HERKES BU KADINI DİNLİYOR !



Bana göre dünyanın en kötü müziği otobüste, minibüste, kampüste, sokakta, asansörde yanında duranın kulaklığından yayılan müziktir. Ancaaak bu fikrimi değiştiren biri var son günlerde. Jehan Barbur..
Yanımdan,sağımdan,solumdan geçen pekçok kişinin mp3'ünde bu ismin sesi son ses kulaklarımı şenlendiriyor.
İlk siyah-beyaz albüm fotoğrafını görmüştüm gazetede. Nedense tarzını Fransızlara benzetip burun kıvırmıştım. Radikal'de küçücük bir alanda ismini ve cismini görünce Radikalciler önerdiyse birşey vardır bu hatunda diyerek youtube'a girip dinlemeye başladım.
Tarzı neymiş bir bakalım, beğenirsem alırım cd'sini diye düşünürken (itiraf edeyim limewire kapanıp da ücretsiz müzik yükleme olayımız bitince kahroldum..:) ) kulağıma gelen sesin verdiği huzurla koltukta kıvrıldım, bıraktım kendimi O'nun dinginliğine, büyüsüne, sihrine..

İlk dinlediğim şarkısı "Dinlen bir nefes al" sahiden nefes aldırıyor. Dupduru sesin akışına bırakıp gidiyorsunuz kendinizi..


Sonraki dinlediğim şarkı "Neden". Yağmur sonrasının sakinliği gibi..Biraz hüzün kokuyor ama "yorgunluktan mı bu halim/ düşünmek bile zor" deyip sizi geri dönüp düşünmeye itiyor.

 

Sıradaki "Gidersen" idi. Klibindeki görüntüler İtalyan şarkıcı Nina Zilli'yi anımsatsa da sesin ve müziğin yumuşaklığıyla buluşunca tezatlık şaşırtabiliyor..

"Gidersen bana da bir dengini yolla" diyecek kadar lütufkar "Gideceksen durma" diyecek kadar cüretkar..


Hele bir "Öylesine"si var ki kendinizi Everest'in tepesine çıkmış, boşlukta sallanıyor hissediyorsunuz adeta. Sözlerin naifliğine bakınız.
 
İçimi avcuna döksem
Beni azıcık çözer miydin
Düşümü aklına katsam
Yemin tutsa kalbim
Beni sever miydin
Sonradan öğreniyorum ki "Hayat" ve "Leyla" şarkısıymış asıl dillerde dolanan. Dillerde dolanan dediysem radyolarda pek duyamazsınız Barbur'u.
Akustik sound ile kendine özgü bir tarzı var. Özellikle dımtıs müzik değil de yağmur cama vururken kahve kokusunu içinize çekip de kitabınıza daldığınızda çok keyifli gelebilir veya Taksim'deki bildik barlardan birinde, elinizde biranız, şarabınız canlı performansını izleyebilirsiniz. Takip etmek için http://www.jehanbarbur.com/ ziyaret etmeniz yeterli.
Kendi deyimiyle gidilen her yerden topladığı ve sürgülü naylon poşetlere doldurduğu sıvı, katı cisimleri var evinde. Kum, taş, cam, yazı, mürekkep, göz yaşı, pas, kahkaha, boya, yün, kıl, tüy, kir, koku..Yalın ayak, yalın akıl çıkılan bir akşamüzeri sefası..
1980 Beyrut doğumlu müzisyenin çocukluğu O daha 2 yaşındayken çıkan savaş sebebiyle zorunlu göç uğrayarak İskenderun'da geçiyor. Piyano çalınan, şarkılar seslendirilen, Fransız şansonları dinlenen bir evde büyüyor. Bilkent Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı mezunu. 6 yıldır İstanbul'da yaşıyor.
 
Bülent Ortaçgil ve Zuhal Olcay bu incinin günyüzüne çıkmasına önayak oluyor. Barbur, Gece Sesleri ve Sır Gibi dizilerinin müziklerini seslendiriyor. Şimdilerde "Hayat" adlı albümünün heyecanı ve hareketliliğinde.
Bir sergüzeştin eteğindeki taşları, çiçekleri, ıhlamur ağaçlarını, kırılmışlıklarını, coşkularını dinlemek isteyenler bu kadife sesi ıskalamayın..
Hülya Meral






























































































































































































































RÜZGARIN KANATLARINDA: BOZCAADA


Rüzgarın kanatlarında uçtum, gelincik şerbeti ile soluklandım, pencerelerinden üzüm salkımı, begonvil, zakkum sarkmış sokaklarında şarap tattım. Feribot iskeleden ayrılırken kendi kendime "üzülme, nasılsa artık bir ayağın burada olacak" dedim.
Uzun zamandır yapmayı planladığım Bozcaada gezim nihayet gelip çatmıştı, valizimi hazırlarken epey zorlandım. Bir haftanın bir diğer haftaya benzemediği, yazın 250- 300 gününü poyrazla bütünleşerek geçiren Bozcaada, ender yaz lodosundan sersemlemişse ne yaparım diye düşünüyor, kalın mı ince mi tercih etmeli karar veremiyordum. Ne çıkarsa bahtıma diyerek çıktım yola.


İstanbul- Çanakkale karayolunu takip ederek sabah 5.00’te Eceabat’a gelmiş, güneşin doğuşunu izleyerek sahildeki pastanelerden birinde fırından henüz çıkmış poğaçalar ve yeni demlenmiş çay eşliğinde kahvaltımı yapmıştım.


Ve nihayet arabalı vapurla Çanakkale’ye geçmek üzere yola koyulmuştum. Çanakkale’den sonra 1,5 saatlik bir yol katederek Geyikli İskelesi’ne gelecek, yaklaşık 35dk.’lık bir feribot yolculuğundan sonra adaya ayak basacaktım.


Benim izlediğim güzergah adaya ulaşım için ilk alternatif. Dilerseniz Yenikapı- Bandırma feribotu ile Bandırma’ya geldikten sonra Biga- Çan- Bayramiç- Ezine- Geyikli güzergahını takip ederek daha sakin ve daha yeşil bir yolculuk da gerçekleştirebilirsiniz. (220 km)


Adaya ulaşım 15 yıl öncesine kadar köhne çıkartma gemileri ile yapılıyorken 1995’te arabalı vapura geçişle birlikte daha konforlu ve düzenli hale gelmiş. 7- 8 saate adada olabiliyorsunuz.


Feribot yaklaştıkça heyecanım daha da artıyordu. Adaya olabildiğince üstten bakmak için kaptana ait üst güverteye çıkmış, gittikçe yaklaşan kara parçasını nefesimi tutmuş izliyordum. Mitolojiye, biraz da tarihe ilgisi olanlar beni anlayacaktır. Homeros’un, Troya’nın geçtiği topraklardı az sonra ayak basacağım.


Troya Savaşı’nda Yunan donanmasının saklanıp hileye başvurarak tahta atı bıraktığı yer, 3.000 yıl sonra Çanakkale Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız gemilerine sığınak olmuştu. Kimler gelip geçmemiş ki adadan.. Cenevizliler, Venedikliler, Bizanslılar, Osmanlılar..


Az önce ufukta görünen Bozcaada Kalesi’ne bakarken kalenin zengin geçmişi gözlerimin önüne geliyor, üzerinde yaşayan medeniyetlerin bıraktığı izleri hayal etmeye çalışıyordum. Tüm bu halklara barınak olan ve yüzyıllarca güvenliği sağlayan bu ihtişamlı kale uğruna nice halklar seferlere çıkmış, yoğun mücadeleler vermişti.


Kalenin önünde 600 yıl önce oturup güneşi batıran cengaverlerin yerinde bugün, oturup soluklanabileceğiniz küçük çay bahçeleri vardı. Bir zamanlar asmalı bir kapıyla girilen kaleye şimdi sabit bir köprü üzerinden giriliyordu.

