KARAKÖY'DE SANAT, TARİH VE DAMAK TADI BİRARADA


Karaköy ve Tophane semti yıllardır sessizce vakurunu koruyor ve kıpırdamadan kendisini uyandıracak prensi bekliyordu. Ne zaman ki İstanbul Modern ismiyle 17 yıllık proje Aralık 2004’te 4 numaralı Gümrük Antreposu'nda tamamlandı işte o zaman Karaköy ve civarı uykusundan uyandı. İstanbul Modern ismiyle uluslararası bir ortam yaratıldı ve burası dünyanın her yerinden sanatseverleri ağırlayan modern sanatın merkezi haline geldi.

Özel sektörün öncülüğünde kurulan ilk modern sanat müzesi İstanbul Modern, kısa zamanda özellikle gençler için bir çekim merkezi artık. İnteraktif etkinliklerden sergi salonlarına video alanından kütüphane ve sinemasına derken yaratmaya ve üretmeye meyilli herkesi tek çatı altına toplayıp sosyal bir platform oluşturdu.

İstanbul Modern ile hareketlenen semt, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi içindeki Tophane-i Amire’de düzenlenen sergilerle ve firmaların özel gecelerine evsahipliğiyle daha çok ziyaret edilir hale geldi.

 

Ben de bitmeden yakalayıp Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki Tophane-i Amire’de sergilenen Sürrealist sanatçı Salvador Dali'nin, "İlahi Komedya", "Sürrealizm İzleri", "Gala ile Akşam Yemeği" adlı sergisini görmek için bir program yaptım kendime.

Yıllarca bakımsızlıktan bitap düşmüş şimdilerde yeniden canlanan Galata Köprüsü’nden başlayıp İstanbul Modern’in bahçesinde bitirdim günübirlik gezimi. İtiraf edeyim, Karaköy’ü yeniden koklamak çok iyi geldi.



Sabah kahvaltısı için ilk durağım Galata Köprüsü altındaki Zeno idi. Köprü’nün üstünden sarkıtılmış onlarca oltanın altından geçerek köprü altındaki Zeno’ya geliyorum. Mekan akşamları balık servis ediyor, bazı akşamlar canlı müzik de oluyor. Asıl kalabalık çekildikten sonra yerini sabah sakinliğine bırakıyor. Balık tutmayı hobi edinmiş insanlar sabahın erken saatlerinde yerlerini almışlar. Sabırla balığın oltaya gelmesini bekliyorlar.
 




Zeno’nun kahvaltısı sade ama iştah açan cinsten. Kavurmalı paçanga böreği ve tereyağlı omleti favorim. Karşısındaki Topkapı Sarayı manzaram ve hemen yanındaki Eminönü vapur iskelesine yanaşan, kalkan vapurları izleyerek deniz trafiğinin oluşturduğu gelgitler eşliğinde çayımı yudumluyorum.



Ardından Karaköy İskelesi’ne doğru yürüyüp hemen iskelenin arkasına düşen Yer altı Camii’sini şimdiye kadar hiç görmediğimi fark edip içine giriyorum. İlk kez bir camiiye merdivenle iniyorum ve ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum.

Yapı Horasan tarzı tavan ve kolonlarıyla, mimarisiyle ilgi çekici. Merak edip araştırdığımda şu bilgiler geliyor karşıma..




Rivayete göre Camii, Bizanslıların yaptığı ve yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Kastelion kalesinin zindanıymış. Kastelion Kalesinin altındaki bu kolonlarla, sirkeci arasında bağlanan zincirle gemilerin Haliç'e girmesi engelleniyormuş.. İstanbul’un Osmanlıların himayesine geçmesi ile silah cephanesi olarak kullanılmış. Camii o yıllarda kurşunlu mahzen camii adıyla anılıyormuş.. Bugün camii içerisinde zindana defnedilmiş Sahabe-i Kiram’dan Amr bin As, Vehb bin Hüseyra, Sufyan İbni Uyeyne’ye ait olduğuna inanılan türbeler var.







Yer altı Camii’sini dümdüz takip edip ilerlediğimde köşede Namlı Gurme’deki izdihamı fark edip içeri girme gafletinde bulunuyorum ama artık çok geç. Pastırmaların biri kafamın üzerinden geçerken bir diğer tarafta karakovan balı tartılıyor, diğer yanda hazır soğuk yiyecekler, kutulara konan köy yumurtaları vs ve bu hengamede aralara serpiştirilmiş masalarda keyif yapan insanlar manzaram..Alış ve veriş o kadar hızlı oluyor ki başım dönüyor ve kendimi hemen yanındaki Karaköy Güllüoğlu’na atıyorum.


Namlı Gurme’ye göre sakin ama kalabalık bir ortam var. Bayramlardaki halini düşünemiyorum bile ama Pazar olmasına rağmen dingin havasında biraz dinlenip baklavalarından tadıyorum.

Güllüoğlu'nun hemen yanında Çerkes Kahvaltısı adında bir mekan var. İçeriye girip neler var diye baktığımda aslında bir menü olmadığını, vitrindeki yöresel ve ithal gurme tatlardan kendi damak tadımıza uygun olanların tartılıp veya pişirilip masaya servis edildiğini öğreniyorum. Pek çok semtte yaygınlaştı artık.


Hemen yanındaki Koska her zamanki gibi rengarenk. Helvalar, baklavalar, şekerlemeler, lokumlar, badem ezmeleri, krokanlar derken Alis Harikalar Diyarı'nda gibiyim. Alacaklarımı sepete attıktan sonra üzerine yaprak fıstık boca edilmiş (!) sıcak helvadan denemek istiyorum.

Şekeriniz varsa aman dikkat, enerji deposu olduğu gibi şekeri olanlar için tadımlık yenmesinde fayda var. Turistler sepetlerini hediyelik lokumlarla dolduruyor.




