st. james catedral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
st. james catedral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bu kasabada alışveriş merkezi, fast food ve kahve zinciri yok


Hülya Meral

Geçtiğimiz günlerde TED Konuşmaları'ndan birini izlerken finalde bir tanıtım videosuna denk geldim. http://geographysupport.blogspot.co.uk/

National Geographic'in genç kaşiflerinden Daniel Raven-Ellison günümüz seyahat alışkanlıklarına atıfta bulunarak, farklı ve yeni yerler, kültürler, iklimler, insanlar keşfetmek için seyahat ettiğimizi belirtip her yerde denk geldiğimiz Coca Cola, Starbucks..gibi global firmalarla insanlar ve ülkeler arasında oluşan bağımlılıktan ve yerelin yok oluşundan bahsediyordu.

 "What is the future of local?" (Yerelin geleceği nedir?) sorusuna cevap arayan genç kaşifin bu videosunu tam da haftasonu yeni bir yer keşfetmek için yola çıkmadan birkaç saat önce izlemiştim. 

Şansa bakın ki muhteşem doğa olayı gel-git'i izlemek için Manchester'a trenle iki saat uzaklıktaki Grimsby'ye doğru yola çıkacaktım ki son anda elime bir broşür geçti ve rotayı önce İngiltere'nin doğusundaki slow city (yavaş şehir) Louth kasabasına çevirdim.

Zihnimde yereli gelecekte ne bekliyor, yerel, lokal dükkanlar yeryüzünden tamamen yok mu olacak, bunun için ne yapılabilir sorularına cevap arayarak yolu tamamladım. Siz de konuya ilgi duyuyorsanız Daniel Raven-Ellison’ın 13 Mart 2013’te TED Konuşmaları’nda yapacağı sunumu izlemenizi öneririm. Kaçırırsanız videoya buradan ulaşabilirsiniz. http://www.ted.com/conversations/16594/how_will_travel_change_local_p.html


 “Bu kasabada  alışveriş merkezi, fast food ve kahve zinciri yok.”

Size kasabayı anlatmaya şu soruyla başlayayım. En son ne zaman mahallenizdeki bir manavdan ya da kasaptan alışveriş yaptınız? Ya da en son ne zaman kokusu sokağa taşan odun fırınından yeni çıkmış çıtır çıtır sıcak ekmeğe dokundunuz? 

İngiltere’nin doğu kıyısındaki Louth kasabası, bildiğimiz şehir hayatından uzak sokaklarını, dükkanlarını ve en önemlisi doğal ve sağlıklı yaşam alanlarını korumaya devam eden, tam da yukarıda anlattığım gibi insanı kendine çeken yerel, küçük bir yerleşim merkezi.


Louth, İngiltere’nin kıyısında köşesinde kalmış, denize kıyısı olan, buna rağmen özenle korunan doğası ve çivi bile çakılmasına izin verilmeyen yüzlerce yıllık ahşap evleriyle ünlü. En yüksek yapı en fazla iki katlı. Bu görüntüyü  korumaya o kadar kararlılar ki kasabada  alışveriş merkezi, fast food ve kahve zinciri görme şansınız yok.


 Haftanın üç günü kurulan sokak marketlerinde aradığınız her şeyin en tazesini bulabiliyorsunuz. Çiftçi pazarında dalından yeni koparılmış sebze ve meyveler, ev yapımı peynirler, biralar, şaraplar..


Evlerin balkonlarını süsleyen bin bir çeşit çiçek ve tohum satıcıları ve mezatlar kasabanın meydanlarını renklendiriyor. Özellikle 'climbing rose' adı verilen ve baharda tohumları açtığında adeta köpürüp ekildiği yerde köprü şeklini alan pembe güller pek çok kişinin favorisi.


 St. James Katedrali 295 feet uzunluğunda

Meydandan ilerleyip kasabanın her yerinden görünen, Louth’un sembolü, Ortaçağ mimarisine ait St. James Katedrali’ne uğramak şart. Keza 15. yy. sonlarında gotik tarzda yapılan, 295 feet (90 m) uzunluğundaki yapı, -rivayete göre- İngiltere’nin en uzun katedrali. Devasa görüntüsüyle adeta tüm kasabayı koruma altına almış olan katedralin çevresi oldukça kalabalık. İçini gezip 197 basamaklı merdivenlerini tırmandıktan sonra şehri bir de kuşbakışı izlemek keyifli. 

Louth ve çevresinde çok fazla çiftlik ve yeşil alan var. Katedralin cafeteryasında Louth sakinleriyle sohbet ederken yeşil alanın sahiden fazla ve fakat oldukça değerli olduğunu öğreniyorum. Ünlü bir İngiliz oyuncak kralının buradaki 15 dönümlük çiftlikte yaşadığını öğrenince Louth’ta yaşayan kitle az çok gözümde canlanıyor.



O kadar ki kasabanın terzisi sadece houte couture kıyafet dikip, özel müşteriler için çalışıyor ve kasabada yaşayan hiç kimse seri üretim takım elbise giymiyormuş.


 Sıcak ve çok bildik mahalle havası
  
Katedralden çıkıp kendimi kasabanın sokaklarına atıyorum. Her yer özenli ve temiz. Sıra sıra antikacılar, çeşit çeşit peynir satan dükkanlar, kapısında uzun kuyruk oluşmuş kasap, sebzeleri müşterilerine kese kağıdıyla uzatan manav, müşterilerinin siparişlerini yetiştirmeye çalışan balıkçı bana o sıcak ve çok bildik mahalle havasını hatırlatıyor.


 Taze ekmek ve kek kokusu
  
Sokakları koklayarak yürümek beni hep güzel şeylere götürmüştür. Burnum yine yanılmıyor ve başka bir meydanda, dükkanlardan gelen kokuyu takip edip kapının arkasındaki çıngırak sesiyle birlikte birinden içeriye dalıyorum. Mis gibi taze ekmek ve kek kokusu. 


Pek çok ülkede cevizli, zeytinli, haşhaşlı, üzümlü ekmek tatmıştım ama burada ilk kez ‘erikli ekmek’ görüyorum. Ahşap ve küçük dükkanlarda dolaştıkça kendimi film dekorunda dolaşıyor gibi hissettim diyebilirim.


Dönüp dolaşıp kendimi katedralin karşısındaki İstanbul Restoran’da buldum. Restoran, tadını unutamayacağım susamlı, tereyağlı ekmeği, ara sıcakları ve saltanat kayığı şeklindeki seramik tabaklarda sıcak servis edilen Türk mutfağıyla İngilizlere yıllardır Türk mutfağını sevdirmeyi başarmış bile.


Günün sonunda Daniel Raven-Ellison’ın ‘yerelin geleceği ne olacak’ sorusu yeniden zihnimde belirdiğinde, cevabı çoktan bulmuştum.

Kasaba sakinleri Louth’a bir de baharda gelip çiçekler açtığında ziyaret etmemi öneriyor. Ne dersiniz? Yeniden gitmeye değmez mi?

Hülya Meral
twitter.com/hulyameral