olduğuna inanılan türbeler var.







Yer altı Camii’sini dümdüz takip edip ilerlediğimde köşede Namlı Gurme’deki izdihamı fark edip içeri girme gafletinde bulunuyorum ama artık çok geç. Pastırmaların biri kafamın üzerinden geçerken bir diğer tarafta karakovan balı tartılıyor, diğer yanda hazır soğuk yiyecekler, kutulara konan köy yumurtaları vs ve bu hengamede aralara serpiştirilmiş masalarda keyif yapan insanlar manzaram..Alış ve veriş o kadar hızlı oluyor ki başım dönüyor ve kendimi hemen yanındaki Karaköy Güllüoğlu’na atıyorum.


Namlı Gurme’ye göre sakin ama kalabalık bir ortam var. Bayramlardaki halini düşünemiyorum bile ama Pazar olmasına rağmen dingin havasında biraz dinlenip baklavalarından tadıyorum.

Güllüoğlu'nun hemen yanında Çerkes Kahvaltısı adında bir mekan var. İçeriye girip neler var diye baktığımda aslında bir menü olmadığını, vitrindeki yöresel ve ithal gurme tatlardan kendi damak tadımıza uygun olanların tartılıp veya pişirilip masaya servis edildiğini öğreniyorum. Pek çok semtte yaygınlaştı artık.


Hemen yanındaki Koska her zamanki gibi rengarenk. Helvalar, baklavalar, şekerlemeler, lokumlar, badem ezmeleri, krokanlar derken Alis Harikalar Diyarı'nda gibiyim. Alacaklarımı sepete attıktan sonra üzerine yaprak fıstık boca edilmiş (!) sıcak helvadan denemek istiyorum.

Şekeriniz varsa aman dikkat, enerji deposu olduğu gibi şekeri olanlar için tadımlık yenmesinde fayda var. Turistler sepetlerini hediyelik lokumlarla dolduruyor.




Koska'dan çıkıp Tophane-i Amire'ye doğru ilerliyorum. Kemankeş Caddesi üzerindeki Fransız Geçidi’nden hiç geçmemiştim. Geçidin girişindeki Bej Kahve’yi de gelecek sefer denenecekler listesine ekliyorum. Keza dışarıdan hoş bir ambiyansı olduğu izlenimini ediniyorum.

Tophane-i Amire’de bilet kuyruğu içerden başlamış caddeye kadar inmek üzere. Serginin son haftası olduğu için yığılma olmuş, özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin ilgisi büyük ve nihayet eserleri görmeyi başarabiliyorum. Bir esere aynı anda 3 kişi bakabiliyor olsak da keyifliydi, zihin açıcı ve şaşırtıcıydı.


2 sene önce Sabancı Müzesi’ne gelen eserleri hem daha fazlaydı ve katlara yayılmıştı hem de dünyaca bilindik eserlerdi ama gördüklerim de diğerleri kadar değerliydi. Çıkışta 5 yaşında olduğunu tahmin ettiğim küçük bir kızın Sürrealizmi ve Dali’yi annesine yetişkin bir insan gibi anlatışını ve yorumlayışını izlemek harikaydı..

Tophane-i Amire’den çıkıp kendimi karşısındaki İstanbul Modern'de Van Gogh sırasında buluyorum ancak o kadar uzun bir kuyruk var ve hava o kadar soğuk ki ertelemek zorunda kalıyorum. En güzeli bugünlük geziyi Tophane'deki kafelerden birinde nargile kokuları eşliğinde noktalamak. İstanbul Modern’in buradaki kafeleri de modernleştirdiğini eklemeden geçemeyeceğim.
 
Karaköy şüphesiz pek çoğumuzun zihninde bankalarıyla yer etmiş en eski ticaret merkezlerinden biri. Daha gezecek, görecek pek çok yer vardı. Salt Galata içindeki Garanti Bankası tarafından kurulmuş, geçtiğimiz yıllarda Bir İstanbul Masalı dizisinin çekimlerinde değerlendirilmiş Osmanlı Bankası Müzesi gelecek sefer daha uzun bir zaman diliminde ziyaret etmek istediğim diğer nokta.

Belirtmekte fayda var. Balıkçı malzemelerinden outdoor kıyafet ve aksesuarlara, dalış malzemelerine kadar pek çok seçenekle dolu mağazaları da yine Karaköy'de bulabilirsiniz.

 
Bol keyifler..

