londra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
londra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Londra, New York ve Rotterdam’ın RETRO BERBER SALONLARI



Sıcak bir ‘hoş geldiniz’ ve soğuk bir içecek. Güven tazeleyici rahat, sağlam, deri döşeme koltuklar. Ayaklarınızı dinlendirmek için hazırlanmış açılıp kapanabilen portatif deri metal karışımı levha. Saat kavramının olmadığı bu berber koltuklarında, hiçbir şey düşünmeden sadece oturun, soluk alın, soluk  verin, rahatlayın.

Erkeklerin vahası, arka bahçesi berberler..Aslında hiç de küçümsenmeyecek kadar önemli bu özel alanlar, vücudunuzun ve ruhunuzun restorasyona ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz her an kendinizi atabileceğiniz mabet gibi. Sıcak havlular, losyonlar, aftershave’ler, tıraş sonrası masaj ve  ferahlatıcı kokularıyla vücudunuzu yeniden canlandırmak ve tazelemek için  her zaman erkeklerin favorisi berberler.



Berber salonları ve berber koltuğu, oturduğunuz an sadece vücudu yenileme işlevi görmüyor. Bu salonlara aynı zamanda sorunların paylaşıldığı ‘yarı psikiyatrist koçu’, hem de sosyalleşip yeni insanlarla tanışmanın yolunu açtığı için ‘yarı erkekler kulübü’ diyebiliriz. 




Burada tanışan pek çok erkek, çıkışta bir iki kadeh bir şeyler içmek için veya haftasonu golf veya tenis oynamak için sözleşiyor, kulüplerde bir araya geliyor.


Şimdilerde Londra, Newyork ve Rotterdam’daki müşterilerine modern saç kesimi uygulayan bazı berberler, retro koltuklar ve vintage dekorasyonlarıyla The Mad Men etkisi yaratıyor. Etkileyici, davet eden kokular, müzik, içecekler ve retro-cool ortamıyla bu berberler ve salonları çok havalı.

Londra – The Barber at Dunhill
1893’te kurulan Dunhill, mozaik duvarları, ustaca düşenmiş salonu ve ince detaylarıyla berber koltuğunda oturduğunuzu hatırlatan dekorasyonuyla ilgi çekici. Geleneksel old-fashion saç tarzını seven erkeklerin favorisi olan salona, sadece üyeler girebiliyor. Üyeler için sofa, bar ve suit odalar her daim hizmet veriyor. Saça, sürtünme yöntemiyle masaj uygulanıyor. Sıcak tıraş ve ayak masajı ile ünlü. Bir yaşam stili deneyimi sunan Dunhill’de sigaranız cool bir çakmakla yakılıyor.

Londra- Ted Baker Grooming Room & Ottoman Lounge
Türk berber Mustafa yönetimindeki Ted’s’te saça sakala çeki düzen verdirirken Osmanlı havasını yaşıyorsunuz. Duvarlarda Osmanlı mozaiğine yer verilmiş, yerlerde ise Anadolu desenleri taşıyan halı serili. Berberler Türkiye’den geliyor. Dekorasyonunda retro, ağır koltuklar kullanılmış. El masajı ve Türk kahvesi servisi ile ünlü. Şampanya ve craft bira da servis ediliyor. Müşteriler salondan çıkarken sihirli bir halıda uçar gibi hissettiklerini dile getiriyor.



Edinburgh – Ruffians
Dekorasyonunda eski okul masaları kullanılan salon, gizli aynalarıyla ünlü. İçeriye girdiğinizde kendinizi önce bir ofise girmiş gibi hissediyorsunuz ama berber ekipmanlarını usturayı, tıraş fırçasını, tarakları görünce saç- sakal tıraşı için orada olduğunuzu idrak ediyorsunuz. Kullanılan vakum sistemiyle, dökülen tüyler çok kısa sürede müşteriler farkına varmadan temizleniyor. Sıranızı beklerken Ipad kullanabiliyor, kahve veya sezon içeceklerinden yudumlayabiliyorsunuz.



New York – Kiehl’s Spa 1851
Adından da anlaşılacağı gibi New York’un en eskilerinden. Bir duvarı kiremit kaplı, duvarın üzerine sanatçı Paul Cox tarafından motorsikletli kurukafa deseni çizilmiş. Bu eser önce Metropolitan Galery’de sergileniyor, ardından Kiehl’in duvarını süslüyor. Berber koltukları kalın, sağlam deri kaplama. Koltukların üzerinde yine salona özel olarak tasarlanmış kurukafa deseni çalışılmış.

Sheffield - Savills
İşletmecisi Joth Davies, 1930’larda kullanılan köpük makinesini kullanarak tıraş ediyor. Bu makinenin sadece kendisinde bulunduğunu eklemeden geçmiyor. Geçmişte kullanılan geleneksel saç modellerini modernize edip gençlere uyarlayan berber salonu, Sheffield tiyatrosunun Hamlet ve Othello oyunlarında sanatçılara hizmet vermiş.



