Karadeniz'in beni çağırdığı günlerden bir gün. İstanbul'dan Trabzon'a sorunsuz iniyorum ve bir saat uçak yolculuğu sonrasında bir saat de kara yolculuğu yaparak Rize'ye geliyorum.
Maksadım her gelişimde daha çok sevdiğim Ayder'de Gelintülü Şelalesi'nin kenarında mis gibi bir çay içmek, kazanda kaynatılmış sütlü mısırdan yemek, çimene basmak, stres atmak ve Karadeniz'in sohbetine doyamadığım sıcak insanlarıyla birkaç kelam etmek.
Hava şansıma güneşli. Şehre geldiğimde Ceneviz yapımı Rize Kalesi'ne çıkıp bir yorgunluk çayı içtikten sonra soluma denizi, sağıma yeşili alarak ilerlediğim yaklaşık 40 dakika süren yolcuklukla önce Pazar'a sonra sağa sapıp Fırtına Deresi'ni takip ederek Çamlıhemşin'in şirin merkezine geliyorum.
Rizelilere göre buralara kadar gelmişken 'hemşin ketesi' yemeden, bu tadı tecrübe etmeden gitmek büyük kayıp. İniyorum arabadan ve fırından yeni çıkmış hemşin ketesini çayla birlikte yiyebileceğim bir yer bulmaya koyuluyorum, derken bir bakırcı dükkanına giriyorum. Ardından Karadeniz'e özgü Rize bezinden imal edilmiş elbiselerin satıldığı bir başka dükkana.
Sonra evimden aşina olduğum bitki çayı kokusu beni Moyy'a yönlendiriyor.
Moyy Fırtına deresinin kenarında, birkaç kuşaktır aynı aileye evsahipliği yapmış, şimdilerde bu yeşil coğrafyayı keşfe koyulan gezginler ile Karadeniz ve Kaçkar tutkunları için otel hizmeti vermeye başlamış 2 katlı ahşap bir konak.
Yıkılmaktan son anda kurtulmuş Moyy, %100 kestane ağacı kullanılarak inşa edilmiş çevredeki tek yapı diyebiliriz hatta.
Hemşincede çilek anlamına gelen Moyy, Londra'daki moda eğitimini tamamladıktan sonra memleketi Çamlıhemşin'e dönen Özlem Erol'un çabalarıyla yeniden yaşam bulmaya başlamış. İçerdeki herşey -hayatımızı kolaylaştıran birkaç elektronik eşyayı saymazsak- olduğu gibi korunuyor.
6 odaya sahip mini otelde dekoratif amaçlı kullanılan bakır siniler, tavalar, kaplar, ahşap kocaman bir masa, ahşap bir bavul, kuzine soba, çaydanlık, un eleği, çay toplamada kullanılan hasır sepet, tabure, gaz lambası gibi aile yadigarı eşyalar insanı yıllar yıllar öncesine götürüyor. Dokunduğunuz her şeyde geçmişin ve ahşabın sıcaklığını hissedebiliyorsunuz.
Otelin giriş katı moyycafe olarak hizmet veriyor. Çayınızı kahvenizi alıp gazete karıştırmak, içinde bulunduğunuz dekorla 2 nesil önceki Karadeniz'i yaşamak istiyorsanız, konaklamasanız da burada bir mola verin derim.
Arka balkonu ve üstteki 3 odası Fırtına'nın şırıl şırıl akan deresine bakan otelin odalarında dereyi dinleyerek uyuyabilir, cafesinde Özlem Erol tarafından üretilmiş, binbir çiçekten toplanmış taze, mis gibi yayla balından hatta karakovan balından bulabilir, karnınız açsa doğanın torpil geçtiği bu şanslı ilçede yerel tatları deneyebilirsiniz.
Şansınıza hasat zamanından birine denk gelmişseniz çayın nasıl toplandığını izleyebilir, eşsiz habitata sahip yaylalarda gezintiye çıkabilirsiniz.
Benim şimdiden burnuma muhlama, tereyağlı karalahana dolması ve kuzine sobada pişmiş mısır ekmeğinin kokusu geldi bile..
Karadenizlilerin deyimiyle Oyy MOYY!
HÜLYA MERAL