Koska'dan çıkıp Tophane-i Amire'ye doğru ilerliyorum. Kemankeş Caddesi üzerindeki Fransız Geçidi’nden hiç geçmemiştim. Geçidin girişindeki Bej Kahve’yi de gelecek sefer denenecekler listesine ekliyorum. Keza dışarıdan hoş bir ambiyansı olduğu izlenimini ediniyorum.

Tophane-i Amire’de bilet kuyruğu içerden başlamış caddeye kadar inmek üzere. Serginin son haftası olduğu için yığılma olmuş, özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin ilgisi büyük ve nihayet eserleri görmeyi başarabiliyorum. Bir esere aynı anda 3 kişi bakabiliyor olsak da keyifliydi, zihin açıcı ve şaşırtıcıydı.


2 sene önce Sabancı Müzesi’ne gelen eserleri hem daha fazlaydı ve katlara yayılmıştı hem de dünyaca bilindik eserlerdi ama gördüklerim de diğerleri kadar değerliydi. Çıkışta 5 yaşında olduğunu tahmin ettiğim küçük bir kızın Sürrealizmi ve Dali’yi annesine yetişkin bir insan gibi anlatışını ve yorumlayışını izlemek harikaydı..

Tophane-i Amire’den çıkıp kendimi karşısındaki İstanbul Modern'de Van Gogh sırasında buluyorum ancak o kadar uzun bir kuyruk var ve hava o kadar soğuk ki ertelemek zorunda kalıyorum. En güzeli bugünlük geziyi Tophane'deki kafelerden birinde nargile kokuları eşliğinde noktalamak. İstanbul Modern’in buradaki kafeleri de modernleştirdiğini eklemeden geçemeyeceğim.
 
Karaköy şüphesiz pek çoğumuzun zihninde bankalarıyla yer etmiş en eski ticaret merkezlerinden biri. Daha gezecek, görecek pek çok yer vardı. Salt Galata içindeki Garanti Bankası tarafından kurulmuş, geçtiğimiz yıllarda Bir İstanbul Masalı dizisinin çekimlerinde değerlendirilmiş Osmanlı Bankası Müzesi gelecek sefer daha uzun bir zaman diliminde ziyaret etmek istediğim diğer nokta.

Belirtmekte fayda var. Balıkçı malzemelerinden outdoor kıyafet ve aksesuarlara, dalış malzemelerine kadar pek çok seçenekle dolu mağazaları da yine Karaköy'de bulabilirsiniz.

 
Bol keyifler..

 

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: HÜLYA MERAL

https://twitter.com/hulyameral







































BETÜL MARDİN'DEN..




Ağzından çıkan her söze hayran olduğum kadın..Betül Mardin..
Çok sevdiğim, birkaç kez de iş dolayısıyla konuşma fırsatı bulduğum ünlü PR gurusu Mardin'in gençlere tavsiyesi düştü yine mailime. Paylaşmadan edemedim.

Bu listeyi size iletmemin ve bu bloğun varolma sebebi biraz da 7. madde..



83 yaşındaki Betül Mardin bakın neler söylemiş..



1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.
2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.
3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.
4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)


5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.


6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!

 
7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.
8. Olumlu olacaksın.


9. Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.


10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin!!


Betül Mardin:

1926 doğumlu olan Betül Mardin, Ünlü müzik yapımcısı Arif Mardin’in ablası ve tiyatro oyuncusu Haldun Dormen’ nin eski eşidir. Türkiye’ de halkla ilişkilerin temellerini atan kişilerden biri olarak bilinir.


Sevgiyle kalın..


HÜLYA MERAL

https://twitter.com/hulyameral








GARİPÇE KÖYÜ




Karadeniz'e komşu, Sarıyer'e 6 kilometre uzaklıktaki oksijen deposu Garipçe Köyü'ne gidiyoruz bu sefer.. 



Köyün girişi


 




İstanbul'un 8 köyünden biri olan aynı zamanda minyatür Karadeniz'i yaşamamıza da olanak sağlayan İstanbul'un yanıbaşındaki bu balıkçı köyüne gitmesi de vakit geçirmesi de son derece keyifli.


Haftaiçi Koç Üniversitesi öğrencilerini haftasonu da günübirlik tatilcileri ve motorsikletleriyle gruplar halinde dolaşmayı geleneksel hale getirmiş grupları ağırlayan Garipçe adeta bir vaha gibi..


Yıllardır adını duyduğum ama bir türlü fırsat yaratıp gidemediğim Garipçe'ye beni atan rüzgar geçtiğimiz yıl alınan kararla 3. köprünün bir bacağının buraya yapılacağı haberiydi. Haberle ayağa kalkan çevrecilerin eylemlerini, bildirgelerini basından duymuş, izlemiş olabilirsiniz.


 Ancak gittiğimde öğreniyorum ki köyün 1,5 kilometre ötesinden geçirilmesi planlanan köprü yolu Köy'ü etkilemeyecek. Aksine köy halkı köprü yapıldıktan sonra köyün popülaritesinin daha da artacağını düşünüyor.
 














Garipçe'yi upuzun bir sahil gibi düşünmeyin. Küçük ama şirin, birkaç mütevazı cafe-restoranın denizin dibinde yanyana dizilmesiyle oluşmuş alandan ibaret.


Siz kahvaltı ederken balıkçılar ya ağlarından balık ayıklıyor ya da açık denizde ağlarını yırtan yunusların açtıkları delikleri onarmakla uğraşıyorlar.
  

Köye girer girmez Garipçe'yi öven arkadaşlarımın dilinden düşüremedikleri isim KAŞI KUMLUK'un işletmecisi Trabzon Sürmeneli Kıvırcık Ali'yi (Ali Oğuz) buluyorum hemen. Kıvırcık Ali ismi gibi kıvırcık değil, lakabı buymuş..:) Garipçe'ye kim gelirse Kıvırcık Ali'de birşeyler yemeden ayrılmazmış, gelenlerin çoğuyla arkadaş olmuş. Kocaman bir networkü var kendisinin :)





Sabah yola erken çıktığım için hemen kahvaltı etmek istiyorum. Açıkçası sabırsızlanıyorum. Çünkü açıkbüfe kahvaltıda muhlama var..