Rotterdam – Schorem
Pek çok erkek burada tıraş olmak için sıraya giriyor. Salonun işletmecisi Bertus iyi bir saç kesimi için ‘önce unisex bir berbere gitmelisin, yaşlı bir lady’nin yanına oturup saçını kıyaslamalı, sonra 16 yaşındaki bir genç kızın önerilerini dinlemelisin’ diyor. Bertus ekliyor: ‘Playboy okuyun, bira için, sigara için ve kötü şakalar yapın içinizden geldiği gibi’.


Londra – Murdock
Covent Garden’in göbeğindeki bu berber salonunda tıraş, Murdock’ın ‘perfect shave’ mottosuyla başlıyor, tıraş öncesi sıcak havlu ile kullanılan tatlı badem, bergamot veya portakal yağı masajıyla devam ediyor. Sıranızı beklerken viski veya Alman birası yudumlayabiliyor, 1970’lerin Playboy dergilerini karıştırabiliyorsunuz. Retro tıraş aksesuarları ve kremler satın alınabiliyor.




Londra Mutfağını Değiştiren Türk Asıllı Şef

Erkek egemen yemek sektöründe uluslararası isim yapmış, yeteneğini ve mesleğinde yarattığı farklılıkları cesurca ortaya koyan, bunu BBC’deki yemek programıyla ve yazdığı yemek kitaplarıyla taçlandırmış güçlü kadınlardan biri o. Filibe doğumlu, anne tarafı Bulgar, babası Türk. Bir süre Çırağan Oteli’nin mutfağında çalışmış. Şimdilerde The May Fair Hotel London'daki The Quince restoranda, Orlando Bloom, Valentino, One Direction, Omar Sharif, Prince Michael of Kent, Victoria Beckham gibi isimlere, Türk mutfağının muhteşem lezzetlerini modernize edilmiş şekliyle sunuyor. Türkiye dışında yaşayan ilk ve tek kadın Türk şef Silvena Rowe’la ünlü Savoy Otel’de buluştuk.


 

The Guardian, Independent, Sunday Times, Evening Standart gibi gazetelere yemekle ilgili yazılar yazdınız. Yakın zamanda herhangi bir gazetede okumadım sizi. Bıraktınız mı yazmayı?

Gazeteye yazmıyorum, kitaplarıma ağırlık verdim. Yayınlanmış yedi kitabım var. En son çıkan Purple Citrus and Sweet Perfume çok ilgi çekti. Akdeniz ve Ortadoğu mutfağında sık kullanılan fesleğen, zeytin, biberiye, bal, tarçın, safran ve sumak gibi malzemelerle oluşturulmuş egzotik tatlara ilişkin reçeteler var kitapta. Şam’ın çarşı pazarlarından Lübnan’ın, İstanbul’un sokaklarına yayılan oryantal bir lezzet yolculuğu. Bu kitabım çıkalı üç yıl oldu ama hala çok satmaya devam ediyor. Orient Express kitabım da çok ilgi gördü. Dolayısıyla kitap yazmaya devam. Gelecek kitabımda modern Arap yemeklerini konu ediniyorum..


Bugünlerde Ortadoğu’ya, özellikle Dubai’ye çok sık gidip geliyorsunuz?

Evet. Dubai’ye Ottoman Cafe isminde çok şık dizayn edilmiş, sunumuyla, servisiyle, damaklarda bırakacağı özel tatlarla ve çok özel, unique bir konseptle ziyaretçilerinin karşısına çıkmaya hazırlanan bir restoran zinciri projesi için sık ziyaretlerim oluyor. Aynı zamanda da Bangkok için de yeni bir projemiz var. Bangkok’a Ortadoğu’dan önemli politik isimler seyahat ediyor ve farklı tatlar denemek istiyorlar. Yeni gelecekte Türk lezzetlerini yeni bir stil ve sunumla bu coğrafyaya yaymak istiyoruz.




Dubai projesinden önce İstanbul’u ve Ortadoğu’yu yeni tatlar keşfetmek için ziyaret etmiştiniz. Etkiledi mi mutfağınızı?


Elbette, inanılmaz etkiledi. İstanbul’a çok sık geliyorum, pek çok yemek tadıyorum. Coğrafyaya baktığınız zaman yıllarca Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilen, bütün dinlerin bir arada yaşadığı, çok köklü, çok derin bir alandan söz ediyoruz. Birbirinden sürekli etkilenen, nerdeyse birbirinin aynı olan bir Osmanlı mutfağı var. Osmanlı’dan sonra bile Ortadoğu’da hala Türk mutfağı hakim. Suriye’ye, Lübnan’a, Ürdün’e gittiğinizde bunun değişmediğini görüyorsunuz, çok az farklarla birbirinin aynı. Sadece Lübnan biraz daha Arap mutfağına yakın ama özünde Türk mutfağının etkisini görebilirsiniz. Yunanistan’a, Azerbaycan’a, Tacikistan’a, Bulgaristan’a gittiğinizde de güçlü etkiyi görebilirsiniz. Bu zenginliği yerinde araştırıp kendi mutfağıma uyguluyorum.