İçinde yıllar önce Türk ahalinin yaşadığı ve iki caminin olduğu kale içi, şimdi neredeyse bomboştu sadece ada çevresinden çıkarılan amforalar ile çok sayıda mezartaşı ve tarihi eser sergileniyordu.
Kuyruklu piyanoya benzeyen ada

 

Ada’nın kuzey yönü olağanüstü görüntüsüyle Gökçeada ve Çanakkale Boğazı’na, güneydoğusu masal gibi mavisiyle Assos, Midilli ve Edremit’e bakıyor. Şemsettin Sami’nin deyimiyle üstten bakıldığında kuyruklu piyanoya benzeyen Bozcaada, Gökçeada (eski adıyla İmroz) ve Marmara Adası’ndan sonra 3. büyük ada ve köyü olmayan tek taşra ilçesi. Yüzölçümü 40 km, sahil şeridi 34 km.

İskele Caddesi’nden meydana doğru yavaş yavaş yürüdüğünüzde duvarları üzüm salkımlarıyla süslenmiş rengarenk cafeleri, öğlen sıcağında meydandaki çay bahçesinde serinlemeye çalışan ada halkını görüyorsunuz.


Adanın merkezi halk arasında ikiye ayrılıyor. Sağa tarafa doğru yürüdüğünüzde Cumhuriyet (Rum) Mahallesi, sol taraf Alaybey (Türk) Mahallesi ama böyle ayrıldığına bakmayın. Her iki halk da yıllardır barış içinde yaşamış, birbirine kız alıp vermelerle, bayramlarda gelip gitmelerle, çocukken oynanan oyunlarla ortak bir barış kültürünü yerleştirmiş ve bu gelenek hiç bozulmadan yıllarca süregelmiş. Bu açıdan da örnek bir kültüre sahip.


1455’te Osmanlı egemenliğine giren adada Hristiyanlıkla Müslümanlık, Rumca ile Türkçe ilk kez birarada barış içinde yaşamaya başlamış.

Nüfus, savaş ve anlaşmalarla bir inip bir çıkmış. Pek çok ada sakini istemeye istemeye burayı terk etmek zorunda kalmışsa da nüfus sabitlenmiş, şimdilerde 2.000 dolaylarında seyrediyor.
Her ev ayrı bir sanat eseri


İlk durağım şirin lokantaların ve cafelerin, her biri ayrı bir sanat eseri evlerin önünden yürüyerek bulduğum Rum mahallesindeki Rengigül Sanat Galerisi oldu.

Sahibi Özcan Hanım yaklaşık 30 sene önce adaya gelmiş ve kendi deyimiyle ilk bakışta aşık olmuş. Randevusuz gitmeme ve gerçekleştirdikleri workshopu bölmeme rağmen son derece anlayışla karşılayarak galeriyi ve bahçesini gezmemi sağlayan Özcan Hanım her noktaya ayrı bir renk katmış..


Belirli tarihlerde resim, fotoğraf ve heykel sergileri açıp sanat sohbetleri yapılan galeride pansiyon hizmeti de veriliyor. Rengigül’de yer bulmak biraz zor olsa da görmeden ayrılmayın derim.

Ardından hemen ilerisindeki, ününü önceden işittiğim Ada Cafe’de gelincik şerbeti içmek istedim. Soluklanırken 1999’da adada çekilmiş Güle Güle ve Eylül Fırtınası filmleri geldi aklıma. Şöyle bir bakınca sinema dekoru içinde dolaşıyor gibi hissettim. Tam bir panorama. Ne şans!


Üzüm ve bağcılık olmazsa Ada da olmaz

Ada Cafe’den biraz kıvrılınca kulağıma gelen bir fısıltıyı takip edip bu yıl mahsülü iyi olması beklenen Çamlıbağ Şarapevi’ne doğru ilerledim.
Sahibi Haşim Yunatçı kimya mühendisi. 500 yıl boyunca adada Türkler ve Rumlar barış içinde yaşıyor olmasına rağmen şarapçılık dinsel nedenlerden dolayı yıllarca Rumların tekelinde kalmış.
Haşim Bey’in dört kuşak önceki dedesi 1925’te bir Rumdan aldığı imalathanede ilk müslüman olarak şarap üretmeye başlamış ve şaraplarının ünü bu zamana kadar gelmiş.
Haşim Bey’in önerdiği birkaç şarabı tattım ve hem kendime hem arkadaşlarıma satın almayı ihmal etmedim. Elbette sadece burasıyla sınırlı değil, çevre sokakların her birinde farklı kalitelerde çeşitli şarapları tatmak ve satın almak mümkün.


Bağcılık adanın olmazsa olmaz geçim kaynağı, kıtlık ve savaş zamanlarında başka bitkiler yetişirmeyi de denemişler ancak bu iklime ancak üzüm dayanabilmiş.

Pek çok çeşidin yanısıra özellikle “çavuş üzümü” yörenin emsalsiz mahsüllerinden. Olgunlaşmasını rüzgara borçlu bu üzüm, 100 yıllık geçmişe sahip.
Eski yerleşiklerin söylediğine göre İtalyanların “prenses”i, olgunlaştığında iri, kütür kütür olurmuş ve pek nazlıymış, beklemeye tahammülü yokmuş, 2 haftada tüketilmezse pörsür çöpe gidermiş.

Begonvillerle, zakkumlarla, akşamsefalarıyla coşmuş pencereler
Sokaklarında dolaşmak biraz yormuştu ama begonvillerle, zakkumlarla, sardunyalar ve akşamsefalarıyla coşmuş pencereleri fotoğraflamak, buraların havasını teneffüs etmek ve ada halkıyla sohbet etmek daha ağır basıyordu.


Bozcaada’nın enteresan tarafı uzaktan baktığınızda ağaçsız ve bozkır gibi görünüyor ancak ayağınızı bastığınız an sizi içine alıyor, sokaklarında dolaşıp sindirdikçe o da sizi benimsiyor, batıya ve güneye doğru gittikçe çeşitli tonlardaki mavisiyle buluşturuyordu sizi.


Bağ yapraklarına sarılmış çiğ dolma, patatesli kalamar yahnisi iştah kabartıyor


Nihayet acıkmıştım ve dört tarafı deniz olan yerde burnum beni nereye götürürse onu takip ediyordum. Adada mevsimine göre karagöz, mercan, levrek, sinarit, barbunya, kefal, istavrit, uskumru olabiliyormuş. Benim tercihim Şehir Restoran’da karides güveç, yengeç bacağı ve lezzetine doyamadığım, yediğim balık kadar lezzetli acılı ezme, sabah toplanan yaprağa sarılmış dolma ve patlıcan salatası oldu. Restoranın mutfağında yeni tutulmuş deniz börülcesi ayıklanıyordu ama zaman sıkıntım olduğu için artık bir sonraki gelişime diye iç geçirdim..


Limanda 3.neslin işlettiği 40- 50 senelik balıkçı lokantaları da mevcut ancak isimlerinin ün yapmış olmasından olsa gerek biraz pahalı. Önerim, onlar kadar mütevazı ama henüz isim yapmamış lokantaları denemeniz. Daha bol porsiyonları daha uygun rakamlara yine aynı kalitede tadabilirsiniz.


Balığın yanında bağ yapraklarına sarılmış çiğ dolmayı her yerde bulabilirsiniz. Patatesli kalamar yahnisi de yine iştahınızı kabartan bir tat olabilir. Bir adalıdan öğrendiğim detay, evlerde yapılan mantı kıyma ile değil, pirinçle, bulgurla veya cevizle harçlanıyormuş. Yokluk ve yoksunluk dönemlerinden kalma bir yaratıcılık diyor konuştuğum kişi. Bulabilirseniz ilginç bir lezzet olabilir.

Börülceden kuzukulağına her çeşit bitkiyi bilen ada kadınları oldukça maharetli
Bozcaada’da nerdeyse herşey zeytinyağı ile pişiriliyor. Yemekler etten çok sebze ağırlıklı. Sarımsaklı- sirkeli börülcesi ve salamurası dillere destan. Ada’nın erkekleri balıkçılıkta ne kadar uzmansa kadınları da yabanıl otlarda o kadar maharetli. Sabahın serininde kalkıp mantar, kuzukulağı, labada, yumurtaotu, ebegümeci, eşekotu, gelincik, şevketibostan toplamaya çıkıyorlar. Özellikle Rum kadınların hindiba ve ısırgandan yaptığı zeytinyağlılar rastgelirseniz denenesi.