Kıvırcık Ali gelmeden önce gelmek için söz verdiğimiz saate uymamız için bizi uyarıyor, 5 dakika geciksek yer kalmıyormuş. Sahiden de söylediği gibi oluyor. Gecikenler ayakta kalıyor veya yandaki restoranlara geçiyorlar.


Önce gidip mutfağı selamlıyorum ve neler olduğuna bakıyorum.


Taze pişmiş mısır ekmeği, çeşit çeşit Karadeniz'den getirilmiş peynirler, mis gibi kokan tereyağı, bal, yumurta derken aslında klasik bir kahvaltı buluyorum. Masaya sigara böreği, tereyağında sucuklu yumurta, muhlama geliyor. Çaylar termosta, bittikçe kendiniz dolduruyorsunuz.


Kahvaltı ederken kayık kiralayıp hafif hafif denize açılan gençleri izliyorum. Derken tipik Karadeniz yağmurunun burada da etkili olduğunu görüyorum. Keza atıştırıp duruyor.

 



Kahvaltı için restoranın üst katını da tercih edebilirsiniz. 5-6 kişinin sığabileceği bir terası var, manzarası mükemmel. Kışın üst katında kuzine soba yakılıp üzerinde kestane pişirilip çay demleniyormuş. Kahvaltı için gelenlerin yanısıra taze balık yemek isteyenler de Kaşı Kumluk'ta alıyormuş soluğu.



 


























Kahvemi de içtikten sonra (kalabalıktan kaynaklı aceleden olsa gerek kahve çok başarılı değildi.) restoranın sağ tepesinde görünen evi soruyorum. Erdal Özyağcılar'ın eviymiş.

 

Önceden çok sık geldiğini ama son yıllarda daha çok eşi Güzin Özyağcılar'ın ve kızının uğradığını öğreniyorum. Malum çok izlenen Yabancı Damat, Elveda Rumeli dizisi ve Maldivler'de çekilen Denizbank reklamlarından sonra Erdal Özyağcılar, TRT'de yayımlanan Bizimkiler dizisindeki günlerinden bile daha popüler oldu. Eminim Garipçe'ye gelmeye vakit bulamıyordur :)



Kıvırcık Ali'den Özyağcılar'ın evinin önünden ilerlersek orman yoluna çıkabileceğimizi öğreniyorum. Yağmurun çişe atmasına aldırmadan bahçeler içinden geçerek yürüyorum.



Hatta yıllar önce Karadeniz'den bu köye göçmüş, ineklerini otlatan Karadenizli bir teyzeye denk geliyorum. İneklerini fotoğraf çekmeme izin vermiyor:) Söylediğine göre biz şehirliler gelip ineklerinin fotoğraflarını çekiyormuşuz, sonra internette başkalarına gösteriyormuşuz. Nazar değiyormuş ve inekleri yeteri kadar süt vermiyormuş:) (Flaşsız çektim ama hadi bana saklı kalsın)





Derken hafif tempoyla rahatça çıkabildiğim tepeye geliyorum. Solumda Ceneviz yapımı kale, karşımda Beykoz-Poyrazköy, karşı sağımda Anadolukavağı, önümdeyse denizin ortasında dans eden yunusları izliyorum. Ağları deldikleri için balıkçıların kabusu olan yunuslar ufak bir gösteri sunuyor. Manzara mükemmel ve ıslanmış toprağın kokusu taze taze burnuma geliyor.


Kale


 



Yağmur gittikçe hızlanıyor, bitki örtüsü tepede alçak çalılıklar olduğu için saklanacak büyük bir ağaç bulamayıp sırılsıklam oluyorum ama hiç şikayetçi değilim.
 

Yağmur biraz dinince dönüşe geçip tekrar köyün meydanına geliyorum. 5 dakikalık bir yürüyüşle meydanın hemen solunda bulunan 550 yıllık Kale'yi görmek için iki tarafı taş duvarla örülü geçitten geçip demir kapıdan ilerliyorum.


Tuğla duvarlar, mahzenlere giden basamaklar, tabyalar, derken bakımsızlıktan yok olmakta olan bir antik yapı ile karşılaşıyorum. Sonradan duyduğum söylentiye göre 3. köprünün bir ayağının buraya inşa edilecek olması bölgeye olan ilgiyi arttıracağı için Kale ve çevresiyle ilgili ciddi turizm yatırımı planlanıyormuş. Aslına sadık kalınarak bir bölümü hamam, bir diğer bölümü sosyal tesis olarak restore edilecekmiş.
 

Kale'den inerken sağda KALEDİBİ CAFE'de oturup bir dinlenme çayı içip waffle söylüyorum. Porsiyonları ve malzemesi bol değildi ama tadımlık birşeyler isterseniz ideal.


Garipçe'de özellikle motorsiklet tutkunlarının müdavimi oldukları bir diğer mekan ASMAALTI CAFE-RESTORAN. Köyün girişindeki iki kattan ibaret, asmalarla çevrilmiş bu naturel mekanda, cafenin girişini çepeçevre sarmış koyu pembe güllerle selamlanıyorsunuz.






Daha bahçesine adım atar atmaz restorana kadın eli değdiği belli oluyor. Her masanın yanından rengarenk bir çiçek, bir ağaç uzanıyor.

 
Asmaaltı'nda Karadeniz kahvaltısı yapabilir, geç geldiyseniz taze balık çeşitlerinden deneyebilirsiniz. Restoranın kışın kullanılan iç kısmında kuzine soba, karadenize özgü yöresel eşyalar ve kıyafetler hoş bir dekor oluşturmuş. Kışın kuzine sobada kestane pişirilip gelen misafirlere ikram ediliyormuş.

 



Köyün küçük meydanında erişte, tereyağı, peynir, köy yumurtası, bal, mısır ve taze sebze-meyve satan köy pazarı kurulmuş.