Türkiye’de pek çok şef fikir paylaşımına kapalı. Reçetelerini paylaşmıyorlar, gizli tutuyorlar. Sorduğunuzda şaka mı yapıyorsun diyorlar. Farklı mentalitedeler. Türkiye’de herkes güzel yemek yapıyor. Herkes İstanbul’u işarete ediyor. Evet İstanbul bir gezegen ama aynı balık, aynı et, hep aynı şeyler var. Örneğin Dubai böyle değil. Çok daha zengin, yemekler çok farklı tarzda sunuluyor ve insanlar bunun için oraya gelip güzel para harcıyorlar. Türk mutfağının zenginliğini diğer kültürlere modernize ederek sunmalıyız.


Dünyanın pek çok ülkesini, mutfağını keşfe çıkıyorsunuz. Size ‘lezzet avcısı’ diyebilir miyiz?

Elbette. Yemek yemeyi seviyorum. Yemek yemeden durmuyorum zaten. (gülüşmeler) Özel tatları denemeyi seviyorum, bir de oğlumun yaptığı yemekleri.

The Quince’e gelenler ne tarz bir mutfakla karşılaşıyorlar?

Restoranımda yemekler çok güçlü şekilde Türk yemekleri çünkü babam Türk ve bir süre Filibe’de yaşadım.  Türk kültürünün etkisi, babamın etkisi ve İstanbul’u çok sık ziyaret etmemin etkisiyle bu yemekleri hazırlıyorum. Yedi kitap yazdım şimdiye kadar ve bunların hepsinde bu etkiyi görebilirsiniz. Kitaplarda geleneksel Türk mutfağından ziyade modernize edilmiş, kreative edilmiş Türk mutfağını görebilirsiniz. Çünkü hepimiz biliriz ki kebap ve dürüm Türk mutfağında başı çeker ama ben bunu çeşitlendirerek, farklı bir formda sunmayı seviyorum. Evet  kebap ve dürüm güzel ama seksi ve özel değil, light değil, renkli değil ve çok fazla yağ kullanılıyor.

The Quince’te hazırladığınız en özel yemek hangisi? Müşterileriniz daha çok neyi tercih eder?

Osmanlı stilinde hazırlanmış baharatlı kuzu eti, marine edilmiş külbastı. Ocakbaşına gittiğinizde çok yağlı et sunarlar. Ben çok yağlı eti sevmiyorum ve sağlıksız buluyorum. Özellikle Londra’da pek çok kişi formuna dikkat ediyor. Yağlı et tercih etmiyorlar. Bir de patlıcanlı yemekler çok rağbet görüyor.


Restoranda Türkiye’den ünlü isimleri ağırlıyor musunuz?

Pek çok ünlü isim, pek çok politikacı geldi. En son AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış’ı ve eşi Beyhan Hanım’ı ağırladık. Çok elegant, çok nazik ve zeki bir kadın. Elif Şafak, Leyla Alaton, Vedat Alaton gibi değerli isimler de geldi. Misafirlerimiz geliştirilmiş Türk mutfağını denemek istiyor ve restorandan memnun ayrılıyorlar. Yemeklerime inanıyorlar.


Mutfağınızda ‘benim vazgeçilmezimdir’ diyebileceğiniz bir malzeme var mı? Türk mutfağından sıklıkla yufka, börek, humus, narenciye kullandığınızı biliyorum. 

Humus ve süzme. Süzme labne peyniri gibi. O yüzden kullanmayı seviyorum. Türkiye’de lokal olarak her türlü sebzeyi özellikle yapraklı olanlarını taze olarak bulabiliyorsunuz. Özel olarak patlıcanı kullanmayı severim, hünkarbeğendi yaparım ama genel anlamda sebzeler vazgeçilmezimdir. Salata favori yiyeceğimdir.


İngiltere mutfağı çok zayıf. İnsanlar zamanla yarıştıkları için genelde hazır yiyecekleri veya fast food tarzını tercih ediyor ama aynı zamanda, özellikle Londra’da yaşayan çok fazla ünlü şef var ve yemekle ilgili pek çok program ve show yayınlanıyor. İki durum birbirine tezat değil mi?