Bu kadar yedikten sonra yediklerimi eritmeye gelmişti sıra. Elimdeki Bozcaada haritasına bakarak adanın kalan diğer yüzünü de keşfe koyuldum. Bu haritalardan adanın muhtelif yerlerinde bulabilirsiniz, son derece açıklayıcı.


Araba ile 10 km güneye ilerlediğimde olanca sakinliği ve duruluğuyla Ayazma Koyu çıkmıştı karşıma. Burası adanın en popüler ve sezonda en kalabalık koyu. Yunanca "hagiasme" kelimesinden gelen Ayazma, kutsal su anlamına geliyor.
Türkiye’nin birçok bölgesinde doğal su kaynaklarının olduğu yerlere bu isim veriliyor. Gençlerden oldukça rağbet gören Ayazma tepelerinde özellikle gün batımında, denize bakan manzaraya karşı bir ağaca yaslanarak oturmanın ve bir kadeh şarap içmenin keyfine doyum olmadığı söyleniyor. Buradaki çeşmeden bir kez su içenin artık adalı olacağına dair bir efsane de anlatılanlar arasında.

Manastırdaki dilek mağarasında mum yakıp adak adanıyorAyazma’da 36 manastırdan 2 manastır bugüne kadar dayanabilmiş. Bunlardan biri Rum Ortodoks cemaate ait. Biraz unutulmuş ve bakımsız kalmış olsa da 26 Temmuz’da kutlanan Rumların Aya Paraskevi günü oldukça hareketleniyormuş. Kalabalık bir grubun Ayazma’da toplanıp eğlendiği bu güne halk arasında Ayazma Panayırı deniyor.

 
Manastırın alt kısmında bir dilek mağarası var. Ziyaretçiler burada mum yakıp adak adıyorlar, taştan ve çalı çırpıdan dileklerini sembolize edecek şekiller yapıyorlar. Mağaranın içindeki üst üste dizilmiş taşlar, hayallerdeki ev ve arabaları anlatıyor. Şu ana kadar dilek dilemediğim ağaç kalmadı ama buraya kadar gelip de dilek dilememek olmazdı..:)


Plajda henüz sezon açılmamıştı ancak kıyıdaki lokantalar çoktan bu sezon gelecek misafirleri için hazırlık yapmışlardı. Temmuz ve Ağustos’ta Ayazma’da su oldukça soğuk oluyormuş, Eylül’le birlikte ısınıyormuş ama ben dayanamadım ayaklarımı soktum. Deniz benim için önemli diyenlerin bu tarihte adayı ziyaret etmesini salık veririm, sahiden serindi.

Ayazma’nın biraz ilerisindeki Sulubahçe ve daha ilerideki Habbele koylarında da denize girilebilir. Habbele’nin denizi kadar sakinliği de huzur verici. Tuzburnu, Çayır, Ova, Mermerburnu Mevkii de dalgasız, pırıl pırıl suyu ve kumuyla akvaryumda denize giriyor hissini yaşamanız için ideal diğer koylar.


Yeldeğirmeni yerine rüzgar santrali
Habbele plajında ayaklarımı biraz denize sokup serinledikten sonra eşsiz günbatımını yakalamak için adanın batısına, Polente Feneri’ne doğru ilerledim.

Gelmeden önce incelediğim kitaplardaki XX. yy.’ın başlarında çekilmiş fotoğraflarda yeldeğirmeni görünüyordu ancak şimdi gidip gördüğümde yerine rüzgar santrali yapılmıştı.


Rüzgar ve elektrik üretimine ilişkin büyük çaplı enerji yatırımları için önemli bir "cazibe merkezi" olan Bozcaada Türkiye'nin en çok rüzgâr alan bölgelerinden. Özel sektör tarafından yap- işlet- devret statüsüyle kurulmuş santralin girişindeki mühendislerden aldığım bilgiye göre 17 adet türbin yılda 35 milyon kilowat saat elektrik üretiyor. Aynı enerjiyi üretecek bir kömür santraline göre türbin başına 82.000 ağaca eşdeğer oksijen tasarrufu sağlanıyor.

Türbinlerin sadece bir tanesi adanın enerji ihtiyacını karşılamaya yetiyor, geri kalan da karşı kıyılardaki yerleşim yerlerine denizaltından bağlanıyor.


Polente Feneri’ne günbatımı turları
Rüzgar güllerinin ilkinin önüne gelip fotoğraf çekebiliyorsunuz ancak daha fazla ilerlemek yasak. Sebep olarak rüzgar güllerine sprey boyayla yazı yazılması gösteriliyor ancak ziyaretçiler rüzgar güllerinin aşağısındaki Polente Feneri’ne giderek günbatımını seyretmek için alternatif bir yol bulmuşlar bile. Hatta arabası olmayanlar için “Gün Batımı turları” da düzenleniyormuş.


Rüzgarın kanatlarında güneşi batırdım
Bölgede inanılmaz bir bitki çeşitliliği hakim. Yürüdükçe burnumu mest eden ıtırlı yabani kekik kokuları rüzgarla birleşip etrafa bir koku fayihası salıyordu. Nihayet bu büyüleyici anın tadını çıkararak alternatif yoldan Fener’e yakınlaşmayı başarıyorum. Güneşin usul usul kendini çekişini, rüzgarın kanatlarında büyük bir keyifle izliyor, yapay ışığın olmadığı bu etkileyici atmosferi unutmamak üzere zihnime kaydediyordum.


Eminim Bozcaada’ya bir sonraki seyahatim çok uzak bir zamanda olmayacak..
Hepinize bol seyahatli, keyifli günler..
YAPMADAN AYRILMAYIN
1- Adadan ayrılmadan meydandaki domates reçeli satan dükkanlardan alışveriş yapmayı unutmayın. Daha çok Rum ailelerin misafire çıkardığı ve soğuksu ile veya erik konyağıyla bir seramoni halinde sunulan reçelin içinde taze badem var. Yapılışı epey zahmetli. Domates soyulup kireç kaymağında bekletiliyor, suyu sıkılıp bademleniyor ve en sonunda şerbetlenerek kavanozlara dolduruluyor. Mis gibi bir kokusu var, tadı ayva ile erik karışımı, kahvaltılarınız için alternatif olabilir.


2- Şayet haftaiçi adadaysanız Çarşamba günleri kurulan Ezine pazarını ıskalamayın, tam kalenin önünde kuruluyor. Ezine peyniri ve zeytinin yanısıra taze, çeşit çeşit sebze bulabilirsiniz burada.


3- Adayı bisiklet kiralayarak da dolaşmanız mümkün ancak yürüyerek daha çok tadını çıkarabilirsiniz.

"İnsan bir yere -adaya, kente, dağa aşık olabilir mi?
Eğer olabilirse bizimki ilk bakışta aşktı. "
Adaya ilk kez eşi ile 1988’de gelen Bozcaada aşıklarından gazeteci- yazar Haluk Şahin, “İnsan bir yere -adaya, kente, dağa aşık olabilir mi? Eğer olabilirse bizimki ilk bakışta aşktı.” diyor.


Bozcaada’da insanın takvime ihtiyacı olmadığını dile getiren Şahin “Adanın doğasını iyi tanıyan biri, şöyle bir çevresine bakınarak, havayı koklayarak, seslere kulak vererek hangi ayın hangi haftasında olduğumuzu size söyleyebilir. Bağları görmese bile, çiçeklere, otlara bakarak..Pembe, kırmızı, mor anemonlar mı yayılıyor tepelerde, ilkbaharın başındayız demektir. Diyelim Mart’ın ikinci haftasında..Havada “kum zambağı” kokusu mu var, Ağustos’un ilk haftasıdır, yaz adamakıllı olgunlaşmıştır” diyerek adayla ne kadar içiçe yaşadığını her daim dile getiriyor.


