ODTÜ'de
Psikoloji okuyordun, 22 yaşındaydın. Fransızca dersleri vererek biriktirdiğin
parayla Uganda'ya gitmeye karar verdin. Nasıl gelişti, bahseder misin?
Afrika’ya
karşı hep bir merakım vardı, dolayısıyla Afrika’ya gitmek hep aklımdaydı.
Üzerine okuyor, yazılmış blogları takip ediyor, hayal kuruyordum. Sonra bir gün
“Neden gerçekleştirmeyeyim ki bu isteğimi?” diye düşündüm, ama bu sefer sadece
seyahat etmek yerine gönüllü olarak da çalışmayı kafama koymuştum.
En başlarda
aklımda hangi ülkeye gideceğime dair bir fikir yoktu, gönüllük sitelerini
incelediğimde Uganda çıktı karşıma. Hem güvenli bir ülkeye benziyordu hem de
benim gideceğim vakit kuru mevsime denk geliyordu, yani hava şartları
olumluydu. İnternette Uganda’yı araştırdığımda üzerine pek bir şey bulamamam
beni daha da çok heyecanlandırdı ve gitmeye karar verdim. Çevremin tepkisiyse
çok olumlu oldu, ailem ve arkadaşlarım beni çok desteklediler ve bloğuma
yaptıkları yorumlarla motivasyonumu hep en yukarıda tuttular.
'Ne
yapacaksin Afrika'da, orada yamyamlar var!' yorumlarına aldırmadın. Ne kadar
süre kaldın?
Afrika’da 2 ay kaldım, gönüllü olarak çalıştığım köyde ise (Kisiita’da) 1
buçuk ay kaldım. Diğer 15 gün boyunca ise Kenya’yı gezdim.
"AFRİKA HAKKINDA O KADAR GÜÇLÜ ÖNYARGILARIMIZ VAR Kİ ORANIN GÜVENLİ
OLABİLECEĞİNE İNANAMIYORUZ"
Senin
yaşında biri genelde daha güvenli, daha konforlu bir ülkeye gidip modern
hayatın, eğlencenin içinde olmak ister. Giderken güvenlik, sağlık, yiyecek gibi
konularda sıkıntı yaşayan bir ülkeye gidiyor olmak seni ürkütmedi mi? Hep böyle
cesur muydun?
Benim yapımda var sanırım, öyle çok konfor, çok lüks olunca rahatsız
oluyorum. Beş yıldızlı otellerde gerçekleştirilen tatiller bana pek cazip
gelmiyor. Güvenli olması önemli tabi ama Afrika hakkında o kadar güçlü
önyargılarımız var ki oranın güvenli olabileceğine bir türlü inanamıyoruz. Ben
gideceğim yerde herhangi bir güvenlik sorunu olmadığını önceden biliyordum.
Onun dışında aşılarımı yaptırdım, sivrisineklere karşı da her akşam sivrisinek
kovucu sprey sıktım. Yiyecekse hiç sorun değildi, sonuçta oradaki insanlar ne
yiyorsa onu yemeye hazırdım.
Aslında bana cesur diyorlar da bu seyahati gerçekleştirdiğim ben, hala
cesur olduğumu düşünmüyorum. Orası da dünyanın bir köşesi, orada da bizim gibi
insanlar var, neden oraya gitmek ayrıca bir cesaret gerektirsin ki? Oraya
gittiğimde bir sürü Avrupa ülkelerinden gençle tanıştım, benim gibi gönüllü
çalışmaya gelmiş, tamamen kendi isteğiyle.. Onlara “Türkiye’de neredeyse bir
kahraman olarak anıldığımı” söylediğimde onlara çok garip geliyordu bu durum.
"SARI HUMMA VE
HEPATİT A AŞISI YAPTIRMAK GEREKİYOR"
Gitmeden önce
sıtma, sarı humma aşısı yaptırmak gerekiyor mu? Nasıl bir süreç işliyor? Bazı
ülkelerde 6 ay öncesinden başlayıp her ay 1 kez aşı olmak gerekiyor, Uganda
için durum nasıl?
Sıtma aşısı yok. Sarı humma ve Hepatit A aşısı yaptırmak
gerekiyor. Ben de sarı humma aşısı oldum (Hepatit A geçirmişim küçükken).
Sıtmadan korunmak için bana antibiyotik verip her gün içmemi söylemişlerdi. Ama
her gün antibiyotik almak sakıncalı bir durum olduğundan ben sadece sivrisineğe
karşı sprey sıkmakla yetindim. Zaten kuru mevsimde olduğumuzdan çok büyük bir
risk de yoktu. Sonuçta da ciddi bir sağlık sorun yaşamadım.