Çok basit bir açıklaması var. İngiliz kültürü Türk kültürü gibi değil. Yemek yemeyi seviyorlar ama eve gittiklerinde yemek hazırlamayı sevmiyorlar. Bu bir tarz, bir kültür. Özellikle Londra’da mükemmel yemek yiyebileceğiniz çok fazla mekan var ama benim favori şehrim İstanbuldur. İngilizler bu yemek programlarını talep ediyor çünkü iyi yemeğe yönelik bir merak var. Türkiye’de böyle değil, herkes yemek yapmayı bilir. Türkiye’de bir portakallı baklava tadarlar, benim büyükannem daha iyi yapar derler. Çünkü pek çok kişi baklava yapmayı bilir ama burada öyle değil.


İstanbul’a geldiğinizde farklı tatları deniyorsunuz, keşfediyorsunuz? Hangi şefi beğenirsiniz?

Aynı zamanda çok da yakın arkadaşım olan Vedat Başaran’ı çok başarılı buluyorum. Pek çok Türk şef cömert ve açık değildir. Vedat’ın bunun aksine Türk mutfağına açık, yeni ve farklı fikirleriyle zenginlik kattığını düşünüyorum. Nusret’i çok beğenirim. Türkiye’ye gerçek et restoranı konseptini getiren restoran. Kanaat Lokantası’nda Bedri Usta’nın mutfağını beğenirim.


Londra’da yemek yemekten hoşlandığınız, sunumunu, lezzetini beğendiğiniz restoranlar hangileri?

Favori restoranım Old Park Lane’deki Nobu Restoran. Pek çok Türk gider oraya. Cut At 45 bir diğeri. Wolfgan Puck bünyesindeki hayran olduğum bir Amerikan steakhouse. Çin ve Hindi yemeklerini de severim ama ne yazık ki onlar daha lokal daha küçük alanlarda hizmet veriyorlar. Diğer mutfaklar kadar göz kamaştırıcı değiller. En iyi Hint yemeği küçük Hint restoranlarındadır ama pek çok İngiliz göz alıcı alanları tercih eder.


Babanız Türk, anneniz Bulgar. Çocukluğunuzun mutfağı, sofraları nasıldı? Nasıl anımsarsınız o dönemi?

Filibe’deki evimizde pişen yemeklerin büyüleyici kokularını hatırlıyorum. Sarma ve nerdeyse her gün yediğimiz köfte en sevdiğim yemeklerdi. Okuldan geldiğimde uzak mesafeden bile sarma, türlü ve köfte kokusunu alırdım. Türkiye’de herkes evde yemek yapar. Annem de babam da çok iyi yemek yapardı. Babam yedi yıl önce vefat etti ama onun yemeklerinden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Özellikle babamla mutfakta zaman geçirmeyi çok severdim. İkisi de çalışırdı ama çok özel ortamlar yaratır, değişik, birbirinin benzeri olmayan soslar denerlerdi. Annem inanılmaz güzel baklava yapardı.  


Pek çok kadın evde şahane yemek yapar ama şeflerin çoğu erkektir. Neden kadınlar bu alanda çok ön plana çıkmıyor. Dünyanın genelinde bu böyle.

Bu çok sert bir durum. Mutfakta gerçekten çok güçlü olmak zorundasınız. Türkiye’de de çalıştım. Özellikle Türk şefler kadından emir almak istemez. Türkiye’de kadın şef olmak imkansız. Sadece Maya Group’ta kadın şeflerin rahat çalışabildiğini biliyorum. Ortadoğu’da da durum aynı. İngiltere çok daha rahattır, Amerika’da çok fazla kadın şef çalışır. Mutfakta 12-14 saat zaman harcarsınız ve zaten çok yorulursunuz. Çok erkek egemen bir alan. Bir şeyi yapamadığınız zaman eleştirirler, ben yapabiliyorsam o da yapsın derler.


Türkiye’deki ünlü şef Batuhan Piatti ‘mutfak vahşi bir yerdir’ diyor. Katılır mısınız?

Mutfak askeri alan gibi, ordu gibi. Çok fazla dar geçit var. Ofiste çalışmak gibi değil, fiziksel bir iş yapıyorsunuz. Kendinizi sevmek ve güçlü olmak zorundasınız. Ben de mutfakta sertim. Sert olmak zorundasınız. Bir şey iyi yapılmışsa iyi, kötü yapılmışsa olmamış derim.


İngiltere’deki diğer ünlü şeflerle bir araya gelir misiniz?

Hepimiz birbirimizi biliriz. Gordon Ramsay ile yakın zamanda Johannesburg’da birlikte çalıştık. Raymond Blanc, Michel Roux, Brian Turner, James Martin. Hepsiyle çok özel arkadaşlıklarımız vardır. James’in televizyon programına konuk olmuştum hatta.


Hayatınızda size sıçrama sağlayan, dönüm noktası olan bir dönem olmuştur mutlaka.

