Londra, New York ve Rotterdam’ın RETRO BERBER SALONLARI



Sıcak bir ‘hoş geldiniz’ ve soğuk bir içecek. Güven tazeleyici rahat, sağlam, deri döşeme koltuklar. Ayaklarınızı dinlendirmek için hazırlanmış açılıp kapanabilen portatif deri metal karışımı levha. Saat kavramının olmadığı bu berber koltuklarında, hiçbir şey düşünmeden sadece oturun, soluk alın, soluk  verin, rahatlayın.

Erkeklerin vahası, arka bahçesi berberler..Aslında hiç de küçümsenmeyecek kadar önemli bu özel alanlar, vücudunuzun ve ruhunuzun restorasyona ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz her an kendinizi atabileceğiniz mabet gibi. Sıcak havlular, losyonlar, aftershave’ler, tıraş sonrası masaj ve  ferahlatıcı kokularıyla vücudunuzu yeniden canlandırmak ve tazelemek için  her zaman erkeklerin favorisi berberler.



Berber salonları ve berber koltuğu, oturduğunuz an sadece vücudu yenileme işlevi görmüyor. Bu salonlara aynı zamanda sorunların paylaşıldığı ‘yarı psikiyatrist koçu’, hem de sosyalleşip yeni insanlarla tanışmanın yolunu açtığı için ‘yarı erkekler kulübü’ diyebiliriz. 




Burada tanışan pek çok erkek, çıkışta bir iki kadeh bir şeyler içmek için veya haftasonu golf veya tenis oynamak için sözleşiyor, kulüplerde bir araya geliyor.


Şimdilerde Londra, Newyork ve Rotterdam’daki müşterilerine modern saç kesimi uygulayan bazı berberler, retro koltuklar ve vintage dekorasyonlarıyla The Mad Men etkisi yaratıyor. Etkileyici, davet eden kokular, müzik, içecekler ve retro-cool ortamıyla bu berberler ve salonları çok havalı.

Londra – The Barber at Dunhill
1893’te kurulan Dunhill, mozaik duvarları, ustaca düşenmiş salonu ve ince detaylarıyla berber koltuğunda oturduğunuzu hatırlatan dekorasyonuyla ilgi çekici. Geleneksel old-fashion saç tarzını seven erkeklerin favorisi olan salona, sadece üyeler girebiliyor. Üyeler için sofa, bar ve suit odalar her daim hizmet veriyor. Saça, sürtünme yöntemiyle masaj uygulanıyor. Sıcak tıraş ve ayak masajı ile ünlü. Bir yaşam stili deneyimi sunan Dunhill’de sigaranız cool bir çakmakla yakılıyor.

Londra- Ted Baker Grooming Room & Ottoman Lounge
Türk berber Mustafa yönetimindeki Ted’s’te saça sakala çeki düzen verdirirken Osmanlı havasını yaşıyorsunuz. Duvarlarda Osmanlı mozaiğine yer verilmiş, yerlerde ise Anadolu desenleri taşıyan halı serili. Berberler Türkiye’den geliyor. Dekorasyonunda retro, ağır koltuklar kullanılmış. El masajı ve Türk kahvesi servisi ile ünlü. Şampanya ve craft bira da servis ediliyor. Müşteriler salondan çıkarken sihirli bir halıda uçar gibi hissettiklerini dile getiriyor.



Edinburgh – Ruffians
Dekorasyonunda eski okul masaları kullanılan salon, gizli aynalarıyla ünlü. İçeriye girdiğinizde kendinizi önce bir ofise girmiş gibi hissediyorsunuz ama berber ekipmanlarını usturayı, tıraş fırçasını, tarakları görünce saç- sakal tıraşı için orada olduğunuzu idrak ediyorsunuz. Kullanılan vakum sistemiyle, dökülen tüyler çok kısa sürede müşteriler farkına varmadan temizleniyor. Sıranızı beklerken Ipad kullanabiliyor, kahve veya sezon içeceklerinden yudumlayabiliyorsunuz.



New York – Kiehl’s Spa 1851
Adından da anlaşılacağı gibi New York’un en eskilerinden. Bir duvarı kiremit kaplı, duvarın üzerine sanatçı Paul Cox tarafından motorsikletli kurukafa deseni çizilmiş. Bu eser önce Metropolitan Galery’de sergileniyor, ardından Kiehl’in duvarını süslüyor. Berber koltukları kalın, sağlam deri kaplama. Koltukların üzerinde yine salona özel olarak tasarlanmış kurukafa deseni çalışılmış.

