Tüm Müslüman
aleminde olduğu gibi Türkiye'de de çoluk-çocuk, genç- ihtiyar, kadın-erkek pek çok
kişinin coşkuyla ve heyecanla beklediği, cömert iftar ve sahur sofralarıyla
taçlandırılan Ramazan ayı, saygı, hoşgörü, birlik, beraberlik gibi manevi
değerlerin de ön planda olduğu en kıymetli ay.
Açın
halinden anlamayı, sabretmeyi, şükretmeyi, nefsimize hakim olmayı, nefsimizi
sınamayı, hoşgörüyü, saygıyı, empati kurmayı, iç dünyamızı daha yakından
izlememizi ve eksikliklerimizi görmemizi sağlayan bu zaman dilimi ailemize,
eşimize, dostumuza, komşumuza da en yakın olduğumuz ay aynı zamanda.
Gözleri de karnı da doyuran sofralar
Eski
Ramazanlar iftar topunun atılmasının heyecanla beklendiği, fırınların önünde
uzadıkça uzayan yine de keyifle girilen pide kuyruklarıyla renklenen, top
atılır atılmaz elinde pidelerle evlerine koşturan insan görüntülerine sahne
olurdu.
Gözleri de karnı da doyuran sofralar birkaç saat öncesinden özenle hazırlanmaya başlanır, mutfakta sevimli bir telaş sarardı herkesi. Ramazan ayının on beşinden itibaren iftar davetleri başlar, hali vakti yerinde olanların sofrasına "selamınaleyküm" diyen teklifsiz oturur, kimse de ona sen kimsin diye sormazdı, yoldan geçeni doyurmak büyük bir erdem sayılırdı. Hatta Anadolu’daki bazı konaklarda konak sahibi tarafından hazırlatılmış yemekler tencerelere konulup konağın yan kapısından paravan vasıtasıyla ihtiyaçlı kimselere verilir ne alan ne de veren birbirini görürdü. Kör karanlıkta gümbürdeyen davul sesiyle ailecek sahura kalkılır, iftardan kalma pideler bölüşülerek yemeğe katıklık edilirdi.
Yaşama düzeninin iftar ve sahur saatlerine göre ayarlandığı eski Ramazanlar, aile fertlerinin ve toplumun birbirine daha fazla yakınlaşmasını sağlar, sohbeti ve paylaşımı arttırırdı. İftardan sonra kıraathanelerde toplanan mahalle halkı, o bölgenin meddahını dinler, hem öğrenir hem eğlenirdi.
Teravih
saatlerinde camilerde ibadet ederek iç huzura ulaşmayı arzulayan, teravih
sonrasında orta oyunları, Hacivat- Karagöz'ü, kuklaları, fasılları,
sihirbazları, ateş yutan akrobatları, cazbant ve kantoları izlemeye giden halk,
sahur saatine kadar şenlik alanlarında vakit geçirir, imsak vaktiyle evlerine
veya işyerlerine dağılırlardı. Eski Ramazanlar’ da tiyatroların bile özel
uygulamaları olur, Ramazan'a özel matineler konurdu. Oruç tutanlar, yatsı ile
iftar arasında gününü tiyatrolara koşarak geçirirdi.
Eski ramazanlarda şerbet ve şuruplar, boza ve sahlep önemli Ramazan içecekleriydi. Demirhindi, ağaç kavunu, menekşe, kızılcık gibi şimdilerde adını bile duymadığımız içecekler karla soğutularak sunulur, nargile, çubuk veya kahve ile iftar keyfi tamamlanırdı.
Kahvenin büyük konaklarda tüm misafirlere
aynı anda verilmesi şarttı. Kahve ibriğinin soğumaması için gümüş zincirli
ateşlikler yakılır, kahveler kafesli gümüş zarfların ucundan tutulmak suretiyle
misafirlere ikram edilirdi.
İftardan sonra haremağaları vasıtasıyla Sultan
ve Kadın Efendilere saygılar iletilir, iltifatla beraber, derecelere göre “diş
kirası” adı altında armağanlar ya da para alınırdı. Akraba ve dostlar arasında
ise Ramazan’ın ilk haftasında habersiz iftara gitmek, bir saygı belirtisi
sayılırdı.
Bayram sabahı
Bayram
sabahı en çok çocukları sevindirirdi. Bayram namazı sonrası uzun zamandır
yapılmayan kahvaltı edilir, komşu kapılarını tek tek çalan çocuklara önceden
hazırlanmış mendilin içinde çikolata, şekerleme ve harçlık verilerek güzel bir
ritüel yaşanırdı. Bayram davulcuları bütün ay sahura kaldırdıkları mahalle
halkının kapısını çalar, yevmiyeliğini çıkarırdı.