The May Fair ve The Ouince profesyonel olarak bu işi ilerletmem anlamında büyük bir challengetı. May Fair ismime, yaptığım işe büyük prestij sağladı, işimi uluslar arası alana taşımama yardımcı oldu. Dubai’ye gittiğinizde çok kaliteli şefler görürsünüz. Pierre Gagnaire, Marco Pierre White, Gary Rhodes. Bu isimlerle bir araya gelmek çok önemliydi. Bundan sonraki büyük hayalim Türkiye’ye gelmek ve sadece kadınların katılabileceği yaratıcı bir yemek programı yapmak. En güzel, yetenekli, en şahane yemekleri ortaya çıkarabilen kadınları bulmak. Program bittiğinde seçtiğimiz bu yetenekli kadınlarla birlikte yürüteceğimiz, kombinasyonlarımızı uygulayacağımız restoranlar açmak. Türkiye’de kadınlar çok güçlü, çok güzel yemek yapıyorlar ama kimse onları tanımıyor.


Türkiye ile ilgili trendleri, modayı, siyaseti, ekonomiyi, kültürel hayatı takip etme fırsatınız oluyor mu?

Elbette, çok yakından takip ediyorum. Sık sık Türkiye’ye geliyorum. Geldiğimde çok sevdiğim yakın arkadaşım Leyla’da (Alaton) kalıyorum. Onun evi benim evim gibidir. Leyla benim mentorumdur. İstanbul dünyanın en güzel şehri, İstanbul ve camiler çok özel. İstanbul’da evimdeymişim gibi hissederim. Bebek ve Etiler’i çok severim. İstanbul çok güzel ama anlayamayacağınız bir sebeple oteller çok pahalı.


Anneniz Bulgar, babanız Türk, eşiniz İngiliz. Siz kendinizi hangisine yakın hissediyorsunuz?

Evet, iyi bir kombinasyon ama kendimi daha çok Türk hissediyorum. Türk kültürünü seviyorum. Orada doğdum, babamdan gelen bir şey de olabilir. Babamın akrabaları var orada yaşayan. Bu tutkuyu seviyorum. Türkiye dışında yaşıyorum ama Türk yemekleriyle ilgili bir iş yapıyorum ve bunu hissederek yapıyorum. Bana neden bu işi Türkiye’de sürdürmüyorsun diyorlar. Okuduğum makalelerden anladığım bazı insanlar iyi bir şey yapan, yaptığı işlerle insanları büyüleyenleri, göz önünde olan, başarılı insanları kıskanıyor ve acımasızca eleştiriyorlar. Londra da aynısıdır, sadece insanlar düşündüklerini bu kadar açık, rencide edecek şekilde söylemezler.


Eve girdiğinizde yemek yapmaya devam eder misiniz? Evde kim yemek yapar? Ev yemeği mi yenilir hazır yemek mi tercih edilir ailede?

Ben. Zamanım varsa çok fazla yemek yaparım. Örneğin geçtiğimiz hafta resmi tatildi. Barbekü yaptık, tatlı bir tatildi bizim için. Ailecek dışarda da yeriz ama evde yemek en güzeli.


İki oğlunuz var, onların yemekle arası nasıl? Başarılılar mı mutfakta?

Yemeği ve yemek yapmayı seviyorlar. Büyük oğlum master yapıyor ve Unicef için çalışıyor. Küçük oğlum üniversitede, ekonomi okuyor. İnanılmaz güzel yemekler hazırlıyor. Genellikle hep birlikte evde yemek yeriz ve çok keyif alırız bundan.


Gelecek dönemde televizyon programı projeniz var mı?

BBC’deki programım bitti ama Kasım’da start vereceğim çok büyük, çok ilgi çekici bir programım olacak. Bir yemek yarışma programı. Aynı zamanda Amerika için bir tv programı projesi üzerinde çalışıyoruz.


Türkiye’de mutfakla ilgili pek çok yemek kursu ve akademi açıldı. Sizin de böyle bir girişiminiz var mı?

Kapıları herkese açık bir akademi kurmak isterim, özellikle yetenekli, cesur kadınlar için. Dubai projesini hayata geçirdikten sonra böyle bir girişimim olabilir. Özellikle Leyla Alaton bu konuda bana destek olabilecek, çok değer verdiğim bir isim. Çünkü kadınların çalışma hayatına katılmasını önemsiyor.


Elinizdeki tesbihin özel bir yeri var mı? Hep taşır mısınız yanınızda?

60 yıllık amber taşından yapılma bir tesbih. Trabzon’dan gelmiş, Kapalıçarşı’da satılıyordu. Şu an benim en güzel en değerli aksesuarım. 1.500 dolara Kapalıçarşı’daki bir dükkandan aldım. Bana kendimi iyi hissettiriyor.


Hülya Meral

Bu yazı Hürriyet Pazar Eki'nde yayımlanmıştır.