Yazı ve Fotoğraflar: HÜLYA MERAL
https://twitter.com/hulyameral

BEDENİNİZ RUHUNUZUN ARPIDIR




Body Worlds ve Yaşam Döngüsü Sergisi'ne Bakış


Malumunuz dünyaca ünlü BODYWORLDS Orijinal Vücut Dünyası Sergisi Haziran'dan beri İstanbul Modern'deki Antrepo 3'te ziyaretçilerini ağırlıyor. Daha önce dünyanın pekçok kentini dolaşan ve 30 milyonu aşkın kişi tarafından gezilen sergi, insan vücudunun zarif formunu gözler önüne sererken ziyaretçilerin insan bedenini ve organlarını daha yakından tanımasına olanak sağlamasının yanısıra sağlıklıyken veya stres altındayken insan vücudunun uğradığı değişimleri de gözler önüne seriyor.

Kabul ediyorum, ilk etapta çürümez hale getirilen insan vücudunun ve bedenin parçalarının görülecekolması fikri pek sıcak gelmiyor ancak sergiyi gezmeye başladığınızda sahip olduğunuz vücudunuzu ve vücudunuzun yapabileceklerini anladıkça karşınıda duran şeyler somut ve merak uyandıran nesneler olarak algılanmaya başlıyor.
İç dünyanıza seyahat


Gezdikçe ve kulaklıktan dinledikleriniz sizi şaşırttıkça iç dünyanıza kısa bir seyahata başlayıp, vücuduma, ruhuma nasıl bakıyorum diye düşünmeye başlıyorsunuz. Unutmamak gerekir ki vücudumuza nasıl baktığımız, yaşam biçimimiz ardından bir vicdan hesaplaşmasını da beraberinde getiriyor. Harabe haline gelmiş tüberkülozlu bir ciğerle, pırıl pırıl ciğeri yanyana görmek ya da sağlıklı çalışan bir kalp ile sekteye uğrayan kalbin tahrifatını görmek oldukça sarsıcı olabiliyor.
Sergide neler öğrendim??

- Sigara dumanına maruz kalmak kırışıklıklara sebep olur.
- Günde 20 sigara içen biri yılda 1 fincan katran tüketmiş olur. Bu, taksit taksit intihardır. Yaşamı 5 sene kısaltır. Günde 20 sigara içen birinin yanında durmak ise 5 sigaraya eşit..

- Yaşamın tamamı boyunca sayısız sinir hücresi ölür ve beyin küçülür. Daha az kimyasal iletken üretir ve bilgi daha yavaş işlenir. Bu nedenle öğrenme daha uzun sürer. Öğrenilmesi gereken şeyin sık sık tekrar edilmesi gerekir.

- Zihni canlı tutmak için zihinsel alıştırma, duyusal uyarılma, fiziksel egzersiz gereklidir.

- Cildimiz (derimiz) 9 kg.dır. Derisiz insan korunmasız görünür, tırmak ve saçlar deriden oluşur.

 

- Beynin içindeki plaklar ve düğümler beyindeki hücrelerin ölümüne yo açar. Bu durum Alzheimer'a sebep olur.

 

- Bir insan vücudunda 600 ayrı kas vardır. Kadın vücudunun %23'ü, erkek vücudunun %40'ı kastan oluşur.

- Düzenli orgazm yaşam beklentisini 8 yıl uzatır.
- İnsan kalbi yumruk büyüklüğündedir. Her atışta 70 mililitre kan pompalar. Yatarken ya da otururken dakikada 70 kere atar, koşarken bu sayı artar.

"BEDENİN GÖZÜ GÖRMEZ OLDUKÇA RUHUN GÖZÜ DAHA İYİ GÖRÜR."
PLATO
Pekçoğumuz biraz da medyanın pompalamasıyla daha güzel veya yakışıklı nasıl görünebilirim veya yaşlanmamı nasıl geciktirebilirim diye bin türlü çözümler üretiyor, bunları deniyor, teknolojinin ve kozmetiğin ürettiklerinden elimizden geldiğince faydalanmaya çalışıyoruz.

Peki Ajda Pekkan, Ayşegül Aldinç, Nükhet Duru, Seda Sayan gibi nasıl daha genç kalabiliriz?
Herşeyden önce belirtmek gerekir ki ismi geçen ünlüler her daim planları olan, kendini salmayan, plan-proje üreten, hayata güzel gözlerle bakan, kimseyle polemiğe girmeyen, sağlığına, beslenmesine, sporuna dikkat eden ve en önemlisi Sakıp Sabancı'nın deyimiyle "çalışan çalışan çalışan" insanlar..
 
 
İDEALLERİMİZDEN VAZGEÇERSEK İHTİYARLARIZ
Elbette bedenin zamana karşı yürüyüşü engellenemez. Hepimizin bildiği gibi yaş ilerledikçe kemiklerimiz yumuşayacak, damarlarımız sertleşecek, kulaklarımız daha az işitir, gözlerimiz daha az görür olacağız. Görünüşümüz, vücudumuz kendini salacak, yavaşlayacağız. Sonunda bedenlerimiz hepten işlemez hale gelecek ve öleceğiz, bu hepimizin bildiği şeyler. Ancaaaak bu eksilmenin nasıl gerçekleşeceği tamamen bize bağlı..Kimse sırf belirli yaşa geldiği için ihtiyarlamaz, BİZLER İDEALLERİMİZDEN VAZGEÇERSEK İHTİYARLARIZ..Yani dizginler bizim elimizde.

Çok sevdiğim 50'li yaşların başında olan bir iş arkadaşıma çok durgun ve keyifsiz olduğu bir gün "hareketlen biraz, ruhunu hareketlendirecek hobiler bul kendine, trekking yap, paraşütle atla, dal, yüz, bir hayvan besle, yeni bir dil öğren" dediğimde "Zihin istesin istesin de beden yerinden oynamıyor, organlarım eskimiş, 18 yaşında bir genç değilim ki artık, gel bedenime, iç organlarıma, kemiklerime anlat" demişti.

Onun bu sözleri yaşı 30'a 1 kala olan beni oldukça düşündürmüştü, eyvahtı, yalnızca 20 senem mi kalmıştı?? Hayır canım bin tane krem ve estetik yöntem vardı, elbet o zamana kadar Benjamin Button kadar olamasam da yaşlanmayı geciktirebilirdim...

Tüm bu zihin kurcalamaları süre dursundu. Sergiye giden ben, 6 bölgede 100 yaş üstü insanların yaşadığı koca haritayı görünce çakıldım kaldım. Bu olağanüstü birşeydi. Çinlilerin ve Japonların sabahın 4'ünde kalkıp yoga ve bilimum sporları yaptığı ve bildiğin lapa ile beslendiği için uzun yaşadığına kanaat getiren ben okuduğum ve gördüğüm şeyler karşısında sarsılmıştım. Demek 100 küsur yaşına kadar yaşanabiliyordu!!!
 
Çin- Bama
California- Linda
KostaRika- Nicoya
İtalya- Sardinia/ Ovodda
Pakistan- Hunza
Japonya- Okinawa

 

gibi yeşilden ve maviden zengin bölgelerde nerdeyse 110 yaşına kadar yaşamış pratikte halen ekstrem spor yapan onlarca insanın fotoğraflarına inanamamıştım. Bu kişilerin kimi kendini optimist olarak tanımlarken, kimi kendini toplum gönüllüsü olarak adamış ve toplumsal sorunlara yönelik çalışmalar yapıyormuş.

Bir diğeri "hara hachi" denilen günde 1900 kalori ile doyma prensibini uyguluyor, bu ilkeye göre vücut %80 oranında doyuyor ve bu ömrü uzatıyor. Bir başkası egzersiz sınıfına katıldığını belirtirken bir diğeri 101 yaşında bilgisayar kullanmayı öğrendiğini ve düzenli olarak kiliseye gittiğini söylemiş.