Osmanlı’da Ramazan Gelenekleri
Orucun Açılma Vakti: İftar Osmanlı'da oruç açmak büyük törendi. Ne yemek
yapılacağı, neyin ne zaman sofraya geleceği ve hangi yiyeceğin ne zaman sofrada
yeneceği belliydi. İftar sofrasında oruç, iftariyeliklerle açılırdı. Damak
lezzetine hitap edecek tüm iftariyelikler ayrı ayrı yerlerden alınırdı.
Çeşit
çeşit peynirler, siyah ve yeşil zeytinler, farklı kaplarda gelen rengarenk mis
kokulu reçeller, pastırma, hurma ve ekmek yerine bir Ramazan klasiği olan pide,
iftariyeliklerin olmazsa olmazlarındandı. İftariyeliklerin ardından çorba
servise sunulur ve çorbalar bitirildikten sonra 40 kaptan fazla et, sebze,
balık yemeği padişahın sofrasını donatırdı.
Ramazanın
baş tatlısı olan güllaç ve bunun
gibi pek çok tatlı ana yemeklerden sonra afiyetle yenirdi. Tüm bu yiyeceklerin
pişirilmesi, sofraya getirilmesi, sofradan kaldırılması adabına göre
gerçekleştirilir, sofraya hizmet eden de sofradan yemek yiyen de iftara hürmet
gösterirdi.
Sabah Ezanı Okunmadan: Sahur Gözleri de karnı da doyuran iftar sofrasına nazaran
sabah ezanından önce yenen sahurda, mideyi yoracak et yemeklerinden ziyade,
karnı bütün gün tok tutacak hamur işleri, pilav ve vücudun şeker ihtiyacını
karşılayacak kurutulmuş meyvelerden yapılan hoşaflar yenirdi.
Diş Kirası Ramazanın en önemli özelliklerinden biri de iftar
sofralarına davetsiz gidilebilmesiydi. Osmanlı Sarayına Ramazan ayı boyunca
iftara davetsiz olarak gelinebilirdi. Bunun haricinde Osmanlı Sarayının özel
davetleri de olurdu. Ramazanın ilk on gününde Padişah, ayan ve mebusan
reisleriyle birlikte vükelayı saraya iftar için davet ederdi. Sadrazamın baş
köşede oturduğu bu sofra diğer iftar sofralarına göre çok daha mükellef olurdu
ve hep birlikte daha çok vakit geçirilirdi. Bu sofralarda zengin ve leziz
yemeklerden ziyade 'Diş Kirası' asıl büyük hediyeydi.
Kahve,
şerbet ve sigaralıklar içilirken Mabeyn Müdürü, Enderun Efendisi ile salona
girerdi. Enderun efendisinin elinde büyükçe bir gümüş tepsi yer alırdı.
Tepsinin üzerinde davetlilerin isimlerinin yazıldığı hediyeler olurdu. Bu
hediyeler kıymetli saatler, tütün tabakalarından oluşurdu.
Sarayda Görkemli
Hazırlık Osmanlı Sarayında Matbah-Amire, ramazan ayı gelmeden tatlı bir telaş
içine girerdi. Kilerdeki uçsuz bucaksız taş odaların, özenle seçilen
yiyeceklerle doldurulması sarayda ramazanın en önemli habercisiydi. Taptaze
yiyeceklerin renkleri, taş odaların soğukluğunu hissettirmezdi.
Mutfaklarda Bereket: Ramazan ayında, Osmanlı Sarayında kilerlerin özenle seçilen malzemelerle
doldurulmasından, hazırlanacak iftar ve sahur sofralarının zenginlik ve bereket
içinde geçeceği belli olurdu. Bu bereket tüm topraklarda tesirini gösterir ve
Müslüman, Hıristiyan, Musevi demeden herkes tarafından paylaşılırdı.
Osmanlı’nın
tüm Bereketi Ramazan Sofrasında Osmanlı toprakları üzerinde yer alan yörelerin
kendine has tazelikleri ve bereketi günler öncesinden toplanmaya başlanırdı. Bu
yörelerin özel lezzetleri özenle saraya taşınırdı. Tokat'ın, Malatya'nın Şam'ın
kayısıları, Ankara'nın balları, Antep'in kuru baklavaları, fıstıklı, bademli,
cevizli sucukları, İzmir'in kuru incirleri, vişneleri, üzümleri ve bunun gibi
daha pek çokları ramazan sofralarında damaklara layık olacak biçimde toplanır,
özenle saklanır ve on bir ayın sultanı ramazan için hazır bekletilirdi.