 

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: HÜLYA MERAL

https://twitter.com/hulyameral







































GURMEBÜS SİRKECİ'DE

Geçtiğimiz haftalarda Gurmebüs isimli bir oluşumdan bahsetmiş, yeni yılda düzenledikleri ilk gezi olan Fatih semtinde hangi lezzet noktalarını ziyaret ettiklerini ve neler tattıklarını paylaşmıştım.

Cnntürk'te Mehmet Yaşin'i, NTV'de Vedat Milor'u izlerken eminim pekçoğunuz içinizden hayıflanıp 'neden bu lezzet turu toplu olarak gezi şeklinde yapılmıyor ki' diye düşünmüştür. İşte tam da bu noktada yeni lezzetleri keşfetmeyi seven ve damak tadına önem veren, damak tadını geliştirmek isteyenlerin imdadına Gurmebüs yetişti.

Armada Otel'in 1957 model Mercedes marka otobüsü pastel pembe-mavi tonlarıyla restore ederek yeniden hizmete soktuğu Gurmebüs'ün Sirkeci gezisinde bu şirin otobüse binmek ve lezzet noktalarını keşfetmek, baktığım ama görmediğim pek çok mekanı tanımak çok çok keyifliydi.
Taksim'den 13.00'te kalkan otobüs Sirkeci'ye doğru yola çıkarken gideceğimiz mekanların herkesin bildiği ve Sirkeci'ye Eminönü'ne gidildiğinde yemek yediği, bildik tarihi mekanlar olacağını düşünmüştüm. Fena halde yanılmışım :)

İlk durağımız çocukluğumdan beri gittiğim ama ismini hiç duymadığım Mısır Çarşısı'nın hemen girişindeki PANDELİ RESTORAN idi. 1901'de Çömlekçiler'de ayazmanın yanındaki zamanın mum ardiyesinin lokantaya çevrilmesiyle açılmış olan Pandeli'nin 110 yıllık bir geçmişi var.
Niğde doğumlu Rum kökenli Türk vatandaşı olan Pandeli Çobanoğlu tarafından kurulmuş lokanta kısa zamanda herkesin sevdiği bir mekan olur. Mustafa Kemal'den Adnan Menderes'e, Melina Mercouri'den Tony Curtis'e, Mikhail Gorbachov'dan Ahmet Hamdi Tanpınar'a, Robert De Niro'ya kadar pek çok ismi ağırlar.
Savaşlar, mahkemeler derken 6-7 ylül olayları sırasında lokanta tahrip edilir. Bir süre hayata küsen Pandeli'yi dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan'ı Adnan Menderes ikna eder ve oğlu Hristo Çobanoğlu ile Mısır Çarşısı'nda Haliç manzaralı şimdiki yerlerini açarlar.
Pandeli'nin değişmez kuralı lokantaya dışardan eleman alınmıyor. Lokantada yetişmiş emektar Cemal Biberci ve İsmail Usta 69 yıldır hiçbir yere ayrılmadan hizmet vermeye devam ediyor. Restoranın şefi Naşit Aydınhan'ın anlattığına göre 30 sene önce önce balayında ağırlanan kişi şimdi çocuklarıyla geldiğinde aynı aşçı ve aynı garsondan hizmet alıyor. Buradaki lezzetimiz dönerli patlıcan börek ve demirhindi şerbeti idi.
2. durağımız MALATYA PAZARI. Mısır Çarşısı'nın en eski baharatçısı ve tarihin en eski kuruyemişçisi 40 yıldır burada 3 şubesiyle hizmet veriyor. Kayısısıyla ünlü olduğunu belirtmeme gerek var mı bilmiyorum. Şimdilerde Almanya, Kuveyt, Katar gibi ülkelere ihracata başladıklarını öğreniyoruz.
Mısır Çarşısı'ndaki bir diğer tarihi baharatçı da DEVELİ BAHARAT. Şimdilerde özellikle kadınların ilgi odağı Argan Yağı hakkında merakımızı gideriyor ve ismini duyduğum ama hiç göremediğim İran Havyarı hakkında bilgi alıyoruz. Sadece bilgi almakla yetiniyoruz keza bu nadide (!) yiyeceğin kilosu 1.100 Euro'dan başlıyor. Develi'de onlarca çeşit aromaterapik yağ da mevcut. Yağların laboratuarda hazırlandığını öğrenip diğer durağımıza yöneliyoruz.