URUGUAY DEĞİL UGANDA
Uganda'ya Brüksel aktarmalı gittin? Yolculukta
herhangi bir sıkıntı yaşadın mı? Pasaport geçiş noktasını anlatabilir misin?
Brüksel aktarmalı gittim, Brüksel’de havaalanında transit bölgede kalarak
Uganda uçağına bindim sonrasında. Belçika vizesi almak istemediğim için -hem
bir gün vardı iki uçuş arasında hem vize alma süreci çok yorucu bir süreç hem
de çok pahalı- Yalnız Türkiye’den Brüksel uçağına binerken Brüksel’den
“Uruguay” a uçuş yokmuş diyerek geçirmek istemediler beni. Yok diyorum Uruguay
değil, Uganda. Bayağı vakit aldı araştırıp soruşturup beni kontrol noktasından
geçirmeleri. Daha sonra Brüksel’de havaalanında takıldım, ev yapımı
sandviçlerimi yedim, kitap okudum ve bir gün beklediğim Uganda uçağımı
kaçırayazdım. Ama sonrasında sağ salim uçağıma ulaştım işte.
Gittiğin andan bahsedebilir misin? Nerede konakladın? Kimlerle tanıştın?
Sana nasıl davrandılar?
Uçakta şimdi eşim o zamanlar erkek arkadaşım olan Xavier ile buluştum, o
Belçika’dan binmişti uçağa. İnternetten http://pigmelerledans.blogspot.com/
adresinde yazan ve Uganda’da yaşayan Meltem Yaşar’la irtibata geçtim. Hatta
gitmeden önce irtibata geçtiğim sivil toplum örgütünün yerine bir bakıp
bakamayacağını sormuştum. Şans eseri yerleri Meltem’in evinin hemen yakınında
çıktı. Gitti, konuştu, fotoğrafını gönderdi. Sonrasında birkaç gün nerede
çalışacağım belli olana kadar onun evinde kaldık. Sağolsun bizi tanımadan evini
açtı. Bence Türk olmanın avantajlarından biri bu. Uganda’da bile olsa bir Türk
bulursan emin ol sokakta kalmazsın. Yurt dışına pek çıkmadığımız için Türkler
arasında hemen bir arkadaşlık bağı, yardımlaşma oluyor yurtdışında bir ülkede.
Çalışacağın yeri nasıl organize ettin?
Bir sivil toplum örgütü yönlendirdi beni, şehirde yer yokmuş seni köye
göndereceğiz dediler. Ben de hayhay dedim, zaten ben de kırsal bir bölgede
çalışmak istiyordum.
"ORTADA
OLAN TEK ŞEY SINIFTI. DEFTER, SIRA, TAHTA HİÇBİR ŞEY YOKTU"
Derslerde
neler yapıyordunuz, hangi şartlarda eğitim verdin?
Genelde drama dersleri veriyordum. Drama dersleri ile onlarla iletişim
kurmaya, onları anlamaya çalıştım. Ortak bir dil yaratmaktı amacım. Kendilerini ifade etmeleri, yaratıcı olmaları için teşvik etmeye
çalışıyordum genel olarak. Türlü türlü oyunlar oynadık. Hayal kurduk, konuştuk,
anlattık, paylaştık. Çok eğlendik birlikteJ Bir süper kahramanlar oluyorduk, bir doğaç yapıyorduk, sonra müzik
yapıyorduk, resim çiziyorduk.. Doğada yapıyorduk çalışmaları, hava mis gibi,
geniş, yemyeşil alan var, saatlerce oyunlar oynuyorduk dışarıda. Benim verdiğim
dersler beden eğitimi diye geçiyordu, çocuklar sabahın köründe odamın kapısında
belirip “Madam Seda beden eğitimi var mı bugün?” diye soruyorlardı...
Yine benim okuldakiler şanslıydı, oturacak sıraları, yazacak tahtaları
vardı, her ne kadar kimi zaman sınıfların kapı ve pencereleri olmasa da. Ama
bir kez bir okula gittik ziyarete, orada yaşanan tam bir sefaletti. Ortada olan
tek şey sınıftı. Defter, sıra, tahta vs. hiçbir şey yok. Sadece öğretmen ve öğrenciler..