Keyifli Bir Beş Çayı Seremonisi


Afternoon Tea ya da 'high tea', yani onlarca çeşit şahane tatlı, kurabiye, reçel, kaymak ve klüp sandviçle sütlü çay keyfi yapan İngilizlerin, öğleden sonra saat üçle beş arasında geleneksel olarak biraraya geldikleri, bizdeki ismiyle 'beş çayı'.


İngilizlerin bu alışkanlığı Kraliçe Victoria zamanına kadar gidiyor. O dönemde ülkede günde sadece iki kez yemek yenir, sabah erken saatte kahvaltı edilip, akşam da geç saatte akşam öğünlerini tüketirlermiş. 


Arada geçen uzun zaman diliminde birşeyler yeme ihtiyacı doğarmış. (Kendinizi düşünün, en azından ara öğün yerine konacak birşeyler atıştırmadan hiçbirimiz akşama kadar dayanamayız :) )

1700'lerin sonunda yaşamış olan Düşes Anna, bir öğleden sonra açlıktan kendini mutsuz ve depresif hissedip saat beş civarında kendisi için çay, ekmek ve tereyağı hazırlanmasını emretmiş. (Bu öğün şu an İngilizlerin 'serial breakfast' adını verdikleri düzenli tüketilen standart kahvaltı) Akşam yemeğinden önce yaptığı bu mini öğünden büyük keyif alan Anna, yakın arkadaşlarını beş çayına davet etmeye başlamış. Ve böylece Victoria dönemi gerçekleşen bu beş çayları, ülkenin geleneksel 'afternoon tea' seremonisinin başlangıcı olmuş ve tüm ülkeye yayılmış. 


Sonrasında bu alışkanlık ülke sınırlarının dışına çıkıp dünya geneline de yayılmış. Şimdilerde İngiltere'nin en küçük kasabasında bile gelenek sürdürülmeye devam ediyor.




Afternoon tea'nin en hoşuma giden ögesi İngiliz porselen çay takımlarıyla zarif bir sunum haline gelen masalar. Üç katlı kek standında servis edilen tatlı ve sandviçlerin her bir katı farklı bir segmente ayrılıyor.


En geleneksel haliyle üst katta mini tartoletler, kurabiyeler, makaronlar,

ikinci katında çikolatalı, çilekli, krokanlı, karamelli dilim pastalar, muffinler ve scone adı verilen, krema ve reçelle servis edilen üzümlü kek-ekmekler, 


en geniş ve daha büyük olan alt katta da avakadolu, jambonlu, ton balıklı, çedar peynirli, crispy baconlı klüp sandviçler bulunuyor. 


Tabii her mekanın kendine özel çeşnisi var. Stand ortaya konuyor ve isteyen istediğini tabağına alıyor.


Bu üç katlı stand, bir demlik Earl Grey veya Darjeeling çayla servis ediliyor, bazı İngilizler bu tatlıların yanında Prosecco açtırmayı seviyor. Normalde İtalyan kökenli olan Prosecco'yu İtalyanlar sadece baharda tüketir ama İngiltere'de özellikle christmas yemeklerinde ve beş çayında masalarda mutlaka prosecco bardakları yerini alır. 


Önceleri sadece İngiliz aristokratlarının tüketebildiği bu yiyecekler şimdilerde pek çok kafede veya otellerin lobisinde (hatta bazı kiliselerin giriş hollerinin kafeye dönüştürüldüğü yerlerde) rahatlıkla herkesin ulaşabileceği bütçelerde. 


Bu afternoon tea'ler Türkiye'deki beş çayları gibi evlerde hiçbir İngiliz tarafından uygulanmaz. Zaten İngilizler yemek yapmayı sevmezler, kaldı ki tatlı için uğraş versinler. Marketlerde sınırsız çeşitte kombin yapılabilecek tatlı, sandviç ve hazır yemek vardır ki asla yemek yaparak vakit kaybetmezler.


Londra'ya veya İngiltere'nin başka bir şehrine giderseniz bu beş çayı keyfini, klasik restoran veya oteller ile vintage kafelerde denemenizi öneririm. 


İngiltere'de yaşarken damağım Türk çayının rayihasına alışkın olduğu ve çay tadını tam anlamıyla hissetmek istediğim için çayı sütlü içmeye bir türlü alışamamıştım ama siz sütlü çay denemek isterseniz sütü ayrı istemenizde fayda var. 


Sütlü çay denemek aklınızın ucundan bile geçmiyorsa süt istemediğinizi mutlaka belirtin. 



Turistik yerlerde mutlaka sorarlar ama diğer yerlerde çayı sütsüz içmek istediğiniz akıllarının ucundan geçmez. 

Şimdiden afiyet olsun :)

Hülya Meral

İngilizlerin Evlerini Süsleyen Zarif İngiliz Porselenleri

Çocukluğumdan beri bir porselen merakıdır gider. O yaşlarda porselen atölyesi gezmişliğim, desenleri porselene nasıl işlediklerini, tabakları fincanları nasıl çamurdan estetik bir hale dönüştürdüklerini hayranlıkla izlemişliğim vardır.