4. durağımız HACIBEKİR LOKUMCUSU'ndayız. Şimdiye kadar Sakızlı ve çifte kavrulmuş lokumu favorimdi ama Gurmebüs ile ilk kez tarçınlı kaymaklı lokumu tadıyorum. Badem ezmesini de es geçmiyoruz.
Ardından Mısır Çarşısı'nın çıkışında Kral Kokoreç'in karşı solunda çiğ köfteyle (dans eden mi demeliyim dövüşüyor mu demeliyim bilemedim) haşır neşir olan ÇİĞ KÖFTECİ ALİ USTA'ya uğruyoruz.

Ali Usta'dan çiğ köfte almaya gelen bir kadın -sanırım- Uğur Dündar bastı sanıp faltaşı gibi açılmış telaşlı gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışıyor. Gurmebüs'ten bahsedince yüreğine su serpiliyor. Bu kadar kalabalık bir çiğ köfte güruhu görmemiştir tabii:)
Ali Usta'yı Okan Bayülgen nasıl ıskaladı bilmiyorum. Adeta çiğ köfte şov yapıyor. Giderseniz köftelere limon isterken bir kere daha düşünün derim:)
6. lezzet noktası HOCAPAŞA KASABI. Yıllardır buralara gelip hiç girmediğim bir semtteyiz şimdi. Bu ana kadar yediklerimiz -önlük-tü. Şimdi sıra ana yemeklerde. Burada tadacaklarımızı beklerken BOLU LEZZET LOKANTASI'ndan zeytinyağlılar geliyor.

Ardından Hocapaşa Kasabı'ndan sırasıyla tavuklu, pastırmalı, sucuklu, kıymalı, kaşarlı pideler önümüzde. Hepsinden tadımlık alıyoruz nitekim gerisi geride..



Hocapaşa Döneri, Cağ Kebabı ve NAMLI KÖFTE'den top köftelerle damaklarımızı şenlendirdikten sonra Hocapaşa semtindeki keşfimize noktayı irmik helvası ve mis gibi demlenmiş çayla koyuyoruz.

7. lezzet noktası neresi olacak acaba diye beklerken çocukluğumdan beri defalarca geçtiğim soldan Gülhane Parkı'na sağdan Cağaloğlu'na ayrılan yolun köşesindeki HAFIZ MUSTAFA'ya giriyoruz.

Nerdeyse 150 senedir aynı noktada hizmet verdiklerini öğrenince şimdiye kadar hiç denemediğime hayıflanıyorum. Düşünsenize Osmanlı'ya da savaş zamanındaki çalkantılı günlere de Cumhuriyet'e de tanıklık etmiş 1,5 asırlık bir yerdeyiz. Akide şekeri ile yola çıkılmış, lokum, baklava, reçel, helva derken kocaman bir tatlı cenneti haline gelmiş bu pastane.
Hafız Mustafa güllü lokumu ile ünlü ama kaloriye doymayan Gurmebüs ekibimizle çeşit çeşit fıstıklı baklavayı tadıyoruz.
Veeee son dinlenme ve vedalaşma noktamız Sirkeci Garı içindeki ORIENT EKSPRES RESTORAN. Orient Ekspres şimdilerde 'raylar üzerindeki saray' olarak geleneksel turlar düzenlenen tarihi trenden alıyor ismini. Keza 4 yıl süren 1. Dünya Savaşı'nı bitirme kararının alındığı bu trenden geliyor ismi. Savaşı sonlandıran komutanlar trenden inince burada büyük ve tarihi bir kutlama gerçekleştiriyorlar.
Orient Ekspress aynı zamanda Agatha Christie'nin 'Doğu Ekspresi Cinayeti' isimli romanı da dahil pek çok edebi esere, belgesele, fotoğrafa konu olmuş, yabancıların ilgi odağı bir yer. Burada yanında fıstıklı lokumuyla Türk kahvelerimiz geliyor. Kahvelerden sonra nane ve muz likörü ikram ediliyor.

Böylelikle istemeye istemeye Gurmebüs gezimiz sona eriyor ve şirin otobüsümüz yolcularını aldığı noktaya bırakmak için yeniden yola çıkıyor.

Gurmebüs şimdilik Fatih, Beyoğlu, Sirkeci, Kadıköy, Üsküdar'a lezzet turları düzenliyor ama lezzet avcıları arttıkça alanlarını genişletip başka semtlere ve şehirlere de yayılmayı düşünüyorlar.
NASIL KATILIRIM?
Ben de Gurmebüs'e katılmak istiyorum, ne yapmalıyım derseniz işte web sayfaları ve sosyal medyadaki adresleri..



Twitter hesapları: @gurmebus @s_gurmeler


Facebook hesabı:



Keyiflİ lezzet turları..


Yazı ve Fotoğraflar: HÜLYA MERAL