Onlar da yerde yapıyorlar dersi. Sonra birden çalıştığım okul Esukanesi gözüme
iyi görünmeye başladı, dedim meğer biz ne zenginmişiz J
"KURAKLIK ! BU SORUN ÇOCUKLARI ÇOK KORKUTUYORDU"
Drama derslerinde örnekledikleri karakterlerden onların dünyalarına girme,
onları daha yakından tanıma fırsatı yakaladın. En çok neyi önemsiyorlar ?
Uganda’ya
gitmeden önce drama aktiviteleri vardı kafamda, kitaplar taşımıştım yanımda ama
Ugandalı çocuklara hitap eder mi kestiremiyordum. Sonuçta hiç beklemediğim bir
performans yakaladım! Ne düşünüyorlar, dertleri tasaları ne, ne arzuluyorlar
hemencecik dökülüverdi dersler sırasında. Benim hiçbir şey sormama gerek
kalmadı. Örneğin bir sorun bulmaları ve bu sorun üzerinden bir doğaç
oluşturmalarını istediğimde hemen her doğaçta “kuraklık” sorunu çıkıyordu. Bu
sorun çocukları çok korkutuyordu, ya yağmurlar durursa da bir şey yetişmezse,
aç kalırız diye. Orada doğa kurallarının çok farkındalar çocuklar, doğayla
birebir ilişki halindeler.
"DENİZ VE KAR’IN NE DEMEK OLDUĞUNU İFADE ETMEM ÇOK ZOR
OLDU"
Ülkelerinde
hiç görmedikleri için 'deniz' ve 'kar'ın ne demek olduğunu tarif etmem çok zor
oldu. Deniz veya kar resmetmelerini istediğimde çok farklı şeyler çizdiler.
Derslerde İngilizce konuşuyordunuz? Çocuklarla arandaki iletişim nasıldı?
Örneğin onlar sana İngilizceden sonra kullanılan ikinci dil Svahili dilini, sen
de onlara Türkçe öğretmeyi denediniz mi?
Evet ingilizce konuşuyorduk. Onların ingilizcesi biraz değişik yalnız,
koloni oldukları zamandan kalma bir ingilizce. “I should go” diyeceklerine “I
should vacate” diyorlar mesela, böyle kimi zaman artık günümüz İngilizcesinde
kullanılmayan kelimeleri kullanıyorlar. Bir de her kelimenin sonuna “i”
ekliyorlar. “rabit” değil de“rabiti”, “flower” değil de “floweri” gibi. Önceleri
biraz birbirimizi anlamakta zorlandık ama sonra alıştık bir şekilde.
Anaokulu
yaşındakilerle hiç anlaşamıyordum. Çünkü orada çocuklar ingilizceyi okulda
öğreniyorlar, yoksa kendi aralarında, aileleriyle “lugandaca” konuşuyorlar.
Benim köyümde svahili değil de lugandaca konuşuluyordu. Ben Türkçe öğretmedim.
Onlar bana Lugandaca öğretmeye çalıştılar. Hatta kalem ve kitap kelimeleri
hatırladığım kadarıyla onların dilinde de aynıydı, bayağı şaşırmıştım. J
"KİSİİTA'YA 1960'LARDAN SONRA GİREN İLK BEYAZ BENDİM"
Beyaz
olduğun için sıkıntı yaşadın mı? Muzungu diyorlar değil mi beyazlara?
Beyaz olduğum için her yerde ilgi çekiyordum. Ama Kisiita’da çok daha fazla
çünkü oraya 60’lardan sonra giren ilk beyaz bendim! Drama aktiviteleri
sırasında bir şey anlatırken bir bakıyordum bazen bir çocuk çaktırmadan saçımı
eline almış inceliyor. Birini dikkatle ayak parmaklarıma bakarken buluyordum
mesela. Çok merak ediyorlardı benimle ilgili her şeyi. Çocuklar sürekli
Türkiye’yle Avrupa’yla ilgili sorular soruyorlardı. Daha yaşı büyük olanlar
“Nasıl Avrupa’ya gidebilirim?” eksenli sorular soruyorlardı. “Bana Avrupa’ya
gitmek için maddi olarak destek ol” diyenlerin sayısı da az değildi. Veli
toplantısında bir anneanne, torununu Türkiye’ye götürmemi istemişti şakayla
karışık. “Muzungu”san, yani beyazsan, kesinlikle çok paran olduğunu
düşünüyorlar orada. Eh bunu da anlamak çok güç değil aslında..
