sergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sergi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Büyüteçle Görülebilen Kız Kulesi, Dolunay, Atatürk, III. Selim


Kabak çekirdeğinin üzerine Kız Kulesi’ni, çivi başına Haliç’i, çakıltaşına Atatürk’ü, nohut üzerine dolunayı, fasulye içine III. Selim’i çiziyor. Sanatçı Hasan Kale, ‘Şaşkınlıkla ve hayretle izleyenlerin yüzlerine minik tebessümler koymanın keyfini yaşıyorum.’ diyor.
 
Ressam ve minyatür sanatçısı olarak 26 yıldır profesyonel olarak resim yapıyorsunuz. Fırçayla tanışmanız 6 yaşınıza kadar uzanıyor, nasıl başladı hikayeniz?
Tarihler de yanlış yazılmalar oluyor. Profesyonel olarak 30 yılı aştı. 5 yaşında renk, çizgi ve fırça ile tanıştım. Yüreğime koyduğum aşk beni bugünlere kadar getirdi. Hiç bıkmadan, sıkılmadan, olması gerektiği gibi ve her gün hep bir adım ileriye giderek.
Sergileriniz büyüteçle gezilebiliyor, bu mikro eserleri çıplak gözle mi çalışıyorsunuz?
Evet büyüteçle gezilebilen sergiler düzenliyorum ama ben çalışırken büyüteç ya da mikroskop kullanmıyorum. Belki çelişki ama yorucu ve keyifli bir evre çalışma dönemim.

 
Mehmet Siyahkalem’den fırçanın kıvraklığını, Levni’ den renk ve ahengi, Nakkaş Osman’ dan sultan portrelerinin inceliklerini öğrendim
Nakkaş Osman, Levni ve Mehmet Siyahkalem ‘akıl hocalarım’ demişsiniz. Bu isimlerin biriktirdiklerinize, eserlerinize nasıl etkileri oldu?
 
80’li yıllarda minyatür sanatıyla tanıştığım evrede ders almak istedim, olmadı. Vazgeçme gibi düşüncem de yoktu. Hocalarımı çok eskilerden seçtim. Mehmet Siyahkalem’den fırçanın kıvraklığını, Levni’ den renk ve ahengi, Nakkaş Osman’ dan sultan portrelerinin inceliklerini öğrendim. Uzun ve meşakkatli bir dönemdi ve kendi çizgimi bulmamısağladı. Sonuçta ne kadar ince çizgiler çizdiğimi görmemi sağladı ve mikro eserler ortaya çıktı. 

Resme dayalı bir eğitim almadınız. Yeteneğin üzerine gitmek diyebilir miyiz?
Evet, resimde, mücevher tasarımında ve diğer tasarım dallarında bir eğitim almadım. Önceleri üzülüyordum ama bu durum başka bir gözle görmemi sağladı. Evet tanrı bir yeti vermişti, hepimize verdiği gibi, belki biraz farklıydı. Ben yüreğime koydum, hep en iyiye doğru yola çıktım, hayallerimin peşinden gittim..Yılmadan, yorulmadan, hiçbir şeye bakmadan çünkü benim yapacaklarım önemliydi. Zamanıgelince hepsini gerçekleştirdim. Asla pes etmek yok!

Küçük ama olağanüstü dokunuşlar.. Kabak çekirdeğinin üzerine Kız Kulesi’ni, çivi başına Haliç’i, çakıltaşına Atatürk’ü, nohut üzerine dolunayı, fasulye içine III. Selim’i çiziyorsunuz? Tutuluyorum, bakakalıyorum ürettiklerinize.. İngilizcede‘gifted’ diye bir tabir var ‘hediyelendirilmiş, özel yeteneklerle donanmış’anlamında. ‘Tanrı bana cömert davranmış’ dediğiniz oluyor mu?
Aslında hepimize cömert davrandı. Farklı bir bakış açısı ve farklı donanımlarla bu dünya üzerindeyiz. Tercihleri kendimiz yapıyoruz. Ben de öyle yaptım. Farklı düşlerde değil evet, Tanrı’nın verdiği bu cömert davranışı seçtim ve çok mutluyum, binlerce kez teşekkür ediyorum. 
YÜZYILLARDIR ANLATILAN AMA ANLAŞILAMAYAN İSTANBUL'U ANLATMAYA ÇALIŞIYORUM