Ve sanırım son söz olarak yine şu cümleleri tekrarlamak doğru olacak. Kimse sırf belli bir yaşa gelmekle ihtiyarlamaz. Bizler ideallerimizden vazgeçerek ihtiyarlarız. Yıllar teni buruşturabilir ama hevesimizden vazgeçmek ruhu buruşturmak demektir. (Samuel Ulman) Gelişen ve yaşlanan beden üzerinde çevre ve yaşam tarzının etkilerini bilip, yaşlanmayı biraz ertelemeli, gözümüzü geleceğe dikerek, planlar yaparak yaşamalıyız.
Sergi özetle;
" Bedeniniz ruhunuzun arpıdır. Ondan tatlı bir müzik veya karmaşık sesler çıkarmak sizin elinizdedir" mesajı veriyor.

 

Sevgiyle kalın, sağlıkla kalın..






















































































KİTAP; BİR DÜNYADIR, BİR YAŞAM BİÇİMİDİR



Beni Antalya Havalaalanı'ndan İstanbul'a getirecek uçağım rötar yapmıştı, tüm hafta sürekli hareket halinde olacağımı bildiğimden yanıma kitap almamıştım ama kitap kokusu da burnumda tütüyordu. Rötardan dolayı hediyelik eşya dükkanlarını gezmektense kitabevine girip bir-iki kitap karıştırayım dedim, birkaç kitap seçip oturdum masaya.


Karşımda 20'li yaşların başında olduğunu tahmin ettiğim iki genç bir raftan diğerine gidiyor, ne alacakları konusunda en ufak bir fikir sahibi olmadıkları her hallerinden anlaşılıyordu.
Biri diğerine "oğlum gel şurdan birer kitap alalım, entel dantel görünelim, kızlar artık öylelerine bakıyor" dedikten sonra "Çok satanlar" bölümünden birer kitap kapıp hızlıca kasaya yöneldiler..
1960'larda 70'lerde 80'lerde insanların siyasi ve ekonomik güçlükler sebebiyle ya gizli gizli ya da evinde ışık olmadığı için sokak lambası altında kitap okumaya, ders çalışmaya çalıştığı zamanlar aklıma gelince arkalarından gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Kitap okumak demek ki şimdilerde genç kızları etkilemek için kullanılıyordu. Üstelik 'Çok satanlar' bölümünden içine, arka kapağına, yazarına bakmadan alınmıştı. Ne üzücü..Umarım gördüğüm manzara azınlıktaki gençler için geçerlidir.


Yıllar önce kitap fuarı için İzmir Fuar Alanı'na girdiğimde gördüğüm kalabalığa ve uzayıp giden kuyruğa inanamamış, fuarı dolaşırken katılan yayınevi ve okuyucu sayısını, okuyucuların yazarlara ve kitaplara olan ilgisini hayretle izlemiştim.

Ankara'da halk otobüsünde seyahat ederken ayakta giden yolcuların kısa mesafede ulaşacakları yolculuk sırasında bile ellerinden kitap düşürmediğini görünce iyiden iyiye keyiflenmiştim.
Belki şehrin kalabalığından, belki de ilgi alanlarının, aktivitelerin sayısının fazlalığından olsa gerek İstanbul'da bu tarz görüntülerle belirli semtlerde veya üniversite çevreleri haricinde çok karşılaşmadığım için şaşırmış, keşke yaşadığım şehirde elinde kitapla dolaşan yüzlerce insan olsa diye düşünmüştüm.


Niş kitaplara doğru

Kitap okuma alışkanlıklarının yıllarla ve her yeni nesille değiştiği günümüzde, okuyucular artık özel ilgi alanlarına yönelik yoga, meditasyon, yemek kültürü, şarap kültürü, fotoğrafçılık, seyahat, avcılık, dalış ..vs gibi niş konulara ilgi göstermeye başladı.
Belli ki önceden de bu tarz konulara ilgi vardı ama bu kadar kaynak yayımlanmıyordu. Şimdi bir kitapçıya girip yemek kültürü ile ilgili kitap arasanız bırakın Türkiye'deki herhangi bir şehrin ünlü yemeklerini köyünde bile nesi ünlüdür bulabiliyorsunuz veya İtalya'nın ismini daha önce hiç duymadığınız kasabasında enfes şaraplar üretildiğini, neden bu şarapların bu kadar güzel olduğunu sebepleriyle okuyabiliyorsunuz.

Çok okunanlar



Her çok satan iyidir veya kötüdür diyemeyiz elbette ama okuyucular tarafından son zamanlarda en çok tercih edilen kitaplara gelirsek;



Özellikle Elif Şafak'ın 'Firarperest'i, Ece Temelkuran'ın 'Muz Sesleri', Dan Brown'ın 'Kayıp Sembol'ü, Adam Fawer'in 'Olasılıksız'ı, Can Dündar'ın 'Lüsyen'i, Stieg Larsson'un 'Ejderha Dövmeli Kız'ı, Ahmet Ümit'in 'İstanbul Hatırası', Paulo Coelho'nun 'Brida'sı, Hanefi Avcı'nın 'Haliç'te Yaşayan Simonlar'ı oldukça popüler.

Her kitap 80 yaşında bir insan kadar bilgedir

Bana göre okunan her ne olursa olsun her kitap 80 yaşında bir insan kadar bilgedir. Kabul, kimi saçmalar, kimi palavra atar, kimi makyajdır, modadır, trendtir anlatır durur. Ama insan her kitap okuduğunda yeni bir denize, yeni bir ufka yelken açar, daha çok merak eder, merakı onu başka kitap arayışına iter ve bu böyle devam eder durur. Önemli olan insanın duyularına bir kez olsun kitap kokusu nüfus edebilsin..

Kitap okumak mesai harcanan bir iştir


NTV'de Gece Gündüz programını sunan, edebiyatçı- yazar Yekta Kopan'ın sinir olduğu bir soru-cevap vardır, boş zamanlarınızda ne yaparsınız sorusuna verilen "kitap okurum" cevabı Kopan kadar pek çok kitap seveni de derinden yaralar.

Çünkü kitap okumak baya baya mesai harcanan bir 'iş'tir. Boş zamanda insan kek yapabilir, play station oynayabilir falan ama kitap okumak başlıbaşına bir süreçtir.

Kitap zihin açar

Zihni açan, harekete geçiren kitap, sosyal ortamlarda söyleyecek sözün olmasını sağlar. Kız veya erkek arkadaşına okuyacağın şiirlerin, söyleyeceğin güzel sözlerin kaynağı kitaplardır. Kitap, girmek istersen seni içine alır ve kolay kolay bırakmaz.

e-Kitap

Kitap demişken e-kitap'a değinmeden olmaz. İlk defa 1998'de Rocket eBook ve Softbook isimli ürünlerle tanıştığımız e-Kitap'ın popülaritesi özellikle son aylarda daha da artmış durumda.
E-Kitap'ın yerini sağlamlaştıran unsur kuşkusuz eMürekkep teknolojili Reader'ı 2006'da piyasaya süren Sony ve 2005'te Mobipocket firmasını bünyesine dahil edip iki yıl sonra Kindle'ı ortaya çıkaran Amazon.com.
Bu durum hem okuyucularda hem de global teknoloji devlerinde heyecan ve büyük yankı yaratıyor.

2011'e geldiğinizde piyasada satılan ebook readerların iki hafta boyunca şarj etmeden 8.000- 10.000 sayfa kitap okuma imkanı sunduğunu görebiliyorsunuz.

Üstelik kontrastı ilk çıkanlara göre çok daha yüksek, gözü yormuyor. Cihazlar sadece kitap okumayı sağlamıyor, medya dosyalarını oynatıp, ajanda oluşturabiliyorsunuz. Wifi desteğiyle internet erişimi sağlayıp, 3G teknolojisiyle hızlı hareket edebiliyorsunuz.

Peki cihazı aldım, e-Kitap'ı nereden satın alacağım diyorsunuz.. Açık söylemek gerekirse Türkiye'de satışa sunulan e-Kitap sayısı ve çeşidi henüz çok yetersiz. Bu konuda Can Yayınları ilk harekete geçen yayınevi.