En Lezzetli Yarışma: Toplumun yüksek kültürünü oluşturan en önemli ramazan geleneklerden biri
arife gününde Osmanlı sultanlarının ramazan öncesinde kutsal emanetleri ziyaret
etmesiydi. Hazreti Muhammed'in vasiyet ederek Veysel Karani'ye hediye ettiği
hırkanın bulunduğu Hırka-i Şerif'e arife günü gitmek Osmanlı Sarayı için en
önemli ritüellerden biriydi.
Bu ritüelin hemen ardından saray sultanlarına çeşitli
aşçıların hazırladığı soğanlı yumurtalar ikram edilirdi. Her bir soğanlı
yumurtayı tek tek tadan sultanlar, aşçıların ustalıklarını lezzet testine tabi
tutardı.
En beğenilen soğanlı yumurtanın aşçısı, ramazan ayı boyunca sultanın
yemeklerini pişirmeye hak kazandırılarak ödüllendirilirdi. İslam dininin değil
ama bir Osmanlı Saray geleneği olan bu yemek, günümüzde bile iftar sofralarının
olmazsa olmazları arasında yer alır.
Şimdiki ramazanlar eskiyi aratıyor
Şimdiki
ramazanlarda mahya ışıklarıyla aydınlanmış camilerin oluşturduğu büyüleyici
atmosferde şehrin gürültüsünden iftar topunu duyamasak da, pide kuyrukları
eskisi kadar uzun olmasa da aynı telaşı, aynı heyecanı sokaklarda hissetmemiz
mümkün. Belediyeler aracılığıyla nerdeyse her semte kurulmuş iftar
çadırlarından işten çıkıp iftara yetişemeyen de evinde bir tas çorba yapacak
maddi gücü bulunmayan da faydalanabiliyor.
Eskisine nazaran iftar davetleri seyrekleşse de geniş ailelerde eski gelenekler sürdürülerek büyüklerin evinde toplanılıp sahur vaktine kadar ikramlarla süren bir ramazan yaşanıyor. Bazı işyerleri ise toplu iftar yemekleri düzenleyerek Ramazan'da biraraya gelebiliyor.
Maddi durumu müsait olanların marketlerle anlaşıp iftariyelik paketlerle yoksul ailelere yardımda bulunduğu şimdiki ramazanlarda, ramazan davulcularının yerini de cep telefonları almış durumda. Sahura kalkmayanlar veya oruç tutmayanlar davul sesinden ve gürültüden dolayı alarmı çalan arabalardan rahatsız olsa da kaybolmak üzere olan gelenek bazı mahallelerde halen sürüyor. Ramazan davulcuları bayram sabahı bütün ay çaldığı davulun bahşişini toplamak için kapı kapı dolaşıp bayramlaşıyor.
Sultanahmet
Meydanı, Eyüp Sultan ve Feshane’de Ramazan’ın ruhuna uygun düzenlenen
eğlenceler, etkinlikler, gösteriler de sahur vaktine kadar süren eski
Ramazanları yaşatmamız için birer vesile.
Televizyonlardan
yapılan canlı yayınlarla, eski ramazanların anlatımıyla, sohbetlerle, Hacivat-
Karagöz gösterimleriyle, pamuk şeker, kağıt helva, horoz şekeri, elma şekeri
gibi nostaljik objelerin ahengiyle yaşanan ramazan ayında tiyatrolara rağbet
azalsa da bazı belediyeler özel tiyatrolarla anlaşma yaparak halka eski tatları
yaşatmaya çalışıyor.
Bayramlar eski heyecanını kaybediyor
Son yıllarda bayramlar da eski ihtişamını, sıcaklığını ve heyecanını kaybetmiş durumda. Her ne kadar bayram ziyaretleriyle gelenekler sürdürülmeye çalışılsa da pek çok kişi bayram günlerini tatil fırsatı olarak değerlendirip şehir dışında geçiriyor. Artık özellikle bayramlık alışverişine çıkan aileler de görmüyoruz, hazırlanan mükellef bayram sofraları da. Bayramlıklarını giyip kapı kapı dolaşarak şeker toplayan bayram çocukları da yok, onlara şeker ikram eden evsahipleri de..