İstanbul’u, Bizans’ı, Osmanlı’yı ve dolayısıyla tarihi yorumluyorsunuz ve adeta yaşıyorsunuz eserlerinizde. İstanbul’un şimdiki hali ile tarihte yaşadıkları, tarihi yapıları ne hissettiriyor size? Çoğu eserinizde bu mimari estetiği görüyoruz.
Bu bir konsept aslında, bir koleksiyon. Yoksa her konuda eser üretiyorum. Çoğunlukta olduğu kesin.İstanbul’da yaşıyorum ve bu şehri çok seviyorum. Kendimi bulduğum, hayatımın dönüm noktası şehir. Gizem dolu, mistik, gecesi ve gündüzüyle bana göre muhteşem, daha ne olsun. Yüzyıllardır anlatılan ama anlaşılmayan tarafıyla, ben de kendimce İstanbul'u anlatmaya çalışıyorum. Anlaşılmayacak ve böyle devam edecek. Müthiş değil mi? Keyifli yanı bu..
 
Sartre’ın ünlü bir sözü var ‘Mutlu olmak istiyorsanız sıradan olacaksınız, sıradanlığa karşı koymak istiyorsanız mutsuzluğu ve dolayısıyla yalnızlığı göze alacaksınız’ der. Sıradan olmayan eserler üretiyorsunuz. Katılır mısınız Sartre’a?
Kesinlikle ama dedim ya bu bir tercih, kendi tercihim. Bunlar bedelse ve yaşanması gerekiyorsa seve seve. Birilerinin böyle yapmasıgerekiyordu belki de kim bilir, o da bensem süper, yoksa şu an sizinle ne konuşacaktım, bu da başka bir bakış açısı.
Mikro Art’ın Türkiye’deki durumu nasıl? Sadece Günseli Kato’nun çalışmalarını biliyorum. Çok fazla sanatçı yok bildiğim kadarıyla.
 
Mikro Art Türkiye de fazla bilindiğini zannetmiyorum. Sadece minyatür değil çünkü. Sevgili Günseli Kato’ nun yeri çok ayrı. Şu an itibarıyla 200’ü aşkın farklı obje oluştu yaptığım ve böyle çalışan sadece Türkiye’ de değil dünya üzerinde de olduğunu zannetmiyorum. En azından bu güzelim İstanbul’u resmeden yok. Bu da benim için keyif ve mutluluk verici....


Şaşkınlıkla ve hayretle izleyenlerin yüzlerine minik tebessümler koymanın keyfini yaşıyorum.
Zürih ve Tokyo’da sergilerinize ilgi nasıldı? Yurtdışında minyatüre yaklaşım daha mı farklı?
Çok güzeldi. Mikro eserler ağırlıktaydı ve olumlu tepkiler aldım. Şu sıralar Roma, Avusturya ve Fransa ile yazışmalara devam ediyorum. Çok güzel gelişmeler var, oralardaki sergiler de güzel olacak. Şaşkınlıkla ve hayretle izleyenlerin yüzlerine minik tebessümler koymanın keyfini yaşıyorum.
Sabır isteyen, özen isteyen bir iş. İşini aşkla sevmek midir sırrı?
Yüreğinize aşkıkoymaktır. İyi bir gözdü benimki ve bir el. İkisini de çalıştıracak aşkla dolu koca bir yürek. Yıllar önce bir söz duymuştum, "işini aşkla yapandan korkun "diye. Eh benim içindi sanki, tabi ki kötü manada değil. Kalıcı eserler üretmek benim için önemli. Ben bugün ya da yarın için bir şey üretmiyorum. Gelecek yüzyıllara bir şeyler bırakmaya çalışıyorum.
Bir de mücevher tasarımı ayağı var? Bu nasıl gelişti? 
Anadolu’da yaşamıştüm kültür izlerinden çıkarak önemli firmalar için hazırlamış olduğum çeşitli koleksiyonlar oldu. Fibula için Esinlenmeler serisi. Zen firması için Sur-u Sultani.Şu an ise sevgili dostum Sevan Bıçakçı ile birlikte çalışıyorum ama burada tasarım yapmıyorum, yapılan tasarımlara, mücevher üzerine Mikro resimler yapıyorum.
Mikro eserlerinizin yanında büyük tablolarınız da var...
Büyük tablolarım ve mikro eserlerim..Tam bir çelişki, arası yok. Zor olanı yapmak içimde var demek ki.İkisi de farklı bir lezzet ikisi de doyumsuz.
ESERLERİMDE KIRMIZI MÜHÜR KULLANIYORUM
Tablolarınızın üzerinde kırmızı mühür var. Hatta Mühr-ü İstanbul serginizin ismi de buradan geliyor sanırım. Bu mührün anlamı nedir?
Evet eserlerimde kırmızımühür kullanıyorum. Eski dönemlerde iki kişi arasında yazışmalar özel olduğu için başkası tarafından okunmasın diye mühürlenirdi. Benim kullanma amacım sanatçıile izleyici arasındaki bu özelliği vurgulamaktı. Satın alanlar hiç mühürleri çıkartmadılar. Bu beni çok sevindirdi.
 