İnternetten satın alabileceğiniz bir başka site ise idefix.com. Idefix kitapları digital ortama aktararak bu ihtiyacı karşılıyordu, yaklaşık bir ay önce de Ipad için Kitaplık isimli uygulamayı duyurdu ve App Store'da ilk sıraya yükseldi.

Ipad'de İngilizce kitap bulabilyorsunuz fakat Kitaplık, şu anda Türkçe tek alternatif. Ayraç ekleme ve yazı boyutuyla oynama olanağıyla kolay kullanımı var, kitabın yüzde kaçını okuduğunuzu da görebiliyorsunuz ancak kitabın sayfa sayısını veya kaçıncı sayfada olduğunuzu göremiyorsunuz.

2011'de Amazon'da satışı yapılan yarım milyon cihaz var dolayısıyla Türkiye için katedecek uzun bir yol var gibi görünüyor.

Basılı kitap digitale karşı mı?

Basılı kitap okumanın tadı elbette hiçbirşeyle ölçülemez. E-kitap'ın yer ve mekandan bağımsızlık, kağıttan tasarruf, pratik ve ergonomik kullanım, korsan kitabın önüne geçmek gibi pekçok avantajı var ancak fütüristlere kulak verirsek, basılı kitabın geleceği de tıpkı ansiklopediler gibi olacak.

Uzak değil çok yakın zamanda artık çoğu evde basılı kitap, dergi, gazete kalmayacak, herşey digitale aktarılacak, artık okuyucu digitali tercih edeceğinden basılı kitap sınırlı sayıda üretilecek ve sadece niş bir ürün gibi yüksek bir fiyattan satışa sunulup kalın cilt kapakla kitaplıklarda 'sınırlı' sayıda varolacak.

Tüm bu yazdıklarım çevresinde toparlarsak;

Elbette düşün dünyanızı yaratmak, zenginleştirmek, renklendirmek, hareketlendirmek size kalmış ancak kitap; bir dünyadır, yaşam biçimidir. İster basılı, ister digital, hayatımızın içinde varolması kocaman bir ahenktir.

Kitap bir Sanat'tır

ve Sanat, günlük yaşamın ruhun üzerinde bıraktığı tozu temizler (Pablo Picasso)

Sizin yaşam biçiminiz ne?

Yazı: Hülya Meral



KİTABEVLERİ
Ada Kitapevi
Tünel'e doğru giderken geniş ön cephesi ile dikkat çeken kitapevi, bundan bir süre önce mekanın yarısını kafeye çevirdi. Eskidan çok daha fazla CD bölümü vardı. Meşrutiyet C. N:18 Aslı Han Dük:33Asmalı Mescit M. Galatasaray Beyoğlu - İSTANBUL(0212) 2527816
Alkım
Kadıköy Mühürdar Caddesi’nde 1999’da kuruldu. İki katlı dükkan 1000 metrekarenin üzerinde. Beşiktaş, Kadıköy, Ankara Kızılay ve Kayseri’de şubeleri var. İngilizce roman, şiir, hikaye kitapları da satıyorlar. Çok geniş bir yerli dergi reyonu bulunuyor. Arkeoloji, mitoloji ve şiir alanında çok zenginler.Tel: (216) 449 10 60

Amargi Feminist Kitabevi
Adından da anlaşıldığı üzere kadın sorunlarına ilişkin kitaplar, dergiler burada bulunuyor. Ayrıca kitabevi zaman zaman söyleşiler de düzenliyor. Kadın sorunlarına ilişkin araştırma yapmak isteyenler için iyi bir kaynak. Tel S. N:16 Taksim Ticaret Meslek Lisesi Karşısı Katip Mustafa Çelebi M. Beyoğlu - İSTANBUL(0212) 2510154
Arkeoloji Sanat Yayınları
Bünyesinde arkeoloji ile ilgili yayınları barındırıyor. Kendi çıkardığı yayınlar dışında yabancı dilde kitaplar da rahatça bulunabilir. Hayriye C. N:3 Çorlu Apt. D:4Galatasaray Beyoğlu - İSTANBUL(0212) 2930378
D& R Mağazaları
D&R ilk mağazasını 1997 Mayıs’ında, İstanbul Erenköy’de açtı. Şimdi tüm Türkiye’de toplam 60 mağazası var. Kanyon Alışveriş Merkezi içindeki mağazası 1800 metrekare. Yaklaşık yarısı kitaba ayrılmış. Kafesi ve okuma masaları var. Tüm D&R’lar içinde ürün yelpazesi en zengin olanı. DJ kabini bile var. Arasıra konserler veriliyor. Okuma günleri yapılıyor. Mağazanın tasarımı mimar Hakan Kıran tarafından yapılmış. Ürün gamında 200 binden fazla yerli, yabancı kitap, dergi ve müzik ürünleri, hobi ve multimedya grupları ile güncel ürünler bulunuyor. Tel: 0212 353 08 70
Denizler Kitabevi
Adından da anlaşlacağı üzere, sadece denizlerle ilgili kitaplar, yayınlar var burada. Denizle içiçe olmamıza rağmen denizden bir hayli uzak yaşayan bizler için cesaret isteyen bir iş ve yıllardır ayakta kalmasını bildi.İstiklal C. N:199 D:ATomtom M. Beyoğlu - İSTANBUL(0212) 2498893
Eren Yayıncılık & Kitabevi
Asmalımescit'te lokanta ve kafeler arasında iyice sıkışan kitapevi, özellikle öğretim üyelerinin sık sık ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor. Roman ve popüler kitaplardan çok araştırma, tarih, sosyal bilimler gibi konulardaki kitapları bünyesinde barındırıyor.İstiklal C. Sofyalı S. N:34 Asmalı Mescit M. Tünel Beyoğlu - İSTANBUL(0212) 2512858
İstiklal
1999’da İstiklal Caddesi üzerinde açıldı. Yazar söyleşilerinin, kitap tanıtımlarının ve imza günlerinin yapıldığı bir çekim merkezi. Müzik ürünlerinde de geniş ve seçkin bir koleksiyona sahip. Sanatsal ürünler, puzzle, maket gibi hobi malzemeleri de satılıyor. 2005 yılının başlarında yayıncılığa da başladılar. Toplam 350 metrekare olan dükkan üç katlı. İngilizce ders kitapları da var. Tel: (212) 292 95 18
İmge Kitabevi
Çizgi romandan felsefeye, geziden romana, kadın sorunlarından mitolojiye hemen her dalda kitap yayınlayan ve internet üzerinden de satış yapan İmge'inn merkezi Beyoğlu'nda olmasına karşın büyük kitabevi Kadıköy'de. Mühürdar C. N:80/A Kadıköy Tel. (0216) 3486058
İnkılap Kitabevi
Neredeyse Cumhuriyet'le yaşıt olan yayınevi, yıllardır Sirkeci'de varlığını sürdüyordu. Daha sonra 1999 yılından itibaren Ümraniye, Beylikdüzü, Suadiye, Acarkent, Ataşehir, Maltepe, Levent semtlerinde açtığı kitabevleri ile geniş bir okur kitlesine de ulaşmayı başardı.Merkez: Çobançeşme Mahallesi Altay Sokak No: 8 Yenibosna Tel : 0212 496 11 11
Homer Kitabevi
Önceleri arkeoloji ve sanat tarihi alanlarında kitaplar yayınlayan ve satan kitapevi daha sonra yayınlarını çeşitlendirdi. Fotoğrafçılıktan siyasete geniş bir yelpazede kitaplar basılıyor ve satılıyor.Yeniçarşı C. N:12 D:AKuloğlu M. Galatasaray Beyoğlu - İSTANBUL(0212) 2495902
Literatür Kitabevi
Daha çok kendi çıkardığı yayınları bünyesinde barındırıyor. Yayın hayatına mesleki konulardaki kitaplarla başlayan Literatür, zamanla roman, çocuk kitapları da yayınlamaya başladı. İstiklal C. N:47 Emgen Hanı K:4 Şehit Muhtar M. Taksim Beyoğlu(0212) 2492829
Mavi Kum
Akdeniz çevresindeki tüm ülkelere, uygarlıklara ait kitapları, yayınları bulabileceğiniz, kafesinde oturup raflardaki kitapları okuyacağınız, düzenlenen söyleşi ve sergileri takip edebileceğiniz iki katlı şirin kitabevi Cihangir'de hayatını sürdürüyor.Cihangir C. N:13 Yıldız Apt. Cihangir M. Beyoğlu - İSTANBUL(0212) 2514440
Mesele
Cihangir'de Çukurcuma’da Yunan Konsolosluğu’nun sokağından Cihangir’e doğru ilerlerken görülen Mesele, bellibaşlı yayınevlerinden gelen 'indirimli' kitaplar satıyor. Sanat, kültür, teori kitapları, yabancı dilde ikinci dil kitaplar ve hatta gravürler, afişler bile var. Mekânda daha çok satışı azalmış kitapları, ucuz seri adı altında satışa sunuyor. Mesele Kitapçısı’nda yalnızca kitap değil, satışa sunulmuş avize ve aksesuarlara, kaset ve plaklara, gravürlere rastlamak mümkün. Turnacıbaşı sok.
Kabalcı
Beşiktaş’taki kitapçı 1995’te açıldı. Üç katlı dükkanın her katı 1000 metrekare civarında. Kitap, kırtasiye, hediyelik eşya, kozmetik, CD ve kaset satışı yapılıyor. Geniş bir İngilizce, Almanca ve Fransızca reyonları var. Lise ve üniversiteye yönelik ders kitapları da satılıyor. Kafeleri bulunuyor. Kabalcı aslında bir yayınevi. Yabancı kitapları ve yurtdışından gelen ürünleri kendileri ithal ediyorlar. "Kelepir kitaplar" bölümünde piyasada tükenmiş, sahaflık kitapların satışı indirimli olarak yapılıyor. Belli başlı boya ve fırça markalarını burada bulmak mümkün.Tel: (212) 327 33 22