Kahvaltıyı Garipçe'de yaptıktan sonra hemen yanıbaşındaki köy Rumelifeneri'nde öğlen yemeğinizi yiyebilir, Seanergy Beach içindeki Atlıtur Garden'da ata binip, yorgunluğunuzu hamakta sallanarak atabilirsiniz. Yaz sezonunda gidecekseniz Seabeach'in kumsalını da değerlendirin derim.


GARİPÇE'YE NASIL GİDİLİR?

Garipçe'ye gitmek için Sarıyer'den Kilyos'a doğru ilerledikten sonra Koç Üniversitesi'nin Rumelifeneri ayrımından sapıp 6 kilometre kat ediliyor. Sonrasında Garipçe tabelası sizi yönlendirecektir.

Otobüsle gitmek isterseniz Sarıyer'den kalkan 150 numaralı Rumelifeneri otobüsü de sizi köye ulaştırıyor. Gitmeden önce kalkış ve dönüş saatlerini öğrenmenizde fayda var.

Bol keyifler..

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: HÜLYA MERAL





GURMEBÜS SİRKECİ'DE

Geçtiğimiz haftalarda Gurmebüs isimli bir oluşumdan bahsetmiş, yeni yılda düzenledikleri ilk gezi olan Fatih semtinde hangi lezzet noktalarını ziyaret ettiklerini ve neler tattıklarını paylaşmıştım.

Cnntürk'te Mehmet Yaşin'i, NTV'de Vedat Milor'u izlerken eminim pekçoğunuz içinizden hayıflanıp 'neden bu lezzet turu toplu olarak gezi şeklinde yapılmıyor ki' diye düşünmüştür. İşte tam da bu noktada yeni lezzetleri keşfetmeyi seven ve damak tadına önem veren, damak tadını geliştirmek isteyenlerin imdadına Gurmebüs yetişti.

Armada Otel'in 1957 model Mercedes marka otobüsü pastel pembe-mavi tonlarıyla restore ederek yeniden hizmete soktuğu Gurmebüs'ün Sirkeci gezisinde bu şirin otobüse binmek ve lezzet noktalarını keşfetmek, baktığım ama görmediğim pek çok mekanı tanımak çok çok keyifliydi.
Taksim'den 13.00'te kalkan otobüs Sirkeci'ye doğru yola çıkarken gideceğimiz mekanların herkesin bildiği ve Sirkeci'ye Eminönü'ne gidildiğinde yemek yediği, bildik tarihi mekanlar olacağını düşünmüştüm. Fena halde yanılmışım :)

İlk durağımız çocukluğumdan beri gittiğim ama ismini hiç duymadığım Mısır Çarşısı'nın hemen girişindeki PANDELİ RESTORAN idi. 1901'de Çömlekçiler'de ayazmanın yanındaki zamanın mum ardiyesinin lokantaya çevrilmesiyle açılmış olan Pandeli'nin 110 yıllık bir geçmişi var.
Niğde doğumlu Rum kökenli Türk vatandaşı olan Pandeli Çobanoğlu tarafından kurulmuş lokanta kısa zamanda herkesin sevdiği bir mekan olur. Mustafa Kemal'den Adnan Menderes'e, Melina Mercouri'den Tony Curtis'e, Mikhail Gorbachov'dan Ahmet Hamdi Tanpınar'a, Robert De Niro'ya kadar pek çok ismi ağırlar.
Savaşlar, mahkemeler derken 6-7 ylül olayları sırasında lokanta tahrip edilir. Bir süre hayata küsen Pandeli'yi dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan'ı Adnan Menderes ikna eder ve oğlu Hristo Çobanoğlu ile Mısır Çarşısı'nda Haliç manzaralı şimdiki yerlerini açarlar.
Pandeli'nin değişmez kuralı lokantaya dışardan eleman alınmıyor. Lokantada yetişmiş emektar Cemal Biberci ve İsmail Usta 69 yıldır hiçbir yere ayrılmadan hizmet vermeye devam ediyor. Restoranın şefi Naşit Aydınhan'ın anlattığına göre 30 sene önce önce balayında ağırlanan kişi şimdi çocuklarıyla geldiğinde aynı aşçı ve aynı garsondan hizmet alıyor. Buradaki lezzetimiz dönerli patlıcan börek ve demirhindi şerbeti idi.
2. durağımız MALATYA PAZARI. Mısır Çarşısı'nın en eski baharatçısı ve tarihin en eski kuruyemişçisi 40 yıldır burada 3 şubesiyle hizmet veriyor. Kayısısıyla ünlü olduğunu belirtmeme gerek var mı bilmiyorum. Şimdilerde Almanya, Kuveyt, Katar gibi ülkelere ihracata başladıklarını öğreniyoruz.
Mısır Çarşısı'ndaki bir diğer tarihi baharatçı da DEVELİ BAHARAT. Şimdilerde özellikle kadınların ilgi odağı Argan Yağı hakkında merakımızı gideriyor ve ismini duyduğum ama hiç göremediğim İran Havyarı hakkında bilgi alıyoruz. Sadece bilgi almakla yetiniyoruz keza bu nadide (!) yiyeceğin kilosu 1.100 Euro'dan başlıyor. Develi'de onlarca çeşit aromaterapik yağ da mevcut. Yağların laboratuarda hazırlandığını öğrenip diğer durağımıza yöneliyoruz.

4. durağımız HACIBEKİR LOKUMCUSU'ndayız. Şimdiye kadar Sakızlı ve çifte kavrulmuş lokumu favorimdi ama Gurmebüs ile ilk kez tarçınlı kaymaklı lokumu tadıyorum. Badem ezmesini de es geçmiyoruz.
Ardından Mısır Çarşısı'nın çıkışında Kral Kokoreç'in karşı solunda çiğ köfteyle (dans eden mi demeliyim dövüşüyor mu demeliyim bilemedim) haşır neşir olan ÇİĞ KÖFTECİ ALİ USTA'ya uğruyoruz.