Kırmızı renk ve Nar eserlerinize sık sık konu oluyor. Özel bir anlamıvar mı sizin için?
Kırmızı, Aşk.. Nar, bolluk ve bereket. Çok eski dönemlerde de çok kullanılmış. Hem de farklı uygarlıklarda. Evrensel aslında ve hala günümüzde de devam ediyor. Anlamı da aynı, bence ilahi bir tarafı var.
 
Gördünüz mü bilmem Konya’daki Mevlana Müzesi’nde 5cmx 3 cm’lik el yazması bir Kuran-ı Kerim var. Rivayete göre eserin tamamı bittiğinde yazan kadın gözlerini kaybetmiş. Siz çalışmalarınızı çıplak gözle ortaya koyuyorsunuz? Gözlerinizle ilgili bir şikayetiniz var mı?
Arasıra oluyor tabii. Yakınla ilgili problemler yaşıyorum. Her 6 ayda bir kontrole gidiyorum. Doktorum bir çok kişiye göre çok iyi durumda olduğunu söylüyor. Bir de 18 yıl sadece mikro eserlerle uğraştığımı düşünürseniz, göz kaslarımı çok güçlendirmişim. Zoom yapma, odaklanma tarafım öyle bir gelişmiş ki. Bu benim için büyük avantaj.
 
SAÇ TELİ ÜZERİNE İSTANBUL PANORAMASI
Şimdilerde üzerinde çalıştığınız proje?

Müze ilgili çalışmalar devam ediyor ve sonra sırada bir saç teli üzerine yapacağım İstanbul panoraması girecek devreye. Uzun soluklu bir çalışma olacak. İncir çekirdeğini de doldurduktan sonra sıradaki proje heyecanlandırıyor beni.
Eserlerinizi görmek isteyenler size nasıl ulaşabilir?
 
Sık aralıklarla çeşitli şehirlerde sergiler düzenliyorum veya benim merak edenler müsait olduğum dönemlerde atölyeme gelebilirler. Bir de sosyal paylaşım siteleri en kolay ulaşma şekli oluyor ama benim tavsiyem yakından izlemeleri, bu anlatılamaz bir duygu.

 Röp: Hülya Meral

 

 

BRÜKSEL'E GÖKYÜZÜNDEN BAKMAK - ATOMIUM


Dünyada iki yapı var ki geçici olarak inşa edilmelerine rağmen yıkılmalarından vazgeçilip şu an yıl boyu milyonlarca bilet kesen müzeler olarak ziyaret edilmekteler.


İlki Fransa’nın başkenti Paris’teki hepimizin bildiği Eyfel Kulesi.  1887- 1889 yılları arasında Fransız Devrimi'nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa ediliyor. Sadece 20 yıl kullanımda kalıp sonra yıkılması planlanırken yüksekliği sebebiyle Atlantik ötesi haberleşmeye yarayacağı fark ediliyor ve yıkımından vazgeçiliyor.





