Karadeniz'e komşu, Sarıyer'e 6 kilometre uzaklıktaki oksijen deposu Garipçe Köyü'ne gidiyoruz bu sefer..
Köyün girişi |
İstanbul'un 8 köyünden biri olan aynı zamanda minyatür Karadeniz'i yaşamamıza da olanak sağlayan İstanbul'un yanıbaşındaki bu balıkçı köyüne gitmesi de vakit geçirmesi de son derece keyifli.
Haftaiçi Koç Üniversitesi öğrencilerini haftasonu da günübirlik tatilcileri ve motorsikletleriyle gruplar halinde dolaşmayı geleneksel hale getirmiş grupları ağırlayan Garipçe adeta bir vaha gibi..
Yıllardır adını duyduğum ama bir türlü fırsat yaratıp gidemediğim Garipçe'ye beni atan rüzgar geçtiğimiz yıl alınan kararla 3. köprünün bir bacağının buraya yapılacağı haberiydi. Haberle ayağa kalkan çevrecilerin eylemlerini, bildirgelerini basından duymuş, izlemiş olabilirsiniz.
Ancak gittiğimde öğreniyorum ki köyün 1,5 kilometre ötesinden geçirilmesi planlanan köprü yolu Köy'ü etkilemeyecek. Aksine köy halkı köprü yapıldıktan sonra köyün popülaritesinin daha da artacağını düşünüyor.
Garipçe'yi upuzun bir sahil gibi düşünmeyin. Küçük ama şirin, birkaç mütevazı cafe-restoranın denizin dibinde yanyana dizilmesiyle oluşmuş alandan ibaret.
Siz kahvaltı ederken balıkçılar ya ağlarından balık ayıklıyor ya da açık denizde ağlarını yırtan yunusların açtıkları delikleri onarmakla uğraşıyorlar.
Köye girer girmez Garipçe'yi öven arkadaşlarımın dilinden düşüremedikleri isim KAŞI KUMLUK'un işletmecisi Trabzon Sürmeneli Kıvırcık Ali'yi (Ali Oğuz) buluyorum hemen. Kıvırcık Ali ismi gibi kıvırcık değil, lakabı buymuş..:) Garipçe'ye kim gelirse Kıvırcık Ali'de birşeyler yemeden ayrılmazmış, gelenlerin çoğuyla arkadaş olmuş. Kocaman bir networkü var kendisinin :)
Sabah yola erken çıktığım için hemen kahvaltı etmek istiyorum. Açıkçası sabırsızlanıyorum. Çünkü açıkbüfe kahvaltıda muhlama var..
Kıvırcık Ali gelmeden önce gelmek için söz verdiğimiz saate uymamız için bizi uyarıyor, 5 dakika geciksek yer kalmıyormuş. Sahiden de söylediği gibi oluyor. Gecikenler ayakta kalıyor veya yandaki restoranlara geçiyorlar.
Önce gidip mutfağı selamlıyorum ve neler olduğuna bakıyorum.
Taze pişmiş mısır ekmeği, çeşit çeşit Karadeniz'den getirilmiş peynirler, mis gibi kokan tereyağı, bal, yumurta derken aslında klasik bir kahvaltı buluyorum. Masaya sigara böreği, tereyağında sucuklu yumurta, muhlama geliyor. Çaylar termosta, bittikçe kendiniz dolduruyorsunuz.
Kahvaltı ederken kayık kiralayıp hafif hafif denize açılan gençleri izliyorum. Derken tipik Karadeniz yağmurunun burada da etkili olduğunu görüyorum. Keza atıştırıp duruyor.
Kahvaltı için restoranın üst katını da tercih edebilirsiniz. 5-6 kişinin sığabileceği bir terası var, manzarası mükemmel. Kışın üst katında kuzine soba yakılıp üzerinde kestane pişirilip çay demleniyormuş. Kahvaltı için gelenlerin yanısıra taze balık yemek isteyenler de Kaşı Kumluk'ta alıyormuş soluğu.
Kahvemi de içtikten sonra (kalabalıktan kaynaklı aceleden olsa gerek kahve çok başarılı değildi.) restoranın sağ tepesinde görünen evi soruyorum. Erdal Özyağcılar'ın eviymiş.
Önceden çok sık geldiğini ama son yıllarda daha çok eşi Güzin Özyağcılar'ın ve kızının uğradığını öğreniyorum. Malum çok izlenen Yabancı Damat, Elveda Rumeli dizisi ve Maldivler'de çekilen Denizbank reklamlarından sonra Erdal Özyağcılar, TRT'de yayımlanan Bizimkiler dizisindeki günlerinden bile daha popüler oldu. Eminim Garipçe'ye gelmeye vakit bulamıyordur :)
Kıvırcık Ali'den Özyağcılar'ın evinin önünden ilerlersek orman yoluna çıkabileceğimizi öğreniyorum. Yağmurun çişe atmasına aldırmadan bahçeler içinden geçerek yürüyorum.
Hatta yıllar önce Karadeniz'den bu köye göçmüş, ineklerini otlatan Karadenizli bir teyzeye denk geliyorum. İneklerini fotoğraf çekmeme izin vermiyor:) Söylediğine göre biz şehirliler gelip ineklerinin fotoğraflarını çekiyormuşuz, sonra internette başkalarına gösteriyormuşuz. Nazar değiyormuş ve inekleri yeteri kadar süt vermiyormuş:) (Flaşsız çektim ama hadi bana saklı kalsın)
Derken hafif tempoyla rahatça çıkabildiğim tepeye geliyorum. Solumda Ceneviz yapımı kale, karşımda Beykoz-Poyrazköy, karşı sağımda Anadolukavağı, önümdeyse denizin ortasında dans eden yunusları izliyorum. Ağları deldikleri için balıkçıların kabusu olan yunuslar ufak bir gösteri sunuyor. Manzara mükemmel ve ıslanmış toprağın kokusu taze taze burnuma geliyor.
Kale |
Yağmur gittikçe hızlanıyor, bitki örtüsü tepede alçak çalılıklar olduğu için saklanacak büyük bir ağaç bulamayıp sırılsıklam oluyorum ama hiç şikayetçi değilim.
Yağmur biraz dinince dönüşe geçip tekrar köyün meydanına geliyorum. 5 dakikalık bir yürüyüşle meydanın hemen solunda bulunan 550 yıllık Kale'yi görmek için iki tarafı taş duvarla örülü geçitten geçip demir kapıdan ilerliyorum.
Tuğla duvarlar, mahzenlere giden basamaklar, tabyalar, derken bakımsızlıktan yok olmakta olan bir antik yapı ile karşılaşıyorum. Sonradan duyduğum söylentiye göre 3. köprünün bir ayağının buraya inşa edilecek olması bölgeye olan ilgiyi arttıracağı için Kale ve çevresiyle ilgili ciddi turizm yatırımı planlanıyormuş. Aslına sadık kalınarak bir bölümü hamam, bir diğer bölümü sosyal tesis olarak restore edilecekmiş.
Kale'den inerken sağda KALEDİBİ CAFE'de oturup bir dinlenme çayı içip waffle söylüyorum. Porsiyonları ve malzemesi bol değildi ama tadımlık birşeyler isterseniz ideal.
Garipçe'de özellikle motorsiklet tutkunlarının müdavimi oldukları bir diğer mekan ASMAALTI CAFE-RESTORAN. Köyün girişindeki iki kattan ibaret, asmalarla çevrilmiş bu naturel mekanda, cafenin girişini çepeçevre sarmış koyu pembe güllerle selamlanıyorsunuz.
Daha bahçesine adım atar atmaz restorana kadın eli değdiği belli oluyor. Her masanın yanından rengarenk bir çiçek, bir ağaç uzanıyor.
Asmaaltı'nda Karadeniz kahvaltısı yapabilir, geç geldiyseniz taze balık çeşitlerinden deneyebilirsiniz. Restoranın kışın kullanılan iç kısmında kuzine soba, karadenize özgü yöresel eşyalar ve kıyafetler hoş bir dekor oluşturmuş. Kışın kuzine sobada kestane pişirilip gelen misafirlere ikram ediliyormuş.
Köyün küçük meydanında erişte, tereyağı, peynir, köy yumurtası, bal, mısır ve taze sebze-meyve satan köy pazarı kurulmuş.
Kahvaltıyı Garipçe'de yaptıktan sonra hemen yanıbaşındaki köy Rumelifeneri'nde öğlen yemeğinizi yiyebilir, Seanergy Beach içindeki Atlıtur Garden'da ata binip, yorgunluğunuzu hamakta sallanarak atabilirsiniz. Yaz sezonunda gidecekseniz Seabeach'in kumsalını da değerlendirin derim.
GARİPÇE'YE NASIL GİDİLİR?
Garipçe'ye gitmek için Sarıyer'den Kilyos'a doğru ilerledikten sonra Koç Üniversitesi'nin Rumelifeneri ayrımından sapıp 6 kilometre kat ediliyor. Sonrasında Garipçe tabelası sizi yönlendirecektir.
Otobüsle gitmek isterseniz Sarıyer'den kalkan 150 numaralı Rumelifeneri otobüsü de sizi köye ulaştırıyor. Gitmeden önce kalkış ve dönüş saatlerini öğrenmenizde fayda var.
Bol keyifler..
YAZI ve FOTOĞRAFLAR: HÜLYA MERAL
6 yorum:
Degerli site yöneticisi,siteniz herkes için çok yararlıDell yetkili servislerihizmetlerinizin devamında başarılar dilerim.
geçen yaz gitmiş, bloguma eklemiştim ben de :)
yoluna değdiğini düşünüyorum.. sakin , dinlek bir yer..
kahvaltı on numaraydı..
bir ara denize ayaklarımı sokma fırsatı bile bulduk :)
İstanbul'un güzel bir köyü.
Aynen Rumelifeneri Kalesi gibi Bizans yapımı olan Garipçe Kalesi'nde, Hülya Avşar'lı, Adnan Şenses'li, Hulusi Kentmen'li, Münir Özkul'lu 1969 yapımı "SENEDE BİR GÜN" filmi de çekilmiştir. Arada sırada Yeşilçam Teve'de gösterirler. Filmde senaryo gereği Boğaziçi, Tuna Nehri dekoru olarak kullanılmıştır. Bir sahnede Boğaz'dan geçen bir geminin bıraktığı köpüklü yoğun dümen suyu izi görülebilir.
Dr. Deniz Aksen, Koç Üniversitesi
Burada okuyup atlitur denen yere geldik, boyle pislik boyle rezalet biyer olamaz. Hamak mista bilmem ne oturacak yer yok. Bu kadar övmüş olmak için ciddi para almış olmak lazim
EN son kısımda ata binebileceğimiz bir yer önermişsiniz oranın numarasını verebilirmisiniz yada siz yardımcı olabilirmisiniz tam yol tarifi olması açısından
Yorum Gönder