KADININ ADI VAR MI?


Türkiye’de kadın olmak zor. Gün geçmiyor ki kadınlarla ilgili tartışmalı bir konu gündeme gelmesin. En son sunucu- oyuncu Defne Jof Foster’ın vefatının ardından ‘Su testisi su yolunda kırılır’ gibi ağır bir ithamla çalkalandık. Ardından ‘Dekolte giyen tecavüze uğrar’ diyebilecek kadar ‘bayağı’ düşünen bir ilahiyat profesörünü bile duydu kulaklarımız. Daha dün 12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden 28 adamın cezası ‘kızın rızası olduğu için’ mahkeme tarafından hafifletildi haberlerini okuduk. Böylesine vahim hallerdeyiz anlayacağınız..





Doğduğu andan itibaren kendisine görev gibi sunulmuş evişlerini halletmenin yanısıra çalışma hayatında yer alan, eve maddi gelir sağlayan, market, alışveriş, kuru temizleme gibi detayları koordine eden, ailenin sosyal hayatını düzenleyen, çocukların bakımı ve eğitimleriyle ilgili ayrıntıları planlayan kadın, varoluşunu yeniden sorgulamak, kendisine uygulanan şiddetle mücadele etmek, aynı zamanda bu tarz ithamlara ve haksız kararlara karşı dik durmak için yoğun bir çaba sarf etmek zorunda.
Tüm bu çaba daha adil ve yaşanabilir bir dünya yaratmak için..
Hepimiz dünyaya birtakım özellikler taşıyarak geliyoruz. Gözlerimizin, saçımızın rengi, cinsel organlarımız, hormon dengelerimiz, zihinsel, duygusal eğilimlerimiz, yeteneklerimiz farklı. Ama bu özelliklerin, eğilimlerin ve yeteneklerin biçimlendirilmesi ve onlara değer biçilmesi tamamen toplumsal ve tarihsel koşulların ürünü, asla genetik değil. Yani sanılanın aksine şiddet, genlerimizden gelmiyor, tamamen yaşanılan toplumda kazanılmış karakter ve öğretilerle oluşan eylemlerden kaynaklanıyor.



Dolayısıyla kadın veya erkek olarak doğmuş olmak, genel ahlak ve namus anlayışı, gelenek- görenekler, toplumsal ve ekonomik yapı, eğitimin düzeyi ve niteliği, ataerkil erkek egemen toplum anlayışı gibi faktörlerle birleşince kadının ‘öteki’ konumuna indirgendiği, nesne olarak değer biçildiği bir toplumla karşı karşıya kalıyoruz.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yaptığı araştırmaya göre 36 milyon kadın nüfusun yaşadığı ülkemizde 18 milyon kadın şiddet görüyor. ‘İkinci’ ve ‘öteki’ konumuna indirgenen, ekonomik özgürlüğünü kazanma olanağı bulamayan, sürekli baskı altında tutulan ve ‘hayatının öznesi olma’ hakkı ve şansı elinden alınan kadın, bir süre sonra aile içindeki şiddetten dolayı sürekli kendini suçlayan bir davranış içine giriyor, pasif, pesimist davranışlar sergiliyor. Bir kısmında kişilik bozuklukları, depresyon veya şizofrenik eğilimler gözleniyor.
Bu durum toplumsal yapının sağlıklı işlememesiyle, yıkımlarla sonuçlanarak inşa etmeye çalıştığımız ideal toplum yapısından uzaklaşmamıza ve çöküşümüze sebep oluyor.





Tüm bunlara rağmen iyi haberler de var diyebiliriz. Uzun yıllardır kadın ile şiddet kelimesinin yanyana kullanılması bir tabu iken son 10 yılda kadına şiddetle mücadelede, kadının ekonomik anlamda güçlendirilmesinde, sosyal hayata ve eğitim hayatına katılımında muazzam bir değişim ve dönüşüm olduğunu görüyoruz.
Çözüme yönelik çalışmaların hız kazanmasında mücadele eden kadınların yanısıra yurtdışından fon sağlanması, özel sektörün ve finans sektörünün desteği, sivil toplum örgütlerinin bilinçli çalışmaları büyük önem taşıyor elbette. Buna rağmen şiddet bitmiyor ama azalma sağlanıyor veya çözüme yönelik reflekslerde ciddi bir ilerleme kaydediyoruz.
Kadınlara uygulanan şiddetin, kanunlarımızdaki haksızlıkların, tacizin, tecavüzün, zorla evlendirilmelerin, namus cinayetlerinin, ahlâk konusundaki çifte standartların, kız çocukların okutulmamasının, kocaya satılmasının, bekâret kontrollerinin, kumanın, berdelin, başlık parasının, çağı geçmiş geleneklerin, kadının zorla ev içine mahkûm edilmesinin, kendi bedenine sahip çıkamamasının, çok çocuk doğurtulmasının, evin reisinin erkek olmasının sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz.




Üniversiteyi bitiren her iki erkeğe karşı üç kadın mezun
Hangi nedenle olursa olsun, baskı altına alınan, hırpalanan, canı acıtılan her tür canlı, bir an gelir uyanır, ayaklanır ve hakkını ister. Kadını erkeğin boyunduruğundan kurtaracak olan şeyse çalışma yoluyla gelen hak ve özgürlüktür. Kadınlar bu düşünceden hareketle gitgide bilinçleniyorlar, hızla uyanıyorlar ve bunun yolunun eğitimden geçtiğinin farkındalar.
Şu anda dünya genelinde inanılmaz ve daha önce karşılaşmadığımız bir süreç yaşanıyor. Bugün üniversiteyi bitiren her iki erkeğe karşı üç kadın mezun oluyor. Kadınlar ve erkekler arasındaki güç dinamikleri çok hızlı bir değişim evresinde. En önemli yerlerde kadınlar herşeyi kontrol altın alıyor, pekçok meslekte sayıca baskın hale geliyorlar. Yöneticilerin %50’den fazlası kadın.

Yapılan araştırmalar bundan sonraki 10 yıl içinde büyüyeceği tahmin edilen 15 sektörün ikisi hariç diğerlerinde kadınların baskın olacağını ve global ekonominin el değiştirip kadınların erkeklerden daha başarılı olabildiği bir yer haline geleceğinin sinyallerini veriyor.
Kadınlar dünyayı değiştiriyor

Bu ekonomik değişiklikler kültürümüzü, alışkanlıklarımızı, yaşam koşullarımızı, harcamalarımızı hızla etkiliyor. Elbette dizilerimizi, evliliğimizi, flört sürecimizi ve Kanuni, Behlül, Ezel, Hürrem, Bihter, Evşen’li yeni süper kahramanlarımızı da.

Yıllardır bilincimize işleyen ‘ilk doğan erkek çocuk’ fikri ise şimdilerde oldukça demode. Erkeğin her zaman egemen olduğu 200.000 yıllık bir süreç artık gerçekten de sona eriyor. Keza istatistikler ve nüfus sayımları Hindistan, Çin, Güney Kore gibi ataerkil toplumlarda bile ailelerin artık eskisi gibi erkek çocuk istemediğini, Amerikan üreme merkezlerinde çiftlerin %75’inin kız çocuk talep ettiğini gösteriyor.
İçinde bulunduğumuz ekonomik gelişmeler aile ve evlilik yapısında da son 10 yıldır değişimi zorunlu kılıyor. Kadınlar işgücünün büyük bölümünü oluşturuyorlar.
ABD’de yapılan kamuoyu araştırmaları genç kadınların genç erkeklerden daha çok kazandığını ortaya koyuyor. Bu kadınların ortak noktası kendilerini çevrelerindeki erkeklerden daha çok para kazanır şekilde düşünerek yetiştirilmeleri.

Omega erkek sayısı artıyor
Şimdiye kadar üretim ve tüketime dayalı bir ekonomimiz vardı, şimdiyse hizmet sektörüne, bilgi sektörüne ve yaratıcılığa dayalı bir ekonomimiz var. Kadınlar bu becerileri edinmede erkeklerden çok daha ilerideler. Çünkü günümüzdeki ekonomi artık bambaşka beceriler gerektiriyor. Akıllı olmanız, konsantre olmanız, insanları dinlemeniz, açık olarak iletişim kurmanız ve eskisinden farklı çok daha değişken olan bir işyerinde çalışmanız lazım. Bunlar kadınların çok iyi yaptığı şeyler. Dolayısıyla genellikle iş bulamayan, ebedi ergen, sevimsiz yabani, mutlu bir koltuk müptelası olarak karşımıza çıkan ‘omega erkek’ sayısı gittikçe artıyor.

Hindistan’da fakir kadınlar erkeklerden daha hızlı İngilizce öğreniyor ve Hindistan’da büyük endüstri olan çağrı merkezlerinin ihtiyacını karşılıyor. Çin’de özel girişimlerin sayısı artıyor, kadınlar yatırıma daha çok önem veriyor. Güney Kore gibi 1970’ler ve 80’lerde kadının sosyal yerinin yasalarla ikinci sınıf olarak düzenlendiği ataerkil toplumda, kadınlar erkek çocuk doğuramazlarsa cariye/kuma muamelesi görüyorlardı. Aileler kızlarının canını alması için Tanrı’ya yalvarıyorlardı ki yerine bir erkek çocuk gelebilsin. Şimdiyse tüm dünyada tersine bir dönüşüm yaşanıyor. Kadınlar nesne olmayı reddedip, onları nesne olarak görenleri özne olarak görmeye zorlayacaklarının sinyallerini veriyor.

Tüm bunların ışığında söylemek gerekir ki bilgi ve bilim çağının gelecek günlerinde kimse kimseye istemediği bir şeyi zorla yaptıramayacak. Dolayısıyla erkekler artık ‘nerede yanlış yapıyorum, ne yaparsam daha adil, daha sürdürülebilir, daha barış dolu bir yaşam varolabilir önümde’ diye şapkayı önüne koyup düşünmek, gerekiyorsa destek almak zorunda.


Artık kadın veya erkek herkes için değişim zamanı..



Türkiye’de bu değişimin öncülerinden aile içi şiddeti, özellikle kadına yönelik şiddeti önemseyen, kendilerini kadın sorunlarına vakfeden, kadının elinin güçlenmesi ve bilinçlendirilmesi için yollar, şehirler kat eden, yüzlerce kadına yardım eli uzatan, kadınların sesini kamuoyunda duyurmak için yıllardır emek sarf eden bir ekip ve proje var ki son 7 yıldır kadınların hayatına dokunmayı başarıyor.
'Aile İçi Şiddete Son' Proje Kooordinatörü Neşe Hacısalihoğlu ile gerçekleştirdiğim söyleşi her bireyin ve kurumun yapacak birşeyi olduğu fikrini yeşertiyor içimde.
Türkiye’de 36 milyon kadın yaşıyor. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün araştırmasına göre ülkemizde her 10 kadından dördü şiddet görüyor. Kırsal kesimde bu oran beşe yükseliyor. Bu sonuç Türkiye’de 18 milyon kadının şiddet gördüğü anlamına geliyor.
Aile içinde şiddet uygulayanlara da şiddet mağdurlarına da toplumun her kesiminde rastlanabiliyor. Birçok kadın birlikte yaşadığı erkek veya kocası tarafından şiddete maruz kalıyor ve bu şiddet sınıf, etnik köken ve sosyo-ekonomik düzey gözetilmeksizin uygulanmaya devam ediyor.
Kadının nitelikli bir yaşam sürmesinin önünde engel oluşturan ve çözüme kavuşması gereken pekçok konu da önemli bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkıyor. ‘Kadının adı yok’ söylemlerinin üzerinden henüz çok geçmemişken sessiz kalmayı reddedip kadınların yaşadığı bu kısır döngüyü değiştirmeye gönüllü bir proje ise son yıllarda sık sık gündeme geliyor.





Hürriyet Gazetesi’nin sosyal sorumluluk projesi olarak 7 yıldır başarıyla yürüttüğü Aile İçi Şiddete Son Kampanyası’nı, kampanyadan hareketle 2007’den bu yana kadınlara destek olmayı amaçlayan Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’nı ve gelişmeleri proje Koordinatörü Neşe Hacısalihoğlu konuştuk.
Kadın neden şiddet görür?

Kadın birçok nedenle şiddet görür. Temelde 10 kadından 4’ü şiddet görüyor, dünyada da durum çok farklı değil, ortalama 3-4 kadından biri şiddet görüyor. Projeye başlarken şiddetin normal aile yapısı içinde görülen bir davranış olduğu bilgisinden yola çıktık. En çok üzerinde durduğumuz ‘öğretilerimiz’.


Toplumun da şiddeti beslediği, şiddeti çocuk yetiştirme biçimi olarak kullandığı ve bu nedenle şiddet gören ya da gözleyen çocukların yetişkin olduğunda %30’unun ailesine şiddet gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu çok büyük bir oran. Şiddet, ailenin içinde öğrenilen bir sorun çözme davranışı olarak öğretiliyor. Çocukken ailede, yetişkin olduğunda kendi ailesinde ve kendi çevresinde yaygın bir şekilde şiddet uygulayan erkeklerin çoğu başka bir yol öğrenemiyor. Değer yargılarımızı gözden geçirmemiz, yeni değer yargıları oluşturmamız lazım, burada topluma çok büyük görev düşüyor.



SESSİZ KALMAKLA ŞİDDETİ BESLİYORUZ



Şiddet aile içi bir mesele midir?


Hala aile içi meseledir diyen oran çok yüksek, komşumuzda ses duyduğumuzda müdahele etmiyoruz, belki ölümle sonuçlanıyor. O nedenle şiddeti besliyoruz, onaylıyoruz. Sokakta anne çocuğuna ‘edepsizlik ‘gibi ifade edilen tavırlar gösterdiğinde haksız değil, çocuk hak etti diye onaylıyoruz. Bu daha ilerde ergen çocukları da durdurma biçimi olarak uygulanıyor, ona da ses çıkarmıyoruz, eti senin kemiği benim deyip öğretmene veriyoruz. Kızını dövmeyen dizini döver deyip kendi evladımızı döverek terbiye etmeye çalışıyoruz. Değişmekte olan ülkelerde şiddet daha beslenen bir şey, adına töre diyoruz, namus diyoruz, bir şekilde bunları haklı çıkaracak, normalleştirecek yollar bulmaya çalışıyoruz.



HER 2 KADINDAN BİRİ FİZİKSEL ŞİDDET GÖRÜYOR



Kadınlar size en çok hangi şikayetle geliyor? Daha çok hangi şekilde şiddet görüyorlar? Fiziksel şiddet mi ruhsal şiddet mi, ihmal mi?


Kadın farkındaysa paylaşıyor. Bizi her 2 kadından biri fiziksel şiddet nedeniyle arıyor ama fiziksel şiddet hiçbir zaman tek başına değil. Duygusal şiddet ya da cinsel şiddet, ekonomik, sosyal şiddet de buna eşlik ediyor mutlaka. Sadece duygusal şiddet nedeniyle arayan da var, arayan 4 kadından biri duygusal şiddet gördüğünü iletiyor.



Cinsel şiddet zaten en zor ifade edilen şiddet türü ancak kadın fiziksel şiddet nedeniyle aradığında konuşmalarından çıkarabiliyoruz. Sosyal şiddet hiç ifade edilmiyor. Kadın, ailesiyle görüştürülmemesini kıskançlığa bağlıyor ama aslında bu sosyal şiddet. Zorla evlendirilme, arkadaşlarıyla, komşularıyla görüşmesini yasaklama biçiminde karşımıza çıkıyor sosyal şiddet. Şiddet gösteren bir şekilde mağdurun çevresini daraltıyor. Çünkü ne kadar az insan bilirse o şiddet o kadar devam edecek ve rahat uygulayacaktır. Kadın genelde ihmal edildiğinin çok farkında olmuyor.



KADINLARIN BANKAMATİK KARTI ERKEKLERİN CEBİNDE



Ekonomik şiddet hiçbir zaman tek başına olmuyor, hakaret, aşağılama ya da fiziksel şiddetle destekleniyor. Ülkemizde birçok kadın ekonomik şiddeti gönüllü olarak kabul ediyor. Birçok kadının bankamatik kartı kocasındadır. Bütçe ortak yapılıyorsa bankamatik kimde olursa olsun fark etmez ama bizim ülkemizde genelde bütçeyi erkek kendi istediği biçimde yapar, kadın ne kadar maaş aldığının bile farkında değildir. Kadın çalışıyor olmasına rağmen, gönüllü olarak kartı kocasına verir, bazı kadınlar istemediği halde vermek zorunda kalırlar.


Üniversite mezunu pekçok kadın var, evlendikten sonra çalıştırılmıyor. Çalışmaya gücü, yetisi var ama bir insanın baskısıyla çalışamıyorsa bu da ekonomik şiddettir. Sadece para değildir konu, kadının varoluşu var, erkek onu yok ediyor.



ŞİDDET KONTROL EDİLEBİLİR

Şiddetin bir nedeni de biyolojiktir diyebilir miyiz?

Doğuştan gelen bir şey yok. Bizim doğuştan getirdiğimiz şey ‘kızgınlık duygusu’dur. Bu duygu aslında bizi iki şekilde korur. Biri bizim haklarımıza tecavüz ettiğinde, sınırımıza girdiğinde kızarız ya da kendi hayat hedefimizden saptığımızda kızarız ama saldırganlık, şiddet bu kızgınlık kontrol edilemediğinde ortaya çıkan bir davranış biçimi. Şiddet kontrol edilebilir, doğuştan gelen bir şey değil. En çok da ‘öğretiler’le ilgili bir durum.

ŞİDDET GÖSTEREN DE MUTLU DEĞİL

Şiddet uyguladığını söyleyen/kabul eden ve sizden yardım isteyen erkekler var mı? Nasıl yardımcı oluyorsunuz?

Aile İçi Şiddet Yardım Hattı’nı %3 oranında erkekler de arıyor. Çok az bir kısmı ‘ben şiddet gösteriyorum ama göstermek istemiyorum, bana yol gösterin’ diye arıyor. Bizi aradıklarında hattı özel eğitim almış psikologlar açıyor, arayanın durumuna göre konuşuyor ve yönlendiriyorlar. Genellikle daha profosyonel desteğe ihtiyaçları oluyor. Psikolojik destek almaya yönlendiriyoruz, bazıları gitti ve başarılı da oldular. Erkeklerin ‘öfke kontrolü’nü öğrenmeleri gerekiyor.

Erkek bizi aradıysa birşeyleri paylaşma ihtiyacında oluyor ve tabii ki konuşuyorlar. Çünkü şiddet gösteren de mutlu değildir. Değişimin çok verimli olması isteniyorsa düzenli psikolojik destek alınması lazım.

GENÇLERE VE ÇOCUKLARA ŞİDDET DE ÇOK YAYGIN

Kadın kadar çocuklar da şiddete maruz kalıyor, hem anne hem baba dövüyor. O yüzden Aile İçi Şiddet diyoruz. Çevreden çocuğunu döven anne babayı da şikayet eden tanıdıkları, komşuları olabiliyor. Onlara da müdahele ediyoruz. Çocuk polisiyle veya sosyal hizmetlerle işbirliği içinde hareket ediyoruz. Gerçekten şiddet varsa belki koruma altına alınıyorlar veya aile sosyal hizmetler tarafından psikolojik destek almak üzere aile danışma merkezlerine yönlendiriliyor. Yine çocucuğunu döven ve pişman olan annelere de yol gösteriyoruz.

Genç dediğimiz grup var. Ailenin şiddetinden dolayı bizi arayan, psikolojik şiddet gören, babanın, ağabeyin, amcanın yakın akrabaların şiddetinden şikayet ederek arayan var. 18 yaşını geçen genç kızları sığınma evine gönderebiliyoruz. Bu yaşın altındaki küçükleri de yetiştirme yurtlarına gönderiyoruz ama 18 yaşından büyük erkekler için hiçbir şey yapamıyoruz, onları sokağa bırakıyoruz, bu çok acı. Ülkemizde 18 yaşında olan çok küçük bir azınlık ekmeğini kazanabiliyor dolayısıyla ona güvenli bir yer sağlayamamak da büyük bir problem.

Kadınlar için durum nasıl? Varolan sığınma evleri ihtiyacı karşılıyor mu?

Türkiye genelinde 60 sığınma evi var. 50.000’i aşan belediyelerde sığınma evi açma zorunluluğu var ama 50.000’in altındaki yerlerde zaten yok, üstündekilerin çoğunda yok. Şu an koskoca İstanbul’da 10 tane sığınma evi var, kapasiteleri 300’ü bulmuyor. 15 milyonun yarısının kadın ve çocuk olduğu bir nüfusta bu sayı çok yetersiz, acil durumda olanlar alınıyor ama bu sefer ötekiler acil duruma gelmiş oluyor. Acil duruma geldiklerinde zaten bir travma yaşadıkları için üzerlerinde daha fazla çalışmak gerekiyor, daha fazla kalması gerekiyor ama 3-6 ayda ortalama barınma süresi var.

Mor Çatı’da genellikle ayakları üzerinde duruncaya kadar kalıyorlar. Bu şiddet yaşamış ve evini terk edecek duruma gelmiş kadın için hiç yeterli değil. Çalışmamışsa, hiçbir vasfı yoksa durum daha zorlaşıyor.

EĞİTİMLİ KESİM DAHA ZOR PAYLAŞIYOR

Şiddet öyle bir şey ki kadın çok pasifize, kendini güvensiz hale getiriyor. O yüzden üniversite mezunu olup parasını kazananların da şiddet gördüğü halde evden uzaklaşamadığını görüyorsunuz.

Eğitimli kesim daha zor paylaşıyor, eğitimsiz olan daha rahat ifade ediyor. Eğitimli olan bunun bir suç olduğunu, buna katlanmaması gerektiğini biliyor ama çeşitli nedenlerle anlatamıyor. Eğitimsiz olan diyor ki benim eğitimim yok, param yok, nereye gideyim, mecburen anlatıyor. Eğitimli olanlar kendi açılarından böyle bir mecburiyetleri olmadığı için saklıyorlar. Öyle bir kısır döngü ki duygusal olarak o çemberin içinden çıkamıyorlar.

Boğaziçi Üniversitesi ‘Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet’ alan araştırması yaptı. Araştırmanın bir sonucunda gelir seviyesi erkekten yüksek olan kadının %42 oranında daha çok şiddete maruz kaldığı sonucu çıktı. Katılır mısınız?

Eğitim ve gelir düzeyi arasındaki orantısızlıklar şiddetin nedeni değil arttırıcı etkenidir. Normalde o insan şiddet göstermeye eğilimli değilse böyle bir bahaneye sığınmaz ama zaten şiddet göstermeye eğilimliyse, öfkesini kontrolde kullandığı bir yöntemse o zaman bu onun için bir bahane, arttırabilir. Hattı arayıp da kocam ilkokul mezunu ben üniversite mezunuyum onu için bana fiziksel şiddet uyguluyor ya da ben kocamdan daha çok kazanıyorum, mümkün olduğu kadar bunu hissettirmemeye çalışıyorum ama hiçbir şey değişmiyor, şiddet görüyorum diyen oluyor.

Evin gelirini erkek sağlar, evde otorite erkektir düşüncesi var temelde. Erkekler otoriteyi parayla da birleştiriyorlar. Evin geçimini sağlayamadığında karısı ondan daha fazla kazandığında bu bir eziklik duygusuna o da kızgınlığa, kızgınlık da şiddete yönlendiriyor. Kararları kadının vereceği endişesi oluyor.

Peki kişinin karakteri şiddeti etkiler mi?

Karakter doğuştan gelen bazı şeyler. Karakterin oluşumunda ailenin çocuğu yetiştirme dönemindeki öğretileriyse evet o zaman karakterler arasında farklılık oluyor ya da işte genç kızlarımıza nasıl birini istersin diye sorduğumuzda güçlü, kuvvetli, vurdumu ses getiren..vs. diyorlar. Maço tipi yüceltip ona yöneldiklerinde yarın hakkaten o vuruş onlara yöneliyor. Biz bazı şeyleri kendimiz destekleyip idealmiş gibi sunuyoruz. Kadın olarak bunları besliyoruz. Oğlumuza güçlü ol, ağlama diye öğretirken kızmıza da adam gibi birini seç, karı gibi gülüyor, kılıbık diye öğretiyoruz..

KILIBIK ÇOK İDEAL BİR ERKEK MODELİ

‘Kılıbık’ çok ideal bir erkek modelidir, kılıbık diye yaftalanır bizim ülkemizde. Karısına işinde, herşeyinde yardım eder, oturur konuşur, paylaşır. Bu aslında idealde istediğimizdir ama toplum tarafından yadırganır. İnsan olarak kadından birşey görmek istiyorsa biraz yükünü paylaşmalı erkek. Bazen eğitimlerde rastlıyoruz erkek karımı seviyorum, evimiz yüksek, cama çıkmaya korkuyor, silebilirim ama 1-2 sildim, çevreden bir sürü şey söylendi, şimdi geceyarısı siliyorum diyor. Mahalle baskısıyla olacak olan da engelleniyor.

Mesela çok yaygındır. Erkek annesi babası geldiğinde çok başka davranır. Onlar geldiğinde oturur, onlar yokken kadına çok yardımcı olur. Çünkü onların öyle bir oğul beklentisi var, o da ona uymaya çalışıyor.

2008 ve 2009’da Hürriyet Gazetesi işbirliğiyle ‘Hürriyet Hakkımızdır Treni’ projesi kapsamında tüm Anadolu’yu gezip toplumu bilinçlendirmek için çalışmalar yaptınız, oradaki durumu gözlemleme şansınız oldu. Nasıldı geridönüşümler, toplumun ilgisi? Büyükşehirle orayı karşılaştırdığınızda kırsal kesim daha mı fazla şiddet görüyor, Paylaşabildiler mi sizinle?

İlk sene ‘farkındalık yaratmak’ için halka eğitim verdik. Orada da gittiğimiz her ilde ya da ilçede gönüllü katılan halka farkındalık eğitimi sunduk. Güneydoğu’ya doğru gidildikçe eğitime katılan kadınların sayısı çoksa ve kadın kadınaysak daha çok paylaştıklarını gördük. Erkeklerin olduğu ortamda seslerini çıkarmıyorlar. Ege’de, Akdeniz’de, Karadeniz’de öyle değil. Daha rahat ifade ediyorlardı.

EN VAHİM DURUMDA OLAN YERLER BÜYÜK ŞEHİRLER

Her yerde şiddet var. Batı’nın doğudan hiçbir farkı yok. En vahim durumda olan yerler büyük şehirler. İstanbul mesela. Varoş dediğimiz bölgelerde kendi köy ortamındaki özgür alanından kopup buradaki dört duvar arasına sıkıştırılmış birçok kadın var. Köydeki güvenli alanından da sıyrıldığı için erkek tarafından da baskı artıyor, daha çok geçimsizlik var. Şiddeti arttırıcı etken büyük şehirde daha çok.
Öte yandan kırsal alanda kadınlar henüz şehirdeki kadar haklarının farkında değiller. Yaşamı olduğu gibi görüyorlar, erkek sever de döver de mantığı var.





İÇ ANADOLU ŞİDDETİ KABULLENİYOR, DOĞU’DA TAM TERSİ
İç Anadolu’da şiddeti kabullenme var. Şiddet görüyorlar ama hak ettiklerini düşünüyorlar. Güneydoğu’daki kadınlar kabul etmiyorlar, haklı bulmuyor, karşı çıkıyorlar. Birçoğu yasal haklarını bilmiyordu, şiddetin bir suç olduğunu bile farkında değillerdi. Sosyal, cinsel, ekonomik şiddetin şiddet olduğunun farkında bile değillerdi.

2. yıl şunu fark ettik. Henüz Türkiye’de bir sistemleşme yok. Görünürde var gibi. Yasalar, polis, sığınma evleri var ama kadın polise gittiğinde yasaların gerektirdiği gibi işlem görüp sığınma evine hemen geçemiyor, o süreç çok kolay değil. Kurumlar arasında bir kopukluk var, yeni bir eğitim programı hazırladık.
2. yılda mağdurla ve suçluyla çalışan bütün kurumlar polis, sosyal hizmetler, sağlık, jandarma, nüfus gibi kurumları biraraya toplayıp mağdur olana nasıl etkin bir biçimde uzun süreli yardım edilebiliri araştırdık, bunun eğitimini verdik. 3 yıldır hattaki gelişmeyi görebiliyoruz. Aldığımız duyumlara göre emniyet içersinde aile içi şiddete yönelik birimler oluşturmak üzere çalışmalar var. Bu çok önemli bir gelişme.
AYIP KAVRAMINI VURGULAMALIYIZ
Ayıp kavramını vurgulamalıyız. Şiddet göstermek ayıp, utanç verici bir durum. Birey olarak bunu yapanın ayıplanması gerek, sırtının sıvazlanmaması, desteklenmemesi gerek. Temelde konunun ilköğretim müfredatına girmesi lazım. Kişinin öfkesini nasıl yöneteceği, çatışmaları nasıl çözümleyeceği öğretilse şiddet belki yarıya düşer, tamamen ortadan yok olması mümkün değil. Çünkü kızgınlık güçlü bir duygu, şiddetle sonuçlanıyor.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü bütün devlet kurumlarına eğitim veriyor. Biz de erkek zihniyetini değiştirmeye yönelik bir eğitim programı hazırlıyoruz bu yıl. 11 Mart’ta nöropsikolog Michael Koffman’ı ağırlayacağız.

Fiziksel istismara maruz kalmış kadınlar genellikle ciddi bir sorun olmadığı sürece acil servis veya doktora başvurmuyor, başvurduklarında ise korkudan ve çekingenlikten geliş sebeplerini saklayıp konunun aile içinde kalmasına özen gösteriyorlar. Sizin şiddet gören ve bunu kendi içinde çözmeye çalışan kadınlara önerileriniz ne olur?

Sığınmak istiyorum diye arayanların büyük çoğunluğu ekonomik yönden kocasına bağımlı yaşayan, kalifiye bir eğitimi, işi olmayan, çaresiz kadınlar. Genel tablo bu.

Bizden illa bir şey istemeleri gerekmiyor sadece paylaşmak iyi gelecekse arasınlar. Bazen paylaşmak ve rahatlamak da etkili oluyor. Arayan hiçkimseyi ne ayıplıyoruz ne yargılıyoruz ne de suçluyoruz. İstemediği birşeye zorlamıyoruz sadece ona destek olmaya çalışıyoruz. Anlatmak, haklarını öğrenmek ya da nereye başvurmak istediğini öğrenmek istiyorsa mutlaka destek oluyoruz. Yeter ki arasınlar.

ŞİDDET GÖREN KADIN UTANIYOR

Ters işleyen bir çark var. Şiddet gören kadın fark edildiğinde ‘seni sıkıntılı görüyorum, paylaşmak istersen buradayım’ mesajı verilmeli. Kadın utanıyor ama birgün yardım istemeye karar verirse onu görmezden gelenlerden istemesi çok daha zor. Görüp ihbar etmemek bir suç. Ona hiçbirşey söylemeden arayabilirsiniz. İhbarda bulunabilirsiniz. Kadın çaresiz değil, kabullenmek zorunda değil.

Kadınlar ‘yardım hattı’ haricinde nerelere başvurabilirler?

İlk etapta acil durumsa 155 Polis, 156 Jandarma. Bir de sosyal problemi olan çocuk, kadın ve yaşlılar için 183 Sosyal Hizmetler Hattı aranabilir. Bize ulaşmak isterlerse 7 gün 24 saat 0 (212) 656 96 96 ve 0 (549) 656 96 96 numaralı Acil Yardım Hattı’nı arayabilirler.
7 SENE ÖNCE AİLE İÇİ ŞİDDET DİYE BİR KAVRAM YOKTU
Son 10 yılda oldukça önemli bir yol kat edildi..
Bizim kampanyanın çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Basının bu işin içinde olması kurumları da daha harekete geçirdi. Polis ve sosyal hizmetlerin birer hattı vardı ama ikisinin arasında bir boşluk vardı. Aile İçi Şiddet Hattı bu boşluğu doldurup, kopuklukları engelleyip kurumlararası entegrasyonu sağlıyor ve hızla hareket edilmesine destek oluyor. Kurumların arasındaki kopuklukları tespit edip sunduğumuz raporu, emniyet çok iyi kullanıyor. Valilik kanalıyla bütün vak’alardaki hatalı tutumları günüyle, saatiyle, karakolun adıyla gönderiyoruz ve derhal onları işleme sokuyorlar, muazzam bir değişim var. %62 polisten geliyor vak’alar bize.

Mor Çatı’nın Türkiye için rol model olarak alınabilir diye önerdiği İspanya’da uygulanmaya başlanan şiddet mahkemeleri, elektronik pranga, siyatte kota uygulaması, kadına özel daire gibi önlemlerden bahsediliyor. Türkiye’de çok mu zor bunları uygulamak? Çok farklı toplumlar değiliz.

Bir filmden yola çıkarak söylemek istersem ‘Gözlerimi de Al’ diye bir İspanyol filmi vardı. Galasını Aile İçi Şiddet Kampanyası yaptık. Orada en çarpıcı şeylerden biri hiç fiziksel şiddet gösterilmeden şiddetin çok iyi hissettirilmesiydi. Bazı tedbirler uygulanıyordu filmde. Öfke kontrolü için kurslara gidilmesi, tedavi süreci vs. Tablo aynen Türk erkekleri gibi, inanılmazdı. Aynı şekilde direnç ve tepki gösteriyorlar, aşağılıyorlar..
Biz daha polise bile gidemezken pranga kullanılabilir mi bilmiyorum, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun var ama o kanun uygulandığında bunu polisin takip etmesi lazım ama edilmiyor, yeterince takip edilmeyince ölüyor kadınlar.
Teknolojinin yaygınlaşmasıyla daha çok kadın dış dünyayla tanışma olanağı buldu. Aynı sorun etrafında toplanan kadınlar, internet yoluyla sanal ortamda kurulan e-gruplarla biraraya gelip birbirleriyle etkileşim ve iletişim kurabilir hale geldiler/ geliyorlar. Çalışmalarınızda teknolojinin kadınlar üzerindeki etkisini görebiliyor musunuz?


Kadınlar öğrenmeye isteklidir, bilgisayar keşke yaygınlaşsa. Bize web sitesinden ulaşanlar var, yazılı gönderiyorlar, biz de yazılı olarak cevap iletiyoruz. En başta şiddet gören kadınların şunu hissetmeye ihtiyaçları var. Bu şiddet karşısında gösterdikleri davranışlar çok normal.

DURUM ANORMAL ŞİDDETE KARŞI GÖSTERİLEN HERŞEY ÇOK NORMAL
Durum anormal, şiddete karşı gösterilen herşey çok normal. Yalnız değiller, yüzlerce, binlerce kadın var. Bunu anlamak çok iyi geliyor. Evinde telefonu olmayan da var ama bizi cep telefonuyla arayan daha çok, bu yüzden teknoloji çok önemli, doğru yere ulaşımı kolaylaştıran birşey. Evinden arayamadığı için sokağa ya da balkona çıkıp arayabiliyor kadın. Biz ulaşabiliyoruz, evinden kaçıyor, sokakta yakalıyoruz, polisle işbirliği yapıp telefonun sinyalinden buluyoruz.
Özel sektörden de şimdiye kadar hiç görülmedik bir destek var değil mi? Kadının ekonomik yönden güçlendirilmesi için proje üretiyor, mikro kredi kullandırıp yeni iş sahaları oluşturulmasını ve istihdam sağlanmasını çok önemsiyorlar..
Evet, güzel bir destek var. Kadın girişimci dernekleri, iş alanında söz sahibi olan insanların bu konuya bir kota ayırması lazım. Bu kadınların çoğu ayaklarının üzerinde duramadıkları için şiddet görüyor. İşveren işyerinde şiddet gören 1 kadın mağdura kota ayırsa eve geri dönme olayı daha da düşecek. İşverenler farkındalık yaratmak için işyerlerinden başlayabilirler.

‘Şiddete Son’ demek için Güldünya Şarkıları adlı bir albüm çıktı. Bu albüme Sezen Aksu’dan Ajda Pekkan’a Şebnem Ferah’tan Şevval Sam’a kadar 13 kadın destek oldu. Tüm geliri aile içi şiddet hattına aktarılan bir konser gerçekleşti. 2. yılda erkek sanatçılarla bu çalışmayı genişlettiniz. Şimdiyse Nilüfer ‘12 Duet’ albümüyle projeye katkıda bulunuyor..




Sanatçıların çoğu bu soruna katkıda bulunmak istiyor. Çok güzel geridönüşler alıyoruz. Bilet satış gelirinin tamamı Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’na aktarılacak konser, 9 Mart 2011 saat 21.00’de İstanbul Kongre Merkezi Harbiye Salonu’nda gerçekleşecek.. Biletler Biletix’te satışa sunuldu.





ŞİDDETİN ÇEŞİTLERİ
Fiziksel şiddet: Dövme, tokatlama, tekmeleme, yakma gibi eylemlerin yer aldığı şiddet türüdür. Kadının eşi ya da partneri tarafından fiziksel saldırıya maruz kalması şeklinde gerçekleşir. Bazı olgularda psikolojik istismar, cinsel şiddet ya da evlilik içi ırza geçme (Tüm dünyada yaygın olarak kabul edilen ama henüz Türk Ceza Kanunu’nda yer almayan bir terim) ve/veya öldürme tehditleri ile birlikte de görülebilmektedir.

Fiziksel şiddetin en ağır biçimlerinden biri töre/namus cinayetleri bahanesiyle uygulanan şiddettir. Kadının giydiği kıyafet, gittiği yer, yabancı kişilerle konuşması, evlilik dışı ilişkisinin olması, evlilik dışı hamile kalması, bakire olmaması, aile ya da akrabaların uygun gördüğü kişi ile evlenmek istememesi, boşanması gibi bahanelerle kadına eşi ya da akrabaları tarafından şiddet uygulanması ya da öldürülmesi töre/namus bahanesiyle kadına uygulanan şiddettir. Bu suçun işlenmesine eş ya da akrabalar karar verebilmektedir. Töre/namus bahanesiyle uygulanan şiddet yasalarımıza göre suçtur ve cezalandırılmaktadır.
Duygusal/psikolojik şiddet: Çoğunlukla aşağılama, bağırma, sürekli eleştirme, yetersiz olduğunu söyleme, hiçbirşeyi beceremediğini, çocuklara bakamadığını söyleme, sevgi göstermeme, patolojik düzeyde kıskançlık, korkutma, reddetme, paranoya düzeyinde inanmama ve ne yaptığını araştırma şeklinde görülebilir. Eşle doğrudan iletişimi reddetmek, onunla konuşmamak, surat asmak, eşin, kendisini ifade etmesini, görüş ve düşüncelerini açıklamasını engellemek, zaaflarıyla alay etmek, duygusal sömürüde bulunmak, imalı konuşarak yanlış anlamalara meydan vermek, eşin kendisine olan güvenini ve saygısını yitirmesini sağlamak, eşin karar verme sürecinde şüphe etmesini sağlamak, eşin mantık sürecinden şüphe etmesini sağlamak, katı kurallar ve sınırlar koyarak baskı kurmak, eşin çevresiyle bağlarını koparmak ve eşinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak şeklinde de tezahür edebilir.

Ekonomik şiddet: Evin masraflarını karşılamamak, hep sorun çıkarmak, gerekli olan harçlığı vermemek, çalışmasına izin vermemek, çalışanın elinden parasını veya banka kartını alıp geri vermemek, işten atılmasına yol açacak olaylar yaratmak, paranın ve mal/mülkün kontrolünü elinde bulundurmak, kadının para istemesini beklemek, paranın nereye harcandığını kontrol etmek, para yönetimi konusunda kadını eleştirmek ve etiketlemek. (Müsrif, aptal, doğru dürüst parayı harcamayı bile bilmezsin v.s gibi ithamlarda bulunmak)

Cinsel şiddet: Bu tip olaylar genellikle kadının rızası olmadan istemediği yer ve zamanda cinsel ilişkiye zorlamak, başka insanlarla cinsel ilişkiye zorlamak, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya zorlamak, kürtaja zorlamak, namus gerekçesiyle öldürmek veya öldürmeye zorlamak şeklinde gerçekleşir. Fiziksel istismarla birlikte görülür.


Kadınların %27’sinin çocukluğunda cinsel istismara uğradığı tahmin edilmektedir. Cinsel istismara uğrayan kişilerde depresyon, suçluluk, azalmış özbenlik kaygısı, başkalarına güvenememe, intihar düşünceleri, öfke nöbetleri, kendinden utanma, anksiyete, kendi bedenini reddetme gibi semptomlar görülebilir.

Sosyal şiddet: Eşi başkaları önünde sürekli küçük düşürmek, başkaları önünde kadının zaaflarıyla alay etmek, başkalarının önünde, kıskançlık gösterilerinde bulunmak suretiyle eşin davranışlarını kontrol etmek, eşin evden çıkmasına izin vermemek, sosyal ilişkilerini kısıtlayarak yalnız/ desteksiz bırakmak, aşırı kontrol etmek, katı kurallar ve sınırlar koyarak baskı kurmak vs. şeklide özetlenebilir.

Sözel şiddet: Söz ve hareketlerin düzenli bir şekilde korkutma, sindirme, cezalandırma ve kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Sözel şiddete ilişkin davranışlardan en belirgini, kişinin değer verdiği konulara yönelik güven sarsmak ve kadını yaralamak amacıyla belirli aralıklarla çok ağır hakaret ve sözler söylemektir. Kadını küçük düşürücü adlar takmak ve sık sık olumsuzbir şekilde eleştirmek ve alay etmek de sözel şiddet kapsamında değerlendirilmektedir.

İhmal: Kadın ihmalinin önemli göstergelerinden biri onun adeta eve hapsedilmiş olması gerçeğidir. Zamanın hemen hemen tümünü evde geçiren çoğu kadın açık havanın, ışığın ve aydınlığın nimetlerinden büyük ölçüde yararlanamamakta, kocası daralan bu yaşam alanını biraz daha yaşanılır hale getirme adına eşine yardımcı olmamaktadır. Kadının erkek tarafından ihmali işte de aşamada ortaya çıkmaktadır .






































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































İSTANBUL'UN ARKA BAHÇESİ: POLONEZKÖY


Haftasonları evde oturmak istemem. Haftanın beş günü çalışan pekçok kişi gibi şehrin denizinin, havasının, yeşilinin, güzelliğinin keyfini çıkarmaya hakkım olduğunu düşünüp kendime kaçacak bir yer ararım. İlk aklıma gelen de evime yarım saat uzaklıktaki İstanbul’un arka bahçesi Polonezköy olur.


Yeşillikler içersinde, doğayla başbaşa, evyapımı kahvaltılıkları tadarken bir yandan da Polonya’ya özgü yemeklerle yapacağım damak yolculuğu haftaya taptaze başlamamı sağlar.

Özellikle bahar gibi geçirdiğimiz ılık kış günlerinde güneşin göz kırptığı bir haftasonuna denk getirip baharın gelişini çok uzaklara gitmeden yaşamak isteyenlere bu 165 yıllık köyde hoşça vakit geçirilebileceğini söyleyebilirim. Bugün köyde 90’ı Polonya kökenli olmak üzere yerleşik 250 Türk yaşıyor.

Şayet Haziran’ı beklerim derseniz her yıl Polonya’dan Geleneksel Polonezköy Kiraz Festivali için gelen folklor ekibinin yöresel kıyafetleriyle sunacağı halk danslarını izleyip bol bol kiraz yiyebilirsiniz. Polonya gelenekleriyle de tanışabileceğiniz festivalde kiraz bahçelerinde piknik yapmak, 5 kilometrelik yürüyüş parkurunda dolaşmak veya bisiklet turu atmak mümkün.

Orman içindeki köy, Anadolu yakasının en büyük oksijen depolarından biri. Köyün ormanların içinden geçen iki yürüyüş patikası var. Bunlardan biri hemen köyün girişinden başlıyor ve beş kilometre boyunca kestane ağaçları arasından ilerliyor.


Özellikle ilkbahar ve sonbaharda, bu yürüyüş, köy aktivitelerinin ‘’olmazsa olmaz’’larından. Ayrıca köyde faytonla dolaşmak, at binmek, otel ve restoranların havuzlarında yüzmek, yemyeşil vadilere bakan restoranların ahşap masalarında mangalda et pişirmek, Polonya pastalarını tatmak, kışın şömine başında şarap içmek, karda yürümek ve buranın konuksever Polonyalı sakinleriyle sohbet etmekten de keyif almamak mümkün değil.



Oteller ve restoranların çoğunun ismi yıllar önce bu köye yerleşmiş eski Polonyalıların isimlerinden esinlenilerek konmuş. Yol üzerindeki Ludwik Dohoda, Zozista, Rizi, Stella, Lora, Lara Roza, Hera, Defne, Kriha, Club Adampol, Alinda’da vakit geçirebilirsiniz.

Tüm bu restoranların yanı sıra Polonezköy’ün en çok bilinen restoranı Leonardo, umduğunuzun fazlasını verebilir. Aile büyüklerinden Leonardo Dohoda’nın 80 yıllık evinin restore edilmesiyle ortaya çıkan restoran oldukça şık. Dünya mutfaklarından da leziz yemekler sunabiliyorlar. Açık büfe brunch istiyorsanız içeceklerin fiyata dahil olmadığını göz önünde bulundurmanızı öneririm, sürpriz bir hesapla karşılaşabilirsiniz.





Şirket organizasyonları ve kır düğünleri için yoğun talep gösterilen restoranın spesiyaliteleri arasında, Leonardo börek, Steak a la Polonez ve böğürtlenli krep var. Sebzeli ve etli ‘‘noodle’’ ile flambe edilmiş muz da deneyebilirsiniz.








Restoran aynı zamanda Ponçki tatlısı ve bir tür lahanalı mantarlı börek olan Piroşki gibi geleneksel tatlar ile evyapımı meyve likörlerini de beğeninize sunuyor. Restoranın biri yarı olimpik diğeri çocuklar için iki ayrı yüzme havuzu olduğunu hatırlatmalıyım.




Bir diğer restoran ise Hera. İstanbullu Rum, Keleşoğlu ailesinin aynı zamanda pansiyon hizmeti de verdiği evin iki tarafı da ormana bakıyor. Özel soslu Hera kabak ve yedi çeşit peynirin karışımından oluşan bir ara sıcak olan peynir köftesi, şaraplı biftek, krepler, Rus pastaları, Rum mezeleri, Rus baharatlı havuç mezesi dimağınızda güzel bir iz bırakacaktır. Düğünler için geniş bir bahçeleri bulunuyor Hera’nın.



Club Adampol de hem konaklayabileceğiniz hem brunch veya yemek için tercih edebileceğiniz bir mekan. 68 odası, yüzme havuzu, çocuklar için kaydıraklı yüzme havuzu mevcut.


Çocuk parkı, çocuk eğlence odası, tenis kortu, basketbol, voleybol, futbol sahası, spor salonu, sauna ve jakuzisi de bulunan tesiste doğayla baş başa bir haftasonu geçirebilirsiniz.




Polonezköy’deki bir diğer tesis ise Polka Country Hotel. Otelin köy kahvaltısında iki çeşit peynir, hakiki bal, ev yapımı bahçe reçelleri, omlet ceşitlleri organik domates, salatalık ve özel polka pohçası bulunuyor.
Alacarte menü de sunan otelde dünya mutfağından seçeneklerin yanı sıra Polka usulü sarma bonfile, kestane suflesi ve kestaneli pasta konusunda iddialılar.






Köyün en sempatik konaklama yerlerinden biri Polina Pansiyon.

Evyapımı reçellerin, tereyağının, yabani böğürtlen ve kaymağın, kabak çiçeğinden yapılan omlet ve menemenin ikram edildiği geleneksel Polonezköy kahvaltısını ve çok meşhur Karpatka’yı tatmak gerek. Polina’nın altında Gizli Bahçe veya Hamak Tarlası dedikleri yerde sessiz sakin bir haftasonu geçirebilirsiniz.



Stella Pansiyon köyün en ünlü ‘’kendin pişir, kendin ye’’lerinden biri. Vadiye bakan kocaman bir bahçede aynı anda 1500 kişiye hizmet verilebiliyor. Kahvaltı dışında herşey self-servis. Saat 12.30'a kadar devam eden kahvaltıyı masanıza getiriyorlar. Sınırsız çay servisi kahvaltıdan sonra bir yarım saat daha sürüyor. Türk kahvesi bile içmek isteseniz mangalla cezveyi getiriyorlar. Pansiyonun beş odası kaloriferli, beş odası da odun sobalı. Çoğu dağ manzaralı.



Ludwik Dohoda’nın yemyeşil bir araziye yayılmış, vadi manzaralı Ludwik Pansiyon & Restaurant’da barbekü keyfi yapabilirsiniz.



Tüm bu pansiyon ve restoranların yanısıra Polonezköy meydanından dümdüz devam ettiğinizde, Cumhuriyet Köyü’ne doğru geniş arazilere kurulmuş 200- 300 kişi kapasiteli mesire alanlarını görebilirsiniz. Şirket, dernek, okul piknikleri için hazırlanmış bu alanlarda dilerseniz bireysel olarak barbekü yapıp ata binebilir, 5 km.lik yürüyüş parkurunda ter atabilir, mevsimiyse ağaçlardan kiraz tadabilirsiniz.



Haftasonları rezervasyon şart. Polonezköy’e en yakın ulaşım 8- 10 km mesafedeki Çavuşbaşı ve Cumhuriyetköy’den. Buraya otobüs ve minibüsler çalışıyor. Ancak bu köylerden taksi bulunamayabilir. Gitmeyi düşündüğünüz mevsime göre teyit edin. Dönüş saatinde yoğunluk nedeniyle trafik olacağını hesaba katın.












Nasıl gidilir?

1. Seçenek:
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü geçtikten hemen sonra Beykoz/ Kavacık sapağından çıkın. Polonezköy- Riva tabelasını izleyin. Yol çatallaşınca, sağdan Acarlar İş Merkezi’nin önünden devam edin. Acarlar Sitesi’nin A Kapısı’nı geçtikten sonra Çavuşbaşı yönünde devam ederek Polonezköy’e ulaşabilirsiniz.



2. Seçenek: Beykoz üzerinden Toygar’a, oradan Mahmut Şevket Paşa’ya, oradan da Üçpınar mevkiinde güneye yönelerek ulaşabilirsiniz.


3. Seçenek: TEM’in Ümraniye/Sarıgazi çıkışından çıkın. Carrefour’un önünden geçtikten sonra, Kocatepe Mezarlığı’nı geçer geçmez sağdaki üst geçitten Çavuşbaşı istikametine girin. Tabelaları takip ederek 15 dakika içinde ulaşabilirsiniz.




Yazı ve Fotoğraflar: Hülya Meral














































































































CENNETE GÖNÜLLÜ SÜRGÜN: AŞK

Hindistan’nın Yamuna Nehri’nin kıyısından zamanın yolcularına seslenen, duyanların kolay kolay unutamadığı bir öykü vardır.


Bir isyanı bastırmak için ordularıyla ülke dışına çıkan Babür İmparatorluğu'nun 5. imparatoru Şahcihan’a (1593- 1666) karısı Mümtaz Banu Begüm (diğer adıyla Mümtaz Mahal) de eşlik eder ancak isyan sırasında 14. çocuğunu dünyaya getirirken vefat eder. (Hindistan’da çocuk doğururken ölen kadınların kutsal olduğuna inanılır.)



Mümtaz Mahal’e 16 yaşındayken aşık olmuş ve evlenmek için 5 yıl beklemiş Şahcihan sevgilinin gidişiyle yıkılır. Mümtaz Mahal, Sultan’ın gözünün feridir. O gidince gözlerinden fer, dizlerinden derman çekilir.


Eşinin ölümünü takip eden sekiz gün boyunca yemeden, içmeden kesilir, dokuzuncu gün dairesinin kapısını açıp dışarı çıktığı zaman saçlarının bembeyaz olduğu, iyice çöktüğü görülür. Uzun süre hüzün saraylarında beslenir Şahcihan’ın gözyaşları..



Sevgilinin ani gidişi Sultan’ı o kadar kederlendirir ki, ölmeden önce eşine kendisini sonsuza kadar hatırlatacak bir eser yaptırmasını vasiyet eden Aşk’ı için dünyanın en güzel mimarî eseri olan, ikinci bir örnek göstermekte zorlanacağımız, aşkın mabedinin, Tac Mahal’in yapılması için harekete geçer.

Şahcihan’ın gönlündeki sevginin büyüklüğünü sonsuzluğa kavuşturan cennet saraylarından bir saraydır Tac Mahal. Bu sebeple hiçbir masraftan kaçmaz, imparatorluğun malvarlığının büyük bir bölümünü bu eşi benzeri olmayan eser ve sevgilisinin hatırası uğruna harcar.


Şah o zamanki başkente adını veren Agra’daki kalenin neresinden bakılırsa bakılsın görülebilecek bu devasa eser için dünyanın her yerinden mimarlar çağırır, projeler ister. İstanbul'dan gelen mimarların projesine gönlü yatar ve aşk sarayı, Kuran’da tarif edilen cennete uygun olarak İbni Arabi’nin sırlar geometrisinin etkisi altında tasarlanarak 22 yılda tamamlanır. Etrafındaki dört nehir, içinden süt, şarap, su ve bal akan dört cennet ırmağını simgeler.

Zümrüt, yakut, pırlanta işlenmiş duvarlar

Yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılır. Yasin suresinin tamamı anıtın dört yanına nakış nakış işlenir.
Beyaz mermerden dört minareye sahip yapıda, günde yirmi bin işçi çalışır. Yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü duvarlarına 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci, büyük bir özenle, beyaz mermere oyulan çiçek ve demet gibi desenlerin içine yerleştirilir.
Böylelikle saray güneşin geldiği açıya göre değişen pembe sarı, açık leylak, krem gibi renklere bürünür, dolunaylı gecelerde bile aydan daha parlak görünür ve o günden beri yıldızlar yağar üstüne..

Ana girişinde yazılı ayet: “ Gir Cennetime”

Her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayan Tac Mahal, girişindeki “gir cennetime” ayetiyle karşılar konuklarını. Mümtaz Mahal’in beş asırdır uyuduğu dev anıt mezar bugün “sonsuz aşk”ın simgesi, dünyanın en güzel “aşk türbesi”.



Kuşkusuz ‘başlangıç’ta da aşk vardı, biraz anlam ve şekil değiştirse de yaşadığımız yüzyılda da var. Bazen diğer yarım deriz, bazen ruh eşim. Her ne şekilde isimlendiriyor olursak olalım aşk, “en” olanı arar. Bir uçurumun ucu kadar en. Sayısızın içindeki sayıyı, tek olanı arar. Herhangi bir teki değil; niceliğin içindeki niteliği; belirsizlik içindeki belirlenmiş olanı arar. Şayet bulmuşsak onu, ne kadar şanslı olduğumuzu bize her daim hissettirendir aşk..


Cennete gönüllü sürgündür bir bakıma. Dibe indiğinde bile yüzeyde kalan herşeydir. Asırlardır tüm asaletiyle bestecilere, şairlere, yazarlara ilham olandır aşk, dizelerden, bestelerden, satırlardan en özenli, en lütufkar şekilleriyle dökülendir..


Aşk unutmamaktır. Hatırlamak ve hatırlatmaktır sevdiğini yıllar geçse de. Ömrü saatlere sıkışmış kelebek telaşıyla ordan oraya koşuşturarak yaşarken, bu yıl siz de unutmayın, hatırlayın sevginizi, sevgilinizi..Kendinize Şahcihan kadar olmasa da unutulmayacak bir aşk sarayı inşa edin gönlünüzde.


Her yıl 14 Şubat’ta kutlanan Sevgililer Günü bu yıl Pazartesi gününe denk geliyor. Sevgililer ve sevgilerini tazelemek isteyenler için haftaiçi gidilebilecek İstanbul’daki alternatif mekanların yanısıra haftasonu kutlamayı düşünenler için de İstanbul çevresindeki romantik mekan ve etkinlikleri sizler için derledim. Hepinize aşk dolu, sevgi dolu bir yıl dilerim.

KARTEPE


Karın bütün güzelliğini sergilediği 1700 metre zirvede, gündüz sevgilinizle kayak yapmak, karlar üzerinde koşuşturmak ve eğlenmek, akşam da başbaşa, şömine karşısında şarabınızı yudumlamak ve aşkınızı yaşamak istiyorsanız Kocaeli Maşukiye'deki The Green Park Resort Kartepe sevgililer günü için güzel bir seçenek.

ABANT

Büyük Abant Oteli Cumartesi günü 2011’e özel ‘Sevgililer Günü Galası’ düzenliyor. Gala yemeği öncesinde keman eşliğinde sevgililer günü kokteyli ile başlayacak gecede Murat Başaran sahne alacak. Göl ve orman manzaralı oda seçeneği sunan otelin çevresinde sabah kahvaltısından sonra karda yürümek keyifli olacaktır.


ŞİLE


İstanbul’a 45 dk. mesafedeki Şile, doğayla kısa ve zahmetsiz buluşmak isteyenler için değerlendirilebilecek bir alternatif. Özellikle Ömerli ve Darlık barajları arasında yer alan, meşe, kayın ve çam ormanları ile çevrili Ulupelit köyündeki Lavanda Otel, her detayı düşünülerek hazırlanmış şömineli özel odaları ve şef Emre Şen’in hazırladığı romantik akşam yemeği ile bu yıl ağırlayacağı misafirlerini bekliyor.
Taş duvarları ve kış bahçesiyle sizi büyüleyecek masal gibi bir sevgililer günü için Lavanda Otel’i atlamayın.


SAPANCA

İstanbul’a bir saat mesafedeki Güral Sapanca Welness, Osmanlı’dan günümüze gelen tarihi ‘bal masajı’ uygulamasıyla ünlü. Hem huzurlu, sakin, romantik bir sevgililer günü hem de masaj, spa, welness hizmetleriyle sağlıklı bir haftasonu geçirmek istiyorum diyenler için oldukça şık bir program olabilir.


Oldukça zengin mutfağı ile Sevgililer Günü’ne özel gala yemeği ve sabaha kadar eğlenebileceğiniz bar ve bistrosuyla hizmet veren otelde sabah ormanlık alanda yürüyüş yapabilir, bol bol oksijen depolayabilirsiniz.
Kartepe Kayak Merkezi’ne her gün ücretsiz servis hizmeti sunulan otelin ‘buz pateni’ pisti de bulunuyor.

AĞVA

İstanbul'un en güzel köşelerinden biri olan Ağva’yı hâlâ gitmediyseniz Sevgililer Günü sizin için güzel bir bahane olacak. Ağva İstanbul'un yoğunluğundan kaçarak, sessiz sakin bir gün geçirip, aşkınızı tazelemek için dört mevsim gidilebilecek cennet mekanlardan.
Çevredeki otellerin çoğu aile işletmesi ve müdavimleriyle adeta aile gibi olmuşlar.

Greenline Guest House Hotel Şile–Ağva arasındaki dağ yolunu takip ettiğinizde Ağva girişinde bulunan şirin bir otel. Geniş bir bahçesi var, şöminesi bulunan kapalı restoran ve iskele restoranından oluşuyor.
Bir diğer seçenek Paradise Pansiyon & Bar Restaurant. Göksu Deresi kenarındaki mekanda, orman ve denizin kucaklaştığı nehir manzaralı restoranın yanıbaşında huzurun tadını çıkarabilirsiniz.

Keyfine düşkün aşıkların en mutlu olacakları yerlerden biri de Tranquilla Nehir Evi. İsviçre dağ evlerine benzeyen ahşap evler, ördeklerin gezindiği huzurlu bahçe, hamak ve salıncak keyfi istiyorsanız bu pastoral manzarayı kaçırmayın. Akşamları nehrin üstündeki salla karşıya geçen ışıklarla süslenmiş salı gidip gelirken seyretmek ise ayrı bir zevk.
BEYKOZ

Saklıköy Country Club şehirden uzaklaşmak için fazla vaktiniz yoksa İstanbul il sınırları içerisinde ama atmosfer olarak binlerce kilometre uzaklıkta hissi veren doğa aşığı çiftler için düzenlenmiş bir konsepte sahip.
Organik ürünlerden oluşan yemeklerini ve özellikle zeytinli ekmeği denemenizi salık veriyorlar.

SİLİVRİ


İstanbul’a en yakın romantik adreslerinden biri de Klassis Resort Hotel. Sevgililer Günü’nü Cumartesi kutlayacak otelde pop sanatçısı Altay sahne alacak. Gün içersinde her anı dopdolu yaşamak ve güne özel menüsü ile kadeh kaldırmak isteyenler için tüm detaylar düşünülmüş. Bu çok özel gecenin sabahında, sevgilileri denize karşı brunch keyfi bekliyor.


POLONEZKÖY

Sevgililer Günü’nü şehrin sıkıcı atmosferinden sıyrılıp Polonezköy’de modernize edilmiş köy havasında, şömine başında, şarap ve hoş bir yemek eşliğinde geçirmek istiyorum diyenler! Doğayla başbaşa, romantik bir gece ve arkasından canlı müzik için Legend Otel tercih edilir bir alternatif.
Yemeklerde “dalından tabağa” konseptini işleyen otelin kış bahçesinde organik mutfağından lezzetlerin sunulduğu sabah kahvaltısının keyfini çıkarıp ardından SPA, Welness, ATV turu hizmetlerinden faydalanabilirsiniz.

Polonezköy’de bir başka mekan da Polka Country Hotel. İstanbul’un yanıbaşında İstanbul’a hiç benzemeyen bir yer. Küçük bir Orta Avrupa kır oteli gibi. Polka usulü sarma bonfilesi, kestaneli pastası, şekerli ve şekersiz vişne likörü meşhur.

Polonya yemeklerinin tadına bakmak, ponçki tatlısı, lahanalı mantarlı börek proşki ve peynir köftesini denemek, değişik şarap türlerinin yanısıra wisniak denen ceviz likörü ve evyapımı likörleri şömine başında yudumlamak isteyenler için güzel bir seçenek. Kahvaltıda ev yapımı reçelleri, özel polka poğaçasını tatmanızı öneririm. Kahvaltı sonrası kolay bir parkura sahip ormanda yürüyüşe çıkabilirsiniz.

KARTALKAYA

Türkiye'nin popüler kayak merkezlerinden olan DorukKaya Ski&Mountain Resort, çam ormanları arasında, sonsuz beyazlığın ortasında renkli, çılgın eğlenceler ve sınırsız heyecanlar sunan bir diğer seçenek.
Bolu Kartalkaya'daki konumu itibariyle İstanbul 'dan kısa sürede ve kolaylıkla ulaşıma olanak veren otelde hoş vakit geçirebilir, kayak sonrası havuz ve spa keyfi yapabilirsiniz. Dorukkaya'nın parlayan mekanı Chocolate Apres Ski 12-13 Şubat’ta DJ'ler eşliğinde muhteşem bir parti düzenleyecek.

Şehirden uzaklaşamayan ancak özel bir gece yaşamak isteyenlere İstanbul’dan alternatifler..
Sürmeli Otel

Akordion ve keman eşliğinde şampanya, şarap servisi, odaya 4 ayrı lezzetten oluşan afrodizyak menü, romantik bir akşam yemeği, çikolata,1 şişe şarap, egzotik meyveler, gül demetleri, dileyenlere DVD çalarda unutulmaz aşk filmleri, odada kahvaltı gibi seçenekler Sürmeli Otel’de.
Frederic’s Akaretler


Efsanevi ”Steak&Lobster” restaurantı Frederic’s özel menüsü ile Sevgililer Günü’nün romantik ortamında aşkınıza ortak olacak. Bu unutulmaz gün için özel olarak hazırlanan seçkin menüde 'Ballı ve Kuşkonmazlı, 6 Baharatlı Mousse'tan ‘İstiridye ve Kırmızı Meyveli Vinaigrette’e, ‘Kızıl Körili Istakoz ve Çikolatalı Meksika Biberi Izgarası’ndan ‘Acı Çikolata ve Yaseminli Güllü Macaron’a kadar başka yerde bulamayacağınız lezzetler aşkınıza eşlik edecek.


Portofino Stage

Usta şeflerin özel malzemeler kullanarak hazırladığı Akdeniz Mutfağı’nın birbirinden lezzetli yemeklerine ev sahipliği yapan Portofino Stage sevgililer gününe özel mönüsü ile göz dolduruyor.
Her Cumartesi olduğu gibi bu özel gecede de en güzel aşk şarkıları, Ferdi Özbeğen’in sesiyle aşkınıza edebilir. Geçmişin en güzel nostaljik parçalarını seslendirecek Ferdi Özbeğen ile doyumsuz bir akşam yaşamak ve romantik bir gece geçirmek için Portofino Stage'in bulunduğu Lares Park Hotel'de olmanız yeterli. Konaklamak isteyenler için ise Sevgililer Günü'ne özel açık büfe kahvaltı sunuluyor.

Lush Hotel

105 yıllık geçmişindeki ruhu ve dokusu tamamen korunarak, yeniden hayata döndürülen Lush Hotel, şehrin göbeğinde de keyifli zamanların geçirilebileceğini ispatlarcasına özgün, huzurlu ve keyifli bir akşam vaat ediyor. İstanbul’un tüm renklerini, içinde barındıran, Beyoğlu’na karakterini veren Sıraselviler Caddesi’nde, 12 numarada hizmet veren otelde, canlı müzik eşliğinde Sevgililer Günü yemeği, odaya şampanya ve çikolata tabağı, çift kişilik çikolata masajı, odada romantik karşılama gibi özgün seçenekler karşımıza çıkıyor.

Mia Mensa


Boğazın büyüleyici manzarası eşliğinde geçirebileceğiniz başka bir seçenek de Mia Mensa. Zengin menüsü ve şık dekorasyonuyla dikkat çeken restoran, Sevgililer Günü’nde çiftlere romantik bir akşam yemeği sunmaya hazırlanıyor.
İtalyan ağırlıklı menüsünde yer alan lezzetleri sevgililerin beğenisine sunan Mia Mensa Kuruçeşme’de.

Faces

Sevgililer gününe özel mönüsü ve mum ışığı ile aydınlatılmış romantik atmosferiyle Faces, sevgililere unutamayacakları bir gece hazırlıyor.
Mekanda gece boyunca DJ Ercan Erbaş en iyi aşk şarkılarını sizler için çalacak. Saat 04.00 kadar açık olan Faces’ta sevgilinizle sabaha kadar dans edebilirsiniz.
Derleyen: Hülya Meral

KENDİ EVEREST'İNİZE TIRMANIN


O bir dağcı
O bir fotoğrafçı
O bir kurtarıcı
O bir doğa adamı
O bir yolcu
O bir eğitmen
O bir sınır tanımayan
O bir sporcu
O bir fenomen
O aynı zamanda bir yazar...



Rusya tarafından 'Kar Leoparı' ünvanı verilen, 1994'te Everest Dağı'na tırmanan ilk Türk dağcı Nasuh Mahruki'den bahsediyorum.




Arama Kurtarma Derneği (AKUT) kurucu üyesi ve başkanı Mahruki, pek çok dergi ve gazetede yayımlanan makaleden sonra çıkardığı 7. kitabı 'Kendi Everest'inize Tırmanın' ile geçtiğimiz haftalarda okuyucusuyla buluştu.


Kendine hep büyük ve iddialı, aşılması zor hedefler koyan, bu hedeflere akılcı, planlı ve kararlı hareket ederek ulaştığını belirten Mahruki'nin 20 yıllık tecrübesini barındıran kitap pekçok kişiye rehber olacağa benzer.




Nasuh Mahruki ile Starbucks kahve eşliğinde sohbet etmek, sorular sormak, macera veya heyecan dolu tecrübelerini dinlemek isterseniz 29 Ocak 2011 Cumartesi günü saat 19.30'da Pera Müzesi'nde sevenleri ve okuyucularıyla buluşmak üzere orada olacak.

Pera Müzesi
Starbucks Coffee ile Kültür Sanat Sohbetleri
Nasuh Mahruki
20 Ocak Cumartesi
19.00 Starbucks Kahve Tadımı- Pera Café
19.30 Söyleşi- Oditoryum
Etkinlik ücretsizdir.
Sınırlı kontenjan nedeniyle rezervasyon yapılmalıdır.
Rezervasyon için:
Eda Göknar: 0212 334 09 12
Kitaptan İLK SÖZ:
Herkes bu yaşamda birşeyler başarmak ister. Herkes dünyaya izini bırakmak ister. Her can bilinmek ister. Ancak bunu elde etmek için yeteri kadar gayret etmesi gerektiğini unutur. İster ama arkasından koşacak inancı ve enerjiyi gösteremez. Bir- iki denemeden sonra işler umduğu gibi gitmezse hayata karşı yılgınlık gösterir, daha azıyla idare etmeye çalışır, küçük düşünür. Kendi potansiyelinin altında kalır ve yaşamına, kendine bence yazık eder. Oysa yaşamın olağanüstü fırsatlarının ve azı çok , iyiyi çok iyi hatta mükemmel yapabilme ve kötüyü iyileştirebilme mucizelerinin farkında olanlar, yaşamlarında hak ettiklerine inandıkları yeri gerçekten de hak etmeleri gerektiğini bilirler. Oraya ancak başararak ulaşılacağının farkındadırlar ve öyle yaparlar...N. Mahruki
Yayınlanan Kitapları:
Bir Dağcının Güncesi
Everest'te İlk Türk
Bir Hayalin Peşinde
Asya Yolları, Himalayalar ve Ötesi
Yeryüzü Güncesi
Vatan Lafla Değil Eylemle Sevilir
'Kendi Everest'inize Tırmanın' ile ilgili yorumlar:
  • Kitap hayatta tırmanacağınız veya tırmanmaya niyet edip de yılgınlığa uğradığınız kendi Everest'inize tırmanmanıza bir rehber niteliğinde adeta. Nasuh Mahruki kitapta olağanüstü anlatım dili ile insana müthiş bir motivasyon aşılıyor. Kitabı, hayatın her alanında kendi Everest'inize tırmanmakta zorlandığınız anda tekrar tekrar okuyabileceğiniz, danışabileceğiniz bir rehber gibi yanınızda taşımanızı tavsiye ediyorum. teşekkürler Nasuh Mahruki..

  • Yüzlerce kitap okudum. Beni bu kadar zirveye çıkaran, gerçek başarı ve mutluluğun anahtarını bu kadar harika ankatan başka bir kaynağa rastlamadım. Bu kitaptan yüzlerce alıp çevremdeki herkese hediye etmek istiyorum. Yüreğine ve eline sağlık.

  • Yaşanmışlıkla yoğrulmuş ve daha da güzel başarılara imza atılacağının habercisi olan bir kitap. herkes kendinden bir parça mutlaka bulacak. Okunup, anlanılması gereken bir değer. Teşekkürler...

Yazı: Hülya Meral

Hiç mercimek kadar zeytin yediniz mi?



Mardin'in Mazı Dağları sırtına dayanmış Derik ilçesinde yetişen özel bir zeytin bahsettiğim. Görünüşüne bakıp mercimek kadar küçücük zeytin ne lezzeti olur ki demeyin, o minicik çekirdekli ufaklıkların tadı, yağı, tuzu, tadanın damağını sulandırıyor. Bir kez denedikten sonra oturup bir kase zeytini ekmeksiz, katıksız yiyesiniz geliyor.



Lezzeti güzel, kendisi kıt bu endemik bitkinin salamurasını bulabilmeniz için Mardinli bir arkadaşınızın veya ahbabınızın olması şart çünkü
2-3 senedir kurak geçen iklim sebebiyle önceki yıllarda alınan hasadın yarısı alınabiliyor dolayısıyla çok az olan bu ender zeytin kapanın elinde kalıyor. Korkarım yakında anzer balı gibi sıraya girilip alınabilecek.

Zeytinin içinde aslında tarih vardır, mitoloji vardır.
Zeus bir gün der ki: "İnsanlığa en değerli armağanı veren tanrı ya da tanrıça yeni kurulan kentin sahibi olacaktır." Deniz Tanrısı Poseidon ve bilgelik tanrıçası Athena yarışmaya başlar. Poseidon üç dişli çatalını bir kayaya saplar ve insanları uzak yerlere götürerek savaşlar kazanacak "at"ı yaratır. Athena ise mızrağını yere saplayarak onu bir 'zeytin ağacı'na dönüştürür. Şehir halkı Athena'yı seçer ve şehre Athena adı verilir.
Bu seçim 'at' yerine 'zeytin ağacı'nı seçmek değildir sadece. Halk bu seçimiyle aynı zamanda göçebelik yerine yerleşikliği, savaş ve talan yerine barış ve uygarlığı seçmiştir. Bu nedenledir ki zeytin dalı barışın simgesi olarak günümüze kadar gelmiştir.


Zeytine ve zeytinyağına merak duyanlar ve zeytinin büyülü macerasına katılmak isteyenler için gazeteci Celal Başlangıç'ın Komili sponsorluğunda hazırladığı Trilye'den Yusufeli'ne, Adatepe'den Derik'e Hayat Ağacıyla Yaşayanlar kitabını öneririm. Kitapta Türkiye'nin dört bir yanındaki zeytin bahçelerine girecek, zeytinağaçlarının kökeninin Tevrat, İncil ve Kur'an'a kadar gittiğini ve yeryüzündeki ilk ağaç olduğunu öğrenince şaşıracaksınız.
Yazı ve fotoğraflar: Hülya Meral