O zamanlar Kıbrıs üzerinden Türkiye'ye giren İngiliz, Fransız, Çin ve Japon tabaklar, fincanlar, vazolar, sosluklar, dekoratif porselenler derken yıllar geçtikçe evde hatrı satılır bir koleksiyon bile oluşturmuşum. 

Son yıllarda yerel porselen markaları da çok şık ve farklı tasarımlarda takımlar piyasaya sürdü ama benim için incelikten gelen zarafetiyle İngiliz porselenlerinin yeri ayrı.


Bu yüzden İngiltere'de yaşadığım zaman diliminde her fırsatta kendimi İngiliz porseleni bulabileceğim mağazalarda veya ikinci el pazarlarında buldum. 


Nerdeyse tüm ülkede geridönüşüm fazlasıyla önemsendiği için 'CarBootSale' ismi verilen bu açıkhava pazarlarında (bizdeki bit pazarı) aklınızın almayacağı fiyatlara çok kaliteli şeyler satın alabiliyorsunuz. Örneğin bebeği büyüdüğü için çocuk odasının  markalı tüm mobilyalarını getirip uygun fiyatla satışa sunanlar da bebek arabası, kıyafet, koltuk, çarşaf, gramafon, çakmak, pipo, makyaj dolabı, vintage ayna, mobilyalı altın kaplama, gümüş çatal bıçak takımı satanlar da sabah 6.00'da pazara tezgahı kurup pazarlık yapacak müşterilerini bekler. Müşteriler sabahın o saatinde gişeden biletini almak üzere kuyruğa girerek CarBootSale'in açılmasını ve en iyi parçaları ilk görme fırsatını yakalamak ister.



İngiltere'de yaşlılar çoğunlukla yalnız vefat ettikleri için vefatları sonrasında evlerindeki tüm eşyalar çeşitli vakıflara bağışlanıyor. Bu vakıfların her semtte dükkanları oluyor ve oralara da gidip ikinci el birşeyler alabiliyorsunuz.
 
Özellikle Londra'nın en eski semtlerinde antika bir gramafonu veya vazoyu inanılmaz uygun bir fiyata edinebiliyorsunuz. 


Yani bir başkasının eşyası diye satın almamazlık edilmiyor, aksine ihtiyaç veya ilgi doğrultusunda belki de doğada atık olarak kalacak eşyalar, başka sahipler bularak kullanılmaya devam ediyor.


Dönerken valizimin yarısını (bir bölümü bana hediye edilmiş) bu hayranlık uyandırıcı İngiliz porselenleriyle doldurmaktan erinmedim. Hiç pişman değilim :)) Hatta koleksiyonumun en harika, en nadide parçaları onlar diyebilirim.


İngiltere'de 'Porselen' denince akla ilk olarak 1896'da Prens Albert'in anısına saraylarda kraliyet ailesinin kullanımı için tasarlanmış ve 1904'te markalaştırılmış Royal Albert porselenleri geliyor. 


Bu çiçek desenli zarif porselenler 100 yıldan fazla bir süredir İngilizlerin mutfağına renk katmış. Türkiye'den ülkeye göç eden Türkler'in evinde de en az bir takım Royal Albert yemek takımı oluyor. 


Bazı Türk evhanımları Royal Albert'in onlarca çeşit ürününü elden satıyor, çünkü talep oldukça fazla. Özellikle Old Country Roses ve New County Roses desenleri en çok satılanlardan. 


Mağazadan bir tabağın veya kahve fincanının tanesini ortalama  20-25 pounda (70-90 TL) bulabiliyorsunuz. 


İkinci elde bu rakamlar yüzde 60 düşebiliyor. 

Dilerseniz ebay'den de ikinci el veya sıfırlarına ulaşmak da mümkün ama kırılacak bir eşya olduğu için kargo ile gelirken heba olma tehlikesi var.



Hülya Meral

Lezzet bombasi PESTIL ve KOME

Valizimde bir sepet dolusu Pestil var bu sefer de. Gumushaneli oldugum icin ovmek istemiyorum ama pestilin ana hammaddesi dut ve cevizin yeri oldugu icin Gumushane pestilinin diger lezzet cenneti sehirlerimizden bir adim onde oldugunu rahatlikla soyleyebilirim.


Malatya, Tokat, Elazig, Maras'ta ve daha pekcok sehrimizde kayisi ve murdumerigi kullanilarak da yapilan Pestil, son yillarda Gumushane'de artan pestil fabrikalari dolayisiyla daha cok kisiye ulasmaya ve bilinmeye basladi. 