Kağıt Gemi Kitapevi
Daha çok ikinci el kitaplar, dergiler, CD ve plaklar bulunduran kitapçının daha büyük dükkanı Galatasaray'daki Aslı Han pasajda bulunuyor. Ağa Hamam Cad. Altı patlar Sok. No: 2/1Cihangir /BeyoğluTel: 0212 249 80 02

Mephisto
Beyoğlu'nun vaz geçilmez adresleri arasına girdi bile. 2006 yılından bu yana internet üzerinden de hizmet veriyor. Üç kata yayılmış mekanda kitaplar, kafe, kırtasiye ve müzik bölümü yer alıyor. Kendi yayınladığı CD'leri dışında çok geniş bir müzik bölümü de dikkat çekici. Hemen girişte orta yerdeki kitap ve CD'lerin bulunduğu bölümü Beyoğlu'na cıkan herkes karıştırmalı diyoruz.İstiklal Cad. N:125 K:1, D:1 Taksim, Beyoğlu - İstanbul Tel: (0212) 2490696
Tarihçi Kitabevi
Tarihçi Kitabevi Kadıköy Moda’da yeni açıldı. Türk Tarih Kurumu, Tarih Vakfı gibi kuruluşların tüm kitaplarını bulunduran ve Necip Azakoğlu tarafından açılan Tarihçi, araştırmacılara çalışacak bir mekân da vaat ediyor. Üstelik çaya kahveye para ödemek zorunda kalmadan.” Gelecekte de Anadolu tarihine dair ne varsa Tarihçi Kitabevi’nde bulmak mümkün olacak.Moda Caddesi 104/a
Pandora
Beyoğlu 1991’de Beyoğlu Büyükparmakkapı Sokak’ta kuruldu, üç şube daha açtı. İnternet üzerinden de satış yapıyorlar. İngilizce, Türkçe kitap ve süreli yayınlar satılıyor. 30 bin çeşit Türkçe, 20 bin çeşit İngilizce kitap bulabilirsiniz. Her iki dilden üniversite eğitim kitapları da mevcut. Türkiye üzerine yazılan İngilizce kitapların sayısı iki bin civarında. Sanat, arkeoloji, tarih, edebiyat, yemek, hobi kitapları da bulunuyor. Kitap okuma ışığı, ayraç gibi kitap aksesuvarları da var. İstediğiniz kitabı internet üzerinden ayırıp daha sonra gidip alabiliyorsunuz.Tel: (212) 245 16 67
Remzi
1927’de Remzi Bengi tarafından kuruldu. İstanbul Beyazıt’ta açtığı bir dükkanla faaliyete geçti. Yayınevi olarak ilk kitabı Ömer Seyfettin’in "Yüksek Ökçeler" adlı eseri. 1994’te Akmerkez, 1995’te Rumeli Caddesi Nişantaşı şubesini açtı. Hemen bütün AVM'lerde bir şubesi bulunuyor. Rumeli şubesinde bir kafe de bulunuyor. Yabancı ve yerli dergi, ağırlıklı olarak İngilizce kitaplar, ajanda, takvim, DVD, VCD, databank, hediyelik eşya, kart, ayraç gibi ürünler de satılıyor.Tel: (212) 234 54 75
Robinson Crusoe
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde 1994’te kuruldu. Türkçe kütüphaneleri zengin ama İngilizce ve Fransızca kitaplar da bulabilirsiniz. Ortalama 3-4 haftada dünyanın her yanından sipariş getiriyorlar. Nisan Yayınları adında bir yayınevleri de var. Kitap konusunda bilgili olmayan elemanlara tezgahı teslim etmiyorlar. Kitapçıların çoğu yabancı kitapları buradan alıyor. Sanat, sinema, müzik, şiir, roman, resim kitapları da bulabilirsiniz. Dükkanın mimarisi Han Tümertekin’e ait.Tel: 0212 293 69 68
Say Kitabevi
Otuz yıldır Cağaloğlu'nda yokuşun alt tarafında hem binlerce kitap bastılar, dağttılar hem de satıyorlar. Başvuru ve kaynaktan romana, hobiden sanata kadar onlarca çeşit kitap basan yayınevinde çocuk kitapları da yer alıyor.Ankara Caddesi Pamir Han No: 54/4 SirkeciTelefon 0212 - 512 21 58 / 528 17 54
Simurg
Kedileriyle meşhur kitabevini kediseverler de ziyaret ediyor. Beyoğlu’ndaki 21 yıllık kitabevinin sahibi İbrahim Yılmaz. Genellikle kitap kurdu olanların uğrak yeri. Kitap ve süreli yayın dışında hiçbir şey satmıyor. Sahaflık da yapıyor. Simurg adında 74 kitap yayınlamış olan bir yayınevi de var. Türkiye’de basılan yabancı kitaplar bulunuyor, dışarıdan getirmiyorlar. Sipariş alıp çok hızlı bir şekilde servis ediyor, aradığınız her kitabı buluyorlar.Tel: 0212 292 27 12

Tekin Kitapevi
İstanbul'un tarihi semtinde yer alıyor. Sahaf niteliğindeki kitapçı kitap alıyor, kütüphane kuruyor, Osmanlıca kitaplardan ansiklopedilere çizgi romandan üniversite kitaplarına kadar pek çok çeşidi bünyesinde barındırıyor.Süleymaniye Mah. Süleymaniye Cad. No:5Süleymaniye İSTANBUL 0212 528 70 85 0535 823 97 04
Varlık Kitabevi
Cağaloğlu'nda yıllara meydan okuyan yayınevi, zaman zaman parlıyor, zaman zaman geçmişin ağırlığına yeniliyor. Yaşar Nabi Nayır'ın kurduğu yayınevi'nin çıkardığı kitaplar ve Varlık dergisi burada bulunabilir.Piyerloti cad. No: 7/9 Çemberlitaş-İstanbul-Türkiye Telefon : (0212) 516 20 04 Fax : (0212) 516 20 05Nobel Tıp Kitabevleriİşte yıllardır adını ve yerini koruyan bir kitabevi. Elbette tıp alanında kitapları bulunduruyor. Üniversite öğrencilerinin ilk uğrak yeri.Millet Cad. N:111 Denizabdal Mah. Çapa Fatih - İstanbul