İkinci yapı ise Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Atomium. Şimdilerde müze ve sergi sarayı olarak kullanılan yapı aslında 1958’de Brüksel Dünya Fuarı’nın simgesi olarak 6 aylığına yapılıyor, ancak sonra yıkılmıyor ve Atomium da Eyfel Kulesi gibi ünlü mimari yapılardan biri haline geliyor.



Atomium- Brüksel


Dış cephesi çelik olan bu ünlü yapı mühendis André Waterkeyn tarafından hayal edilerek mimarlar  André and Jean Polak tarafından çiziliyor. Felsefesi yüzyıllar boyunca kulelerle, piramitler veya katedraller ile yükseğe, en yükseğe erişmeyi hedeflemiş insanoğlunun burada sadece  fen bilimleri ile buluşmasını vurguluyor.






Atomium’u farklı kılan, alıştığımız standart yapılara benzemeyip demirin kristal yapısının 165 milyon kez büyütülmesinden esinlenerek yuvarlak top şeklinde dizayn edilmiş olması.




102 metre yükseklikteki yapıda 9 top bulunuyor ve birbirine tüp geçitlerle bağlanan bu topların 7 tanesi ziyaret edilebiliyor.




Hatta 4’üne merdivenle veya yürüyen merdivenle çıkabiliyorsunuz, ilginç bir deneyim. Heyecanlanmadım desem yalan olur.




En üst topa asansörle çıkabiliyorsunuz ve işte bütün Brüksel 360 derece gözlerinizin önünde. Burada aynı zamanda bir restoran da bulunuyor. Üstelik müze 18.00’de kapanmasına rağmen restoran gece 23.00’e kadar açık. Gece 2970 led ışıkla aydınlatılan bu ilginç yapıyı uzaktan izlemek de ayrı bir keyif.





Atomium’da gezebilecek pek çok sergi de bulabiliyorsunuz. Akşamları kokteyller veya tematik partiler de düzenlenebiliyor.





Çocuklar da unutulmamış. 6-12 yaş arası çocukların eğlenebilmesi için İspanyol sanatçı Alicia Framis’in tasarladığı raindrop’lar var. Çocuklar bunların içindeki pofidik yastıklarda uyuyabiliyor, oynayabiliyorlar. Hatta çoğu zaman okullar gruplar halinde burayı ziyaret edebiliyor.





Gitmişken hemen yan bahçesindeki (Atomium’un içinden görünüyor) bizim Miniatürk’ün benzeri ama daha az örnek maketin sergilendiği Mini Avrupa’yı da görebilirsiniz. Atomium ile Mini Avrupa’nın biletlerini kombine sattıkları için rakam daha makul oluyor.




Unutmadan; çok cüzzi bir rakam karşılığı sesli rehber kiralayıp Atomium ve görünen önemli binalar hakkında bilgileri dinleyebiliyorsunuz. Türkçe dil seçeneği de mevcut.


Ne dersiniz?

Brüksel’i gökyüzünden izlemeye değmez mi?


Açılış: 10.00 Kapanış: 18.00

Atomium:

Çocuklar:     6 Euro

Yetişkinler: 11 Euro

Atomium + Mini Avrupa:

Çocuklar:    15,20 Euro

Yetişkinler: 23,10 Euro


Yazı ve Fotoğraflar: Hülya Meral

twitter.com/hulyameral
Facebook: Hülya'nın Valizi
hulya_meral@hotmail.com

Bazı fotoğraflar Atomium'un Facebook sayfasından alınmıştır.

BEDENİNİZ RUHUNUZUN ARPIDIR




Body Worlds ve Yaşam Döngüsü Sergisi'ne Bakış


Malumunuz dünyaca ünlü BODYWORLDS Orijinal Vücut Dünyası Sergisi Haziran'dan beri İstanbul Modern'deki Antrepo 3'te ziyaretçilerini ağırlıyor. Daha önce dünyanın pekçok kentini dolaşan ve 30 milyonu aşkın kişi tarafından gezilen sergi, insan vücudunun zarif formunu gözler önüne sererken ziyaretçilerin insan bedenini ve organlarını daha yakından tanımasına olanak sağlamasının yanısıra sağlıklıyken veya stres altındayken insan vücudunun uğradığı değişimleri de gözler önüne seriyor.