Sheffield - Savills
İşletmecisi Joth Davies, 1930’larda kullanılan köpük makinesini kullanarak tıraş ediyor. Bu makinenin sadece kendisinde bulunduğunu eklemeden geçmiyor. Geçmişte kullanılan geleneksel saç modellerini modernize edip gençlere uyarlayan berber salonu, Sheffield tiyatrosunun Hamlet ve Othello oyunlarında sanatçılara hizmet vermiş.



Rotterdam – Schorem
Pek çok erkek burada tıraş olmak için sıraya giriyor. Salonun işletmecisi Bertus iyi bir saç kesimi için ‘önce unisex bir berbere gitmelisin, yaşlı bir lady’nin yanına oturup saçını kıyaslamalı, sonra 16 yaşındaki bir genç kızın önerilerini dinlemelisin’ diyor. Bertus ekliyor: ‘Playboy okuyun, bira için, sigara için ve kötü şakalar yapın içinizden geldiği gibi’.


Londra – Murdock
Covent Garden’in göbeğindeki bu berber salonunda tıraş, Murdock’ın ‘perfect shave’ mottosuyla başlıyor, tıraş öncesi sıcak havlu ile kullanılan tatlı badem, bergamot veya portakal yağı masajıyla devam ediyor. Sıranızı beklerken viski veya Alman birası yudumlayabiliyor, 1970’lerin Playboy dergilerini karıştırabiliyorsunuz. Retro tıraş aksesuarları ve kremler satın alınabiliyor.




Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Martin Luther King Çalışması


Şu günlerde gündemimiz çok yoğun. Seçim tartışmaları, Gazze'deki olaylar, emniyette seçim öncesi operasyon, üniversite sınavları.. vs derken pekçoğumuzun astrolojik haritası burcuna göre yaşaması gerekeni yaşatıyor insanoğluna. Bu koşturmacada neyin peşinden gidiyorsanız gidin zihninizdeki güzel şeylere mekan oluşturmayı asla ihmal etmeyin. 


Dünyada ve hayatınızda birşeyler değişsin istiyorsanız kuvvetli bir örneğim var size. İster ünivesite sınavını kazanmayı, ister terfi etmeyi, ister yaşamınıza yeni bir 'oluşum'u, 'değişim'i dahil etmeyi düşünün, düşün dünyanızda atlamamanız gereken birşey var. Yazdığınız veya okuduğunuz sözler ve kelime öbekleri değil, zihninizde kendi isteminizle oluşturduğunuz 'görüntüler' gerçekleşebilir. Kitlesel düşünmek yerine düşündüğünüz şeyin bireyde yarattığı faydayı 'birey' düzleminde hayal ederseniz o amaca ulaşmanız daha kolay olur.




Bunun için yıllardır farkında olarak veya olmayarak Apple, Google, Facebook, Starbucks gibi dev markaları bugüne taşıyan isimlerin kullandıkları bir çalışma var. Martin Luther King çalışması adı verilen yöntemde zihinde uçuşan sözler değil, resimler, görseller hatırlanıyor. MLK Lincoln Anıtı'nın merdivenlerinde otururken şunu demedi 'Amerika'da ırklar arası ilişkilerin yıldan yıla düzeleceği bir gelecek hayal ediyorum.' BUNUN YERiNE berrak bir zihinsel imaj yarattı: 'Bir gün, Georgia'nın kızıl tepelerinde, eski kölelerin çocuklarıyla eski köle sahiplerinin çocuklarının kardeşlik masasının etrafında birlikte oturacaklarını düşünüyorum.' 


Bu yöntem cumhurbaşkanlığı seçimi için işler mi bilmem ama kendi berrak zihinsel imajınızı hâlâ yaratmadıysanız, bugün zihninizde bu fotoğrafı yaratmak için iyi bir gün değil mi? 



Lombardiya'nın Gizli Kalmış Hazinesi Bellagio



Öyle anlar var ki insan neden keyiflendiğini ve iyi hissettiğini bilmek ister, sebep arar kendine. Beni keyiflendiren en büyük etken doğadır ve doğanın yumuşak hatlarına büyülenmişçesine bakmak, o anı o zaman dilimine sıkıştırma zorunluluğu olmadan tadını çıkarmaktır. Hatta bazen zihnimde yer etmiş öyle karaler, öyle coğrafyalar vardır ki orası bensiz olsa bedenim orada olmasa da zihnime kaydettiğim görüntü sakinleşmemi, ruhumu dinlendirmemi sağlar.



Bunlardan biri kuzey batı İtalya'daki Lombardiya bölgesinde yer alan Como Gölü'nün en ucundaki Bellagio kasabası. Haritada oldukça geniş bir alana yayılan Como Gölü'nü ters Y gibi düşünürseniz, Bellagio bu Y'nin tam ortasında bulunuyor. 



Bu kasabaya önce Milano'daki Mussolini döneminde inşa edilmiş Milano Centrale istasyonundan bineceğiniz Como Gölü treniyle, ardından Como'dan kalkan bir saatlik bir feribot yolculuğuyla ulaşıyorsunuz. Feribottayken sağda ve solda yeşillikler içine gizlenmiş tipik İtalyan evlerini izlerken, yol boyu sıralanmış bu evlerdeki acelesi olmayan yaşamı düşünüyorsunuz. Doğa, deniz, insan uyum içinde. 


Bellagio'ya gelmeden önce birkaç iskeleye yolcu bırakıyor feribot. Kendimi Ada vapurunda hissediyorum o an. Hava berrak ve doğa katışıksız güzel, önümüz uçsuz bucaksız gibi geliyor o an. Nihayetinde Bellagio'ya vardığımızda değişik, alışılmamış olan, şaşırtan, beklenmedik bir şey yok. 


Herşey birbiri içine geçmiş, bir tablonun içinde kaybolmuş gibi. Ayrıntılara baktığınızda güzelliği fark ediyorsunuz. Parklar, bahçeler, korulardan oluşan yeşil damarlarla yavaş yavaş yükseliyor. 


Kasabanın içinde dolaştıkça tipik, dar, İtalyan stili sokaklara, merdivenlere çıkıyorsunuz. Koyu fildişine boyanmış evlerin dış cephelerindeki nerdeyse her camdan bir çiçek sarkmış, sokaklara bir el 'burada huzur var' yazmış sanki..



Bir sokak diğerinden belirsiz çizgilerle ayrılıyor. Hava ne çok sıcak ne çok serin. Aslında sıcak olması beklenirdi ama Alplerden gelen serin rüzgar Bellagio'ya nefes aldırıyor. 


Burada zaman işlemiyor, herşey nasıl inşa edildiyse öyle kalmış gibi. Sahilden yukarıya merdivenle çıkarken 2-3 katlı, küçük, fildişi ve aşıboyalı evler ve evlerin altındaki cana yakın ipek, ahşap, takı, resim, kıyafet, yerel bira satan dükkanlarla; şirin, evden restorana dönüştürülmüş, kutu kutu odalardan oluşan, mutfağından lazanya, spagetti ve pizza kokusu gelen lokantaları görüyorsunuz. 


Milano'da çokça pizza yediğim için burada tercihimi İtalyan usulü lazanya ve şahane bir kırmızı şaraptan yana kullanıyorum. İtalya'nın pekçok şehrinde lazanyayı double kremayla yapıyorlar. Parmesan peynirinin anavatanı olmasına rağmen ne yazık ki pek çok yerde ikinci kalite parmesan servis ediliyor.



Yemekten sonra Bellagio'nun kuzeyine doğru keşfe koyuluyorum. Yürüdükçe serinleten rüzgar artıyor ama rahatsız etmekten öte korunaklı bir bölgeye gelmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Burası Bellagio'nun en kuzey ucu ve ufukta, sol tarafa İsviçre Alpleri var, sağ tarafta azıcık eğilseniz ve önünüzdeki dağ olmasa Saint Moritz'e uzanacakmışsınız gibi. 


Bu boşluk beni büyülüyor çünkü alabildiğine geniş bir göl ve tam karşınızda nefesinize nefes katan, dünyada oksijen oranın en yüksek olduğu yer olan İsviçre var. İskelenin hemen arkasında yeşiller, pembe çiçekler içinde naif bir restoran, Ristorante La Punta misafirlerini ağırlıyor. 


Sadece bir kadeh şarap için vaktim var keza feribotu kaçırırsam burada konaklamak zorunda kalacağım. 


Como Gölü'nün tam ortasına konumlanmış bu kasaba için bir gün yeterli bana göre. Vaktiniz varsa çok yakınındaki Lugano, Bolzano veya daha kuzeyindeki Davos'a da trenle ulaşılabilir. Tabii biletlerinizi önceden edinmekte fayda var.


Hülya Meral




Gazze Filmi Vizyonda !

Birinci Körfez Savaşı'nın başladığı yıl, yani 1990'ın ortaları ve Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiyle başlayan savaşın kumandasını ABD'nin ele alıp BM Koalisyonu olarak Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, İspanya, Mısır, Katar, Suriye ve Suudi Arabistan'ın ve başka 24 ülkenin daha ortak hareket ederek Saddam yönetimindeki Irak'ı bozguna uğratma çabaları.. 


Geniş çaplı harekât sürerken henüz ilkokuldaydım ve tek kanallı dönemde izlediğimiz tek şey CNN International tarafından dünyaya dağıtılan, -Bekir Coşkun'un deyimiyle- akşam yemeğimizi yerken, çorbamıza ekmek doğrarken adetâ film gibi takip ettiğimiz savaş görüntüleri ve gece vuruşu yapıldığı, roket atıldığı saatlerde siyah gökyüzü üzerinde parlayan yeşil ışıkların ekrana yansımasıydı.



Sonra 1992'de Bosna Savaşı başladı. Feci soğuk bir kıştı ya da ben çocuk olduğum için daha çok üşüyordum.. İlkokulda Sovyetler Birliği- SSCB diye öğrendiğim, haritada kocaman yer kaplayan ülke dağılmış, Berlin Duvarı yıkılmış, Batılı ülkeler senaryoda daha iyi bir yer kapma telaşındaydı. Yugoslavya'dan ayrılıp bağımsızlığını ilan etmek isteyen Bosnalı Müslümanlar ve Bosnalı Hırvatlar Sırplar tarafından acımasızca öldürülmeye başlamıştı. Artık tek kanaldan çıkılmıştı ve birkaç kanaldan savaş muhabirlerinin ilettiği görüntüleri izliyor, yorumlarını dinliyorduk. Üç yıl boyunca akşam yemeğimize kaşık çatal sallarken bu sefer de Sırplar'ın yarattığı cehennemi izledik. En son savaşı kaybedeceğini anlayan Sırplar, 1995'te Gorajde ve Srebrenica'da büyük bir katliam yaşattılar. Pek çok yerde toplu mezarlar bulundu, binlerce kadına tecavüz edildi. Yıllar geçtikten sonra halkın yaşadığı travmaları filmlerden, belgesellerden izledik. Sonraki yıllarda başarılı olduklarını bilsem de ülkemize maç yapmaya gelen Sırp basketbolculara karşı hep önyargılı oldum..


Artık daha çok televizyon kanalımız vardı. Hatta 1998'de NTV, 1999'da CNNTürk haber kanalları ve ardından Ufuk Güldemir yönetimindeki Habertürk yayın yapmaya başladı. 

Çok geçmeden 11 Eylül 2001 günü (Türkiye'de akşamüstü 19.00 dolayları) El Kaide Amerika'daki Dünya Ticaret Merkezi kulelerinden birine terör saldırısı düzenledi ve bir helikopter ticaret merkezine çarptı. Kanallar olayı canlı veriyordu, binadan alevler çıkmaya başlamıştı, olayı şok içinde ayakta izliyorduk ki aradan 15 dakika geçmeden diğer kuleye de saldırı düzenlendi. Onlarca kişi, camlardan ölüme atladı. Toplamda 2.000 sivil hayatını kaybetti. Eşi benzeri olmayan bu olay sonrasında halk toplu psikolojik travma yaşadı. Olay anında binaların çöküşünün kaydedildiği, etrafın toz bulutuna gömüldüğü görüntüler aylarca televizyonlardan verildi. Artık ülkeye giren Araplara ve Müslümanlara potansiyel terörist muamelesi yapılacak, havaalanlarında ikinci, üçüncü sınıf insan yerine konacaklardı. Bu büyük travmanın atlatılması ve Amerikan halkının içinin soğuması için rövanş gerekiyordu. 2003 yılında ABD ve Birleşik Krallık öncülüğünde koalisyon gücü oluşturuldu ve Irak işgal edildi ve böylelikle İkinci Körfez Savaşı başladı. 

İlk aşamada Afganistan'a askeri harekat başladı. Ardından ABD, El Kaide'yi ve Usama Bin Ladin'i desteklediğini ve barındırdığını öne sürdüğü Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak'ı yerle bir etmeye başladı. İşgalin diğer bir adı Irak'ı Özgürleştirme Operasyonuydu.. Bir ara akıllarına çılgınca bir fikir geldi ve Türkiye'deki tüm üslerin Amerika kullanımına açılmasını istedilerse de AKP hükümetiyle pazarlıklar yapıldı, tezkereler oylamaya sunuldu, nihayetinde kabul edilmedi. Amerika, gemilerini Mersin limanına göndermiş, Türkiye'nin destekleyeceğinden o kadar emin hareket etmişti ki 'olumsuz cevap' karşısında tüm planları altüst oldu.

Aynı dönem, Temmuz ayının başlarında 100 kadar Amerikan askeri Süleymaniye'de Türk timine baskın düzenledi ve bir Türk askerinin başına 'çuval' geçirilerek askerler bu şekilde Bağdat'a götürüldü ve uluslararası krize girecek kadar ileri gittiler. Hilmi Özkök'ün deyimiyle 'İki ülke arasında büyük bir güven bunalımı yaşandı'. Biz yine olanları film izler gibi akşam yemeğimize, salatamıza kaşık, çatal sallarken izlemeye devam ettik. Savaş sonrasında Irak ve Afganistan'da 1 milyon sivilin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Irak'ta hâlâ huzur olduğu söylenemez..

Aradan nerdeyse 10 yıl geçti. Ortadoğu ve Türkiye'nin güneydoğu bölgesi her zaman sıcaktı ama eskisi kadar büyük bir savaş, çatışma pek yaşanmıyordu. Son 20 güne kadar....

İsrail Hamas'ı bahane ederek yine Gazze'ye saldırdı. Yüzlerce masum sivil atılan roketlerle hayatını kaybediyor, insanlar ne yapacağını bilemez halde. 


ABD ve Birleşik Krallık dahil tüm dünya olanları evlerindeki koltuklara gömülmüş, kumanda marifetiyle takip ediyor. Öylesine bir bakıp eğlence kanalına zaplıyor. Bugün Almanya Başbakanı Angela Merkel İsrail'in yanında olduklarına ilişkin demeç verdi. Obama'dan ses yok.. 



Bu arada geçen 10 yılda teknoloji aldı yürüdü. Yüzlerce, binlerce kanal 3G, 4G, GPS teknolojisi sayesinde sıcak bölgelerden (kaçırılıp rehin alınmazlarsa) canlı yayın yapabiliyor. Hatta İsrail sınırından Gazze'deki gelişmeleri aktaran, ellerindeki yiyeceklerle maç havasında, alkışlayarak roket saldırılarını izleyen İsraillileri sosyal medya üzerinden kınadığı için CNN International'ın muhabiri Diana Magnay'ın görev yeri değiştirildi, başka bir sıcak bölge olan Moskova'ya gönderildi. (Ukrayna ve Rusya çatışma halinde, hatta o güzergahın havaüssünü kullanan bir Malezya uçağı düştü ve onlarca kişi hayatını kaybetti)


Türkiye'de oruç rehavetinden ve deniz-kum-tatil psikolojisine girildiğinden olsa gerek sadece sosyal medyada fotoğraf ve birkaç edebi cümle kurarak olaylar kınanıyor. Başbakan İsrail'i kınıyor ama bu sefer öyle 'One Minute' kükremesinden ziyade pek duyulmayan bir fısıltıyla çünkü altından kazıdıkça başka şeyler çıkıyor.. Yıllar, insanlar, olaylar, savaşlar devam ediyor. 'Gazze filmi' vizyona girmiş. 'Yönetmen',  'sahne' dediği an çorbaya kaşık sallamaya başlayıp filmi izlemeye devam ediyoruz. Değişen -vicdanlar dahil- pek birşey yok. 

Hülya Meral

Yaz Boyu Mehtap Gezileri ve İstanbul'un Deniz Ulaşımı


Hep söylüyorum. İstanbul'un trafik sorununa en büyük çare deniz ulaşımı ancak büyük ve hantal vapurlar değil, aynen Venedik'teki vapurettolar gibi küçük, motoru güçlü ve hızlı manevra kabiliyeti olan, Boğaz Hattı'ndaki ve diğer hatlardaki her iskeleden 5 dakikada bir kalkacak motorlar. Yine belirli hatlar olmalı ama hatlar arası geçişler, aktarmalar yolculara yansıtılmamalı.



Boğazı elips şeklinde düşünürseniz bu hiç de zor olmasa gerek. Dört bir yanı deniz olan İstanbul'da deniz ulaşımının bu kadar dağınık, düzensiz ve yetersiz olması akıl alır gibi değil. Denebilir ki yolcunun yoğunluğuna göre zaten seferlerimizin saatleri belirlenmiş durumda. Hızlı motorla ulaşımı belirttiğim şekilde çalışır hale getirdiğiniz vakit, seyrek yolculuk yapılan iskelelerden bile yolcu akışı olacak, karayolunu kullanan yolcular deniz yolunu tercih edeceklerdir. Psikolojik açıdan bakarsak, trafiğin getirdiği stresi ekarte edip deniz kokusunu alan bedenlerin seratonin salgılamasına yardımcı olmuş olursunuz. 



Aynı şey Pendik - Kadıköy sahil hattı için de geçerli. Deniz yoluyla ulaşımı teşvik ettiğimiz sürece karayolundaki tıkanıklık azalacaktır. 

Bunun yanında, İstanbul dışından misafirim geldiğinde vapur- motor sistemini anlatmakta zorlanıyorum çünkü her hat için farklı isimlerde şirketler var. Bir de Şehir Hatları vapurları var. Biri devletin diğerleri özel işletme, istediğini seçebilirsin diye açıklamak gülünç geliyor kulağa. 

Şehir Hatları vapurlarını çoğunlukla trafiğe girmemek için Beşiktaş- Kadıköy ve Taksim- Kabataş Finiküler- Kadıköy üzerinden kullanıyorum. Taksim'e karayoluyla ulaşmaktansa vapurla 15 dakikada geçmek hem keyif hem zamandan kazanım. 

Geçenlerde de hiç aklımda yokken ve vapur olduğunu bile bilmiyorken Emirgan'dan -çok sık kalkmasa da- vapura binip yolculuk boyunca da yalıları, boğazın eşsiz güzelliğini, erguvanları izleyerek Çengelköy'e geldim, akşamı orada ettim. Önceden böyle bir hat olduğunu bilmiyordum.

Adalar için ise Bostancı İskelesi'nden Şehir Hatları vapuru saatte bir kalktığı için her yarım saatte bir yapılan motorla ulaşım daha mantıklı geliyor. 

Yani daha düzenli bir deniz ulaşımı sistemi olsa, İstanbul gibi her noktasından deniz görünen bir şehirde hayat daha keyifli ve pratik olabilir. Çoğu kişinin trafiğe girmemek için lokal mekanları tercih ettiğini ve diğer semtleri ıskaladığını düşünüyorum. İstanbul'da her yıl bir milyon kişinin Boğaz'ı bir kez bile görmeden yaşadığını düşünürsek haksız sayılmam.



Neyse, size bahsetmek istediğim bu değil. Şehirdışından arkadaşlarım, misafirlerim geldiğinde (özellikle Ankaralılar için denizin anlamını tahmin edersiniz) mutlaka bir Boğaz Turu yapmak istediklerinden, motorla gezilen 1,5 saatlik turları öneriyordum ancak bu yıl Haziran ayında başlayan, Şehir Hatları vapurunun düzenlediği Mehtap Gezileri'ni fark ettim. 

Şayet İstanbul dışından geliyorsanız, Boğaz'ı 6 saat boyunca her iskelede durarak yaşamak, yalıları, mimari yapıları, camileri, sarayları, Rumeli ve Anadoluhisarı'nı uzun uzun izlemek, fotoğraflamak istiyorsanız bahsettiğim bu gezi oldukça ideal. Dolunaylı bir akşama denk geldiyseniz elbette daha şanslısınız..



Yaklaşık 6 saat süren “Mehtaplı Geceler Turu” Bostancı iskelesinden başlayarak sırasıyla Kadıköy-Eminönü-Üsküdar-Beşiktaş-Rumeli Kavağı iskelelerine uğruyor, Anadolu Kavağı’nda mola veriyor. Boğaz keyfi gece 01.00’e kadar sürüyor. Sıkılırsanız veya gözünüze akşam yemeği için güzel bir mekan kestirirseniz istediğiniz durakta inip kalabilirsiniz de. Denemeye değer.. 



Organik Tarım'ın Gülenyüzü Nazan Kurtan

İsmi Nazan Kurtan. Onu iki üç ay önce bir yarışma programında tanıdım. Dobra, nazik, sempatik, içten tavırlarıyla dikkatimi çekmişti. 


Sonra zaplarken TRTHaber'deki 'İnsan' programına denk geldiğimde, organik tarım için neler yaptığını anlatırken, şirin üslubundan ve ses tonundan kim olduğunu hatırladım. Programın tamamını merak ettiğim için videoyu buldum, izledim. 


Çatalca'nın Binkılıç köyünde organik tarım yapıyor Kurtan. Toprağın her miliminde emeği var. Çiftliğin bu hale gelmesi tam 11 yılını almış. O dönemin kaymakamı ve eşinin destek ve önerisiyle gerekli tüm organik sertifikalarını almış. 


Bu süreçte başka bir işle uğraşan eşinden maddi destek almış, zorlandığı zamanlar olmuş, kimi zaman hiç kâr etmeden ürün yetiştirmiş ama hiç pes etmemiş..


Kurtan, sebze meyvelerini o kadar seviyor ki onlarla konuşuyor, bakımlarını yapıyor. Kocaman bir organik çilek tarlası var.. Ürettiklerini Şişli ve Kartal'daki Organik Pazar'da satıyor. Yıllardır kim olduklarını, ne yaptıklarını, nasıl olduklarını bildiği sürekli müşterileri var. 


En çok ciddi sağlık sorunlarıyla mücadele eden çocuk müşterileri için üzülüyor.



Ürünleri SERTİFİKALI ve GÜVENİLİR.. Her sebze meyveyi organik diye satmaya başladıklarından, organik ürün satın almak istediğinizde sertifikalı olmasına dikkat edin. 



Nazan Kurtan'ın Yeşil Vadi Organik Tarım Çiftliği dışardan ziyaretçilere açık. 

Gidin, kendi elinizle organik sebze meyvenizi toplayın, özlediğiniz sebze meyve kokusunu içinize çekerek tüketin. 

Künefeden Tepsi Kebabına, Kerebiç Tatlısından Zahter Salatasına Antakya Sofralarına Yolculuk



Aşkın Kutluğ gezmeyi ve yemeyi kendine yaşam felsefesi edinmiş, güçlü bir damak zevki olan ve seyahat ederek farklı lezzetler tatmayı keyif haline dönüştürmüş isimlerden. Kendisiyle Gurmebüs'ün Sirkeci gezisinde tanışmıştık. Geçtiğimiz haftalarda Antakya'ya bir seyahat gerçekleştiren Aşkın, facebook'ta damağına düşkün olanların kıskanacağı cinsten o kadar çok yemek fotoğrafı paylaştı ki, görenlerin kalkıp gitmemesi mümkün değil. Kendisiyle hem Antakya'yı hem de deneyimlediği yöresel lezzetleri konuştuk.


- Biliyorum ki çok seyahat ediyorsun ve bu seyahatlerde 'yemek' önemli ve özel bir yer tutuyor.  Farklı lezzetleri denemek işin keyifli yanı. Nasıl oluştu Antakya'ya gitme fikri?

Antakya'ya seyahat hep aklımda olan birşeydi. İki arkadaşımı da yanıma alarak isteğimi gerçekleştirdim.
 
- Şehrin doğası, insanı, kimyası nasıl? 

Antakya'nın doğası ve bitki örtüsü  beni çok etkiledi. Asi Nehri tek tük kalmış yöresel Antakya evlerini tamamlıyor bana göre. 


Havaalanı çok uygun bir bölgeye yapılmış. İskenderun ve Antakya arasına. İki tarafa da hizmet ediyor. Biz de her iki şehri görme fırsatı bulduk. Ayrı dinlerden  ve milletlerden oluşmuş  bölgede, hoşgörüyü her an hissedebiliyorsunuz. İnsanlar çok candan. Bir adres sorun farkı hemen anlıyorsunuz.

- Antakya ve çevresini ne ile gezdiniz, araba mı kiraladın, toplu ulaşımla her yere ulaşmak mümkün mü? Gitmeyi düşünenler için ne önerirsin?
 
Araba kiraladık. Toplu ulaşımı denemedik. Belki şehiriçinden turlarla bazı bölgelere gidilebilir. Dönemine göre önceden araştırılıp da gidilmeli.
 
- Şehrin nerelerini görme şansın oldu? 

Gezilecek yerler arasında ilk sırada Uzun Çarşı var, adeta yıllar öncesine götürüyor sizi. Camilerin özel minareleri tahta işlemelerle  çevrelenmiş, fark yaratıyor. Merkezde kiliseler, camiler, sinagoglar çok özellikli ve kişilikli yapılardan.


 
35 haneli Vakıflı Ermeni köyü'ne de gittik. Türkiye'deki doğası bozulmamış nadir köylerden. Organik tarımıyla önem kazanmış. 


 
Harbiye Şelaleleri doğal güzellikler açısından muhteşem.
 
Çevlik'te Musa çınarı 30 metre çapında bir yapı, muhakkak görülmeli. Yöresel taş evler gezilmeli. Dünyada uzunluk olarak sıralamada olan Çevlik plajının sahili etkileyici.
 
Antakya'ya gitmeden önce Titus tünelinin tarihi mutlaka okunmalı ve tünel görülmeli. 


- Yediğin içtiğin senin olsun :) Küçük bir gurme turuydu seninkisi. Künefeden, humusa, kebaptan lagosa Antakya mutfağının zengin tabaklarını tatma şansı buldun. Antakya mutfağı denince akla ilk olarak hangi yemekler, lezzetler gelmeli? 
 
Sabah kahvaltısında Uzun Çarşı'daki odun ateşinde pişen acılı peynirli (çökelek) Pide, çayla beraber güzel gidiyor. Özel lezzetlerden kurabiye üstüne konarak yenen Kerebiç Tatlısı da çarşıya özel.



Pöç Kasabında denediğimiz, yöresel etlerden yapılmış bıçak kıymasıyla çekilen Tepsi Kebabı kaçırılmamalı. 



Kağıt Kebabı, Zahter (Antakya'ya özgü kekik) salatası,


 Muhammara, 


çökelek sac oruğu,


 Humus yöresel lezzetleri.

Çevlik'teki ünlü Çınaraltı Restoran'da Pala Yücel'in Çökelekli biberli odun ateşinde tandırda pişen hamur işleri ayranla tadılmalı.



Affan kahvesi'nde Tahmis çay bardağında kahve içimi özellikli.



Haytalı Tatlısı,



diğer tatlılar ve hamurişleri çok lezizdi.

Yine merkezde Dönerci Tacettin Usta  salçalanmış, lavaş üzeri döneri bizzat kendisi hazırlıyor.
Yalnız gitmeden bir gün önce yer ayırtmanız lazım. Vali bile olsanız rezervasyon olmadan giremiyorsunuz. O kadar planlı ki saat detayında rezervasyon yapılıyor.



Harbiye şelaleleri'ndeki Boğaziçi Restoran'da Antakya mezeleri ve Tavuk şato (4 kişilik hazırlanıyor) ya da tavuk-et ızgara çeşitleri denenebilir. Mangalda tavuk ızgara çok lezzetli.
 
Antakya otosanayi'de Çayırcılar Lokantası şahane kuru bakla humus yapıyor. Bu yerel lezzet için kuru bakla, geceden sabaha kadar odun ateşinde humus haline dönüşmesi için pişiriliyor. Daha sonra gençliğinde Antakya güreş şampiyonu olan Pehlivan Usta'nın elinde damakta lezzet patlamaları yaratacak hale getiriliyor.


 
Eski otogar Luna Tatlıcısı'nda sıcak sıcak Antakya hamur tatlıları,

 
züngül, taş kadayıf (yağda kızarıyor), turunç tatlısı, kireçte sertleştirilmiş kabak tatlısı insanın önce gözünü sonra damağını şenlendiriyor.


 
- Antakya'yı biz en çok Künefe ile biliriz. Nerelerde künefe denedin? İstanbul'da yediklerimizden farklı mıydı? Sırrı nerede saklı?


​Yerel sütün aroması farklı olduğu için künefe peyniri ve tereyağı fark yaratıyor. Antakya merkezdeki Kral Künefe'nin Dondurmalı Künefesi kaçırılmaması gereken bir lezzet. Yusuf Usta'nın Uzun Çarşı içindeki odun ateşinde pişen Künefesi ise listenizde olması gereken ünlü bir mekan.

 
- Antakya ve İskenderun'un yöresel tatları saymakla bitmiyor, peki 'İçli köfte Oruk' tadabildin mi?

Evet, Antaki Restoran'da yapılan oruk'u özellikle tavsiye ederim. Ayrıca alkol servisi de var.

- Gitmişken İskenderun'u da gördük dedin, orada deneyimlediğin, ağız sulandıran yemekler nelerdi?

İskenderun Petek Pastanesi özel tatlılarıyla, en çok da künefesiye muhteşem. 


İskenderun Şirinyer Restoran'ın bu denize özgü lagos balığı, 


İskenderun jumbo karidesi ve 


kalamar  tadımı yapılmalı.
 
- En çok hangi lezzetini beğendin Antakya'nın?

Söylediğim tüm lezettleri.. Ayırt edemiyorum :) 


 
- Bana Antakya'yı ziyaret eden dostlarım onlarca çeşit peynir, narekşisi ve kutu kutu künefe getirir. Fiyatlar nasıl? Alışverişe değer mi?
 
Fiyatlar İstanbul'a göre çok uygun. Alışveriş yapılabilir. Ancak kargoyla isteyince pahalıya geliyor.


 
- Son olarak biliyorum ki pekçok kişi Antakya'nın lezzetlerini tatmak hem de coğrafyasını görmek, yüzyıllardır pekçok kültürden beslenmiş Asi Nehri'ni, Uzunçarşı'yı, Çevlik'i ziyaret etmek istiyor ancak Suriye'deki sıcak savaş durumu onları bu fikirlerinden alıkoyuyor. Sen oradayken rahat gezebildin mi? Şehrin içinde herhangi bir tehlike söz konusu mu?

Tehlike kesinlikle yok. Ancak biz doğu tarafına gitmedik. Batı ve güney taraflarını dolaştık. Gitmek isteyenlere şiddetle öneririm.

Teşekkürler Aşkın.