"PEYNİR ALMAK İÇİN İKİ SAATLİK YOL
GİTMEK ZORUNDA KALDIM"
Bazı yerlerde elektriğin sık sık kesildiğini,
peynir almak için iki saatlik yol gitmek zorunda kaldığını, çoğunlukla kuru
fasulye yediğini biliyorum.
Neler yedin içtin?
Hep fasulye hep fasulye. Bir de ‘matooke’ yani pişirilebilen bir muz türü.
Bir de unla yapılan ekmeğe benzer bir şey daha. ‘Jake fruit’ vardı, kocaman bir
meyve mayhoş bir tadı var. Ananas ve tutku meyvesi yiyordum arada bir de. Ama
kuru mevsimde olduğumuz için pek meyve bulamıyordum. Hep aynı şeyi yiyorduk,
kuru fasulye. Farklı birşey yemek için hafta sonunu beklemem gerekiyordu, o
zaman en yakındaki kasaba olan Masaka’ya gidip bir öğün de olsa farklı bir
şeyler yiyebiliyordum. Bir de ben peyniri çok severim ama orada peynir
üretilmiyordu ve Masaka’da yalnızca bir bakkalda bulabiliyordum peyniri.
Kaldığım köydeyse elektrik ve dolayısıyla buzdolabı olmadığından hiçbir şey
saklayamıyordum. Bir gün peynir almak için iki saatlik yol gitmek zorunda
kaldım. Dolayısıyla kurufasulyeye tabii kaldım bir buçuk ay boyunca.
"SITMADAN
HAYATINI KAYBEDEN ÇOCUKLAR, BEBEKLER VARDI"
Kisiita'dan çok etkilendiğini okudum?
Neler deneyimledin orada?
Sıtmadan hayatını kaybeden çocuklar, bebekler vardı. Yediklerinin zengin
olmaması en büyük sorunlardan biriydi. Kimi çocukların kafalarında vücutlarına
yeterince vitamin alamamaktan dolayı yaralar oluşmuştu. Aids olan çocuklardan
bahsediliyordu ama ben benim okulumda şahit olmadım.
Bir kez de benim ayak parmaklarıma elma kurdunu andıran kurtçuklar girmişti.
Parmaklarım şişmeye başladı. Neyse ki daha önce buna tanık olmuşlardı ve öğretmenler
aletleriyle ayağımdaki parazitleri hemen çıkardılar. Tozdan oluyormuş meğer,
pislikten. Daha sonradan tekrar girdi ama ben de artık daha büyümeden nasıl
çıkarıldığını öğrenmiştim. Gerçi bu AIDS, sıtma gibi hastalıkların yanında hiç
büyük bir sorun değil. Ama o zaman gerçekten korkmuştum.
"KİSİİTA’DA İNSANLAR DOĞA KURALLARINA
BİRİNCİ DERECEDEN BAĞLILAR"
Kisiita’da insanlar doğa kurallarına birinci dereceden bağlı olarak
yaşıyorlar. Yağmur yağmazsa, ekinler büyümez bu kadar basit. Doğanın dengesinin
bozulması halinde ilk olarak etkileneceklerinin farkındalar. Bu röportajı
okuyanlardan bir rica: Ne olur tükettiklerinize dikkat edin, attığınız
adımların dünyaya olan etkisini aklınızdan çıkarmayın. Dünyanın bir yerinde
doğanın dengesinin bozulmasıyla oluşabilecek olumsuzlukların sonuçlarıyla
bizden önce yüzleşeceklerin olduğunu unutmamak gerek.
Uganda diğer
Afrika ülkelerinde olduğu gibi AIDS dolayısıyla kayıp veren bir ülke..
Onlar AIDS hakkında çok fazla şey biliyorlardı, sonuçta günlük yaşamlarının
merkezinde bir olay. Uganda AIDS oranını düşürme konusunda Afrika’ya örnek
olacak bir ülke. 1990’lı yıllarda hem devletin hem de sivil toplum örgütlerinin
çabalarıyla AIDS’e karşı bilgilendirme kampanyaları başlatılmış ve bu
kampanyalar sonucunu vermiş. Örneğin 1991’de yetişkinlerin yüzde 15’i HIV
virüsüne yakalanmışken şu anda yetişkin nüfusun yüzde 6.5, çocuk nüfusunun ise
0.7 oranında bu virüsü taşıdığı düşünülüyor. Bu da Afrika standartlarında
oldukça iyi.
Tüm seyahatin boyunca ne kadar
harcadın?
2 bin TL harcadım, bilet, vize her şeyi
dahil.
Hülya Meral
Facebook: Hülya'nın Valizi