Kabul ediyorum, ilk etapta çürümez hale getirilen insan vücudunun ve bedenin parçalarının görülecekolması fikri pek sıcak gelmiyor ancak sergiyi gezmeye başladığınızda sahip olduğunuz vücudunuzu ve vücudunuzun yapabileceklerini anladıkça karşınıda duran şeyler somut ve merak uyandıran nesneler olarak algılanmaya başlıyor.
İç dünyanıza seyahat


Gezdikçe ve kulaklıktan dinledikleriniz sizi şaşırttıkça iç dünyanıza kısa bir seyahata başlayıp, vücuduma, ruhuma nasıl bakıyorum diye düşünmeye başlıyorsunuz. Unutmamak gerekir ki vücudumuza nasıl baktığımız, yaşam biçimimiz ardından bir vicdan hesaplaşmasını da beraberinde getiriyor. Harabe haline gelmiş tüberkülozlu bir ciğerle, pırıl pırıl ciğeri yanyana görmek ya da sağlıklı çalışan bir kalp ile sekteye uğrayan kalbin tahrifatını görmek oldukça sarsıcı olabiliyor.
Sergide neler öğrendim??

- Sigara dumanına maruz kalmak kırışıklıklara sebep olur.
- Günde 20 sigara içen biri yılda 1 fincan katran tüketmiş olur. Bu, taksit taksit intihardır. Yaşamı 5 sene kısaltır. Günde 20 sigara içen birinin yanında durmak ise 5 sigaraya eşit..

- Yaşamın tamamı boyunca sayısız sinir hücresi ölür ve beyin küçülür. Daha az kimyasal iletken üretir ve bilgi daha yavaş işlenir. Bu nedenle öğrenme daha uzun sürer. Öğrenilmesi gereken şeyin sık sık tekrar edilmesi gerekir.

- Zihni canlı tutmak için zihinsel alıştırma, duyusal uyarılma, fiziksel egzersiz gereklidir.

- Cildimiz (derimiz) 9 kg.dır. Derisiz insan korunmasız görünür, tırmak ve saçlar deriden oluşur.

 

- Beynin içindeki plaklar ve düğümler beyindeki hücrelerin ölümüne yo açar. Bu durum Alzheimer'a sebep olur.

 

- Bir insan vücudunda 600 ayrı kas vardır. Kadın vücudunun %23'ü, erkek vücudunun %40'ı kastan oluşur.

- Düzenli orgazm yaşam beklentisini 8 yıl uzatır.
- İnsan kalbi yumruk büyüklüğündedir. Her atışta 70 mililitre kan pompalar. Yatarken ya da otururken dakikada 70 kere atar, koşarken bu sayı artar.

"BEDENİN GÖZÜ GÖRMEZ OLDUKÇA RUHUN GÖZÜ DAHA İYİ GÖRÜR."
PLATO
Pekçoğumuz biraz da medyanın pompalamasıyla daha güzel veya yakışıklı nasıl görünebilirim veya yaşlanmamı nasıl geciktirebilirim diye bin türlü çözümler üretiyor, bunları deniyor, teknolojinin ve kozmetiğin ürettiklerinden elimizden geldiğince faydalanmaya çalışıyoruz.

Peki Ajda Pekkan, Ayşegül Aldinç, Nükhet Duru, Seda Sayan gibi nasıl daha genç kalabiliriz?
Herşeyden önce belirtmek gerekir ki ismi geçen ünlüler her daim planları olan, kendini salmayan, plan-proje üreten, hayata güzel gözlerle bakan, kimseyle polemiğe girmeyen, sağlığına, beslenmesine, sporuna dikkat eden ve en önemlisi Sakıp Sabancı'nın deyimiyle "çalışan çalışan çalışan" insanlar..
 