Pestil onceleri Gumushane koy ve kasabalarinda ceviz hasadi yapildiktan sonra cetrefilli pekcok islemden gectigi icin komsularin veya akrabalarin biraraya gelip evlerinin, konaklarinin bahcelerinde kaynattiklari kazanlarda yapilirdi. Simdilerde evlerin onunde, ailenin kislik tuketimi icin yapilan pestil uretimi dededen toruna aktarilmaya devam ediyor. Fabrikalar ise hem Turkiye'nin hem de yurtdisi pazarinin ihtiyacini karsilamak icin her gecen yil kapasitesini arttiriyor.


Gumushane'de 90 yasin uzeri pembe yanakli pekcok insan yasar. Sebebi yemyesil doga ve bol oksijenle yasamalari oldugu kadar yedikleri sapsari dogal tereyag ve iceriginde sut, bal, dut, ceviz, findik olan Pestil'i cok sik tuketmeleridir bir bakima. Istanbul'daki bahcesinde kocaman bir dut agaci bulunan babaannemin agzima dutlari zorla (!) tikarak 'ye ki hasta olmayasin, aksirmayasin, tiksirmayasin, kisi saglikla atlatasin' israrlari bosa degildir yani :)


Gectigimiz yaz Londra'ya giderken yanimda birkac kilo Pestil goturmus, Ingilizlere de bu zevk bombasi lezzeti tattirmistim. Icindekileri tek tek anlattiktan sonra saglikli beslenmeye onem verdikleri icin buyuk bir merakla denediler ve bir kez deneyen ertesi gun 'baska var mi' diyerek yeniden kapimi caldi. 



Asil sirri sona sakladim. Icinde bu kadar sagliga iyi gelen besinin bir baska etkisi de afrodizyak bir atistirmalik olmasi. Ozellikle icinde findik ezmesi olan muska ve atom adi verilen cesitlerini isirdikca findik ezmesinin pestille birlikte agzinizda biraktigi tat tarif edilemez. Bir Ingiliz atom pestili denediginde 'adeta birine sariliyormusum gibi hissediyorum' demisti :)




Peki henuz baklava, kunefe, kadayif gibi lezzetlerin unune ulasamamis Pestil nasil yapilir biraz da ona deginmek isterim. Elbette fabrikalarda toplu uretim yapildigi icin kullanilan malzeme cesidi ayni ama miktari farklidir, evlerde kullanilan pestil kazanlari yerine buyuk uretim tanklari ve farkli kurutma teknikleri uygulanir.


Evlerde yapilan Pestilin icinde onceden bahsettigim gibi dut, bal, sut, un, ceviz, findik, fistik ve toz seker kullanilir.

Buyuk kazanlarda odun atesinde kaynatilan Dutlar, posalari suzukmek uzere genis delikli kevgirlerden gecirilir ve suyu cikarilir. Cevizler kabuklarindan ayiklanip doveceklerde dovulup ufak parcalar haline getirilir. Findik da ayni islemden gecer. 

Baska bir kazanda su kaynatilir. Dut şırasi suyun icine eklenir. Elenmis un yavas yavas suya karistirilir. Topaklanmamasi icin tokac kullanilir ve surekli karistirilir. Bir sure sonra icine sut ve bal eklenir. Kivam almaya baslayinca Gumushanelilerin deyimiyle 'herlelenir'. 



Bu herle evlerin catisindaki alana acilmis uzunca bezler uzerinde, genis kevgirlerle zar gibi inceltilerek uzerlerine bolca ceviz serpistirilip gunesin altinda kurumaya birakilir. Asil zorlu islemler bundan sonradir. Iyice kuruyan pestiller yaklasik bir gun sonra baska bir yere acilmis temiz bez uzerine ters duz edilir. Ters cevrilmis pestil bezi nemli bir bezle hafifce islatilir. Islatilan yuze elle ayrilan pestil serilir, her iki tarafin bezden ayrildigindan emin olduktan sonra pestiller icin ozel hazirlanmis iplere serilen pestil iyice kurumaya birakilir. Bu goruntu ipe asilmis carsaflardan farksizdir aslinda :)

Kome de pestil sucuk bicimindeki bir baska cesididir. Icinde butun cevizler kullanilir ve sucuk gibi keserek yediginiz kadar tuketebilirsiniz. Elbette duttan yapilmis komeyi oneririm.


Pestilin ve komenin bir avantaji da kutusunda agzi kapali korundugu surece 1-1,5 ay dayanabilir olmasi. Gumushanelilerin kis aylarinda aksam caylarinda veya misafir ikramlarinda kullandigi Pestil, ne mutlu ki Gumushane sinirlarini asmis durumda ve Turkiye'nin pek cok yerine kargo ile ulastirilabiliyor. 


Bagisiklik sisteminizin guclenmesini saglayacak, her sabah agziniza attiginiz bir parca Pestil, gunluk enerjinizi karsilar, gunu daha dinc gecirmenize olanak saglar. Benden soylemesi :)

Hulya Meral