Zıppa Kültür Kitabevi
Zıppa Kültür Kitabevi 2007 tarihinde kurulmuş 2008'de Dikilitaş-Bakırköy'e taşınmıştır. Kitabevi, kafe yanı sıra kırtasiye, oyun/oyuncak, müzik market, hediyelik eşya, bilgisayar ve elektronik eşya aksesuarları da bulunmakta,Ahu Sok. N:7/3 Dikilitaş YKB Sokağı Ahu Apt. Kartaltepe Mah. , Dikilitaş, Bakırköy - İstanbul Tel: (0212) 5710696

Galatasaray Sahaflar Çarşısı
Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki sokaktan girin, Avrupa pasajının yanındaki pasajın iki katı tıka basa sahaf dükkanı dolu. Eski kitaplar, dergiler, poster ve kartpostallar, plaklar, ansiklopediler, ikinci el kitaplarla birlikte burada.
Akmar Pasajı Kitapçıları
Sadece Kadıköy'un değil, tüm İstanbul'un en ünlü pasajlarından olan Akmar'da onlarca kitabevi yer alıyor. Pek çoğu üniversiteye hazırlık kitapları ya da yabancı dil kurs kitapları satıyor. Bazılarında da ikinci el kitapları bulmak mümkün.
Beyazıt- Sahaflar Çarşısı
Bir zamanlar kitapkurtlarının ayrılamadığı mekan maalesef eski günlerinden çok uzakta. Eski kitaplar, nadir basılı eserlerin bulunduğu Sahaflar çarışı, zamana yenildi ve artık üniversite hazırlık kitapları satan sıradan bir çarşı halini aldı. Artık eski, nadide bir kitabı arayıp bulan kitapçı bile yok. Yine de eski günlerin hatırına dolaşmayı ihmal etmeyin.

REFERANDUM






Referanduma bir ay kala muhalefet ile iktidar partisi arasındaki düello tüm hızıyla devam ediyor.



Başbakan EVET, muhalefet HAYIR propagandası yapıyor. HAYIRcılar referandumdan Evet çıkması halinde AKP'nin ülkeyi böleceği, ülkenin daha antidemokratik bir yapıya bürüneceği, yargı ve yürütmenin tek partinin elinde olmasının yaratacağı kaygı üzerinden ilerlerken, EVETçiler darbe anayasasından kurtulmanın ve demokrasinin gereği olarak anayasa değişikliğine gidilmesi zorunluluğunu iletişim dili olarak kullanıyor.

Akademik dilin susup toplumsal karmaşa dilinin ağırlıkla kullanıldığı bu süreçte EVET- HAYIR kutupları oluşmuş, oyverenlerin kafası oldukça karışmış durumda. Özellikle gençler neye evet neye hayır diyeceklerini bilmiyorlar ve konunun bahsi açılınca o ortamdan uzaklaşıyorlar.
Siyasete özellikle ilgi duyan gençler var elbette, onlar da facebook, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde konuyu masaya yatırıp tepkilerini ortaya koyuyorlar ancak bu elbette yeterli değil.
Gençler kendileriyle aynı dili konuşan liderlere kendini daha yakın hissediyor
Yaşları gençlere bir hayli uzak olan liderlerin gençlere de hitap eden bir üslup geliştirmesi, konuyu anlaşılır bir dille gençlerle tartışmaya açması ve bunun için partiler kanadında uygun platformlar oluşturulması gerekiyor. Çünkü gençler kendileriyle aynı dili konuşan liderlere kendini daha yakın hissediyor. Dolayısıyla önümüzdeki seçim ve seçimlerin kaderini cep telefonu ve internet ortamında yetişen gençlerin belirleyeceğini düşünürsek (18- 34 yaş arası 21.000 kişi- %43) üzerinde önemle durulması ve asla atlanılmaması gereken bir iletişim biçimi oluşturulması şart.
Bu seçimde verilecek cevap, çoğunlukla kıyafet alırken danışılan arkadaştan fikir alışverişi (ağızdan ağıza pazarlama) sırasında netleşecek. Dolayısıyla onları ciddiye almak, gençlerin dilinden konuşmak, basit ve yalın cümlelerle konunun özünü aktarıp ayrıntılarla gençleri boğmamak gerekiyor.

Son 30 yıldır konuşulamayanın konuşulduğu, çekinilen ve söylenemeyenin söylendiği bir oluşum sürecindeyiz. Bu siyasetçiler için de oyverenler için de oldukça önemli bir süreç vee bunu iyi değerlendirmek gerekiyor.
Hükümet iktidarını perçinlemek, muhalafet iktidarı yıpratmak peşinde
2011'de yapılacak seçimin provası sayılan ve 12 Eylül 2010'da yapılacak referandumu gündeme getiren hükümet, iktidarını perçinlemek isterken muhalefet, bu süreçte iktidarı yıpratmak istiyor. Sandıktan 'hayır' çıkarsa iktidar büyük oranda puan kaybedeceğe benzer.


Evet çıkarsa neler olacak?

Referandumun özellikle Recep Tayyip Erdoğan için büyük önemi var çünkü AKP tüzüğüne göre üç kez üstüste milletvekili olan kişi dördüncü kez aday olamıyor. Erdoğan 2011'de son kez aday olacak ve bu Çankaya'ya çıkması için son fırsat. Bu seçimlerden iktidar partisi olarak çıkması gerekiyor ki 2012'de Cumhurbaşkanını seçmek için sandığa gidildiğinde iktidar hala aynı gücünü koruyabilsin. Aksi taktirde Çankaya tehlikeye girecek. O yüzden AKP Evet'leri çok önemsiyor ve tüm iletişim çalışması bunun üzerine.


Referandumla Türkiye'nin siyasi geleceği de belirlenecek




12 Eylül'de sadece anayasa değişikliğini oylamayacağız, çetrefilli siyasi geleceği de belirlemiş olacağız. Sandıktan çıkacak sonuçlar muhalefet partilerin üst yönetimlerinde de iktidar partisinin üst yönetiminde de pek çok değişikliğe sahne olabilir. Bu sebeple sandığa gitmek hepimiz için önemli.



SONAR sokağın nabzını tuttu

SONAR'ın yüz yüze anket tekniğiyle 4.000 kişiye uyguladığı ve sokağın nabzını tuttuğu Ağustos ayı Genel Seçim anket sonucuna göre, AKP %37.23 alırken, CHP % 31.20'lik oy oranına sahip olmuş, MHP %13.59'da kalmış. Bu durumda AKP'nin %16'lık oranı Kürt vatandaşlarından gelirken Türk vatandaşlarından %20 alması birinci parti olmasına yetiyor.

Anketin bir diğer sonucu ise CHP'nin güçlenmesi ve referandum sürecinin bir kısım MHP ve SP seçmeninin AKP'ye kaymasına neden olması. CHP'nin yeni lideri ile uzlaşamayan bir grup sosyal demokrat seçmen ve parti örgütü DSP'nin oyunun %3'lerde seyretmesini sağlamış.


Ekonomi ile ilgili sorulan soruda %40.13'lük bir kesim ekonominin daha da kötüye gideceği beklentisi içindeyken, %25'i bugün ile aynı olacak demiş.
Türkiye'nin en önemli sorunu? sorusunun cevabı %73.72'lik oranla işsizlik ve istihdam olarak belirtirken, %65.19 ekonomik sorunlar ve pahalılık demiş.



En güvendiğiniz kurum sorusuna %75.95 ile TSK cevabı verilirken, %62.03 ile Emniyet, %54.70 ile Yargı'ya olan güven oranı belirtilmiş. %42.65 Cumhurbaşkanı derken, %35.45 Başbakan'a güveniyorum demiş.

Sandıktan ne çıkar şimdiden öngörmek imkansız ama SONAR'ın önceki anket sonuçlarının ufak bir yanılma payıyla tuttuğunu düşünürsek araştırmanın sonucuna göre ufukta koalisyon var...