 
İDEALLERİMİZDEN VAZGEÇERSEK İHTİYARLARIZ
Elbette bedenin zamana karşı yürüyüşü engellenemez. Hepimizin bildiği gibi yaş ilerledikçe kemiklerimiz yumuşayacak, damarlarımız sertleşecek, kulaklarımız daha az işitir, gözlerimiz daha az görür olacağız. Görünüşümüz, vücudumuz kendini salacak, yavaşlayacağız. Sonunda bedenlerimiz hepten işlemez hale gelecek ve öleceğiz, bu hepimizin bildiği şeyler. Ancaaaak bu eksilmenin nasıl gerçekleşeceği tamamen bize bağlı..Kimse sırf belirli yaşa geldiği için ihtiyarlamaz, BİZLER İDEALLERİMİZDEN VAZGEÇERSEK İHTİYARLARIZ..Yani dizginler bizim elimizde.

Çok sevdiğim 50'li yaşların başında olan bir iş arkadaşıma çok durgun ve keyifsiz olduğu bir gün "hareketlen biraz, ruhunu hareketlendirecek hobiler bul kendine, trekking yap, paraşütle atla, dal, yüz, bir hayvan besle, yeni bir dil öğren" dediğimde "Zihin istesin istesin de beden yerinden oynamıyor, organlarım eskimiş, 18 yaşında bir genç değilim ki artık, gel bedenime, iç organlarıma, kemiklerime anlat" demişti.

Onun bu sözleri yaşı 30'a 1 kala olan beni oldukça düşündürmüştü, eyvahtı, yalnızca 20 senem mi kalmıştı?? Hayır canım bin tane krem ve estetik yöntem vardı, elbet o zamana kadar Benjamin Button kadar olamasam da yaşlanmayı geciktirebilirdim...

Tüm bu zihin kurcalamaları süre dursundu. Sergiye giden ben, 6 bölgede 100 yaş üstü insanların yaşadığı koca haritayı görünce çakıldım kaldım. Bu olağanüstü birşeydi. Çinlilerin ve Japonların sabahın 4'ünde kalkıp yoga ve bilimum sporları yaptığı ve bildiğin lapa ile beslendiği için uzun yaşadığına kanaat getiren ben okuduğum ve gördüğüm şeyler karşısında sarsılmıştım. Demek 100 küsur yaşına kadar yaşanabiliyordu!!!
 
Çin- Bama
California- Linda
KostaRika- Nicoya
İtalya- Sardinia/ Ovodda
Pakistan- Hunza
Japonya- Okinawa

 

gibi yeşilden ve maviden zengin bölgelerde nerdeyse 110 yaşına kadar yaşamış pratikte halen ekstrem spor yapan onlarca insanın fotoğraflarına inanamamıştım. Bu kişilerin kimi kendini optimist olarak tanımlarken, kimi kendini toplum gönüllüsü olarak adamış ve toplumsal sorunlara yönelik çalışmalar yapıyormuş.

Bir diğeri "hara hachi" denilen günde 1900 kalori ile doyma prensibini uyguluyor, bu ilkeye göre vücut %80 oranında doyuyor ve bu ömrü uzatıyor. Bir başkası egzersiz sınıfına katıldığını belirtirken bir diğeri 101 yaşında bilgisayar kullanmayı öğrendiğini ve düzenli olarak kiliseye gittiğini söylemiş.

Ve sanırım son söz olarak yine şu cümleleri tekrarlamak doğru olacak. Kimse sırf belli bir yaşa gelmekle ihtiyarlamaz. Bizler ideallerimizden vazgeçerek ihtiyarlarız. Yıllar teni buruşturabilir ama hevesimizden vazgeçmek ruhu buruşturmak demektir. (Samuel Ulman) Gelişen ve yaşlanan beden üzerinde çevre ve yaşam tarzının etkilerini bilip, yaşlanmayı biraz ertelemeli, gözümüzü geleceğe dikerek, planlar yaparak yaşamalıyız.
Sergi özetle;
" Bedeniniz ruhunuzun arpıdır. Ondan tatlı bir müzik veya karmaşık sesler çıkarmak sizin elinizdedir" mesajı veriyor.

 

Sevgiyle kalın, sağlıkla kalın..