Ramazan ayının yaz aylarına denk gelmesi sebebiyle camilerde ibadet edenleri de sıcakta nasıl oruç tutacağız, camide nasıl nefes alacağız tedirginliği sardı. Bu durumda en iyi kıstas serin ve klimalı camilerin tercih edileceğini söyleyebilirim. Yapısı itibariyle klima/havalandırması olan ve namaz kılarken en çok rahat edilen 5 camii ise şöyle:
1- Bebek Camii
3- Ortaköy
Camii
4-
Arnavutköy Camii
5- Bezmialem
Valide Sultan Camii
Bu camiler haricinde Hazreti Muhammed'in vasiyet ederek Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın bulunduğu Fatih'teki Hırka-i Şerif Camii'nde korunan Hırka-i Şerif ziyaret edilebilir.
Ramazan'da görülebilecek diğer camiler
Süleymaniye Camii ve Külliyesi
1550-1557
yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşa edildi. Ramazan ayı boyunca
İstanbullular'ın akın ettiği cami Sultanahmet ve Eminönü'ne çok yakın. Klasik
Osmanlı mimarisinin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biri olarak yaşayan
Süleymaniye Camii'nin manzarası muhteşem.
Büyük Selimiye Camii
Üsküdar'ın
Selimiye semtinde Selimiye kışlasının hemen yanında yer alan Büyük selimiye
Camii, 1801-1805 tarihleri arasında Sultan III. tarafından yaptırılmış. Mimarı
belli değil. Görkemli bir yapı olan caminin ünyesinde hünkar kasrı, mekteb,
muvakkidhane, çeşme ve sebil bulunmakta.
Eyüp Sultan Camii
Ramazan'da
akşamları ışıl ışıl oluyor. İstanbul'un sahip olduğu en önemli eserlerden biri
olan bu camiyi, 1459 yılında Fatih Sultan Mehmet yaptırdı. 1766 yılındaki
İstanbul depreminde oldukça zarar gören eser, Sultan III. Selim tarafından 1800
yılında tekrar inşa ettirildi. Caminin altın yaldızla kaplanmış süslemeleri
dikkat çekiyor.
Sultan Ahmet Camii
Cami yılın
her dönemi ziyaretçi akınına uğrayan ibadet mekanlarından. 1609-1616 yılları
arasında mimar Sedefkar Mehmet Ağa tarafından inşa edilen yapının her
ayrıntısında ince bir işçilik var.
Fatih Camii
Fatih Sultan
Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Camisi, Fatih Külliyesi'nin içinde. 1509
yılındaki büyük İstanbul depreminde büyük hasar gören eser, II. Beyazıt
döneminde elden geçirildi. 1766 yılında ikinci bir depreme maruz kalınca çok
ağır bir hasar aldı.
Beyazıt Camii
İstanbul
Üniversitesi'nin heybetli kapısının karşısında bulunan Beyazıt Camii'ni Sultan
Bayezid Veli, mimar Yakup Şah'a yaptırdı. Caminin sağında Beyazıt Devlet
Kütüphanesi, solunda ise Vakıf Hat Sanatları Müzesi var. Çınaraltı, Sahaflar
Çarşısı ve Kapalıçarşı, Beyazıt Camisi'nin hemen yanında bulunan önemli
noktalar.
Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii)
1853 yılında
inşa edilen Ortaköy Büyük Mecidiye Camisi'nin mimarı Nigoğos Balyan. Abdülmecit
tarafından hayata geçirilen eser, barok stili yansıtıyor. İki tane şerefeli
minaresi olan caminin duvarlarında beyaz kesme taş kullanılmış.
Molla Zeyrek Camii
Bizans
dönemi yapısı Pantokrator Kilisesi, Fatih Sultan Mehmet döneminde cami olarak
yeniden yapılandırıldı. Günümüzde yalnızca güney bölümü kullanılıyor.
Yeni Camii
Yeni Camii
ya da Valide Sultan Camii'nin temeli 1597 yılında Sultan III. Murat'ın eşi
Safiye Sultan'ın emriyle atılmış. İstanbul'un simgelerinden biri olan camii,
özellikle önündeki her daim bulunan kuşlarıyla meşhur.
Mihrimah Sultan Camii
Kanuni
Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1548'de Üsküdar Meydanı'nda
inşa ettirilen caminin Mimarı Mimar Sinan. Camiyle medrese arasında Mihrimah
Sultan'ın iki oğlunun ve Sadrazam İbrahim Ethem Paşa'nın türbeleri bulunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder