BAĞDAT CADDESİ'NDE BİR VAHA: VİLLA MARAL

Bağdat Caddesi üzerinde Tütüncü Mehmet Efendi Caddesi’ne doğru sağa kıvrıldığınızda hemen karşınız çıkan, mimarisiyle görenlerin dikkatlerini üzerine çeken bir restoran Villa Maral. Diyebilirsiniz  ki Bağdat Caddesi’nde sayısız restoran var, neden burayı anlatıyorsun.  
Villa Maral’ı özel kılan ilk başta mimarı, sonra mimarisi. Çünkü villa, mühendis Hazık Ziyal ve ailesi için Anıtkabir’in de mimarı olan Emin Halid Onat tarafından 1939’da Art Deco tarzında çizilmiş ve yapımı iki yıl sürmüş.
Fotoğraf Arkitera'dan alınmıştır.

Geçtiğimiz yıl restoranın yeni sahibi Metin Kocabaş tarafından hizmete açılmış. İsmini Ziyal ailesinin küçük kızları Maral’dan alan restoran, yanıbaşındaki residansa kafa tutar gibi daha özel ve daha kişilikli bir yapı.


Yemek odalarına Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Mualla, Efes, Emin Halid Onat gibi değerli sanatçıların isimleri verilmiş. Faber Castel isimli şirin bir çocuk odası da var.


Şimdilerde havaların güzelleşmesiyle balkonu ve terası rağbet görse de bir senelik bir işletme olmasına rağmen yaz-kış iğne atsanız yere düşmüyor.

Yemeklerin yan malzemelerini genellikle kendileri üretiyorlar. Ekmekler kendi fırınlarından, tereyağı da yine kendi üretimleri.. Etler Bursa’dan ve Balıkesir’den geliyor, dolayısıyla kekik kokmaması mümkün değil..Lezzetlerinin sırrı biraz da burada saklı.
Mezelerden Çerkez tavuğu, ara sıcaklardan bademli pilav, ana yemeklerden Maral Şiş, tatlılardan dondurmalı lor tatlısı favorim.

Önündeki binalardan deniz artık 1939’daki gibi görünmese de Bağdat Caddesi’nin trafik gürültüsünden arınmış bir vaha olan Villa Maral’ı   denemenizi salık veririm.

 

Haftasonları serpme kahvaltı da veriyorlar. Duvarlardaki tablolarla yaratılmış ambiyans ve balkonundan sarkmış rengarenk çiçekler eminim gününüzün güzel geçmesi için vesile olacaktır.
Şimdiden afiyet olsun.
 
Not: Restoran bu yazı yazıldıktan sonraki dönemde Şenol Kolcuoğlu Kebap olmuştur.
 
Yazı: Hülya Meral

https://twitter.com/hulyameral

İZMİR'İN NAZAR BONCUĞU: NAZARKÖY



Nazara inanır mısınız bilmem ama özel günlerde, bebek doğduğunda, düğünlerde, yeni ev veya araba alındığında üzerinde nazar boncuğu taşımanın nazarı ve kötü enerjiyi çektiğine inanan bir gelenekten ve kültürden geliyoruz.
İzmir’in Kemalpaşa ilçesi’ne bağlı bahsetmeden geçemeyeceğim bir köy var ki yıllardır elimize ve gözümüze değen nerdeyse her nazar boncuğu burada üretilmiş.


Asıl ismi Boncukköy olan NAZARKÖY, yemyeşil bitki örtüsü üzerine açmış rengarenk çiçeklerin yarattığı muhteşem görüntünün yanı sıra binbir çeşit nazar boncuğunun eşsiz renkleriyle adeta bir seramoni sunuyor.


Nazarköy’e ulaşım oldukça kolay. Kemalpaşa’ya geldikten sonra 5 kilometre ilerleyip sağa döndüğünüzde köyün meydanında buluyorsunuz kendinizi.

Sıra sıra dizilmiş kütük ev şeklindeki dükkanları geçip Boncuk Kafe’deki boncuk atölyelerine doğru ilerlediğinizde, sabahın erken saatinde boncuk ocağı denen fırının başına oturmuş gün batımına kadar ateşi sönmeden yanacak ocağın etrafında el emeğini sanata dönüştüren, bizi o büyüleyici mavi, beyaz, sarı rengin karışımıyla buluşturan boncuk ustalarıyla karşılaşıyorsunuz.   


Boncukların hammaddesi hurda cam. Ocakta eritilen hurda camlar bir çeşit boya ve kobalt, bakır, kurşun, metel gibi maddelerle karıştırılarak istenen şekil ve tasarım uygulanıyor. Ocağın sürekli aynı ısıda kalması için reçine kullanılıyor. Soğuk kış günlerinde işe yarayan ocağın İzmir’in bunaltıcı sıcağında da durmadan yandığını öğrenince boncukların değeri daha da artıyor gözümde.


Nazarköy’deki boncuk ustalarının ve köy halkının sıkıntısı Çin işi, seri üretim, plastik nazar boncuklarının ucuz maliyeti dolayısıyla daha çok tercih edilir olması ve tek tek üretilen hakiki cam nazar boncuğu siparişinin gitgide azalarak yok olmaya yüz tutması. Şimdilerde iki ocakla ayakta kalmaya çalışan köy halkı hem bu el sanatının yok olmasını hem de küresel ekonomideki değişimin yereldeki etkilerini üzülerek izliyor..
Yazı: Hülya Meral