Ali Usta'dan çiğ köfte almaya gelen bir kadın -sanırım- Uğur Dündar bastı sanıp faltaşı gibi açılmış telaşlı gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışıyor. Gurmebüs'ten bahsedince yüreğine su serpiliyor. Bu kadar kalabalık bir çiğ köfte güruhu görmemiştir tabii:)
Ali Usta'yı Okan Bayülgen nasıl ıskaladı bilmiyorum. Adeta çiğ köfte şov yapıyor. Giderseniz köftelere limon isterken bir kere daha düşünün derim:)
6. lezzet noktası HOCAPAŞA KASABI. Yıllardır buralara gelip hiç girmediğim bir semtteyiz şimdi. Bu ana kadar yediklerimiz -önlük-tü. Şimdi sıra ana yemeklerde. Burada tadacaklarımızı beklerken BOLU LEZZET LOKANTASI'ndan zeytinyağlılar geliyor.

Ardından Hocapaşa Kasabı'ndan sırasıyla tavuklu, pastırmalı, sucuklu, kıymalı, kaşarlı pideler önümüzde. Hepsinden tadımlık alıyoruz nitekim gerisi geride..



Hocapaşa Döneri, Cağ Kebabı ve NAMLI KÖFTE'den top köftelerle damaklarımızı şenlendirdikten sonra Hocapaşa semtindeki keşfimize noktayı irmik helvası ve mis gibi demlenmiş çayla koyuyoruz.

7. lezzet noktası neresi olacak acaba diye beklerken çocukluğumdan beri defalarca geçtiğim soldan Gülhane Parkı'na sağdan Cağaloğlu'na ayrılan yolun köşesindeki HAFIZ MUSTAFA'ya giriyoruz.

Nerdeyse 150 senedir aynı noktada hizmet verdiklerini öğrenince şimdiye kadar hiç denemediğime hayıflanıyorum. Düşünsenize Osmanlı'ya da savaş zamanındaki çalkantılı günlere de Cumhuriyet'e de tanıklık etmiş 1,5 asırlık bir yerdeyiz. Akide şekeri ile yola çıkılmış, lokum, baklava, reçel, helva derken kocaman bir tatlı cenneti haline gelmiş bu pastane.
Hafız Mustafa güllü lokumu ile ünlü ama kaloriye doymayan Gurmebüs ekibimizle çeşit çeşit fıstıklı baklavayı tadıyoruz.
Veeee son dinlenme ve vedalaşma noktamız Sirkeci Garı içindeki ORIENT EKSPRES RESTORAN. Orient Ekspres şimdilerde 'raylar üzerindeki saray' olarak geleneksel turlar düzenlenen tarihi trenden alıyor ismini. Keza 4 yıl süren 1. Dünya Savaşı'nı bitirme kararının alındığı bu trenden geliyor ismi. Savaşı sonlandıran komutanlar trenden inince burada büyük ve tarihi bir kutlama gerçekleştiriyorlar.
Orient Ekspress aynı zamanda Agatha Christie'nin 'Doğu Ekspresi Cinayeti' isimli romanı da dahil pek çok edebi esere, belgesele, fotoğrafa konu olmuş, yabancıların ilgi odağı bir yer. Burada yanında fıstıklı lokumuyla Türk kahvelerimiz geliyor. Kahvelerden sonra nane ve muz likörü ikram ediliyor.

Böylelikle istemeye istemeye Gurmebüs gezimiz sona eriyor ve şirin otobüsümüz yolcularını aldığı noktaya bırakmak için yeniden yola çıkıyor.

Gurmebüs şimdilik Fatih, Beyoğlu, Sirkeci, Kadıköy, Üsküdar'a lezzet turları düzenliyor ama lezzet avcıları arttıkça alanlarını genişletip başka semtlere ve şehirlere de yayılmayı düşünüyorlar.
NASIL KATILIRIM?
Ben de Gurmebüs'e katılmak istiyorum, ne yapmalıyım derseniz işte web sayfaları ve sosyal medyadaki adresleri..



Twitter hesapları: @gurmebus @s_gurmeler


Facebook hesabı:



Keyiflİ lezzet turları..


Yazı ve Fotoğraflar: HÜLYA MERAL















EGE'NİN PRENSESİ: GAVUR İZMİR

Yareme tuz diye
Yakamoz bastım
Tek şahidim aydı
Aman aman

Bir elimde defne
Bir elimde sevdan
Kalbim Ege'de kaldı


Bu şarkıyı her dinlediğimde zihnimde denize sıfır masalarda kaldırılmış kadehlere eşlik eden kabak çiçeği dolması, acı ot kavurması, papucaki, silkme, radika salatası, domatesli börülce, kirmen kabağı ekşilemesi, haşlama kalamar dolma, ısırgan salatası, deve tabanı otu kavurması, kuzu etli Şevketibotsan, dilbalığı salatası, zeytinyağlı turpotu, ebegümeci dolması, koçinüsto, trança, çiporta, gelincik böreği, zeytinyağlı enginar, incir ıslama, sütlü ebegümeci, kaz ayağı salatası gibi akılalmaz çeşitlilikteki meze ve yemeklerle süslü Ege sofraları canlanır. Bu sofralarda sohbetin de yemeklerin de tadına doyulmaz. Efeler kalkar şerefe, yarelere tuz basılır Ege’nin çakır akşamlarında.

Karayoluyla Manisa’dan ilerlediğinizde kocaman bir dağ ayırır iki şehri. Sert mi sert Manisa ayazından sonra kış bile olsa günlük güneşlik bir İzmir karşılar sizi. Şehrin havası rahatlatır, ‘bırak dağınık kalsın’ ruh haline bürünürsünüz. Ben de yazar Yılmaz Özdil gibi Türkiye’den sıkıldığımda eğitim için 4 yıl yaşadığım İzmir’e atarım kendimi. Denizi, kordonu, boyozu, kumrusu, fuarıyla anlatacak o kadar çok şeyi var ki, Ege’nin prensesi’ni ne kadar anlatsam doyamayacaksınız.

İzmir’e gidince ilk işim Alsancak sahildeki Pasaport’a inmek oluyor. Ünlü ‘boyoz’undan satın alıp Kordonboyu’na doğru yürüyorum. Kafelerden birine oturup gezinen faytonları ve Karşıyaka manzarasını izleyerek iyot kokusu eşliğinde kahvaltımı yapıyorum.
Burası 8 sene öncesine kadar burun tıkayarak geçilen bir kıyı şeridiydi. Efsanevi merhum belediye başkanı Ahmet Piriştina’nın çabalarıyla eski günlerine döndü. Bugün İzmir halkının akşamları hıncahınç doldurduğu, gençlerin çimenlerde yayılıp sohbet ettiği, külahta buzlu badem, dondurma, midye dolma, kumru alıp keyif yapabildiği, çiğdem (İzmirliler çekirdeğe çiğdem der) çitleyebileceği bir eğlence yeri.

Kordonboyu’ndan yürüyerek Konak’taki 1901 yapımı Saat Kulesi’ne doğru ilerlediğimde yıllardır saatin önünde buluşmaya alışmış İzmirlileri görüyorum. Sultan II. Abdulhamit’in tahta çıkışının 25. Yılı dolayısıyla yaptırılan ve Marsilya’dan getirilen yeşil ve pembe mermer sütunlarla süslenmiş saat kulesine gelip hemen arkasında bulunan, 1919 İzmir İşgali’ni ve 1922’de Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış Hükümet Konağı’nı izliyorum. 1970’te büyük bir yangın atlatan Konak hala tüm heybetiyle ayakta. Meydanda aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın kahraman gazetecisi Hasan Tahsin’in İlk Kurşun Anıtı da bulunuyor.

Konağın yanından İstanbul’daki Kapalıçarşı’nın benzeri, ünlü Kemeraltı Çarşısı’nın kalabalığına karışıyorum. Çarşı’nın içinde ilerledikçe burnuma gelen kokuyu takip edip tarihi Kurukahveci Hüseyin Efendi’ye geliyorum, elbette taze çekilmiş damla sakızlı Türk kahvesi almayı ihmal etmiyorum.

Burnuma Merdane’den yayılan mis gibi börek kokusu geliyor ama şansımı öğlen yemeğine saklıyorum. Merdane’nin talaş böreği meşhur. Karşısında yazları karadut şerbeti ve dondurmasıyla nam salmış Mennan’ı görüyorum. Ünlü Hisarönü’ne doğru ilerlediğimde baharat kokuları da iyiden iyiye kendini hissettiriyor. Adaçayı, kekik, tarçın, karanfil kokularının hülyasıyla Kızlarağası Hanı’na ulaşıyorum. Hisar Camii’nin bitişiğindeki 2 katlı hanın avlusunda toplanan gençler kahve keyfi yapıyor. Yıllarca ticaret yollarının geçiş noktası olmuş, şimdilerde antika eşyalar, nadir kitaplar, gravürler, halı, baharat, çiçek tohumu satılan hanın avlusundaki taburelerde soluklanıp fincanda pişmiş dibek kahvesi içiyorum. Kahveden sonraki durağım ünlü Hisarönü Söğüşçüsü.

Yemekten sonra yürüyerek Kültürpark’a bir diğer ismiyle İzmir Fuarı’na doğru kıvrılıyorum. Her yıl İzmir’in kurtuluş günü olan 9 Eylül tarihinde başlayan fuar 10 gün sürüyor ve uluslararası pekçok misafiri ağırlıyor.

Özellikle 1950’lerde hayatımızda çok kanallı televizyonlar yokken Türk eğlence hayatının merkezine oturan açıkhava sineması ve Zeki Müren, Ajda Pekkan, Tanju Okan, Gönül Yazar, Bülent Ersoy gibi isimleri ağırlayan ünlü Göl gazinosuyla bir döneme damgasını vuran İzmir Fuarı, şehrin merkezinde olması, palmiyelerin serininde spor yapmaya imkan veren yürüyüş parkuru, lunapark, hayvanat bahçesi ve pekçok fuara evsahipliği yapması sebebiyle günün her saati insan trafiği yaşıyor. Kültürpark, baharda rengarenk çiçeklerle süsleniyor, pamuk şekerden, patlamış mısıra, kuğuların yüzdüğü havuzlardan göl bisikletine pekçok görselle süsleniyor.

Fuardan çıkıp nerdeyse İzmir’in her noktasından görünen Hilton Oteli’nin yan sokağındaki Alsancak Sevgi Yolu’nda geziniyorum. Takıların sergilendiği, kitapçıların, çiçekçilerin, sanatçıların renklendirdiği yolun iki yanında uzanan palmiyerin altında tuvalini kurmuş ressam portremi çiziyor. Sıra sıra dizilmiş kumpircileri izleyip akşam yemeği için 100 yaşını geçmiş İzmir klasiği Asansör Restoran’a geliyorum.

Asansör, 1907’de Mithatpaşa Caddesi ile Halil Rıfat Paşa semti arasındaki yükselti farkından dolayı, iki semt arasındaki çocuk, yaşlı ve hamile ulaşımını kolaylaştırmak için inşa edilmiş. Musevi hayırsever Nesim Levi Bayraklıoğlu tarafından Marsilya’dan getirilen tuğlalarla yapılan Asansör, ilk zamanlar el buharı ile çalıştırılıyor sonra ilerleyen teknolojiden faydalanılanılıyor.

Şimdilerde 2 asansörle çıkabildiğim, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağışlanarak restore edilen ve 1992’de hizmete açılan restoranın bulunduğu sokakta yaşamış olduğu için sokağa sanatçı Dario Moreno’nun ismi verilmiş. Restoran bugün pekçok ünlüyü ve yerli turisti ağırlıyor.

Seyir terasından gözün alabildiğinden fazlasını sunan ışıklarla donanmış İzmir Körfezi’ni, Kordon’u ve Karşıyaka’yı izliyorum. Manzaraya dalmışken aklıma Victor Hugo’nun ‘İzmir prensestir’ cümlesi geliyor. İzmir için neden böyle söylemiş olabilir diye düşünürken şehrin modern, kendine güvenen, her daim bakımlı, dişi kadınlarının görüntüleri zihnimde uçuşuveriyor.

İzmir kadınlarının sağlam duruşu özgürlüğünden gelir. Bu yüzden eğlencenin de erkek egemen iş hayatında varoluşun hakkını da sonuna kadar veriyorlar. İzmir erkeği de bir o kadar çağdaş ve hoşgörülü. Kadına değer veriyor ve el üstünde tutuyor. Bu nedenledir ki püfür püfür uçuşan etekleriyle Kordon’da endamla yürümek de tarlada, bahçede ısırgan, radika, arapsaçı, ebegümeci, deniz börülcesi toplamak yakışıyor İzmirli kadının parmaklarına. Hugo’nun bu sözü şehrin güzelliğine ve insanının dışadönük, modern, aydınlık yüzüne yorulabilir dolayısıyla.

Her İzmirlinin kimi zeytin ağaçlarıyla kimi zakkumlarla süslenmiş Foça’da, Urla’da, Çeşme’de, Kuşadası’nda, Karaburun’da yazlığı veya bağevi var. Cuma akşamı zeytinyağlılarla, balıkla, rakıyla süslenmiş masalarla başlar haftasonu tatili. Pazar akşamından gelecek haftanın programı yapılır. Sebep İzmir’in havası mıdır, bu masalardaki sohbetler midir bilmem ama yazarı, şairi, sanatçısı da oldukça fazladır İzmir’in.

Şehrin her dilden, ırktan ve dilden insana yıllardır süregelen hoşgörüsü beraberinde çokça dillendirilen ‘Gavur İzmir’ manifestosunu getirir.

Şehirdeki ikinci günümde Alsancak’tan Balçova’ya doğru yola çıkıyorum. Termal tesisleriyle İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerden de konuk ağırlayan Balçova’daki Teleferik mutlaka görülesi yerlerden.

Yeşillikler arasından
 5-6 dakikalık bir yolculuk sonrası süzülerek yükseldiğim, yükseldikçe de İzmir’i ayaklarıma seren sonsuz manzarasıyla başbaşa kaldığım tesisin 400. metresine varıyorum. Kendin pişir kendin ye mekanlarından gözlemecilere pekçok alternatifle karşılaştığım mesire alanının solunda Cengiz Saran Barajı ve vadinin yarattığı çukur, güneş ışıklarıyla yeşil elmas gibi parlıyor. Manzaraya karşı çay içip bol oksijeni içime çekiyorum.

Teleferik’ten sonraki durağım hemen sahildeki İnciraltı. Balıkçılarıyla ünlü sahilde mangal yapmak isteyenler için pekçok tesis mevcut. Turkuaz’ın kameriyelerinde oturup öğlen yemeğimi alıyorum.

Sonraki durağım Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ilk defa İzmir’in kurtuluşunun 6. günü yerli- yabancı devlet adamı ve gazetecilerle biraraya geldiği, Uşakizade ailesinin rızasıyla Başkumandanlık Karargahı olarak kullanılan ve 1923’te Latife Hanım ile Mustafa Kemal'in nikahının kıyıldığı Göztepe’deki Uşakizade Latife Hanım Köşkü oluyor.

Günümüz medeni nikâhının öncülüğünü yapan bu önemli nikahtan sonra, Latife Hanım’la Batı Anadolu’ya gezi yapan Gazi, Latife Hanım’ı vatandaşlarıyla tanıştırıyor. Köşk, hem Mustafa Kemal’in 91 gün konakladığı ev hem de eşi Latife Hanım ile yakınlaştığı, Latife Hanım’ın zekasına hayran olduğu mekan olarak tarihi öneme sahip. Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım da sık sık köşkü ve aileyi ziyaret etmişse de Uşakizadelerin Karşıyaka’daki köşkünde nikahtan birkaç gün önce vefat etmiş. Şimdi İzmir Türk Koleji’nin bahçesi içinde kalan köşk ziyaretçilere açık.

İZMİR ÇEVRESİNDE NE YAPILIR?

URLA

Metin Erksan’ın 45 yıl önce çektiği, Hülya Koçyiğit’in başrolünde oynayıp 1964 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü almış efsanevi filmi "Susuz Yaz" Urla’nın Bademler Köyü’nde çekilmiş. İzmir’in batısında Güzelbahçe ve Seferihisar arasında kalan köy adını içinde yetişen badem ağaçlarından alıyor. Gündüz tarlada patlıcan fidanı söküp akşam Türkiye’deki ilk ve tek tiyatroya sahip köy Tiyatro’sunda sahneye çıkan idealist ve çalışkan bir halkı var. Urla’ya 9 km uzaklıktaki köye gitmişken Limantepe’ye uğrayıp 8 bin yıllık antikçağa ait yerleşim alanını görebilirsiniz. Ünlü gençlik dizisi Kavak Yelleri de Urla’da çekiliyor.

ESKİ FOÇA

İzmir'in 70 km. kuzeybatısında olan Eski Foça İonlar'ın Ege sahillerinde kurdukları 12 İon kenti arasındaki en önemli merkezlerden biri. Eski adı Fokai, "Fokların Ülkesi" anlamına geliyor. İlçe yakınlarında bulunan Siren Kayalıkları ve çevresi Akdeniz foklarının en önemli yaşam alanlarından. Bu yüzden Foça'nın sembolü fok balığı. Siren Kayalıkları, Şeytan Hamamı, Taş Ev, Beş Kapılar Kalesi, Dış Kale, Fatih Camii, Kayalar Camii, Hafız Süleyman Camii Foça'nın tarihi zenginlikleri. Foça’ya gitmişken Fokai Restoran’a uğrayın. Porsiyonların kallaviliğine şaşıracak balıkların lezzetine doyamayacaksınız. Nazmi Usta’nın tamamen doğal dondurmasını tatmadan dönmemenizi öneririm..

ŞİRİNCE

İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince köyü 1800 haneli bir Rum kasabasıyken 1923’te nüfus mübadelesi sonucu sayıca azalmış. Ev yapımı şarapları, mahzenleri ve tarihi Rum evleriyle ünlü köyde her yıl Ekim ayında bağbozumu şenlikleri yapılıyor. Mevsimiyse mandalina sarkan ağaçlar altında gözleme, güveçte kurufasulye, turşu yiyebileceğiniz iki aile işletmesi beklentinizi karşılayacaktır. Şarap mahzenlerini gezip tatmadan, köy ekmeğini almadan dönmeyin derim. Gitmişken Selçuk’a 9 km uzaklıktaki Efes Antik Kenti’ni ve Meryemana’yı da ziyaret edebilirsiniz.

ÇEŞME

Tarihteki iki İon kolonisinden biri olan Çeşme, şimdilerde 2 km.’lik plajlarıyla yaz tatillerinin vazgeçilmezi. Alaçatı beldesi ve 4 köyüyle ünlenmiş Çeşme’nin Ilıca tarafında termal oteller ve plajlar bulunuyor. Ilıca tarafı sığ olduğu için çocukların güvenli vakit geçirebilmesi için elverişli. Vazgeçilmez lezzeti ‘kumru’ için Kumrucu Şevki’yi deneyin. Çeşme’ye aracınızla gidiyorsanız otobanı değil Güzelbahçe yönünü tercih edin. Sağınızda rengarenk çiçeklerle süslenmiş bahçeler ve denizi izleyebilir, yol üstündeki tesislerde denize sıfır kahvaltı veya balık keyfi yapabilirsiniz.

KARABURUN

İzmir'e 100 kilometre uzaklıktaki Karaburun, Çeşme yakınlarında. Açık denize bakan taş evlerle ve zakkum sarkan balkonlarıyla gözünüzü şenlendiriyor. Tüplü ve tüpsüz dalış için elverişli olan ilçeye giden yollar biraz kötü ve virajlı. Mimari yapısını ve denize doğru kıvrılan dar sokaklarının güzelliğini görmek, tertemiz denizini denemek için gidilebilir. Efsanevi ‘kokulu nergis’i ile mitolojije konu olmuş Karaburun’un köyleri de ziyaret edilebilir.

NASIL GİDİLİR?

İzmir Üçyol’dan tüm ilçelere sık sık dolmuş veya midibüs kalkıyor. Karayoluyla gidecekseniz Otogar’da inip Üçyol servisi ile ulaşabilirsiniz. Uçakla gidecekseniz Adnan Menderes Havaalanı’ndan taksi dolmuş veya dolmuşla istediğiniz yere rahatça ulaşabilirsiniz.

İZMİR VE İZMİRLİLER

  * Simite gevrek, çamaşır suyuna klorak, domatese domat, çekirdeğe çiğdem diyen tek halk İzmirliler.

* Pek çok yerde şubesi bulunan Kumrucu Şevki ve Kumrucu Hikmet mutlaka ziyaret edilesi yerlerden.

* Ünlü buluşma yerleri; 38 yıllık Sevinç Pastanesi, Kordon, Konak Saat Kulesi veya Hilton’un önü.

* Pazarlarında dolaşmak, onlarca çeşit yeşillik içinde seçim yapmak oldukça güç.

* Her İzmirli hangi bitki neye iyi gelir yıllardır bilir.

* Ege, Dokuz Eylül ve İzmir Ticaret Üniversitesi ve üniversite gençliği şehrin enerjisine enerji katar.

* Beyoğlu’nun minyatürü İzmir’de Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve Kordonboyu.

* Türkiye’deki ilk kadınlar kahvesi de İzmir Bornova’da açılmış.

* Bir İzmirli ile 35,5 konusuna girmeyin.

* İzmirlilerin pekçoğunun çocuklarına verdiği isim Efe ve Ege.

İZMİRLİ ÜNLÜLER

İsmet İnönü, Latife Hanım, Metin Oktay, Mustafa Denizli, Ayhan Işık, Sezen Aksu, Attila İlhan, Homeros, Necati Cumalı, Tarık Dursun K., Dario Moreno, Kayahan, Haluk Bilginer, Halit Ziya Uşaklıgil, Ertuğrul Özkök, Nehir Erdoğan, Halikarnas Balıkçısı, Gönül Yazar, Caroline Koç, Salah Birsel, Bilge Umar, Ergun Babahan, Ferdi Özbeğen, Barbaros Şansal, Nalan Altınörs, Şenay Düdek, Tanyeli.

Zübeyde Hanım, Muzaffer İzgü, Feyza Hepçilingirler, Kibariye, İpek Tuzcuoğlu, Tan Sağtürk, Erdal Şafak, Ebru Akel, Yüksel Ak, Didem Taslan, Jülide Ateş, Cansu Dere, Esra Eron, Yıldız Tilbe, Harika Avcı, Korcan Karar, Petek Dinçöz, Niran Ünsal, Gül Gölge, Pınar Aylin, Tanju Okan, Nazan Öncel, Ali Kocatepe, Leyla Umar, Şükrü Saracoğlu, Yusuf Nalkesen, Yorgo Seferis. Şahan, Zeynep Tokuş, Gökşin Sipahioğlu, Efkan Efekan, Burçin Büke, Reyan Tuvi, Meltem Cumbul, Burcu Güneş, Ahmet San, Yankı Yazgan, Güngör Mengi, Emel Müftüoğlu, Ayla Dikmen, Kenan Onuk, Saba Tümer, Hüsnü Şenlendirici, Baskın Oran, Çağan Irmak.

Not. ‘İzmirli Ünlüler’ bölümü Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Yılmaz Özdil’den alıntıdır.

Yazı: Hülya Meral